03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ÖYKÜDENLİK… Yaşamla ölüm arasında bir avuntu: Sanat Koronavirüsle savaşımda topluma öncülük eden hekim, hemşire gibi azımsanamayacak sayıda sağlıkçı, yazar olarak da yazınımız için katkı üretiyor. Çünkü sağlık bilimcileri, gelişmiş birey modelinin de örneği aynı zamanda. Kurmaca yapıtla görünmeleri bundan… Y azınımızda şairler kadar öykücü romancı hekimyazar da ciddi sayıda. F. Celalettin, Fikret Ürgüp’ten, Muzaffer Hacıhasanoğlu’dan geçen, Kaan Arslanoğlu’dan Cem Atbaşoğlu’yla, Tahir Musa Ceylan’a, Levent Mete’ye, Alper Akçam’a uzanan, Müyesser Güner, Özen Aşut, Osman Akalın, Süleyman Kalman, Cengiz Kara, Ercan Kesal vb. geniş bir yazarlar kuşağıyla kol kola girip görece genç hekim kalemler olarak Kerem Alp Usal, Demet Danki Erken’e uzanan hekim varlığımız anımsanabilir bir çırpıda. Tiyatro, sinema, müzik, resim, öteki sanat dallarında adlarını duyuranlar da var ayrıca. Bilimcileri saymıyorum zaten. Demek hekimlerimiz beden sağlığımız kadar sanat yaşamımızda da yanımızda, biz toplumca bir iyi köteklesek de onları. Oysa koronavirüsün yeniden yükselişe geçtiği şu sıra, sağlık emekçilerimiz Sakarya Meydan Savaşı kahramanlığı sergiliyor, öyleyse hak ettikleri saygıyı teslim etmeliyiz kendilerine. Hekim Arda Çınarlık’ın A7 Kitap yayını Buğu (2018), Zaman Düşümü (2020) romanlarını alıp masama geçmiştim ki son olarak, hoop bir kadın hekimin, Esen Armağan Özakbaş’ın ilk romanı çıkageldi: Mimoza (Duvar, 2020). Pandemi günlerinde Esen’in kadın sorununu deşen hekim bakışına dayalı yapıtını öne çekip Arda’nın kitaplarını sonraya bıraktım ister istemez. ESEN A. ÖZAKBAŞ… KADIN HEKİMDEN İLK ROMAN; “MİMOZA” Özakbaş, yaşamöyküsüne göre “çocuk yaşlarında” edebiyatı “yol arkadaşı” seçmiş görünse de yazınımızda imzasına ilk kez Mimoza’da rastlıyoruz yanılmıyorsam. Yazar olarak düz bir görüntü veriyor belki anlatısında Esen, ancak epik diyebileceğimiz yaklaşımla başarılı sayılabilecek kurmaca eşliğinde kişilerini doğrudan kendi ağızlarından okurla buluşturmayı da başarıyor romanda. Ana karakter Sevda, başlangıçta şiirler de kaleme alan, sanatla içlidışlı yaşamı olan bir öğretmendir. Ne ki mimar Ahmet’le evlenip giderek sanattan kopmuş, geleneksel evlilik hendesesine koşullandırılmış, evinin kadını olmaya zorlanmıştır. Ahmet, dıştan bakıldığında parlak, gelişmiş birey gibi görünmesine karşın kendi büyük ailesinin parçalanmaz bütünlüğü içinde yer almış biridir aslında, özellikle anneyle ilişkisinde enikonu hastalıklı bir tutum sergiler. Sevda’yla Ahmet’in başlangıçtaki ilişkilerini, yaşantılarını psikiyatrdaki konuşmalarından öğreniriz. Artık aradan yıllar geçmiş çiftin çocukları büyümüş, buna göre sorunları da artmıştır. Tam da bu süreçte Sevda, farklı mesleklerden kadın arkadaşlarıyla “kadın hareketi” içine girmiş, bunda önemli işlevler üstlenmiş, birlikte farklı temelde bu eylemin enikonu mayasını oluşturmuşlardır. Sevda, bir yandan bu hareket aracılığıyla öteki kadınlar için de destek sağlamaya çabalarken kendi evliliğinde yaşadığı sorunları da deşmeye koyulur. Akla gelmeyecek bir işe girişip, ne denli uygar temel üzerine kurulmuş olursa olsun, bir evlilikte kadının ev içinde yaşayabileceği “ekonomik ve psikolojik şiddet” üzerine örnek bir kanıtlama çalışmasına koyulur adım adım, ev içi belgesel yapmaya karar verir âdeta. Ne ki biz bunları, yazılmakta olan romanın bölümleri olarak okuruz yine de. Yer yer denemeye çalan kimi metin parçalarına karşın sürprizleriyle iyi yapılandırılmış Mimoza. Bir hekimden yazınımıza armağan ilk roman. DÜNYA DAMLASI Albert Camus: “Yabancı”daki yaşamasız varoluş... “Yaşamasız” sözcüğü, Vüs’at O.Bener’den geçti dilimize. Albert Camus’nün pek bilinen Yabancı (Çev.: Ayça Sezen, Can, 2019) adlı romanı, yaşamasızlık yaşamı sarmalında ışığa yakalanmış “yaban” misali Meursault’nun özöyküsel anlatımıyla kurulmuş, bir solukta okunuveren önemli yapıtı. Ergen yıllarımda Varlık’ın “büyük cep kitap ları” dizisinde okumuştum. Samih Tiryakioğlu çevirisiyle. Yıllar sonra bu kez Ayça’dan aynı heyecanla okudum. Özellikle koronavirüs salgını günlerinde en çok okunan kitaplar arasında anılan Veba’yı değil de Yabancı’yı almam boşuna değil. Camus, öteki yoldaşı Sartre gibi varoluş felsefesini içkin kıldı ğı romanlarıyla dünya yazınının kurmacada bunu başarmış yazarları arasında ilk sırada anılanlardan. Nitekim öteki anlatılarında olduğu gibi derin bir yatak açıyor varoluş felsefesine. Bu arada önceki anlatılarına, oyunlarındaki (82, 83) kurmacaya uzandığı da oluyor. Hayatölüm ilişkilenişiyle at başı sürdürdüğü anlatısında Meursault, “insanın hayatını hiç değiştirmediğini, her hayatın az çok ay nı olduğunu” (46), “kaderi(nin kendisinin) fikri(.) alınmadan yazıl(dığını)” (101), bu nedenle de “Asıl olanın hükümlüye bir şans vermek olduğunu” (113) düşünür. Anlatıcının ağzından olayları, salt hikâye dolantısı olarak kısa eylem tümceleri eşliğinde bezemeden, düz değiştirmeden bile alabildiğine uzak okuruz. Ama roman Meursault’nun anlattıklarıyla değil okurun anlamlandırmasıyla kurulur yine de. Böyle olunca da anlatıcı, yaşamasızlıkla yaşamalılık arasında sıkışıp kalmış, varlığına dönük edilgin yanıyla, kendisini bir türlü gerçekleştiremeyen trajik insan konumunda bir yüksek portre çıkarır karşımıza. Böylelikle o büyük Camus, çağımız bireyinin tipolojik fotoğrafını çekip karakterize eder ustalıkla. Okunması zorunlu bir yapıt Yabancı. Bana sorulursa herhangi kurmacada felsefeyi içkinleştirmenin de ders notu aynı zamanda. Ayrıca bir tiyatro dersi de. Oğuz Dinç... Bıraktığı artalanla “Gün İzleri” O ğuz Dinç, 90 Kuşağı yazarlarından görünse de kuşakla yer yer uyumlu kimi de aykırı tutumla kendini koyuyor daha çok. Onun ilk öykü kitabı Maria’nın Yıldızları’na (2005) değinmiştim geçmişte. Yirmi yıllık öykü üretimine dayalı birikimle Oğuz, dördüncü kitabıyla geldi okur önüne: Gün İzleri (İstek, 2019). Yapıt çok kısa öykülerden oluşuyor, ancak küçürek değil bu örnekler, yaşadığımız günlere yine “kısa öykü” kalıbıyla yaklaşan, pek çok yazarın biçemiyle kucaklaşabilecek türde, “bir kilime işlenen gizli desenler gibi hayatın akışına yerleşiver(miş)” (13) verimler. Yetmiş sayfada otuz bir öykü. Kendi yalnızlığı içinden topluma bakan anlatıcının, süzgeçten geçirse de mesafeyle koyulaşan yalnızlık acısını paylaştığı öyküler diyeyim genel anlamda. Bunları, üzerinde durulacak metinler haline getiren, aktarılanlar değil öykünün artalanından sızan derin, içli yalnızlıklar. O zaman, bir kara anlatı damarı da alttan alta kendini duyurmuyor değil. Ama tam bu noktadan dönüp yine yaşama inat sürdürülen yapayalnızlığı getiriyor yazar önümüze. Bir sessiz film hüznüyle, buna yakıştırılan sesle, sonra donuk görüntüye kazandırılmış akışla hareketlendirilen biçem karşılıyor okuru. Bu yüzden ses kadar tutum, davranış yanında giyim, takı, aksesuar vb. zengin bir yelpazeyle kişilerini canlandırıp ayağa kaldırmaya girişiyor yazar. Bütün bunlara sindirilmiş bıçkın bir alaysamayla. Eksiltiyi savsaklamayan farklı öykü öbeği için ufak bir mola: Gün İzleri. www.sadikaslankara.com, her perşembe öyküroman, tiyatro, belgesel alanlarında güncellenerek sürüyor. 8 3 Eylül 2020
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle