Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
1980’lilere dönük bir yaşam dökümü msaslankara@hotmail.com www.sadikaslankara.com 12 Eylül’ün ardından doğanların gençlik yılları, bir ömür muhasebesinin de önünü açıyor. Acılarla bilenen kuşak, toplumda bir yandan önemli görevler üstlenirken roman evrenlerinde kendine dönük eleştirel bakışla da zenginleşiyor bu arada… 1980 sonrası doğumlular, yazınımızda da eskimeye koyuldu. Her yeni kitaba vitrinde ancak saniyelerle zaman ayrıldığı yayın dünyasında bunlara ait nice imzanın öykü kitabıyla romanını okusam da gerçeklik bu ne yazık ki. Oysa o 1980’lerde doğanlar kuşağı ki 12 Eylül’de topluma giydirilen gömlekle kolektif şizofreniye de kurban edildi. Kuşak bireylerinin orta gelirli aileleri git gide yoksullaştı, kimi annebabalar öldürüldü ama yine de çocukların iyi eğitim almaları için çabalandı hep, özverili tutum sergiledi bu aileler sürekli. Yekta Kopan’ın Sıradan Bir Gün (Can, 2018) adlı romanını okurken bunları düşünmekten alamadım kendimi. 1980’lerde yaşananlar, derken 80’lilerin yazdıkları geçti gözlerimin önünden. Bu yüzden belki, Yekta’nın romanını bir başka gözle, zihinle okudum. Nitekim toplumbilimsel verilerle içli dışlı bir çatıya dayalı kurulduğu açık zaten anlatının. Hadi girelim öyleyse romandan içeri. “SIRADAN BİR GÜN”; OLUŞLA YIKILIŞ ARASINDA… Yekta, Sıradan Bir Gün’de Rus Matruşka bebekler benzeri birbiri içinden çıkan ya da birbirini itekleyip bütünleyen veya parçalarına ayıran bir ana karakter aracılığıyla ilerliyor. Armağan Gündoğdu, Ankara’da “12 Eylül’ün hemen sonrasında”, “işe gitmek üzere arabasına bindiğinde, eşiyle birlikte tetikçiler tarafından vurularak öldürülen” bir “korkusuz gazeteci”nin (s. 50, 48) oğludur. Saldırıdan anne kucağında kundakta kurtulan roman karakteri, gerçeği, on beş yaşında öğrenecek, bu, onda büyük içe kapanışa yol açacak, on altısındaysa “üniversiteyi İstanbul’da okumayı kafa(sına) koy(acaktır)”. “Sosyoloji okumaya karar ver(ip)” (s. 33), “Edebiyat Kulübü”nün kapısını çal(an)” (s. 32). Armağan, burada tanıyıp dostluk ilişkisi sürdürdüğü öğrencilerle, çok farklı bir yaşam kurar. Gerçekten de Armağan’ın bundan sonraki yaşamı, roman zamanına dek uzanıp üniversite çevresinden tanıdığı bu kuşağın üyeleriyle birlikte geçecektir. Ne var ki üniversitede “Edebiyat Kulübü”, “Tiyatro Araştırmaları Grubu”, başka topluluk üyeleriyle sürse de hayat, bu gençlerin getirip taşıdığı değerlere göz yummaz hiçbir zaman. Gelecek ipotek altındadır. Edebiyat âşığı Armağan’ın payına ÖYKÜDENLİK... Esme Aras; “Kumrunun Saklısından” K umrunun Saklısından (Meda, 2017), Esme Aras’ın ikinci öykü kitabı. Hemen önünde yayımladığı ilkini, Neptün Mavisi Düşler’ini (2015) okumasam da genç yazarın öykücülüğü üzerine yeterince düşünce üretmeme yetti Kumrunun Saklısından. Esme, bu öykülerinde diliyle, anlatımıyla dikkati çekiyor. Hoş, sıcak esintilerle kaleme alınmış öyküler bunlar. Farklı söyleyişler, içtenlik yayan sesle nişler eşliğinde. Tadı kıvamında, olgun, içe işleyen incelikte. Duygusallıkla bağını koparıp duyarlı kılınmış örnekler. Nitekim “başka topraklarda filizlenip başka topraklara kök sala(n)” (s. 23) kişileriyle kimi öyküler, bir farkındalık bilinci de kazandırıyor okur için. Öyle ya, “devletler düşman olabilir (belki) ama halklar asla” (s. 70). Şairanelikle flört etmiyor değil yine de Esme. Ancak şiiril olanın sınırlarında kalmayı beceren kararlılık yansıttığını söylemeden geçmeyeyim yazarın. Ne ki bu şiiril öykülemenin sürgit aynı oranda öykülere yayılması, bir ölçüde okuma eylemini ağırlaştırabiliyor. Bütün bunların dışında, öyküde nasıl boşluk bırakılması gerektiğini iyi bilen bir yazar Esme. Geç de olsa onu tanımak sevindirdi beni. Yeni öykülerini de bekleyeceğim Esme’nin. Hey Ayvalıklılar ya da “suyun öte yanı”ndakiler haberiniz var mı Esme’nin öykülerinden? n www.sadikaslankara.com, her perşembe öyküroman, tiyatro, belgesel alanlarında güncellenerek sürüyor. “gölgeyazar”lık düşmüştür. Yine okul çevresinden, kendisi de farklı bir annebaba yokluğu yaşayan (s. 149 vd.) İrem’le evlenirken bir diğerini de yazar dublörü yapar. Ortada dublör gezinir ama yine Armağan’ın hayat verdiği, “Kişisel Gelişim Uzmanı” olarak kitaplar kaleme alan biridir aslında o da. Öyküler yazan, roman tasarlayan Armağan, “kendi sesi(n)i bulamadığı gibi kendi adı(n)ı da kaybetmişti(r)” (s. 36). “Dünyadaki her dokunuşu birbiriyle ilişkilendirerek okuma” (s. 42) becerisiyle Armağan, “kopyalayapıştır uzmanı”, “bir montaj ustası” (s. 10, 12) olarak Tahsin Yücel’in Sonuncu (2010) adlı romanındaki kahramana benziyor bir çalım. Onda da roman karakteri pek çok ünlünün sözlerinden yararlanır Armağan’ın “felsefecilerden çal(dığı)” gibi (s. 144). Roman, böylesi bir evren üzerinde kayarken gerek Armağan, gerekse çevresindeki öteki karakterler aracılığıyla, yaşanan döneme böylece derin bir neşter indirir Yekta. Olguyu, “bir gün”ün sıradanlığı içinde eriterek. YEKTA KOPAN ANLATISINDAN YANSIYANLAR… “Gençlikteki idealler uç(up) git(miştir)” (s. 68), “kaybolan masumiyet”tir ortada görünen (s. 71). Gerçekten de Armağan, “üstündekileri çıkarıp o çocukluk kazağını giymek istiyordu(r) ama başaramıyordu(r)” (s. 75). Ancak “Armağan’ın Yolculuğu” (s. 159) sona ermiştir. “Sıradan bir gün”, bu yolculuk sonrasında yeniden sevgiyi yakalayıp yaşama bağlanmanın imidir aslında. Bu, 1980’lerde doğanlara atılmış bir can simidi bağlamında da alınabilir. Yazar, Sıradan Bir Gün’de sürekli eylem tümceleri kurarken, aralara girdiği “Kişisel Gelişim Uzmanı”nın satırlarıyla âdeta Armağan için bir karşı ayna tutuyor denebilir. Bu doğrultuda, birer mutluluk hapı konumundaki aforizma benzeri sözlerle, bunları okuyanları uyuştururken kendisi, içindeki irini atamaz, atamamanın sıkıntısını yaşar her an. Sonuçta Armağan, gölgesiyle kavga ediyor, bunu baştan çıkarıcı şeytan olarak alsa da, kendisiyle kavgası sona ermeyecektir hiçbir zaman. Bu nedenle bir labirente doğru çekilip yutulmaktan kurtaramaz kendisini. Toplumsal temele oturan evreniyle rastlantılara getirdiği gerekçelerle de dikkati çekiyor Yekta’nın anlatısı. Ama yine bir rastlantı, üstelik yine terörşiddet sarmalıyla kapıyı çalan bu rastlantı, Armağan’la İrem’in birbirini yeniden keşfetmesini sağlayacaktır. Hayatından tümüyle çıkıp gitse de “Edebiyat Kulübü”nde büyük hayranlık duyduğu bir kız arkadaşı o sıra söyle demiştir Armağan’a: “Nefretinin yazdıklarını esir almasına izin verme. Hepimiz zor zamanlardan geçiyoruz, kötü hikâyeler yaşıyoruz hayatta. Onlara sığınmak, kendine bir duvar örmek işin kolay yolu. Sen zor olanı seçmelisin. Sil at o hikâyeleri. Yık o duvarları. Dünya ne kadar kötü olursa olsun sen sevmeye çalış. Başka türlü yaşanmaz ki…” (s. 36). Bunu başaracaktır Armağan. 1980’lilere önerilen bir anahtardır bu. İşte yeni yıl armağanı, okuyun, ömrünüzü kitapla, okumayla uzatın, yeni yıllara yenilerini ekleyin. Bittikçe “yeniden başl(ayan)” (s. 43) hayat bu işte. n 16 27 Aralık 2018 KItap