30 Nisan 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Spinoza’dan dolanmak Günümüzde geçmişin düşünürlerinden “dolanmak” modası yaygın. Ancak bu, materyalizme katkıları oranında değil, bireysel özgürlükler ile ilgili tezlerini tarihsel bağlamdan, üretim biçiminden soyutlayarak, bencil arzu ve iştahı ideolojileştirmiş postmodernizme yamamak biçimini almış durumda. Ş imdilerde felsefeye eğilen herkesin durumu, “toprağa değmiş, değmemiş” diye beğenmeyip yere attığı karpuzları elden geçiren Nasrettin Hoca’dan farksız: Spinoza’dan, Kant’tan, Nietzcsche’den, Heidegger’den “dolanıp”, postmodern düşünürlerde konaklama modası var. Lenin’in kitabından sonra “lanetli” sayılan, maddi dünyanın varlığını öznenin duyumuna indirgeme konusunda Berkeley’e taş çıkartan Ernst Mach’ı bile, toprağa değen yerlerini temizleyip yeniden dolaşıma sokanlar da (Feyerabend, vd.) eksik değil. Akademinin hâlâ dışlamayı sürdürdüğü Marksizm ise, sadece postmodern düşünürlerin cümle bazlı “analiz”leri oranında ilgi görüyor. ESKİ OLGULARA YENİ KELİMELER Lenin, “şimdiye kadar belki bin tane idealist felsefe tezi ortaya atıldı, bin birincisi de her an çıkabilir” demiş, yöntemi de anımsatmıştı: Eski, bildik, aşınmış olguları yeni kelimelerle dolaşıma sokmak. Moda, dilbilim alanında da etkili: Örneğin, “kavram / kelime” ikilisinden söz etmek nicedir ayıp, yerlerine yapısalcı “gösterilen / gösteren” nitelemesini kullanmanız isteniyor. Çünkü “kavram / kelime” ikilisi, her daim kökeni, nesnesini, maddi / gerçek dünyayı çağırıyor. Oysa “gösterilen / gösteren” dediniz mi, madde dünyası bunların içinde eriyip buharlaşmış oluyor ve iki olgu arasındaki ilişki “nedensiz” (rastlantısal oluşmuş) hale geliyor. Saussure’ün sıkı müritlerinden Emile Benveniste bile bunun “uslamlamayı saptırdığı” kanısında, ancak o, böyle çelişkilerin varlığını bile üstadının teorisinin büyüklüğüne bağlamaktan yana! Yazının başlığı ise, sanırım aşina gelmiştir: Louis Althusser, ünlü Özeleştiri Öğeleri’nde, eski yazılarında “teorisizm sapması” olarak nitelediği durumu açıklamak için şöyle der: “Eğer bir neden, tek bir neden göstermek gerekirse işte size nedenlerin şahı: Marx’ın felsefesini biraz daha iyi anlayabilmek için, Marx’ın Hegel’den yaptığı dolambacı biraz daha iyi görebilmek için biz de Spinoza’dan dolandık.” Hegel ile Marx arasındaki yıl farkı, Spinoza ile Althusser arasındaki yıl farkından hayli kısa olduğuna göre, Fransız düşünürünki daha zahmetli olmuş olsa gerek; epey gerilerden dolanması gerekmiş! DOLANAN DOLANANA Althusser, Spinoza’nın bazı açılardan ardılı Hegel’den daha “ötelere” gittiği kanısında. Ona göre, Spinoza, “yeryüzündeki insanların ilişki si konusunda bedensel durumlarıyla ifade edilen o imgesellik tezi”yle özgün bir ideoloji teorisi ortaya atmış, Hegel diyalektiğindeki “olumsuzlamanın olumsuzlanması” ilkesinin aşılanı içermeyi sürdürmesi biçimindeki “yutturmaca”nın anlaşılmasını sağlayan tezler öne sürmüştür. Gel gelelim, Hegel de, Spinoza’nın önceli Descartes’ı ele alırken, “dolambaç” metaforuna baş vurur ve onu “fırtınalı bir denizde, uzun ve dolambaçlı bir yolculuktan sonra beliren ve artık evimizde olduğumuzu anımsatan sahil” olarak selamlar. Böylece “tartışılan kavram modernlik”in başlangıcına Descartes ve Spinoza yerleştirilir. Tülin Bumin de, konuyu ele alan ve tartışmaları özlü biçimde sunan kitabına, Hegel’in Descartes ile ilgili, andığımız sözleriyle başlıyor. TARTIŞMALI MODERNLİK! Aslında “modernlik” kavramının tartışmalı niteliği bir yana, başlangıcı konusunda da rivayetler muhtelif. Sözgelimi, bilim tarihi araştırmacısı J.D. Bernal anımsatıyor: Bacon da, kendisine esin kaynağı olmuş İtalyan bilgin Telesius’u “modernlerin ilki” olarak nitelemiştir. 16. yüzyıldan sonra pek çok düşünürün, “tanrı” düşüncesinden kopmadan “doğa”yı “ruh” ve “beden” ayrımı üzerinden temellendirmeye girişmeleri, asıl materyalist düşüncenin gelişimi açısından önemlidir. Oysa günümüzde bu katkı, göreli ve belirsiz kavram “modernlik” bağlamında ve salt düşünsel düzlemde araştırılıyor. Konunun özellikle “üretim biçimi” ile bağlantısı ise sadece kimi “yan etki”lerle (teknolojik gelişmelerle) sınırlı biçimde gündeme geliyor. Sözkonusu düşünürlerin bedensel / güdüsel özellikleri öne çıkartan yanları ise, “modernlik”ten çok, postmodern dönemin hazcı eğilimlerine eklemlenmeye çalışılıyor. SPİNOZA’NIN MERCEĞİ Spinoza’nın yaşadığı dönem öyle bir dönemdi ki, kapitalizmi doğuran şartlar, hem sermaye biriktiren burjuvaziyi, hem serflikten koparak pazarda güya “özgürce” emeğini satacak “birey”leri ortaya çıkarıyor, ayrıca üretimde metalaşma süreci, teknolojiyi ve bilimi geliştiriyordu. Bu gelişmeler birbirinin hem nedeni, hem sonucu olmaktaydı. A. Adnan Adıvar, Tarih Boyunca İlim ve Din araştırmasında Spinoza’nın bazı olgulara mercek tutuşu ile, mercek yapımından hayatını kazanmış olması arasında bağ kurarken, tam da buna gönderme yapar. Spinoza’nın düşüncesindeki ruh ve beden ayrılığını, “doğal” özgürlüğe çağrısını, matematiksel evren tasarımını bu arka plandaki atmosferden, etkileşimlerden ayrı düşünmek ve onu salt düşünsel türetmelerle anmak, bir bakıma nesnel gerçekliği “ide”nin ürünü sayan / sanan idealist anlayışla örtüşmektedir. ÖZGÜRLÜK TEMATİĞİ Spinoza’daki ve dönem düşünürlerinin çoğundaki panteizm bile salt özel bir ilginin sonucu değildi, burjuva sınıfının kilise dogmalarına karşı savaşta antik dönem doğa felsefelerinden “dolanmasını”, yani genel bir eğilimi yansıtmaktaydı. Düşünürlerin, yeni bir üretim biçiminin şartları içinde “bireyleşme” sürecine girmiş öznelerin özgürlük sorunlarına kafa yormaları, burjuvazinin, “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” sloganlarını kendi sisteminin “nihailiğini” vurgulayan genel ve evrensel bir anlamla sunmasının uzantısıdır ve tarihsel bağlamından soyutlayarak bunlardan evrensel bir “özgürlük” tematiği türetmek sorunludur. “DOLANMA” MI, EKLEKTİKLİK Mİ? Postmodern dönemde bedenin keşfi ile geçmişte bedenin “doğal” isterlerine özgürlükler hukuku bağlamında yol vermiş düşünürler arasında haliyle tematik ortaklıktan başlayıp, bencil arzu ve iştahı ideolojileştirmeye varan ilişkiler kurulmakta ve bu da var olan üretim biçiminden soyutlanıp, sınıfsal ilişkileri de hiç sorgulamayıp, soyut “insan özü” bağlamına yamanmakta. Çağına göre açılım sağlamış ama üretim biçiminin gelişimi içinde artık yetersiz kalan “özgürlük” tanımları, toplumal ilkeyi küçümseyen, keyfiliği kutsayan, her çeşit kuralı faşizm sayarken bir çeşit faşizme dönüşen, sonu gelmez analizlerle “belirsizlik”ten medet uman, kaosu çoğulculuk sanan tavrın “yapıbozum”una uğramış görünmekte. Kazıyınca altından çıkanı görmek için Spinoza’dan “dolanma”ya gerek var mı? n 8 30 Ocak 2020
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle