04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

HÜSEYİN HAMİT’TEN ‘BİR OSMANLI SUBAYININ ESARET GÜNLÜKLERİ’ İmparatorluğun son demlerinde bir esir Birinci Dünya Savaşı’nda, Kafkas Cephesi’nde 1916’da Ruslara esir düşen Hüseyin Hamit Efendi’nin günlükleri zamanın bir anlatımı. DENİZ YILMAZ G ünlükler, kişilerin yaşadıklarını, düşüncelerini ve anlarını yansıtmakla beraber kaleme alındığı dönemin ruhunu yansıtan belgeler olma özelliği de taşır. Bu yönüyle eşsiz kaynaklardır. Serkan Erdal ve Hasan Demirci tarafından hazırlanan, Bir Osmanlı Subayının Esaret Günlükleri başlığıyla yayımlanan metin, Hüseyin Hamit’in 1918’e kadar süren tutsaklığına dair notları içeriyor. Birinci Dünya Savaşı’yla ilgili hatıralara, kayıtlara ve günlüklere ilgi yeni yeni artıyor. Hüseyin Hamit’in günlükleri, son demlerini yaşayan Osmanlı’nın bir subayının elinden çıktığı için ayrıca önemli. Erdal ve Demirci, gerek Hüseyin Hamit’in gerek esir düşen öteki askerlerin günlüklerinin tarihteki yerini şöyle özetlemiş: “Dört bir cephede savaşan Osmanlı Devleti, Bi rinci Dünya Savaşı’nda ilk ve en önemli muharebelerini Kafkas Cephesi’nde Ruslara karşı verdi. 1916’da Osmanlı Devleti, Ruslara karşı önce Sarıkamış’ta sonra da diğer yerlerde çeşitli mağlubiyetler aldı ve bu savaşlarda birçok asker kaybettiği gibi çoğunu da esir olarak verdi. Esaretten kurtulup Türkiye’ye geri dönebilen Türk esirleri üzerine ilk çalışmayı yapan Cemil Kutlu’nun deyimiyle ‘İmparatorluğun Son Muharip Nesli’nden okuma yazma bilenler, rütbeli askerler esarette kaldıkları dönemi, şartları ve yaşadıklarını günlük veya hatırat şeklinde kaleme aldı.” İki defterden oluşan günlüklerin büyük bir bölümünde esaret zamanlarını anlatan Hüseyin Hamit, son kısımda ise İstanbul’a kaçış öyküsünü yazmış. 19161918 arasında esir tutulan Hüseyin Hamit, o zamana kadar cephedeyken 1916’dan itibaren duyduklarıyla ve Rus gazetelerinde yer alan bilgilerle Osmanlı ordusunun savaştaki durumunu takip ediyor. Bununla birlikte Hüseyin Hamit’in ruh hâlinin değişken olduğunu fark ediyoruz. BARIŞ UMUDU VE KAÇIŞ PLANI Esaretin zorluğu bir tarafa, süren savaşın yarattığı yokluk ve ülkesinin günden güne topyekun bir yenilgiye yaklaşması Hamit’in moralini bozuyor. Arka planda, Anadolu ve Avrupa’da her geçen gün ağırlaşan savaş şartları var. Hüseyin Hamit, esir tutulduğu kampta herkes gibi kendisine bir hayat kurmak zorunda kalıyor, “berbat mahalle” dediği yerden kurtulmak için gün sayıyor. Kaçış planlarını 1918’de hayata geçiriyor. Kızaklar, güç bela ulaşılan istasyon, dura kalka ilerleyen tren, yarı aç yarı tok devam eden yolculuk ve yakalanma korkusunun hiç eksik olmadığı bir kaçış süreci bu. Hüseyin Hamit’in Orta Avrupa ve Balkanlar üzerinden anavatana dönüş hikâyesi, esir kampında kaldığı süre kadar sıkıntılı; ülkeden ülkeye geçişler de bir tür esaret gibi… İstanbul’a ve sonra Uşak’a ulaşana dek geçen sürede uğradığı kentlerde yaptığı zorunlu gezileri de defterlerine kaydediyor. Elbette bu satırlar kampta kaleme aldıkları kadar kasvetli değil ama yine de Anadolu’ya ulaşma kaygısı kendisini hissettiriyor. Buralardan baktığımızda Hüseyin Hamit’in, bir yandan başa çıkmaya çalıştıklarını defterlerine not ettiğini, öte yandan da dönemin olaylarını anlattığını görüyoruz Bir Osmanlı Subayının Esaret Günlükleri’nde. n Bir Osmanlı Subayının Esaret Günlükleri / Hüseyin Hamit / Yayına Hazırlayan: Serkan ErdalHasan Demirci / YKY / 244 s. / 2020. FATMA VE KORAY TÜTÜNCÜ’DEN ‘JEAN JACQUES ROUSSEAU’ JeanJacques Rousseau’yu yeniden düşünmek... Trajik Hissiyat Ütopik Siyaset JeanJacques Rousseau’nun Edebi ve Siyasi Tahayyülü, bu önemli filozof hakkında yeniden düşündürüyor. MUSTAFA GÜNAY Rousseau, Batı kanonuna yön veren, temel metinleriyle tarihin akışını da değiştirmiş olan bir filozoftur. Fransız Devrimi’nin esin kaynakları arasındadır. Ancak hangi konuyu/problemi ele alırsa alsın, Rousseau’da “trajik hissiyat” ve “ütopik siyaset” birlikte karşımıza çıkar. Bu konuda Tütüncü’ler şunları söyler: “Rousseau’nun külliyatı benliği ve insanlığı bilmeye adanmıştır; kırılgan, ıstıraplı, hassas bir arayıştır bu.(…) Benliğin ve insanlığın bitmek bilmeyen arzularını, hayal kırıklıklarını, yanlış yollara sapışlarını yüreğinde hisseder: Trajik bir hissiyattır bu. Ama aynı zamanda kendini bilmenin yüceliğini, iyimserliğini ve imkânlarını tanır; insan özgürlüğe yazgılıdır, insanı köleleştiren zincirleri yine insanın kıracağının farkındadır. Bu da ütopik siyasetin yoludur.” (s. 14) Akılduygu karşıtlığı, felsefe tarihinde sıkça rastladığımız bir durumdur. Rousseau gibi kimi filozoflar ise akıl kadar duyguya da felsefelerinde yer verebilmişlerdir. Bu konuda Tütüncü’ler şöyle demekte: “Akıl ve duygunun dur durak bilmeyen çatışmasında Rousseau hem aklın hem de duygunun yanında yer alabilmiştir: zira benliğinin böyle kurulmuş olduğuna inanır.” (s. 82) UYGARLIK ELEŞTİRİSİ Yaşadığı çağda akla, bilime ve ilerlemeye büyük bir güven beslenmesine ve övgüyle bakılmasına karşın Rousseau’nun ortaya koyduğu uygarlık eleştirisi önemlidir. Bu noktada o da çağına aykırı düşünme tarzı ve duruşuyla dikkat çeker. “Rousseau’nun külliyatının çekirdeğini oluşturan insanı özgürlükle özdeşleştiren anlayış, uygar topluma yönelik eleştirisinin de odağını oluşturur.” (s. 163) Onun özellikle bilimler ve sanatlardaki ilerlemelere şüpheyle bakmasının nedeni, söz konusu ilerlemelerin insanın erdemlerini zayıflatması, insana insanlığını unutturmasıdır. Bu bağlamda Rousseau için, insanlığın geliştirdiği bilgilerin en faydalısı ve en az ilerlemiş olanı, insanın kendisine ilişkin bilgidir. (s. 137) Kendisinden sonraki düşünce tarihini özellikle kültür/uygarlık düşüncesi bakımından etkilemesiyle de Rousseau bir kültür filozofudur, kültür felsefesinin kurucularından biridir. Bir filozofun yazdıkları kadar onun nasıl okunduğu ve yorumlandığı da önemlidir. Bu bağlamda felsefe tarihinde yer alan birçok filozofun yanlış anlaşılması ve çarpıtılması durumuyla karşılaşırız. Tütüncü’ler Rousseau’yu bütüncül bir yaklaşımla ele almakta, eserleriyle kendi çağı ve çağımız arasındaki ilişkileri ve etkile şimleri belirgin kılmakta, filozofla ilgili indirgemeci ve dar yaklaşımları değerlendirmekte ve onun felsefesinin kurucu kavram ve problemlerini çözümleyerek; yalnızca bugüne değil belki geleceğe de seslenen bir filozof portresi çizmektedirler. Rousseau’yu yeniden düşünmek, insanlık durumunu da yeniden düşünmek demektir. Yaşanan gelişmeler ve karşılaştığımız küresel sorunlar, Rousseau felsefesinin tüm yönleriyle yeniden gündeme gelmesi gerektiğini göstermiyor mu? Özellikle de trajik hissiyatın derinden hissedildiği böyle bir zamanda, yaşanan dönemi bir distopya olarak algılayan/anlayan kişilerin hiç de az olmadığını düşünürsek, siyaset başta olmak üzere yaşamın ve kültürün her alanında ütopik bakışlara ihtiyacımız yok mu? n Trajik Hissiyat Ütopik Siyaset JeanJacques Rousseau’nun Edebi ve Siyasi Tahayyülü / Fatma Tütüncü, Koray Tütüncü / Metis Yayınları / 287 s. 5 4 Haziran 2020
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle