Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
>> leriyle de işlevsel kılıyor metni. Sonuçta düpdüzgün örüntü ağı çıkıyor karşımıza. Romanın dikkat çeken yanlarından biri de açık biçemle yapılandırılması. “Sizce de garip değil mi?” (14), “tahmin edersiniz” (66) vb. türünde pek çok söz, anlatıya sıcaklık katarken yer yer muzipçe dedikodu yapılıyormuş havası yayıyor. Bunların İrfan’ın bakışına dayalı dolayımlı özöyküsel alaysamadan geldiğini anlıyoruz. Sonra apansız karşılaşıyoruz o tümcelerle: “Siz bakmayın şimdi bu kitabı yazdığım zamanlardaki kuraklığa. O günler başkaydı” (77); “Bakın şimdi ne geldi aklıma” (96). vb. Özetle İrfan, yıllar sonra, 12 Mart sürecinde yaşananları yazıyor aslında. Tek sıkıntı, rastlantısallığa fazlaca yer açılmış olması anlatıda. Gerçi yazar, bunu dengelemek amacıyla kara anlatı hatta yer yer kara güldürü havası yayıp bu zedelenmeyi gidermeye çalışıyor ama yine de onca olayda, ilişkilenişte rastlantısallık zaaf olarak ortada duruyor. İrfan’ın rastlantıyla kilimde bulduğu kan lekesi değil üzerinde durduğum, Serap’ın Fuat’ı koruma amaçlı polisle işbirliğinin telefonla açığa çıkması, Fuat’ın kaçırılışında rol oynayan adamı bulmaya çalışan İrfan’ın yaşadığı rastlantısallıklar vb. Yaşamda bu tür milyonda bir yaşanabilecek rastlantısallık şaşırtmaz insanı. Ancak yazınsal metinde rastlantısallık apayrı ölçütlerle gerekçelendirilmek zorunda. HASAN GÖREN’İN “ZAN”DAKİ BAŞARISI… Hasan Gören’in Zan’ı, sıradanlığın dışında önem taşıyor bana göre. Kendisinin beşaltı yaşlarında olduğu düşünülebilecek 12 Mart dönemini, anlatı evrenine taşıyışındaki yoğun emekten ötürü yazar övgüyü hak etmiyor değil. Ama romanı önemli kılan, yapıtın iki farklı açıdan yazınımıza kattığını zenginlik kanımca. Bunları şöyle sıralayabilirim. 1. Zan, 12 Mart günlerine geri giderken, herhangi toplumsal olayın yazınsal aktarımında konunun aceleye getirilmeyip zamana bırakılmasıyla daha başarılı sonuç alınabileceğini gösteriyor bize. Çünkü gerekli soyutlayımla dönüştürümün kısa sürede değil ancak uzun bir süreçte gerçekleştirilebileceğinin altını çizerek bunu kanıtlayıcı örnekçe oluşturuyor. İrfan, elli yıl öncenin 12 Mart’ına baktığına, soğukkanlı duruş yansıttığına göre, Gezi olgusu için de bu tür bir yaklaşım düşünülebilir pekâlâ. 2. Yazar, Zan’da bize İrfan’dan kalkarak siyasal bağlamda ilişkilenişi bulunmayan karakteriyle bir karşısiyasal roman yazılabileceğini ortaya koyuyor. Yapıtın kimi bölümlerinde “deneme” türüne göz kırpıldığını öne sürenler çıkabilir. Yazarın bunları haber, dile getiriş vb. biçiminde kullandığı, sorgulayıcı herhangi yaklaşıma girmediği apaçık. Gerçi dönemin siyasal tartışmalarına zaman zaman yer açılırken bir çalım deneme havasının kendini duyurduğu görülmüyor değil. Örnekse roman kişisinin şu sözleri, amacını aşıyor bana göre: “…insanlara ne yapacağını söyleyen hiç kimse yok. Herkes kendisini özgür zannediyor. Ama beyinlerimiz hâkim güç tarafından öylesine fethedilmiş ki, sadece onların istediklerini yapabiliyoruz” (72). n ÖYKÜDENLİK... Sermin Şahin; “Gece, Kediler ve Sessizlik”… S emrin Şahin, Gece, Kediler ve Sessizlik (Alakarga, 2017) adlı yapıtında öykü kedisi Kehribar’la yola çıkıp onun da katkısıyla ev içlerinden geçerek çatılara atlarken evlerden kente uzanan, bireyleri kuşatıp kucaklayan öykülere eşlik ediyor da öyle yaklaşıyor okura. Anlatı kurmakta deneyimli olduğu açık Semrin Şahin’in. Bu deneyim, kendisini ilk ağızda dilde gösteriyor. Nitekim olay aktaran eylem tümceleri de olsa, yazar bambaşka anlam çoğulluklarının önüne çıkarıyor denebilir okuru. Bir öykücü için iyi not. Öykü, fazla sözü kusuyor çünkü hemen. Kavi duruşlu öyküler de denebilir Semrin’in anlatıları için. Olayı aktarmaktan çok insanların ruh durumunu yansıtmayı öne alan, okuru farklı artalanlara çıkarmayı hedefleyen örnekler genelde. Kişiler, “üleştirilemeyen”, “miş’li” (61), “güdük bir hayatın içinde debelen(işiyle)” (40) anlatıyı fitilleyici etki yaratıyor bir çabuk. Derken yaşamın örtük kalan acılı yanlarına yoğunlaştığı için de ilgi uyandırıyor. Bu nedenle kendince tatlar salmayı başarıyor özet olarak öyküler. Durağan bir akış sürdürüyor görünmekle birlikte okuruyla dirilip içe işleyen, okuru kuşatmayı bilen, öyküyü onunla yeni baştan kurup dokuyan verimler bunlar. Şahin’in bir başka yanı da öykülerinden yayılan türlü acıya, şiddete, kötücüllüğe karşın umutsuzluğa kapıyı kapatıp okuru iyimser bir dünyaya taşıması… www.sadikaslankara.com , “Yaratıcı Yazarlık”, “Öykü Çilingiri” başlıklı yazılara da yer açıyor. n KITAP 1916 Kasım 2017