03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

KITAP l BEBEK l ÇOCUK [email protected] l GENÇ BURCU YILMAZ l HAFİZE ÇINAR GÜNER l SİMLÂ SUNAY TAŞ KÂĞIT MAKAS Görmek sözden önce gelir* Ayna’nın yolunu açtığı anlam dünyası sözel dille ifade edilmiş olsaydı bu yöntemin getireceği sınırlar pek çok kurgu olasılığını / anlatıyı dışlayarak bize pek de katmanlı olmayan bir hikâye bırakabilirdi. BURCU YILMAZ S essiz kitapların hikâyeyi tekrar tekrar kurgulama olanağı sunması, yorumlara ve hatta aşırı yorumlara imkân tanıması ama belki de en çok imgenin sınırlarını zorlaması beni bu türe karşı meyilli kılmıştır daima. Öte yandan hangi kitapları bu başlığa dahil edebileceğimiz sorusu da kafamı kurcalar. Sözel dile küçük de olsa göndermede bulunan bir kitap hâlâ sessiz midir? Uydurma bir dile ait sembollerin kullanıldığı bir kitap peki? Sessiz kitap tanımlamasını da ironik bulur(d)um. Bir kitabın sözcüksüz olması onun sessiz olduğu anlamına mı gelir? Sesin tamamlayıcısı sözcükler midir? İşi gereksiz yere uzattığımı da düşünmüyor değilim. Tamlamaya doğrudan bakıp “sözcüklerle veya normatif dille ifade edilmiş herhangi bir şeyi, ister içimizden ister dışımızdan olsun, okumuyoruz. Yani bir tür susma ve bakma hali söz konusu. Şu halde sözsüz kitaplar için sessiz kitap tanımını kullanmak gayet yerinde” diyebilirim sanırım. Marcella Terrusi’nin sessiz kitaplar üzerine “Silent Book. Wonder, Silence and Other Metamorphosis in Wordless Picture Book” (2018) isimli makalesi bu düşüncemi pekiştirmede etkili oldu. Terrusi “sessiz kitap” söyleminin anca son on yıldır kullanıldığını, ilk olarak İtalya’da ortaya çıktığını, bugünse daha edimsel bir tabir olan “sözsüz kitap”ın karşılığı olarak bütün dünyaya yayıldığını söylüyor. Bunda Uluslararası Çocuk Kitapları Kurulu’nun (IBBY) İtalya’daki kolunun “Silent Book Project for Lampedusa” projesinin etkisi olmuş. Terrusi, sessizliğin, onu manastır geleneklerindeki ve meditasyonlardaki susma ve gözlemleme sanatını öğrenme alıştırmalarıyla ilişkili olarak düşündüğümüzde bize pek çok şey söyleyeceğine değiniyor makalesinde. Görmeyi öğrenmek ve sözle dolmamış bir boşluktaki işaretleri anlamla doldurabilmek de çaba gerektirir. Sessiz kitaplarda sözcüklerin göstereceği kestirme yollara sapamayız ve bize tekinsiz ge lebilecek bir alanda, normatif kesinlikten uzak, ne düşüneceğimizi bilmeden, aşırı yorumlar ve sınırsız yeni okuma olanaklarıyla ilerleriz. “Resim bir aracı, ayna, penceredir ve dünyanın özetidir. Sessiz kitaplar bizi görmeye davet eder. (…) Bir sessiz kitabın öyküsünü takip etmek kolay olmayabilir zira en küçük ayrıntıya dikkat etmeniz gerekir. (…) Sessiz kitaplar dilin, tarihin, biçimin sınırlarından uzak bir sınır bölgesidir.” diyor Terrusi. Sessiz çocuk kitaplarında yetişkinle çocuk arasındaki geleneksel roller altüst olur: Yazılı sembolleri bilen yetişkin artık metnin ilk okuru değildir. Şimdi çocuk da resimlerin aktif okurudur. Sessizlik, anlatıyı şiirsel kılan önemli bir parçadır da; yavaşlayan bir zaman ve pek çok anlatının olanaklı kılındığı bir ıssız mekânda başka dilleri, renkleri, işaretleri, şekilleri dinlememizi sağlar. Sessiz kitaplar görsel olanın sınırlarını sonuna dek zorlayarak zaman ve mekânlar arası anlatılar sunar bize. İncelikli, okuru ister istemez içine çekiveren ve hayal gücünü sonuna dek işe koşan bir sessiz kitap olan Ayna’nın yaratıcısı Suzy Lee de sözcükler olmadığında okurların görsel kodlar üzerinde daha çok durduğunu ve kitaplarını yaş aralığı gözetmeden kurguladığını söylüyor röportajlarında. (1) NESNE OLARAK KİTAP Suzy Lee’nin “Sınır Üçlemesi”nin ilk kitabı Ayna’dan söz etmeden önce sanatçının, üçlemesine neden bu başlığı seçtiği üzerinde durmak istiyorum. “Bir nesne olarak kitabı seviyorum. Kitabın fiziksel özellikleri, bazı kitaplarımda hikâyelerin bir parçası. (…) Hayalle ger çek arasındaki sınırın ve kitabın fiziksel sınırlılığının hikâyesini görüyor okurlar benim kitaplarımda.” diyor Lee. “Bir kitap nedir? Bir kitabı kitap yapan nedir?” sorularının peşindeki Lee kitabı da kurgunun objesi haline getiriyor. Lee, üçlemesinin kitapları Ayna, Dalga ve Gölge’de, kitabın cilt yerini gerçekle hayal arasındaki bir sınır olarak düşünerek hikâyelerini kurgulamış. Bir nesne olarak kitapla yapacakları bu kadarla kalmamış ama onun için. Üç öyküde de kitapları farklı açılarla kullanılmış: Ayna’da dikey, Dalga’da yatay, Gölge’de ise aşağıdan yukarıya doğru açılır biçimde. Güçlü bir görsel dilin hâkim olduğu, kömür kalemle çizilmiş Ayna’da canı sıkılmış bir kızın aynadaki yansımasıyla karşılaşması üzerinden ilerliyor hikâye. Elimizdekinin bir sessiz kitap olmasının yanı sıra Lee’nin hikâyelerini kurgulama yöntemini bilmek de resimlere tekrar tekrar bakmamızı, kitabın sınırlarını bizzat tecrübe etmemizi gerektiriyor. Bu iş daha kapaktan başlıyor. Kapakta bize dönük duran kızın sırtının yansımasını gördüğümüze göre kitabın ortasına, cilt yerine, ek olarak boş sayfayı ayna olarak düşünebiliriz belki de. İlk sayfada çömelmiş, canı sıkkın bir kız görüyoruz. Kitabın sonuna gelip de ilk sayfaya geri döndüğümüzde can sıkıntısıyla oturmuş bir kızın aynadaki yansımasını ya da canı sıkılmış bir yansımayı görebiliriz oysa. Sayfaların kullanılma biçimleri konusunda dikkatli olmanızı öneririm. Şimdi baştan başlayalım: Canı sıkkın, çömelmiş bir kız aynadaki yansımasıyla karşılaşıyor ve bu tekinsiz karşılaşmanın getirdiği şaşkınlık hali coşkulu bir oyuna evriliyor. Bu öyle bir coşku ki kız ve yansıması birbirine karışıyor ve bu noktadan sonra kız artık istediklerini yaptıramıyor aynadaki kıza. Kaybolan bu bütünlük / parçalanma devamında gerçek bir parçalanmayı da getiriyor. Kız aradaki sınırı ittiğinde ayna parçalanıyor. Ortadan kalkan sınırın ardında, aynanın ötesinde ise sadece boş sayfa var. İşte şimdi kapağa ve orada bulduğumuz ipucuna geri dönüyoruz. Ardından arka kapağa… Buradaki pencere/ yansıma ise boş olduğunu düşündüğümüz sayfanın aslında aynanın öte tarafı olabileceğini düşündürüyor. Aynanın İçinden’de Alice’in ve nesnelerin aynanın öte tarafında nasıl konumlandığını hatırlayanınız var mı? Suzy Lee’nin burada belki de Lewis Carroll’a bir selam çaktığını düşünebilir miyiz? Yazılı metinlerde bu göndermeleri anlamamız, en azından yorumlamamız, daha kolayken yolumuzu sadece görsel dille açmaya çalışmak işleri daha belirsiz ve tam da bu nedenle daha çekici, çok katmanlı kılıyor. Paul Klee, Modern Sanat Üzerine’de sözel dünyanın dünyevi niteliğinin sebep olduğu yetersizliklerden söz eder ve böylesi bir anlatım ortamıyla aynı anda çok sayıda boyuta sahip bir görüntüyü bileşen parçaları açısından ifade edebilme olanağından yoksun olduğumuzu söyler. Ayna’nın yolunu açtığı anlam dünyası sözel dille ifade edilmiş olsaydı bu yöntemin getireceği sınırlar pek çok kurgu olasılığını / anlatıyı dışlayarak bize pek de katmanlı olmayan bir hikâye bırakabilirdi. n Ayna / Suzy Lee / Editör: Gökçe Gökçeer / Meav Yayıncılık / 2020 / 52 s. (*) “Seeing comes before words” John Berger, Görme Biçimleri, Metis. (1) Suzy Lee’nin röportajları için bkz. www.gatheringbooks.org / www.picturebookmakers.com 16 27 Ağustos 2020
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle