Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
aydın orak’ın ‘kürt tiyatrosu’ kitabı,türkiye’de alanında tek kaynak Tiyatro tarihine bir katkı Aydın Orak’ın “Kürt Tiyatrosu” adlı kitabı, Mezopotamya’dan dengbêjlik geleneğine, Osmanlı’da Kürt tiyatrosundan günümüze, bir ulusun tiyatrosunun izlerini sürüyor, daha da önemlisi ayrıntılarıyla belgeliyor bu tiyatroyu. B u yıl William Shakespeare’in “ayna tuttuğu” hayattan ayrılışının dört yüzüncü yılı ya, kanımca son yıllarda şu yaşadığımız topraklardaki önemli çeviri olaylarından biri de Shakespeare’in “Bütün Soneleri”nin şair ve dilci Kawa Nemir tarafından İngilizceden Kürtçeye çevrilmesi ve çevirinin İngilizceKürtçe iki dilli olarak Lir Yayınevi’nce yayımlanması. Hocam Cevat Çapan, unutamadığım yazılarından birinde, Shakespeare’i “çağdaşımız”, ondan öte “hemşerimiz” olarak nitelemişti. Shakespeare, gerçekten de çağımızdaki bütün ulusların, halkların, insanların hemşerisi. Onun evrenselliği, pek çok şair ve yazarın evrenselliğini aşan bir evrensellik. Hangi soydan gelirse gelsin, insanlığın pek çok ailesi kendi yaşadıklarını onun sahnede yaşattıklarıyla farklı uluslardan insanlar yalnızca çevrelerindeki kişileri değil kendilerini de onun yarattığı karakterlerle özdeşleştirebiliyorlar. Bunun en çarpıcı örneklerinden birine, Kürt tiyatrosu ve Kürt dilinde tiyatroya azımsanmayacak katkılardan bulunan Aydın Orak’ın bir söyleşideki sözlerinde rastlamıştım. Söyleşideki soru şuydu: “Şayet Sheakspeare Kürt olsaydı, düşüncenize göre her şeyden önce nasıl ve neyin tiyatrosunu yapardı?” Orak, bu soruyu şöyle yanıtlıyordu: “Her şeyden önce ünlü karakterinin ismi Hamlet olmayabilirdi de, onun yerine Kendal, Şoreş veya Zinar olabilirdi. Belki de Kürt, Türk ve Arapların arasındaki siyasi entrikaları konu edinirdi. ‘Mem ile Zîn’ oyununu yazabilirdi ‘Romeo ve Juliet’ yerine. Belki de eserleri Helîm Yusiv’in yazdığı, Erdal Ceviz’in yönettiği “KomaraDînan Şermola”, yani “ŞermolaDeliler Cumhuriyeti adlı oyundan. sistemler tarafından yasaklanıp, 12 Eylül’de yakılırdı. Kürtlerden söz edeceği için Türkiye, Suriye, İran ve Irak tarafından oyunları yasaklanırdı Kürt Sheakspeare’in. Belki de faili meçhule giderdi ya da düşünce özgürlüğünden dolayı onu cezaevine alırlardı. O da tutsakların üstündeki tecridi protesto etmek için kendini yakardı. Olur da 20 Eylül 1992’de Diyarbakır’ın bir sokağında faili belli kişilerce taranırdı bizim Kürt şair Willim Sheakspeare…” Kim demişti, “Düşgücü ruhun gözüdür” diye! Shakespeare de Orak’ın yaşadıklarımıza, yaşananlara ruhunun gözüyle bakmasını sağlamış. Aslında, “ruh gözü” çoktan açılmış Orak’ın. Açılmış ki şimdi onun yazdığı “Kürt Tiyatrosu: Mezopotamya’da Tiyatronun Doğuşundan Modern Kürt Tiyatrosuna” (Doruk Yayınları) adlı bir kitap var elimde… Orak, öncelikle Türkiye topraklarında Kürt tiyatrosunun keşfine çıkıyor. Bu amaçla, Kürt tiyatrosuyla ilgili bilgi, belge, fotoğraf, biyografi ve söyleşileri bir araya getirip tek elden bir kaynak oluşturmaya yöneliyor. Mezopotamya’da tiyatronun kaynağını araştıran Orak, Kürt tiyatrosunun temellerini MÜREKKEBİ KURUMADAN Mezopotamya’dan dengbêjliğe A ydın Orak, “Kürt Tiyatrosu” adlı kitabında, gelenekten, sözlü halk kültüründen söz ederken, “dengbêj”liğin Kürt tiyatrosunun temeli olduğunu vurguluyor: “Dünyada her halkın sanatına ışık tutan ve esin kaynağı olan geleneksel bazı öğeler veya ritüeller vardır. Kürtlerin yüz yıllardır yerleşik hayatta olduğu Mezopotamya’da da birçok ritüel vardır. Ve bu ritüeller zaman içerisinde dolaylı yollarla bir tür görsel sanatlara evrildi. Bunun en önemli dengbêjlerdir. Dengbêj kelimesi Kürtçe’de bir sözü sözle aktarmak anlamını da içerir. ‘Deng’ ses, ‘bêj’ söylemek anlamındadır. Kürt toplumunda yaşanan bütün olaylar, dengbêjler tarafından kılamlarla (türkü) dile getirilmiştir. ‘Kılam’ bireysel ve toplumsal meseleleri anlatan müzikli bir hikâyedir. Bu anlamda Kürt tiyatrosu, Kürt edebiyatı ile geleneksel Kürt müziği birbirinden ayrılmaz bir bütün olarak değerlendirilebilir. Bilge ozanlar olan dengbêjler, Kürt halkının tarihi boyunca belleğinde yer edinmiş önemli olayları, destansı kılamlarla yüzyıllardan bu yana Kürt insanının ruhunu saran ve etkileyen bir tarzda söylemişler ve bu vesileyle Kürt tarihinin önemli olaylarını toplumda hep canlı kılmışlardır. Her yeni gelişmeyi bir sonraki kuşağa aktararak 20. yüzyıl sonlarına kadar süren gelişmiş sözlü edebiyat geleneğini oluşturmuşlardır. Kürtlerde yazının yaygınlaşmasına kadar bu önemli misyonu taşıyarak, yazılı Kürt edebiyatının temelini oluşturan destanların, kılamların, hikâyelerin ve masalların önemli bir bölümünü günümüze kadar ulaştırmışlardır. Dengbêjliği usta çrak ilişkisiyle meclis ve divanhanelerde öğrenen dengbêjler, gezgin sanatçılardır. (…) Halk arasında zengin ve etkileyici bir anlatıma sahip, belleği güçlü dengbêjlere değer verilir (…) Nasıl ki tragedya tragosların şarkılarından doğmuşsa Kürt tiyatrosu da dengbêjlerin kılamlarında gizlidir, tüm cevheri o kılamlarda vücut bulmuştur…” n “dengbêjlik”te arıyor ve şaşırtıcı bir yaklaşımla dengbêjlik ile tragedyayı karşılaştırıyor. Orak, Osmanlı döneminde Kürt tiyatrosunu araştırırken özellikle gazeteci ve yayıncı Ebüzziya Tevfik’in “Eceli Kaza” adlı oyunu üstünde ayrıntılı bir biçimde duruyor ve “Kürtlerin en eski tiyatro eseri ‘Eceli Kaza’ mı?” sorusunu ortaya atıyor. Bu doğrultuda, pek çok ipucu veriyor Orak: 1849’da İstanbul’da doğan Ebüzziya Mehmek Tevfik’in ailesi, Serhat kökenli Kürt Şerefli aşiretinin Hespkêşan boyuna mensuptur. Piyesin ana figürü ise Serhat’ın Kürt aşiretlerinden birine mensup bir haneden ailenin miri Pertev Bey’dir. Konusu, Pertev Bey’in, Erzurum Valisi Laz Ahmet Paşa’nın kızı Nimet Hanım’a olan aşkı ve Erzurum Valisi’nin Kürt aşiretine karşı giriştiği katliam ve sürüp giden kan davasıdır. Bu da kuşkusuz, bir sanat yapıtının hangi ulusun olduğunun nasıl belirleneceği sorununu getiriyor önümüze. Yazarının ulusuna mı bakacağız, hangi dilde yazıldığına mı, yoksa konusuna ve içeriğine mi? Yüzyıllar boyunca ezilmiş, kırımlara uğramış bir halk ve ulusun, kendi sanat ve kültürünün köklerini arayıp bulmaya çalışmasından daha doğal bir şey olamaz elbette. O yüzden, Orak’ın kitabında ortaya attığı sorunun yanıtı, kanımca tartışılmaya, irdelenmeye değer. Aslında, Yaşar Kemal’in pek çok yapıtı da böylesi bir tartışmanın konusu olamaz mı? Kuşkusuz, olabilir. Yaşar Kemal’in “Dağın Öte Yüzü” üçlemesinin ilk iki kitabı “Ortadirek” ve “Yer Demir Gök Bakır”da, yoksul bir dağ köyünde yaşayan insanların pamuk tarlalarında ırgat olmak üzere Çukurova’ya yaptıkları yolculuğun öyküsünü; yaşam koşullarını değiştirebilme umudu kalmamış köylülerin bir köylüyü ermiş haline getirmeleri, ona sığınmalarının öyküsünü bulurum. “Akçasazın Ağaları”nın ilk iki kitabı “Demirciler Çarşısı Cinayeti” ve “Yusufçuk Yusuf”ta da geleneksel yapının çözülmesi, eski ağa tipinin yok olması, üretim ilişkilerinin değişmesinin doğanın da değişmesine yol açmasını. Ben, sanat yapıtlarının “ulus”uyla ilgili tartışmaların, kuşkusuz “devletegemen” bakışı dışlayarak ama şu yaşadığımız topraklarda yüzyıllardır pek çok şeyi paylaşmış insanlar olarak yapılmasının daha yararlı olacağını düşünüyorum. Aydın Orak’ın kitabın daki en önemli bölümlerden biri de “Türkiye’de Kürt Tiyatrosu”. Osmanlı döneminde kayınpederi Abdulrahim Rehmi Hekkari’nin ‘Memê Alan” oyunundan sonra ilk Kürtçe oyunun, Musa Anter’in, Kürtlerin Apê Musa’sının 1959’da Harbiye Askeri Cezaevi’ndeki hücresinde kaleme aldığı “Birîna Reş” (Kara Yara) olduğunu vurguluyor Orak. Onca baskıya ve yasaklamalara karşın, İstanbul’dan Batman’a, İzmir’den Van’a, Adana’dan Diyarbakır’a, ülkenin birçok yerinde oluşturulan Kürt tiyatro topluluklarının sayısı gerçekten şaşırtıcı. Dağlarda icra edilen Kürtçe tiyatroyla ilgili bölüm ise, Türkiye’de medyanın gündelik haber akışı içinde bulamadığımız gerçekleri sunuyor okurlara… Orak’ın “Kürt Tiyatrosu” adlı kitabı, Mezopotamya’dan dengbêjlik geleneğine, Osmanlı’da Kürt tiyatrosundan günümüze, bir ulusun tiyatrosunun izlerini sürüyor, daha da önemlisi ayrıntılarıyla belgeliyor bu tiyatroyu. Bunu yaparken de geleneksel ve modern Kürt tiyatrosuyla ilgili bilinmeyen birçok gerçeği açığa çıkararak bu topraklardaki tiyatro sanatının tarihine belgesel bir katkıda bulunuyor… n 6 26 Mayıs 2016 KItap