23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Horacio Castellanos Moya’dan “Yılanlarla Dans” Sisteme karşı sarı Chevrolet Horacio Castellanos Moya’nın Türkçedeki ikinci romanı “Yılanlarla Dans”, özünde tıpkı ilk roman “Aynadaki Dişi Şeytan”da olduğu gibi sistemin temelinde yatan çarpıklıkları öfke içinde ortaya dökmeyi, yanında da bir başkaldırıyı barındırıyor. Roman, Moya’nın gerçeğin sınırlarını zorlayan hayalgücüne tanıklık ettiriyor okuyanı. “Yılanlarla Dans”, yaratılan gerçeküstü atmosferiyle “sistemin köküne kibrit suyu” dedirtmeyi amaçlıyor. “Ben, yoğun bir çaba gösterip büyük bir iradi eylem ortaya koyarak kendimi şimdi olduğum kişiye, yılanların adamı Jacinto Bustillo’ya dönüştüren kişiyim.” arabasında yaşamını devam ettirdiğini öğrenir. Dahası; onunla dostluğu da ilerletip beraber gece turuna çıkar. Ancak ne olursa o zaman olur ve Eduardo Sosa, Bustillo’yu öldürerek yerine geçer. “Don Jacinto’nun bıraktığı yerden dümen kırmaya devam etme” kararı alır ve ilk iş olarak da sarı Chevrolet’nin gizemini çözmek üzere arabaya yönelir. Arabada ise onu hiç ummayacaği bir sürpriz beklemektedir: Yılanlar! Üstelik Eduardo Sosa’yla konuşmaya bile başlamışlardır. KAPILDIĞIMIZ ÇAĞIN AÇMAZLARI Yılanlarla Dans’ın kırılma noktası da işte bu oluyor ve kahramanımız; Beti, Loli, Valentina ve Carmela adını verdiği yılanlarıyla şehirde kaos estirmeye başlıyor. Kalabalıkların arasına yılanlarıyla dalan Eduardo Sosa, geçtiği her yerin ardında bir katliamın tortusunu bırakıyor. Bu, romandaki her şey gibi olağan akışta, başka bir şeyin tetiklemesine gerek kalmadan gerçekleşiyor. Yegane motivasyon Eduardo Sosa’nın, Don Jacinto’nun yerine geçme isteği. Ancak Eduardo Sosa’nın, Don Jacinto’nun yerine geçerek “mutasyonunu tamamlama” uğraşlarının dışında yılanlarıyla saldırdığı yerleri göz önüne alırsak içgüdüsel bir başkaldırının izlerini takip ettiğimizi anlıyoruz. Süpermarket, çılgın gibi işleyen bir kent meydanı, işini kötüye kullanan polislerin evi, zengin bir siyasetçinin lüks villası, benzinlik... Saldırıya uğrayan yerlerin hepsi girdabına bir şekilde kapıldığımız çağın açmazlarını hatırlatıyor aslında bize. Eduardo Sosa’nın yılanlarıyla yaptığına üstü kapalı bir devrim demek mümkün bu bağlamıyla. Romana tek cümleyle katkı veren bir karakter durumu çok net özetliyor: “... adam iktidarı ne güzel tam da t*şaklarından yakaladı.” Olayın diğer tarflarını da gösteriyor bize Moya. Kahramanımızın peşine takılan Emniyet Müdür Yardımcısı Lito Handal ve gazeteci Rita aracılığıyla... İki tarafta da olayların şaşkınlığı ve karmaşa hakim. Burada ise anlatım birinci tekilden çıkıp Tanrısal bakışa dönüyor. Moya, yazarlık hünerlerini göstermede oldukça cömert davranıyor Yılanlarla Dans’ta. Buna bağlı olarak dilde de hünerlerini gösterme derdinde ve bunu kahramanının zihinsel yapısını yansıtacak soğukkanlılık ve sakinlikle yapıyor. Romanın dili, tüm gerçeküstü atmosferine rağmen olağan duruşuna hizmet etme amacı taşıyor. Muhteşem kaosun ortasında alabildiğine sakin bir kahraman ve onun ağzından çıkan günlük akışta cümleler bunlar. Eduardo Sosa’nın bu yılanlı başkaldırısı elbet bitecek çünkü peşinde ülkenin hemen tüm güvenlik birimleri var. Nasıl biteceği tabii ki romanı okuyanlara kalacak. Ancak önemli olan okuyandan arta kalan. Roman bittiğinde, yine tek cümlelik karakterlerden birinin dediği gibi “tüm bu sahtelik ve yapaylıktan kurtulmak için birden fazla Jacinto Bustillo olsa daha iyi olmaz mı diye” sormadan edemiyor insan. n erayak@cumhuriyet.com.tr Yılanlarla Dans/ Horacio Castellanos Moya/ Çeviren: İlker Özünlü/ Jaguar Kitap/ 144 s. K İ T A P S A Y I 1 3 3 4 (Kitaptan) r Eray AK undan birkaç yıl önce, 2011’de, Horacio Castellanos Moya’nın Türkçedeki ilk romanı Aynadaki Dişi Şeytan yayımlandı. O zamana kadar yazarın ismi pek çok kez çalınmıştı kulaklara ama dilimizde bir metnini okuma şansına erişememiştik henüz. Latin Amerika’nın en kışkırtıcı, üslubu ve diliyle özgünlüğünü yakalamış yazarlarından biri olarak niteleniyordu Moya ki Aynadaki Dişi Şeytan da adeta bunun kanıtı gibiydi. Yazarın tüm yazın özelliklerini barındırması yönüyle önemli bir roman olarak karşılanmıştı. Moya’nın önemi ise egemenler sistemini, kendince kurguladığı bir dünyada hunharca eleştirmesinden geliyordu. Moya üzerine yazılanlara kısaca göz gezdirdiğimizde Aynadaki Dişi Şeytan için geçerli olan bu yorumun, hemen tüm yazdıkları için de değişmediğini görüyoruz. Ezcümle şöyle diyebiliriz: Horacio Castellanos Moya edebiyat anlayışını, bu hışırı çıkmış ve güçsüzün hışırını çıkaran vahşi sistemi en azından kitaplarla dahi olsa ezmek üzerine kurmuş. Böyle bir anlayış da yanında doğal olarak öfkeyi getiriyor. Moya’nın yazdıklarında dumanı üstünde bir öfkenin kokusunu alıyoruz. MOYA’DA BERNHARD ETKİSİ Şöyle bir benzetme var Moya hakkında yapılan: “Karanlığın, gizemin, öfkenin yazarı.” Moya için yerinde tanımlamalar. Bunlara tekrar geleceğiz ancak öncesinde Moya bağlamında değinmek istediğim bir başka “öfkeli” yazar var: Thomas Bernhard. Öfke dendiğinde akla gelen yazarlardan ilki belki de Bernhard. Ülkesi Avusturya’ya duyduğu nefreti benzersiz üslubuyla kaleme getirişi, bu nefretin farklı tonlardan ses veren kişisel tarih sızısıyla sarmalanıp dile gelişi, bir yaşlı ihS A Y F A 8 n 1 0 B tiyarın dilindeki homurtu gibi biteviye sürmesi... Kelimenin tam anlamıyla kendine hayran eder. Aynı zamanda Thomas Bernhard’ın yazın evreninin ayrılmaz bir parçasını meydana getirir bu durum. Avusturyalı’nın Moya’yla bağını da bu öfke meydana getiriyor diyebiliriz bir anlamda. Moya’nın, “El asco, Thomas Bernhard en El Salvador” adını taşıyan ve henüz Türkçeye çevrilmemiş umarım kısa zamanda çevrilir romanını da hesaba katarsak, Odun Kesmek’in yazarıyla kurduğu bağ daha da öne çıkar. Kaldı ki Moya da tıpkı Bernhard gibi ülkesiyle sorunları olan bir yazar. Burada uzun uzun anlatmaya gerek yok ama şunu söylemekle yetinelim: Hemen yukarıda andığım romanı nedeniyle ülkesinden olmuş... Böyle birinin öfkesinden korkulur açıkçası ve tam da öyle oluyor. Moya öfkesini, romanlarında, yazdıklarında yansıtmaya bir şekilde devam ediyor. Ancak onun öfkesi hemen az önce bahsettiğim Thomas Bernhard’dan farklı. Ülkesine duyduğu öfkeyi Bernhard gibi küfür küfür dile döken bir yazar değil Moya. Yönelimleri ve temellendirmeleri örtüşebilir belki ama Horacio Castellanos Moya, öfkesini fiili olarak yansıtma derdinde daha çok. O nedenle romanlarında cinayetler çevresine yerleştirilmiş siyaset hep başrolde. Yazının girişinde de andığım Aynadaki Dişi Şeytan örnekse: Gizemli bir cinayetin ardından gelişen olaylar çevresinde ülkesi San Salvador’un iç savaş sonrası kaotik toplumsal dokusunda gayrimeşru ilişkilerden devasa boyutlu finans skandallarına karmaşık ve karanlık politik komplolara çarpıcı gözlemler içeren bir yolculuktu bu roman. Cinayetin sadece cinayet olmadığını hatırlatmasının yanında, egemen dünyaya karşı nitelikli bir salvoydu aynı zamanda. YILANLAR! Yazarın umarım yayımlanacak diğer romanlarını okudukça daha kapsamlı değerlendirmelerde bulunmak elbette mümkün olacak ancak an itibariyle yayımlanmış iki romanı bunları söylemeyi mümkün kılıyor. İki roman dedim, E Y L Ü L 2 0 1 5 yanlış değil. Çünkü geçtiğimiz günlerde Horacio Castellanos Moya’nın Türkçedeki ikinci romanı Yılanlarla Dans çıktı okur karşısına. Yılanlarla Dans’ın da özünde tıpkı Aynadaki Dişi Şeytan’da olduğu gibi sistemin temelinde yatan çarpıklıkları, öfke içinde ortaya dökme, yanında da bir başkaldırı yatıyor. Ancak yayımlanan bu yeni roman, Moya’nın gerçeğin sınırlarını zorlayan hayalgücünü de gösteriyor bize. Yılanlarla Dans, yaratılan gerçeküstü atmosferiyle “sistemin köküne kibrit suyu” dedirtmeyi amaçlıyor. Aslına baktığımızdaysa roman, hiç de böyle bir çıkışı yapacakmış gibi başlamıyor. Daha ilk sayfalardan karşımıza çıkan kahramanımız ve anlatıcımız Eduardo Sosa’nın, sokak sakinlerini artık rahatsız etmeye başlayan, camları kapalı halde günlerdir durduğu yerde durmasına karşın dilenci kılıklı araç sahibinin, gündüzleri elinde boş bir çuvalla çıkıp gece yine aynı çuvalla geri döndüğü sarı Chevrolet’nin gizemini ve ilgi çeken mukimini araştırma isteğiyle karşılaşıyoruz. Neden mi? Çünkü Eduardo Sosa, “Ben bu şahısla ilgili istihbarat toplayabilecek en uygun komşu sayılırdım,” diyor ve hemen ardından devam ediyor: “Bu zor zamanlarda doğru dürüst bir iş bulma umdundan yoksun, kız kardeşim ve kocasının dairesinde yaşıyordum. Ablamın Amerika’dan gönderdiği dolarlarla onlara sadece sembolik bir ücret ödüyordum. Sosyoloji eğitimimin iş bulma konusunda faydası yoktu. Bilgi ve birikimimi uygulayabileceğim son alan siyasete gelince bu, inandığım değerlere çok uzak düşen bir çalışma alanı olurdu. Zamanımın çoğunu evde gazete okuyarak ve televizyon seyrederek geçiriyordum.” Yani, romanda okuyacağımız her şey “işsizlikten”. Bunu bir kenara not alalım. Sonrasında ise olaylar hiç de bu durgun dahi diyebileceğimiz başlangıca paralel gelişmez. Eduardo Sosa, sarı Chevrolet’de yatıp kalkan adamın Jacinto Bustillo olduğunu, eşinden bir yasak gönül ilişkisi nedeniyle ayrıldığını, tüm varlığını kaybedip çöplerden bulduklarını çuvalına koyup satarak geçindiğini ve elinde kalan tek varlığı C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle