06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

JAVIER MARIAS’TAN ‘DUYGUSAL ADAM’ Kurmaca, güçlü bir düğüm Nobel adayları arasında anılan Javier Mairas, Duygusal Adam’da bir tren yolculuğu sırasında bir araya gelen ilginç kişilikler çevresinde okurunu yine mutlu etmeyi başarıyor. KORKUT AKIN [email protected] D üş kurmak, bir düşten bir dünya oluşturmak kurmacadır. Hem de güçlü, güvenli ve kendini okutturan akıcı bir kurmacadır. Hele bu, monolog ise… İnsanlar en çok başkası adına karar vermeyi sever. Bu, o kişini tanıdıklarının, içlerinde yaşadıklarını bildiklerinin kanıtıdır kendilerince. Oysa hayat hiç de onların beklediği gibi olmaz. Değişimin tek değişmez yasa olması gibi o kararlar da değişir kendileri bile fark etmeden. Bir yerde, bir şekilde başlayan göz(et)leme, giderek o insanı da o kurmacanın gerçekliğine inandırır. Javier Marías “Düşlerimi size anlatayım mı, bilmiyorum” cümlesiyle giriyor romana… Bu da okuru merakla bir sonraki satırları okumaya çağırıyor. Anlattığı insanların yaşamına, birbiri ardına sıraladığı düş(ünce) leriyle bodoslama dalıyorsunuz. Sonrası geliyor; zaten alabildiğine akıcı bir dili var (çevirmeninin de gücünü unutmamak gerekir). İnsanın kendi kendine kaldığı ender yerlerden biri, yolculuklardır. Geçmişini düşünür, geleceğini kurar, gününü nasıl geçireceğini saptar. Kimse bilmez geçmişini, kendisi de kurguladığı kadarıyla kabul etmiştir; ta ki bir sonraki kurguya kadar. Tam da bu nedenle o düşlere öyle ya da böyle demek mümkün değildir. Belirleyici olan o anki duygu yüküdür. Buna bir de geceleri eklemek gerekir. Geceleri de yalnızdır insan; biriyle yaşıyor olsa bile uyku gelip de kendisini esir alana dek kurduklarıyla yeni bir dünya yaratmayı başarır. NE OLACAK ŞİMDİ? Yalnızlık sevgiliyi ama en çok da ölümü akla getirir. Yazar, bunu hemen başta kahramanını gezgin satıcı benzetmesiyle betimlerken okuru da hazırlamış oluyor. Burada durup bir bakmak gerekiyor: Ölüm müdür Duygusal Adam’ın ana teması? Hayır! Kesinlikle hayır. Betimlemeleri ve saptamalarıyla romandaki o insanların iç dünyalarını, bek lentilerini, umutlarını, biraz da bizlerin kendi içsel katkılarıyla geçmişlerini anlatırken öykünün akışına kaptırdığınızda kendinizi, ölümü hiç düşünmüyorsunuz ama yanınızda duruyor, biliyorsunuz. GERÇEK CÜMLELERLE... Bıraktığınız hiçbir şey olduğu yerde durmuyor. Bu, düşlerinizse hele, hiç... Bir ilişkiyle bağlantılıysa kesinlikle… Düşlerinizde de düşüncelerinizde de kendini gösteren bu değişim, karşınızdaki insanın düş ve düşüncesinde de farklı serpilip gelişebiliyor. Si zin kurguladığınız yaşam, arkadaşınızın kurguladığından farklı ise bir sonraki buluşmanızda birlikteliğinizin eski tadında olmadığını hissediyorsunuz. Giderek uzaklaşıyorsunuz o arkadaşınızdan. Öyle ki anıların bile bir anlamı kalmıyor bir süre sonra. Yeni bir yaşama (düş mü demeliydim) yelken açan “Napoli Aslanı”, eski sevgilisinin eşinden aldığı mektupta bu duyguyu gerçek cümlelerle aktarıyor. Javier Marías, iyi gözlemci. İnsanları sadece gözlemekle kalmıyor tepeden tırnağa irdeliyor da… Marías’ın, bu gözlemleri kendi yarattığı kahramanlara istediği biçim ve oranda (tabii, zamanda da) yaşatması önemli kuşkusuz. Okurun benimsemesi, yazarın bıraktığı yerden alıp tamamına erdirmesi de… Bir monolog olan Duygusal Adam’ın opera şarkıcısı kahramanı “Napoli Aslanı”, onunla bir trende karşılaşan Natalia Manur ve eşi ile refakatçileri Dato’yu tek tek, ince ince derinlemesine betimliyor. Biz okurlar da onun betimlemeleriyle hem kendisini hem de ötekileri tanıyoruz. Betimlemeleri ve saptamalarıyla edebiyat okurunun gönlünde haklı bir yer edinmiş ve geleceğin Nobel adayları arasında sayılan, ödül sevmeyen Marías’ı çevirmek, o duyguları okura geçirmek kolay olmasa gerek. Meşakkatli bir uğraş veren ve altından başarıyla kalkan Neyyire Gül Işık da teşekkürü hak ediyor. n Duygusal Adam / Javier Marías / Çeviren: Neyyire Gül Işık / Yapı Kredi Yayınları / 114 s. / Haziran 2020. AYLİN KURYEL’DEN ‘SIKINTI VAR!’ Sıkıntı yoksa sıkıntı var! Aylin Kuryel’in derlediği Sıkıntı Var, on yedi metin ve Nalan Yırtmaç’ın İsimsiz adlı işinin görselinden oluşuyor. MURAT ÇELİK U ğur Tanyeli, taşra ve İstanbul bağlamındaki “mekânsıkıntı” ilişkisini Keçecizade İzzet Molla’nın 1823’te yazdığı MihnetKeşan adlı mesneviyi odağına alarak inceliyor ilk etapta; Keşan’a sürgüne gönderilen İzzet Molla’nın “Türkçede mekânı, deneyimleri ve onların esinlediği duyguları” dile getiren ilk metni ürettiğini ifade ediyor: Taşra İstanbul’u özlemenin mekânıdır, özneler taşrada (…) İstanbul’da olmadıkları için sıkılırlar. Tanyeli bir başka yabancılaşma metni Yaban’a, Ahmet Celâl’in sıkıntısına, onunla duygudaş ve hemfikir olmayanların mekânına, köye değindikten sonra yazısını Kasaba ve Uzak filmlerinin karakterleri üzerinden metropol sıkıntısına, “bla se” kavramına vardırarak bitiriyor. Sezen Ünlüönen’in yazısı da Tanyeli’nin yazısı ile örtüşüyor, merkeztaşra ilişkisi BatıTürkiye ölçeğinde irdeleniyor. Neden Orhan Pamuk’un kitaplarının sıkıcı olduğu söylenir? Nuri Bilge Ceylan’ın filmlerini kimler sıkıcı buluyor? “Sıkıcı” diye nitelendirip kanıksanmış yaygınlığa, kabule varmak, bir kolaycılığın, belki de kültür ufal(an)masının sonuçlarından biridir. SINEMAMIZDA ‘YAVAŞLIK’ Fırat Yücel, 1990’ların ikinci yarısından itibaren gündelik yaşamı, sıradanı beyazperdeye yansıtan Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz, Semih Kaplanoğlu ve Ali Kemal Çınar gibi yönetmenlerin filmlerine yakından bakıyor. “Yavaş sinema”, “minimalist sinema” ve “tefekkür sineması” gibi ana akımların dışındaki akımlara uzun plan ve ölü zaman gibi estetik araçların nasıl yansıdığını inceleyen Yücel, “bu anlatım öğelerinin seyirci bakışını serbest bırakma, özgürleştirme, algı alanını genişletme ve aktifleştirme gibi önermelerinin Yeni Türkiye Sineması’ndaki” yansımalarının da izini sürüyor. Taşra yavaşlıktır, bir günün geçmesi, bir günün ötekine varması “ağır ağır” gerçekleşir. En bol şey zamandır taşrada ve sıkıntıyı genellikle erkekler temsil eder. Erkeklerin sıkılacağı mekânlar daha çeşit lidir. Kurmaca metinlerde sıkıntı atmosferini yaratabilmek bile isteye tercih edilen sözcükler ve biçim üzerinde özenli bir çalışma isterken, sinemada “gösterme” sanatının imkânları bu işi daha kolay halleder. (Tabii okurun ve izleyicini donanımını gözetmek gerekir.) Sıkıntı, metropolde kültürel ve ekonomik bir doygunlukyoksunluk durumuyken taşrada ise rutin halini almış bir ara renk imgesi, mistik bir algı yanlışıdır. “Sıkıntı büyük eylemlerin eşiğidir” diyor Walter Benjamin, Türkiye Sıkıntısı ise herhangi bir eşiğe aralanmıyor nicedir. Küçük taşraların kendi aralarında dönenen sıkıntısıdır çünkü Türkiye Sıkıntısı. Herkes herkese fazla “hısım”dır da belki ondan. n “Sıkıntı Var” / Sıkıntı Üzerine Denemeler, / Der. Aylin Kuryel / İletişim Yayınları / 397 s. / Haziran 2020. 8 16 Temmuz 2020
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle