28 Nisan 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ÖYKÜDENLİK… Şiddet sarmalındaki kadın ve çocuk… Gelişmiş toplumlar dahil, dünyanın her yerinde, biçimi farklı da olsa ciddi bir şiddetterör yaşanıyor. Ülkemizse bunun önemli göstereni. çünkü her noktası, çocuklarıyla birlikte kendilerine yeryuva arayışı sergileyen kadınlarla dolu. her köşemiz birer çığlık. H angi sınıftan, ırktan, milliyetten hangi dinden, düşünceden, inançtan vb. olursa olsun nicedir ülkemiz, çocuklarıyla birlikte göçen veya konmak isteyen ya da kendilerine geçicikalıcı çatı arayan kadınların alabildiğine görünürleştiği bir geniş ayna halinde karşımızda duruyor artık. Söz konusu kadınların yaşantı kesitleri, toplumbilimsel açıdan pek çok çalışmada örneklem alınırken, uluslararası kangrene dönüşen sorunsal, bu yönde getirilebilecek çözümler için de altlık oluşturuyor. Bunların nedeni, yalnız açık savaşların yol açtığı altüst oluş değil elbette, “sosyal” niteliğini giderek yitiren devletin, yerini antidemokratik kalıcılıklara bırakışıyla ortaya çıkan gelecek kaygısı, refaha ulaşma vb. karmaşalı yönelimler de üzerine benzin dökülmüşçesine sorunsalı uluslararası boyuta taşıyor. IRMAK ZILELI’YLE TEHLIKE ALTINDAKI VARLIK: KADIN… Bilim şimdilik bu sorunlara tanı konulması, örneklerden kalkılarak ne gibi çözümler üretilebileceği çizgisinde kazanımlar sağlayıp toplumların önüne seçenekler getirebiliyor. Sonuçta böylesi ağır vuruklar altında çocuklarıyla birlikte kadınlar, dünyanın sorunla boğuşan, bunların altında bunalıp boğulan kesim olarak başı çekiyor hep. (Bu yönde çalışma için örn. bak.: Özge Biner; Türkiye’de Mültecilik / İltica, Geçicilik ve Yasallık, Bilgi Üniversitesi, 2016). Bilimin yanında kurmacalar da, dramatik damarın yarattığı kışkırtıyla dünya halklarının bu sorunsalı bütünsel perspektifle değerlendirebilmesinin önünü açıyor. Böylece dünyanın her yanında sürekli tehlike altında yaşayan kadın, çocuk milyonlarca insan kurmacalarla da sürekli gündem oluşturabiliyor. İşte Irmak Zileli, Son Bakış (Everest, 2019) adlı romanıyla, kurmaca gerçekliği temelinde okurun sorunu çok daha iyi kavrayabilmesini, içselleştirip duygudaşlık kurabilmesini sağlarken önemli bir işlevi de yerine getiriyor. Irmak, son on yılda yayımladığı üç romanıyla dikkatleri üzerine çekmeyi başarmış genç bir yazarımız. Onun Eşik (2011), Gözlerini Kaçırma (2014) romanları üzerinde durmuştum. Bu kez farklı bir yaklaşım getirdiği Son Bakış, nicedir derinden yaşadığımız göçerlik sorunsalının göbeğine çekiyor bizi. Kaçak yollarla Türkiye’ye gelmiş, oturma, çalışma izni olmayan Gürcü kadın Tina aracılığıyla Irmak, Gürcistan’daki değişimler, dönüşümler eşliğinde olup biteni deşerken hem Sovyet Rusya’da yaşanan çelişkiler yumağına yer açıp hem de Türkiye’deki kadın sorunsalına çoksesli bir bakış getiriyor aslında. Romanda ustalıkla birbirine girdirilen üç farklı toplum yaşamından iz sürmek olanaklı bu açıdan. Gerçekten de Tina, üzerine farklı merceklerin yerleştirildiği bir karakter anlamında toplumsal yaşamın evrelerine, yaşayışlardaki kültürel değişiklerle oluntulara ayna tutarken Matruşka bebekler eğretilemesi de buna katkı veriyor. Özellikle bizdeki ilişkilere Gürcistan’la Sovyet dönemi yaşamından kesitlere, sonrasında ortaya çıkan çözülme, bunların kadın dünyası, emeği üzerinden getirilen yansıtım, yapıta farklı bir zenginlik de kazandırıyor böylece. “SON BAKIŞ”… Yapıta, gerek roman estetiği gerekse anlatı olarak sorunsalın işlenişi bağlamında yaklaşırsak neler söylenebilir peki? Roman, otuzundaki Tina’nın, annesine sesleniş düzleminde gelişiyor, ancak seksen beşindeki büyükannesi müzikolog İlona’yla sürdürdüğü düşsel ilişkileniş, üç kuşaktan kadının aile, aşk, iş, toplum, devlet ilişkileri temelindeki yaşamına ustalıklı dokunuşlarla neşter indiriyor denebilir. Tina, İlona’nn yönlendirmesiyle baleye başlamış, bunu sürdürememiş, Gürcistan’da yaşanan savrulmanın ardından sevgilisiyle birlikte Türkiye’ye girmek isterken, sınırda alıkonulmasıyla şair sevgilisinden kopup İstanbul’da yatalak bir kadının bakıcılığına başlamış ancak bu arada ussal açıdan yarılmalara uğramıştır. Öğreniriz ki aslında İlona da bir açıdan ağır bir travma yaşamıştır. Tina, kapıanahtar eğretilemesinin yol açtığı anlık savrulmayla beş katlı apartmanın çatısından düşmüştür. Roman zamanı, Tina’nın kanlar içinde yerde yatarken aklından geçirdikleriyle gelişir, tamamlanır. Ama İlona’nın yaşamı bu sürece eklendiğinden yapıt Tina’nın atalarını da içine çekip yüzyıla yayılır. Siyasetin şiddet sarmalıyla ezdiği yaşamın temsilcisiyse erkeklerdir. Şöyle geçirir Tina: “…siz erkeklerden başka ne beklenir, kendinizi kanıtladığınız tek yer savaş meydanları…” “İyisi mi erkekliğiniz de batsın!” “…ölüp gitmemenin bir yolu varsa bu anlatmaktır” o halde. (51, 58) İlona, huzurun ancak sanatta yakalanabileceğini söyler zaten: “Politika yalanı sever, sanat ise hakikati.” (49) Gürcü Tina, ölümü beklerken düşünür. “Burada hiç kimseyim ben…, o yüzden fark etmiyor nereli olduğum da.” (29) “istatistiklerde bir rakam olarak bile yerimiz yok.” (31). “Yoldaşlık” (71) yapan köpekle de adaştır Tina. Başına toplanan bizim insanlarımız içinse âdeta salt “şey”dir o: “…bu şey değil mi…” “Moldavyalı mıydı bu? / Ukrayna galiba. / Suriye olmadığı kesin. “ (29). “Şey”, bir leytmotivdir aynı zamanda, kapıanahtar, “Tık tık tık… Orada kimse var mı” eğretilemeleriyle birlikte. “Adını bilen”, “Tanıyan kimse” yoktur çünkü. (149) Böylece tüm dünya toplumlarının seyirci kaldığı bir kadınçocuk dramı albenili bir roman çatılaması kalıbıyla önümüze serilir. Son Bakış’ın, yabancılaştırma etmenleriyle örülü, kara anlatıya dayalı grotesk göndermeler eşliğinde farklı biçemde bir siyasal roman olduğunu ekleyeyim. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününde, okumalarımıza zenginlik katacak bir roman Irmak Zileli’den: Son Bakış. n 12 5 Mart 2020 Deniz Karanfil; “Çağanozlar İndiğinde”… 1990 Kuşağı öykücüleri, 1950 Kuşağı yazarlarının yol açtığı etkiye benzer bir dalgalanma yarattı edebiyatımızda. Nitekim 90 sonrası öykü yazarlarının tümü, öykülemede bu kuşak yazarlarının etkisini yansıttı, öylece de sürdürdü bana göre. İşte 90’ların etkisini gösteren bu genç öykücülerden biri de Deniz Karanfil. Onun Çağanozlar İndiğinde (Alakarga, 2019) adlı öyküler toplamı, bunu apaçık gösteriyor. Anlatımda, neredeyse Sait Faik biçemselliğiyle salıverilmiş bir öyküleme bu. Ama bu arada insani duyarlıkların alabildiğine yüceltildiği bir anlatı damarı olarak alınmalı öyküler. Bu duyarlık eşiği, “yeni doğacağın saflığı”yla (76) başlayıp “geçmişi bir düş olarak görmenin korkunçluğu”yla (40) sürüyor. Ne ki sonuç, herkesin kendi başına kaldığı bir çaresizliktir yine de. Artalanında ya da altında derinlerden sızan bir acı içselleştirilip öyle okunuyor bu nedenle öyküler. Anlatılmayan ama duyurulan, söylenmeyen ama sezdirilen bir öyküleme hep. Başına buyrukluğun rüzgârında, avareliğin peşinde, özgür, yine de ama kendi anlamsallığıyla buluşabilmek için farklı bir soyutlayım düzleminde öteki yarısını bekleyen hep. Öyküde yerini seçmiş bir yazar Deniz Karanfil. Çağanozlar İndiğinde, bunu gösteriyor. Okuduğunuzda böyle olduğunu göreceksiniz. H www.sadikaslankara. com, her perşembe öyküro man, tiyatro, belgesel alanlarında güncellenerek sürüyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle