Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Nâzım Hikmet ve Sol Hareket Nâzım Hikmet, şairliğinin yanı sıra, örgütçü olarak da, sol hareketin en üretken ve en çok bedel ödemiş adlarından biri oldu, ancak hareketle ilişkisi hiçbir zaman “otomat” biçimde olmadı, bu nedenle de dışlanmışlıklar ve bazen de suskunluklar yaşadı. D üşünce akımlarının çoğu gibi, sosyalizm düşüncesi de, ülkeye ya Kafkaslar (Asya) ya da Balkanlar (Avrupa) üzerinden gelmiştir. Hareket içinde, geliş yönüne göre, “Mustafa Suphici” gelenek ile, “Şefik Hüsnücü” gelenek arasında ayrımlar olduğu söylenir. Nâzım Hikmet, Vâla Nureddin’in anılarında veYaşamak Güzel Şey Be Kardeşim romanında anlatıldığı üzere, Almanya’dan gelen Spartakistler’den etkilenerek Sovyetler’e yönelmiştir. Türkiye’ye döndüğünde ise, sosyalizm eğitimini Fransa’dan alan Şefik Hüsnü ile tanışır ve Aydınlık grubunda çalışmaya başlar. 1925 tutuklamasından kaçarak 1926’da Viyana’da bir “kongre”de buluştuklarında, ikili arasında yaşanan tartışma, anılan ayrışmayı anımsatır gibidir. Tartışma kopuşa dönüşmemiş, Şefik Hüsnü Nâzım’ı Türkiye’ye yönlendirmiştir. PAVLİ ADASI’NDA BİR “KONGRE” Nâzım Hikmet, Vedat Nedim Şevket Süreyya yönetiminin sisteme teslim olduğu 1927 tutuklamalarında da yine gıyapta yargılanır. Ülkeye döndükten sonra, 1929 yılında, İzmir merkezli büyük tutuklamaya dahil edilmemesi ise söylentilere yol açar. Abdin Nesimi’ye göre, aslında İsmail Bilen (Lâz İsmail) arkadaşı Nâzım’ın eylemlerini de üstlenerek, onu korumuştur. “Mustafa Suphici” olarak bilinen adlar, eylemsiz kalan partiyi canlandırmak isterler. Pendik açıklarındaki Pavli Adası’nda yedi sekiz kişilik bir “kongre” düzenlenir, Nâzım Hikmet de genel sekreter olur. Nâzım’ın, görece “otonom”, yöneticilerini “kooptasyon” (atama) yerine seçimle belirleyen, legaliteye de ağırlık veren bir çizgi den yana olduğu söylenir. Gel gelelim, Şefik Hüsnü grubu bu girişimi “muhalefet” sayar, Komintern de onay vermez. Nâzımlar ise merkez kendileriymiş gibi çalışmayı sürdürürler. İşler de karışır, sözgelimi 1933’de Bursa’da dağıtılan bildiri, her iki gruptan kişilerle birlikte Nâzım’ın da tutuklanmasına yol açar. Bu arada Nâzım Hikmet ve arkadaşlarının “Troçkist” ve “polise hizmet eder” durumda oldukları için partiden atıldıkları duyurulur. Hatta, Nâzım’ın yasaklanmadan önce sokaklarda satışına katıldığı OrakÇekiç gazetesi, onun polisin adamı olduğunu yazar. (Tam metni, Mete Tunçay’ın Türkiye’de Sol Hareketler araştırmasının belgeler bölümündedir.) Hikmet Kıvılcımlı da, çıkardığı broşürde “burjuva snob” dediği Nâzım’da Marksizmin “iğreti gömlek olarak durduğunu” öne sürecektir. Abidin Nesimi, bir karşılaşmalarında, Kıvılcımlı’nın onların “fiilen değil ama tutumları itibariyle” Troçkist ve polis olduklarını söylediğini yazıyor. Görece daha “bağımsız” bir sosyalizm çizgisini savunanlar, tam tersi “dünya devrimi”ni savunan Troçki ile ilişkilendirilmektedir! SOL HAREKETİN ÜRETKEN İKİ ADI Aslına bakılırsa, Hikmet Kıvılcımlı da, sonraki evrimiyle, benzeri bir bağımsız çizgi izleyecektir. Donanma davasının iki sanığı Nâzım ve Kıvılcımlı, Bâbıâli’den yukarı kelepçe arkadaşı olarak da yürüyecekler, dolu cezaevinde aynı yer yatağını da paylaşacaklardır. Nâzım Hikmet ve Hikmet Kıvılcımlı, sol hareketin en üretken ve en çok cezaevinde kalmış iki adıdır, ancak edebi ya da teorik çalışmaları hareketten hak ettiği ilgiyi yeterince görmemiştir. Kıvılcımlı, anılarında, antik toplum çalışmasının Şefik Hüsnü tarafından “Hikmet yoksa Nazi teorisine mi kayıyor?” biçiminde karşılandığını yazar. Cezaevi sonrası, “mektup yazıp çağırdık, gelmedi yalanı ile” hareketten dışlandığını da ekler. 1971’de ağır kanser hastası olarak ve zorlukla ulaştığı Bulgaristan’a kabul edilmez, bunun ilk kez duydu ğu “partiden atılmışlığı” gerekçesine dayandığını öğrenince, günlüğünde, Nâzım Hikmet’e bir kez daha sataşmadan duramaz, “onun ruhu Troçkist” diyerek, şairin memleket özlemini de yakışıksız biçimde anar. ŞAİR YÜREĞİ VE SİYASET Tüm bunlar yaşanırken, elbette Nâzım Hikmet’in “şair yüreği” de işlerliktedir. 1932’de, bir örgüt insanının “dışlanmışlık” psikolojini yansıtan Benerci Kendini Niçin Öldürdü kitabını yayımlamıştır. Görünüşte Hindistan’ın Kalküta’sında geçen, yer yer “mensur şiir” özellikleri gösteren, Nâzım’ın bile “roman” olarak andığı kitaptaki kişilerin kimlere denk düştüğü konusunda farklı yorumlar var. Yaşadığı dışlanmışlık duygusuna karşılık, edebi karizmasının ve kitaplarının “ajitatif” niteliği nedeniyle, Nâzım’ın itibarı yüksekti. 1938’de, Harp Okulu ve Donanma davalarının baş sanığı olmasında da, asıl bu etken rol oynadı. Genç insanların sosyalist düşünceye ve kitaplara ilgileriyle sınırlı ve komünist hareketin “hücre tipi” örgütlenmesine uymayan etkinlikler suç sayılmış, Nâzım da zorlama biçimde bunlarla ilişkilendirilmişti. Nâzım Hikmet, karar sonrası, hastalık raporuyla geçici olarak dışarı salındığında, Nail Vahdeti (Çakırhan) kanalıyla TKP’den yurt dışına kaçırılması isteğinde bulundu. Ancak, “bu davadan bir şey çıkmaz, yakında salınır” gibi gerekçelerle isteği geri çevrildi. Şair, “bir şey çıkmaz” davalardan ötürü on iki yıl mahpus yattı. Parti de onu, “zımnen” tekrar kabullenmiş göründü. 1950’lerde Nâzım’ın özgürlüğü için sürdürülen çabalarda, Yüksek Tahsil Gençlik Derneği etkindi. Nâzım Hikmet, af yasası ile dışarı çıkıp bu kez askere alınma tehdidi ile karşılaşınca, yine partiye başvurdu. Mihri Belli, anılarında, Mehmet Ali Aybar ve Oktay Rıfat’ı da yanında götürmek istediği için, yurt dışına çıkarılması isteğinin geri çevrildiğini öne sürmekte. Sonuçta, Nâzım yine kendi imkânlarıyla ve akrabası Refik Erduran’ın yardımıyla yurt dışına çıkabildi. SUSKUNLUĞUN ALTINDAKİLER Nâzım Hikmet, yurt dışında parti işlerine pek karıştırılmadı, kültürel çalışmalar yaptı, “barış elçisi” işlevi gördü. 1962’de, Leipzig’de düzenlenen ve Sabiha Sertel, Abidin Dino, Fahri Erdinç, Aram Pehlivanyan gibi adların da katıldığı parti konferansında, Zeki Baştımar’ın suçladığı Reşat Fuat Baraner’i sadece Hayik Açıkgöz savunur, Nâzım Hikmet ise önündeki kâğıda şekiller çizerek, sessiz kalır. Eski yönetime kırgınlıktan mıdır, “mülteci” yönetimle çelişkiye düşmemek için midir, kestirmek zor. “Otobiyografi” şiirindeki “Partimden koparmağa yeltendiler beni, sökmedi” dizesine ya da Stalin dönemi sürgününde ölen hareketin emektarlarından Baytar Salih Hacıoğlu için yazdığı şiire bakılırsa, sanatçı yüreğiyle epey huzursuzluk yaşadığı anlaşılıyor. n DÜZELTME: 7 Kasım 2019 tarihli sayımızda bu köşede yayımlanan fotoğrafta Yahya Kemal ile görülen Şefik Hüsnü değil, Celal Bayar olacaktır. Düzeltir, özür dileriz. 4 21 Kasım 2019