23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Yazarın cehennemi Yeryüzü yargıçlarla dolu. Hatta ecel celalileriyle, zebanilerle. İşte böyle bir dünyada nerede yaşarsınız? Gabriel Garcia Marquez şöyle diyor: “Bana öyle geliyor ki, bir yazarı cennet ya da cehennemde yaşama ikilemiyle yüz yüze getirirseniz, cehennemi seçer... Orada daha çok edebi malzeme bulur.” Y azarın cenneti, kalemiyle baş başa kaldığı anıdır. Bence asıl cehennem dışarıdadır. Rimbaud demişti sanırım: “Cehennem başkalarıdır!” Onun yazıdaki seçimi yaşamdaki seçimidir. Ne anlamlar yüklerseniz yükleyin, bir yazar yazdığındadır. Yazarak yarattığı iklimde. Göze göz, dişe diş bir hayat onun uzağındadır. Yolu acıdan geçmeyen bir bakışın yazabileceğine inanmıyorum. Yazmak için insanın ağrısı olmalı dünyayla, hayatla, kendisiyle. Zira bir yazar yazarak hayatı savunur, yani insana insanı / insanlığı anlatır. Bu da onun vicdan duygusunun sesidir elbette. Uyarır, gösterir, heyecanlandırır, sarsar, hatta tokat atar... Nabokov, Lolita romanından dolayı yargıç karşısına çıktığında, suçlamalara itiraz eder. “Hayır! Yanılıyorsunuz, ensesti övmedim; tam tersi ben bu romanı aileleri uyarmak için yazdım” der. TAŞRADAN GELMEK Marquez, Kolombiya’nın taşrasından gelen bir yazar. Romanları, öyküleri yarattığı anlatı coğrafyasının nasıl biçimlendiğini de gösterir bize. Başyapıtı Yüzyıllık Yalnızlık’a onu getiren anlatıları çıkıp geldiği taşranın gerçekliğini anlatır. Yarattığı anlatı adası/karası Mancondo kendi taşrasının yeniden yaratımını içerir. Onu yazıya, yazmaya çağıran, adeta bir “vahiy” gibi gördüğü Kafka’nın Dönüşüm anlatısı söylemsel retoriğini kurma esini taşır. “Ben de yazabilirim” cesaretini veren üç bileşeni vardır: yaşantı zenginliğini var eden yer coğrafya / edebi bellek / esinleyici usta. Onu yeni, özgün kılanı Yüzyıllık Yalnızlık romanında buluruz pekâlâ. Ama o gelişini açıklayan döneme dair şu bakışını da yabana atmamalı: “Edebiyat söz konusu olduğunda Karayip sahili yoktur. Edebiyat hayattan koparılıp kapalı çevrelere tıkıldığında bir uçurum açılır ve o uçurumu taşralılar doldurur... Retoriğe dönüştürerek edebiyatı kurtarırlar.” (*) YAZDIĞINI SEVMEK Yazmak için ne gerekiyor derseniz; tutku derim ilkten. Sonra merak, sonra dünyayı dost edinmek; insanı anlamak... Her biri bir yolculuktur aslında. Yaşamın size sunabildiklerini algı ve duyularınızın imbiğinden geçirerek yazıyorsunuz. Elbette ki size bu ivmeyi taşıyan birçok neden var. Ama hayata karşı duruşunuz, yaşama sevginiz her şeyin başı. Kaleminizin gölgesi kâğıda dokunduğunda anlatacaklarınız insanın insanda çoğalan sesi olacaktır bir süre sonra. Eğer bu tutkulu yolculuğun dervişi kesilmişseniz; sözcükleriniz hayatı her yerde, her mevsimde savunacaktır, emin olun bundan. Ne diyordu Ferîdüddin Attâr: “İster var olsun ister yok; her şey, sözün avucunda muma döner.” (**) Eğer ki; Marquezvari bir başlama noktanız olmuşsa, sabırla yaza yaza yol almışsanız ve o ilk yazdıklarınıza da onun gibi dönüp sevgiyle bakabiliyorsanız, emin olun sesiniz çoğalacaktır: Şunu diyordu Marquez, o ilk yapıtı için: “Yaprak Fırtınası’nı çok severim. Tabii, onu yazan adama da çok sevgi besliyorum. Onu kusursuzca görebiliyorum. Hayatta başka bir şey yazamayacağını, tek şansının bu olduğunu düşünen ve hatırladığı her şeyi, okuduğu her yazardan edebi teknik ve derinlik hakkında kaptığı her şeyi kâğıda dökmeye gayret eden yirmi iki, yirmi üç yaşlarında bir delikanlı.” NEDEN YAZIYORUM? Her sözünün aynasındadır insanın neden yazdığı. “Başka bir şey yapamadığım için yazıyorum” diyenlerden değilimdir. Yazının ucuyla hayata bakmak gerektiğine inandığım için yazanlardanım. Her birimiz biriktirerek yazarız. Farkında olsak da olmasak da bu böyle! Yazmak, farkına vararak görmektir; ayırdında olmak, ayırarak sezmek, sezgileriyle de o ayrı olanların neden niçinlerini sorgulamaktır. Bu, bir yeti midir? Evet! Ama doğuşla gelen değil, sonradan kurulandır. O geleni bazen ‘yetenek’ diye adlandırırız. Öyle de alınsa yüzdelendiğinde ‘bir’dir o. Kurulan dedim ya; işte aslolanı da budur. Neyi/ nasıl/ neden kurabileceğini öğretmek yolculuğudur da yazmak. “Öğrendim artık, bitti” demek değildir. Yazdıkça ama sürekli, öğrenir / görür; neden yazdığınızın bir ömür boyu yolcusu kesilirsiniz. Yaza yaza biriktirdiklerimizdedir uğraşınızın sırrı. Evet, yazmak; eninde sonunda bir uğraştır. Bunun için de kendini/zi vermek, dahası adamak gerekir. Aslında her uğraşın da bizden istediği bu değil midir? Yazmak, benim için dünyada var olmanın sesidir. Bu, bazen çığlığa da dönüşebilir. İşte asıl orada aramalıyız “neden yazıyorum” sorusunun yanıtını. Cehennemse işte geldiğiniz o kıyıdır! n (*) Gabriel Garcia Marquez’le Konuşmalar, Derl: Gene H. BellVillada, Çev.: Osman Akınhay, 2017, Agora Kitaplığı, 237 s. (**) İlâhiname, Ferîdüddin Attâr, Çev.: Abdülbaki Gölpınarlı 1992, MEB. Yay., 291 s. KITAP l İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına: Alev Coşkun l Genel Yayın Yönetmeni: Aykut Küçükkaya l Editör: Gamze Akdemir l Tasarım: Bahadır Aktaş l Sorumlu Müdür: Olcay Büyüktaş Akça l Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. l İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2, 34381 Şişli İstanbul l Tel: 0 (212) 343 72 74 (20 hat) Faks: 0 (212) 343 72 64 l Cumhuriyet Reklam: Reklam Genel Müdürü: Ayla Atamer l Tel: 0 (212) 343 72 74 l Baskı: İleri Basım Mat. Amb. Reklam Tanıtım Yay. ve Teknik Hiz. Tic. Aş., Yenibosna Mah. 29 Ekim Cad. No: 11A/41 Bahçelievler İSTANBUL. l Yerel süreli yayın l Cumhuriyet gazetesinin ücretsiz ekidir. MERHABA Bu sayımızın kapağında, beş kitaplık nehir anlatısı İçsel Kentler’le, edebiyatın aykırı figürlerinden Anaïs Nin yer alıyor. Bir kadın olarak hem aşka, birlikteliğe bakışını hem de yazmaktan kaçınılan sorunları işlediği anlatılar, her kadının kendini izleyebileceği bir ayna niteliğinde. Beyza Ertem’in yazısı... Üçüncü sayfamızda, yazarın cennetinin, kalemiyle baş başa kaldığı an olduğunu imlediği ‘Yazarın cehennemi’ başlıklı yazısıyla Feridun Andaç yer alıyor. M. Sadık Aslankara, “Dilde, yazında ustalıkçıraklık…” başlıklı yazısında Necati Tosuner, Stefan Zweig ve Mediha Ünver’i merceğe alıyor. Arife Kalender; Çağdaş Şiirimizde en sık kullanılan imgeleri (dağ, ağaç, deniz, rüzgâr, göz…) araştırdığı incelemesinin ilk kertesi “dağ” ile sizlerle buluşuyor. Kalender’in sayfaların izin verdiği ölçüde, aralıklarla yayımlanacak beş yazısında amaçladığı şiirimizin toplu bir fotoğrafını sunmak. Hakan Cem; Sina Akyol ile nabzı yaşamın merkezinde atan düzyazılarını bir araya getirdiği seçkisi Zamana Bırakılmış Yazılar’ı konuşuyor. Çağdaş Bayraktar, Erhan Karaesmen’in yeni incelemesi “Uçsuz Bucaksız Bir Dünyada Gezinirken” çerçevesinde Beethoven’a bütünleşik bakışını değerlendiriyor. Bu haftadan itibaren İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Çeviribilim Bölümü Almanca Mütercim Tercümanlık Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Necdet Neydim, “Çocuk, Edebiyat, Hayat” köşesiyle ayda bir okurlarımızla buluşacak. Kendisine aramıza hoş geldiniz diyoruz. Neydim, “Çocuk edebiyatı damgalanır mı?” başlıklı ilk yazısında; bazı pedagoglar, psikologlar, eğitimbilimcilerin kendilerini edebiyatın denetçisi ilan edip kitapları denetlemelerinin ve “çocuğa yararlı” damgası vurmalarının olumsuz sonuçlarına dikkat çekiyor. Y. Bekir Yurdakul ve Günnur Aksakal Baykan, İrem Uşar’ın, koronavirüsü bir çocuğun gözünden yazdığı kitabı “Ali, Cavid’e Karşı’yı inceliyorlar. Emek Yurdakul, Güncel köşesinde dört yeni, yetkin çocuk kitabını tanıtıyor. Adnan Saraçoğlu; Shaun Tan’ın, melez türde disiplinler ve sanatlar arası küçük bir ansiklopedi niteliğindeki kitabı Şakıyan Kemikler’i inceliyor. Vitrindekiler ve Mustafa Başaran’ın hazırladığı Bulmaca köşelerimiz yine dopdolu... İyi okumalar... Editörden cumkitap@cumhuriyet.com.tr twitter: www.twitter.com/CumKitap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle