29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Yazarın kalemindeki insanlık kavgası... [email protected] Yazınsal değerler kuşanmış yazarı baskılamak, görece binyılların yazınsal birikimi üzerinde yapılanmış bir yazarlık kurumunun, yazarca simgelenen özgürlük, barış, çokseslilik yanlısı temsiliyet rolüne de karşı çıkmak anlamına gelir. Oysa bu yöndeki temsiliyet rolü nedeniyle, insanlık tarihi boyunca uygarlık zincirinin taşıyıcısı da olan yazar, kuşkusuz bir “insanlık anıtı”dır aynı zamanda… İnsanlık savaşımının Türkçedeki olgun kalemi Aslı Erdoğan için… Y azarlar arasında savaş, şiddet, terör ya da insan hakları, özgürlük gibi konular, kavramlar karşısında kendilerine yakıştırılamayacak tutum sergilemiş adlar çıkmamış değildir elbette dünya yazınında… Ne ki temelde kategorik olarak acı, mutsuzluk, huzursuzluk, korku, gelecek kaygısı, ötekileştirme, göç vb. izleklerle, bunların kişiyi, toplumu ezici, yok edici etkimeleriyle içlidışlı duran, bu yönde insanlığın temel değerlerine sarılarak merhem işlevi gören yazınsal her yapıt, bir açıdan yazar denilen büyücünün yansıttığı savaşımın niteliğini de gösterir aslında. O halde, bütün çağları içine alan bir yazarlık kurumundan söz edeceksek eğer, sözlü dönemin söylen, şiir, destan, masal gibi ürünlerinden günümüze dek gelen, her biri artık yazılı halde elimizde bulunan yazınsal verimleri okumanın bile bir uygarlık tarihini okumuşçasına denklik sergileyeceği öngörülebilir. Sözgelimi Homeros’un İlyada’sı, uygarlık tarihinin ya da düpedüz tarihin bir acılı dönemine karşılık olarak alınabilir pekâlâ. Geçmişte savaş, şiddet, kıyım vb. yaşanırken bu olgu, toplumda nasıl ağır hasara, travmaya yol açmış, bütün bunlar yazınsal verimlerde, gerekirlikleri yerli yerinde nasıl yansıtılmışsa günümüzde de yazınsal yapılandırmalar buna koşut yaklaşım sergiliyor işte. Ne var ki böyle dönemler, özellikle bundan yarar uman güçlerce daha bir bulandırılarak her şey öylesine karıştırılıyor ki, bu, insanlarda derin yılgıya, neredeyse bedensel kodlara kazınmış korkuya yol açıyor. Yazarlar, böyle korku salan, toplumu kanser gibi kuşatıp yılgınlıkla boğan, gelecek kaygısındaki insanları sağlıklı düşünemez hale getiren askersivil diktatörlere, parti ya da ör güte, faşist güçlere karşı halklarını yazıp kendilerine ayna tutuyor bir biçimde. EVRENSEL BİRİKİMLE YANSIYAN YAZARIN İNSANLIK AYNASI… Dünya yazınında, her dilde verimlenmiş, kimileri bin yıllar ötesinden öne çıkmış, kimileri de günümüz yazarlarınca kaleme alındığı halde kalıcılaşmış öyle çok yazınsal yapıt var ki, bunları sıralamak bile sayfalar tutar… Bu doğrultuda kimi yazarların, savaşın olanca şiddeti altında, insanların acılarına tanıklık bağlamında yaptığı savaş muhabirliği nasıl göz ardı edilebilir? İşte yazar Vasili Grossman… Onun savaş notlarından Antony Beevor ile Lyuba Vinogradova’nın yayına hazırladığı Savaşta Bir Yazar / Vasili Grossman / Kızıl Ordu’yla / 19411945 (Çev.: Sabri Gürses, Can, 2013) adlı yapıt bir küçük örnekçe olarak alınabilir bu konuda. Sabri Gürses, ‘Çevirmen Notu’nda kitabın, “savaş çığlıklarının yankılandığı ülkemiz için bir uyarı levhası” olacağını dile getiriyor. Gürses’in, Grossman’dan kalkarak İkinci Dünya Savaşı Yahudiler eşliğinde bizimle kurduğu bağlara dayalı göndermelerin altı özellikle çizilebilir. Aynı şekilde bizden bir yazar olarak Raşel Rakella Asal’ın, “Holokost’a bir ağıt” olarak sunup, farklı kurguyla “Varşova gettosundaki Yahudi yaşamı”na odaklandığı Cecile (Kafekültür, 2012) adlı romanı da anılabilir kanımca. Bütün bu yansımaları bize özgülenmiş anlatılarda gözlemek de olası kuşkusuz… Yalnız cumhuriyet döneminde değil, çok öncesinden başlayan bir akışla sözlü, yazılı nice verimde Anadolu’da yaşanan acılara odaklanıldığı, yazarlar,şairler tarafından insanımıza ayna tutulduğu unutulmamalı! Ortalığın toz dumanla boğulduğu, at izinin it izine karışıp sapla samanın birbirine girdiği dönemler, yoğun şiddetle baskıyla yaşanılmış böyle zamanlar oluyor işte ne yazık ki. Buna dönük bir anlatıyı Özen Aşut’un, 1980’lere yöne lik kurguladığı, önceden de üzerinde durdu ğum Boyun Eğmeyenler (Yazılama, ikinci basım, 2015) adlı belgesel ro manından okumak olanaklı. Ama bu yılların farklı belgeleri de söz konusu elbette. Bunların başında, Mustafa Gazalcı’nın dördüncü basımdaki Barış ZinciriTür kiye Barış Derneği Davası (Bilgi, 2014) adlı kitabı anılabilir. Türkiye’nin siyasal tarihine mal olmuş bu çok ünlü davada pek çok bilimci, düşünceci, sanatçı, yazar, şair, hukukçu, siyasacı sanık sandalyesine oturtulmuş, “toplu aydın düşmanlığı” yapılmıştı. Adları bu davayla anılan, kimilerini yitirdiğimiz onca değerli insanın ardından kendisi de bu davada yargılanan Gazalcı’nın andığım yapıtı iyice önem kazanıyor bu nedenle. Türkiye, cumhuriyet öncesinden günü müze durmadan acılar yaşatılan bir ülke oldu. Anadolu’nun acılı, ama bilge halkı bu şiddetin ezdiği, un ufak ettiği insanlar olarak yine de iğnenin deliğinden geçe rek ayakta durmayı bildi hep. ACILARLA OLGUNLAŞIP EVRENSEL BARIŞA ULAŞMADA YAZAR ROLÜ… İşte Nalân Tuntaş, Özen Aşutça kaleme aldığı belgesel romanında bu kez “Sarıkamış’tan Cumhuriyet’e uzanan süreç” üzerine yoğunlaşıyor: Zor Yıllar (Remzi, 2007). Tuntaş’ın girişteki şu satırları dikkat çekici: “Keşke savaşlar kışkırtılmasa ve acılar yaşanmasaydı. Aslında savaşanlar aynı tanrının çocukları ve Anadolu’da yaşayan sütkardeştiler. Geçmişte Anadolu üzerinde oynanan ve günümüzde yeniden sahneye konmak istenen trajedileri önlemenin, yeniden gündeme gelen oyunları bozmanın yolu tarihi anımsamaktan ve yaşadığımız topraklarda sahip olduğumuz güzellikleri o yitirilmiş ve unutulmuş kuşaklara borçlu olduğumuzu bilmekten geçer.” Geçmişte kitaplarına yer açtıklarım dışında, İzmirli bir grup yazarın farklı dil, ekine karşın aynı coğrafyada bir araya gelmiş insanların savaş, şiddet, kırım nedeniyle yaşadığı acılara yoğunlaştığı roman, öykü, anlatı var masamda. İleride dönmeyi arzularken adlarını anmakla yetineceğim bunların şimdilik. Kırmızı Kedi’nin Zühal İzmirliYücel İzmirli imzasıyla yayımladığı bir dizi kitap sözgelimi: Rodos’tan Karşıyaka’ya (2010), İzmir’de Bir Manastır Çınarı (2010), Makedonya’dan Esen İmbat (2010), Rodoslu Ahter (2012)… Handan Gökçek’ten bir roman: Elenika (Yakın, 2014)… “Yan yana duramayan” (Treske, 21), parçalanmış dünyanın sığınmayla, göçle, gelecek kaygısıyla titreyen insanları, milyonların yaşadığı şiddet, baskı… L.Gülden Treske’den bir öykü kitabı: Pangea’yı Hatırla / Henüz Böyle Ayrılmamıştık (Çitlembik, 2013)… Buna Ankara’dan ulanan Sofya Kurban’ın Göç (Phoenix, 2012) adlı öyküanlatı demeti… Ardı sıra Hâle Seval’in Bozcaada’ya özgülediği Duvarsız Avlu (Pia, 2010) başlıklı öykü yapıtı… Farklı toplumsal kesitlerde yaşanan acılarla kurulan bir hüzün dağdağası… GELECEĞE UZANIRKEN YAZARLARIN AYNASINDAKİ UYARI… Bu 1 Eylül yazısına daha önce andığım Kolombiyalı Evelio Rosero’nun çarpıcı iki kısa romanını ekleyeyim: Ordular (Çev.: Süleyman Doğru, Can, 2016), Öğle Yemekleri (Çev.: Seda Ersavcı, Can, 2016). Toplumumuzla bağlar kurularak bir çırpıda okunabilecek, dönüştürümü, soyutlayımı ile sağlam dokulu iki güzel roman. Rosero, ilkinde toplumu kuşatan militarizmin, şiddet sarmalının yol açtığı derin korkuyla yılgınlığı, ötekinde din adına yapılan kandırmacayla dolandırıyı, bunlar sanki bizim toplumumuzda yaşanıyorcasına gözler önüne seriyor. Ordular’da, “mezara yarım adım mesafesi kalmış” köyün emekli öğretmeni olan anlatıcı, paramiliter güçlerce kıstırılmış Latin Amerika’nın küçük köyünü, bu kıskaç içinde yaşayan insanlarını aktarıyor bize. Anlatıcının sözlerine kulak verelim mi, gözlerimizi yumup Türkiye’yi düşünerek: “…[B]ir yatakta, bir köyde, bir ülkede süregiden işkencenin ortasında tamamen bitkin bir halde dönüp duruyorduk.…” “…[Ç]ocuklara acıyorum, hiçbir suçları olmamasına rağmen kendilerine miras kalan bu ölümlerle önlerinde kat etmeleri gereken çok zorlu bir yol var” (59, 58). Evelio Rosero’nun yoğun alaysamayla yabancılaştırma etmeni kullanarak yapılandırdığı bu iki romanı, okurlar kadar yazarlarımız da okuyabilse keşke… Aslı Erdoğan’ın Kırmızı Pelerinli Kent’ten seçtiğim şu tümceleriyle bitirelim gelin yazıyı: “Yargı, mahkeme, savunma gibi kavramların ayak bağı olarak görüldüğü bir ülkede” (114), “her türlü ‘gelecek düşüncesinin’ daha tohum halindeyken ölüm korkusuna dönüştüğünü nasıl unutmuştu?” (64) “Yazmak, her şeyden önce düzene koymaktı ve” (27) “Romanını muska gibi hep yanında taşır, iç dünyasına kapanmak istediği her an, nerede olduğuna aldırmadan yazardı” (37; Alıntılar için bak.: Adam, 1998). Aslı, şimdilerde, içinde hepimizin yer aldığı bir roman kaleme alıyor… Bugün 1 Eylül mü ne? Bakın unutmuşum, neydi 1 Eylül? n 16 1 Eylül 2016 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle