Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Billy Collins / Şiirler cevatcapan33@gmail.com AÇevİren: Onur Behramoğlu merika’nın en popüler şairlerinden Billy Collins 1941’de New York’ta doğdu. Holy Cross Koleji’nde lisans, Kaliforniya Üniversitesi Riverside bölümünde yüksek lisans ve doktora eğitimini tamamladı. Çeşitli üniversitelerde öğretim üyesi olarak çalıştı. 1975’te Michael Shannon’la MidAtlantic Review adlı bir dergi yayımladı. Ulusal Sanat Kurumu’ndan ve Gugenheim Vakfı’ndan burslar aldı. 20012003 yılları arasında Amerika Birleşik Devletleri Ulusal Şairi (Poet Laurate) olarak görev yaptı. Şiir okumaları ve sıradan yaşatıya yer veren çok sayıda kitabıyla yaygın bir üne kavuştu. TEKVİN Geç vakitti, elbet, ikinci şişe şarabın hakkından gelmek üzere masada sadece ikimiz kalmışken belki de ilk gelenin Havva, cennetsi bir öğleden sonra onun kaburga kemiğinden zuhur edenin de Âdem olduğunu söylediğinde. Olabilir, dediğimi hatırlıyorum, o dönemde pek çok şey mümkündü zira, ve konuşan yılandan söz ettim Eski Ahit yağmurlarına burun kıvıran kelle koltukta gemi yolcusu zürafalardan. Esnek düşünceli erkekleri severim, dedin bunun üzerine, kadehini bana kaldırırken mum ışığında ve ben de kadehimi sana kaldırıp düşünmeye başladım senin kaburga kemiklerinden biri olsam hayat neye benzerdi diye daima seninle olmak, bluzunun ve teninin altında dörtnala, göğüslerinin yumuşak ağırlığı altında tutsak, gözde kaburga kemiğin senin, öyle kabul ediyorum, hani zahmet edip de oturup saydıysan o gece sen uyuyakaldıktan sonra ve biz sımsıkı kenetlenmişken, uzun bacakların benimkilerle sarmaş dolaş, parmaklarımın aşk çılgınlığıyla saydığı gibi tam da. BÜYÜK AMERİKAN ŞİİRİ Bu bir roman olsaydı eğer, karakter anlatımıyla başlardı, güneye giden trende yalnız bir adam ya da çiftlikevinin oralarda salınarak yürüyen genç kızla. Sayfalar ilerledikçe, sabah ya da gecenin körü olduğunu öğrenirdin, ve ben, anlatıcı, çiftlikevinin üzerindeki bulut kümelerini betimlerdim sana ve adamın trende giydiklerini kareli kızıl kaşkoluna dek, baş üstü rafına fırlatıp attığı şapka, ve penceresinin önünden geçip giden inek. Nihayet insan daha ne kadar hızlı okuyabilir ki trenin adamı götürdüğünü öğrenirdin doğduğu yere ya da engin bilinmezliğe, ve bunların tamamını anlayışla karşılayabilirdin adamın saklandığı koyakta silahların patlamasını ya da uzun boylu, kuzguni siyah saçlı bir kadının bir kapı aralığında belirmesini sabırla beklerken. Gelgelelim şiir bu, ve buradaki yegâne karakterleriz senle ben, birkaç satır sonra sırra kadem basacak hayali bir odadayız yalnız başımıza, birbirimize silah doğrultacak ya da giysilerimizi çıkarıp atacak zamanımız yok gürül gürül şömineye. Sorarım sana: kimin ihtiyacı var trendeki adama ne olduğu kimin umurunda siyah valizinde? Tüm bu kargaşadan daha iyisi var elimizde yıkıcı bir sona doğru düşe kalka ilerleyen. Yazmaya son verip kalemi bırakmaktan söz ediyorum kalemi bıraktığımda duyacağımız sesten. Bir zamanlar kıyaslandığını duymuştum bu sesin buğday tarlasındaki cırcır böceklerinin sesiyle ya da sadece rüzgârla, belli belirsiz, asla görmeyeceğimiz şeyleri devindiren, o tarla üzerinde. GÖK CİSİMLERİNİN MÜZİĞİ Radyoda, şu bin yıllık teraneden kocasının kendisini hiç dinlemediğinden şikâyet eden kadın gök cisimlerinin müziğini hatırlattı bana, yedi notanın âhengini, görünen her bir gezegen için biri, evrenin başlangıcından beri çınlayıp duran ve hiçbir zaman duyamadığımız, Pisagor’a göre daima işittiğimiz için bize sessizlik gibi gelen. Lakin diyelim ki iğne kaldırılıverse fırdönüşünden gökkürelerin insanlar kalakalırdı caddelerde ve göğe bakarlardı, kalakalırdı tarlalarda diğerleri yürüyüşçüler kalakalırdı ormanlarda oraya buraya bakarlardı bir şey duyuyorlarmışçasına ömürlerinde ilk kez duyuyorlarmışçasına, ve indirip gazetesini yüzünden şu bizim koca kapı aralığında duran karısına bakıp sorardı: Bir şey mi demiştin hayatım? ELÇİ Git, küçük kitap, git bu evden dünyaya doğru, şehre ilerleyen atlı araba gibi git kâğıttan bir araba, içinde tek bir yolcu git, bu kaygılı kalemin menzilinden masadan ve kaz boyunlu lambanın merakından öte Vaktidir çekip gitmenin, ceketini giyip maceraya atılmanın dışarda, başka gözlerce görülmektedir sıra şimdi, başka ellerce tutulmakta. Öyleyse gidin hadi, toylukları zihnimin, el sallayarak ve birkaç babacan nasihatle uğurluyorum sizi: geç saatlere dek sürtün sokaklarda, arayıp sormuyormuşsunuz, ne gam! konuşun konuşabileceğiniz ne kadar insan varsa. 6 21 Kasım 2019