30 Nisan 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

IRMAK ZİLELİ’DEN ‘SON Bakış’ Ölmek üzereyken yasını tutmak Irmak Zileli yalnızca göçmen bir kadının hikâyesini anlatmıyor. Dünyanın son elli yılındaki sosyopolitik dönüşümün toplumlar üzerinden insan hayatını nasıl etkilediğini gösteriyor. EMİNE TOPRAK A dı Tina. Hikâyesini, Irmak Zileli’nin Son Bakış romanından okuyoruz. Gürcistan’da doğmuş, Türkiye’de son nefesini vermek üzere olan kaçak göçmen Tina’yı, asfaltta ölmek üzereyken yakalıyoruz. Çarlık Rusyasında kürek mahkumu büyük büyük dedenin, devrimci babanın, babaya göre daha yalıtımlı duran annenin; yani her dönemin kendi politik ikliminde çeşitli yaralar almış Gürcü bir ailenin çocuğu Tina. Korkuları, kaygıları, cesareti de buradan geliyor. Âşık olduğu İranlı sevgilisi, ülkesinde düşünen ve üreten her insana biçilen bir sonla, yani idamla yargılanın ca Gürcistan’a kaçıyor ve birlikte buradan Avrupa geçmek istiyorlar. Çünkü Tina, koyu Hıristiyan ailesine karşı Müslüman birine âşık oluyor. Sınıfsız, sömürüsüz, sınırsız bir dünya mümkün mü? Dikenli tellerin bir ucunda sevgilisi, bir ucunda kendisi kalıyor… İşte Tina, kuşaklar boyu geçmişini, ailesini, inancını ve sevgilisini geride bırakarak Türkiye’ye, arafa doğru yolculuğa çıkıyor. Son nefeste hesaplaşma Tina, roman boyunca geçmişiyle ve kendisiyle yüklü bir hesaplaşmaya giriyor. Devletlerin, otoritenin, dinin, ideolojilerin kuşaklar boyu etkisi altına aldığı her ai le üyesinden ona kalan enkazla, korkuyla boğuşuyor. Irmak Zileli, ailesinin ve kendisinin yaptıkları ve yapamadıklarıyla dört kuşağın izleğini göçmen bir kadın üzerinden anlatıyor okura. Biz de bütün hikâyeyi dinliyoruz Tina’nın dilinden. Annesinden, Sovyetlerden, devrimcilerden, babasından konuşurken aslında hesap soruyor. Onu ve onları bu hâle getirenin kim olduğunu soruyor. Bir parçalanmışlık hikâyesinin yakasından tutuyor son nefesinde. Hiçbir yere gidemeyen, hiçbir yere ait olamayan bir kadının, ölmek üzereyken son ânına kadar kendisine eşlik edecek tek şey zihninden geçen o korkunç ve kanlı hesap laşmalar oluyor. Her şey için çok geç… Ama bana kalırsa asıl ürpertici olan sağalma biçimi. Tüm bu yüzleşme ve hesaplaşma süreçleri bir sağalmayı da beraberinde getirmez mi? Her şey için artık çok geç diyen Tina, o kısacık andaki hesaplaşmalarla kahrolurken, bir yandan da kendini sağaltarak ölümü karşılamış olabilir mi? Ya da adeta ölüme direnircesine, Tina’nın son anda fark ettiği şey ta kendiyse aslında? Judiht Butler’ın “Yası tutulmayan hayat, hayat değildir” sözünden ilhamla, Tina tam da ölmek üzereyken kendi yasını tutmuş olabilir mi? n Son Bakış / Irmak Zileli / Everest Yayınları / 150 s. / 2019. HÜREYYE ÖZDEMİR’DEN “ASKER ‘HAZIR OL’ DEYİNCE” Asker gelince... 2019’da, 5. Halit Çelenk Hukuk Ödülleri Seçici Kurul Özel Ödülü’ne değer görülen Asker ‘Hazır Ol’ Deyince, 12 Eylül Darbesi ve sonrasındaki süreci, iktidarmedya ilişkisi üzerinden ele alan kapsamlı bir çalışma. İSMAİL UĞUR AKSOY K itapta, medyanın 12 Eylül 1980 askeri darbe döneminde ve sonrasında, sansür ve otosansür bağlamında nasıl ele alındığı, politik yelpazenin farklı alanlarında konumlanan Cumhuriyet, Hürriyet ve Tercüman gazeteleri üzerinden karşılaştırmalı bir şekilde inceleniyor. Darbe dönemine tanıklık eden gazetecilerle yapılan söyleşilere ve örnek olay incelemelerine de yer vermesi bakımından tarihi bir belge niteliğinde. Özdemir, demokrasinin kurucu öğesi, ifade özgürlüğünün, anayasal bir hak olduğuna dikkat çektiği incelemesinde, bu hakkın basın aracılığıyla nasıl düzenlendiğini tartışmaya açıyor. Kitap, 12 Eylül 1980 ile 6 Kasım 1983 arasında, sansür ve otosansür bağlamında, Cumhuriyet, Hürriyet ve Tercüman gazetelerini karşılaştırmalı inceleyerek, demokrasinin nasıl işlevsiz kılındığını dönemin gazetecilerinin dilinden aktarıyor. Sansür ve otosansür uygulamalarının nasıl gerçekleştiği, söz konusu gazetelerin darbeyi nasıl kavramsallaştırdığı ve darbeyi meşrulaştırma girişimleri iktidarmedya ilişkisi üzerinden çözümleniyor. Sıkıyönetim altında Sıkıyönetim şartları altında gazetelerin büyük baskıya maruz kaldığına dikkat çekilerek, bu dönemde gazetecilerin neyi yazıp neyi yazmayacaklarının komutanlar tarafından belirlendiğine işaret ediliyor. Öyle ki, komutanların, dilediği gazetenin yayınını durdurabildiğini aktaran Özdemir, baskılardan ötürü gazetelerin, yayın poli tikalarını değiştirdiğine ve magazinleşmenin yaygınlaştığını vurguluyor. Sonrasında neoliberal politikaların etkisiyle basın alanına dışarıdan sermaye girişi olduğuna dikkat çekiliyor. Cumhuriyet’ten Faruk Bildirici, Hasan Cemal, Yalçın Doğan, Orhan Erinç ve Işık Kansu; Hürriyet’ten Oktay Ekşi ve Fikret Ercan; Tercüman’dan ise Yavuz Donat’la yapılan söyleşilerde elde edilen bulguları da çözümlüyor yazar. Gazetecilerin tamamının, 12 Eylül sürecini bir baskı rejimi olarak gördüklerine, haber içeriklerine yönelik sansür ve otosansürün uygulandığına ve özgürlük ortamının olmadığına ilişkin değerlendirmelerini aktarıyor. Söyleşilerin bir değerlendirmesi yapılarak, Hürriyet ve Tercüman gazetelerinin basın ve ifade özgürlüğünü kısıtlayan olaylar yerine magazinsel haberlere yoğunlaş tığına, Cumhuriyet’in ise yayın politikasında belirgin bir değişikliğin gözlemlenmediğine ilişkin saptamalar yer alıyor. Öyle ki, Hürriyet ve Tercüman gazetelerinin, darbe rejiminin baskısı olmadan otosansür uygulamasına geçtiğine dikkat çekilirken, Cumhuriyet’in darbeyi meşrulaştırmama konusunda dik durduğuna ve otosansüre geçit vermeyerek kamu yararı gözettiğine işaret ediliyor. Asker “Hazır Ol” Deyince, basın özgürlüğünü Türkiye’nin en kaotik dönemlerinden 12 Eylül 1980 Askeri Darbe sürecinde, iktidarmedya ilişkisi üzerinden inceleyen titiz bir çalışmanın ürünü. n Asker “Hazır Ol” Deyince 12 Eylül 1980 Döneminde Sansür ve Oto Sansür / Hüreyye Özdemir / Libra Yayınları / 412 s. 10 30 Ocak 2020
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle