20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Hüner Tuncer’den: “Menderes Dönemi Dış Politika: Batı’nın Sözcüsü Türkiye” ‘Batı’ya bağlanmak Demokrat Parti’nin siyaset felsefesiydi’ Ülkemiz tarihinde kritik bir süreç, cumhuriyet devrimlerinden geri dönüşün başladığı bir dönem 19501960 arasındaki Demokrat Parti iktidarı. Bu dönemin iç politikası kadar dış politikasını bilmek de oldukça önemli. Bugünü anlama ve “komşularla sıfır sorun” diyen ancak “sıfır müttefik” durumuna gelen dış politikamızı daha iyi irdelemeye yardımcı olacak bir kitap “Menderes Dönemi Dış Politika”. Hüner Tuncer’le yeni kitabı üzerine bir söyleşi yaptık. r Şenol ÇARIK 9501960 arası, BayarMenderes döneminde dış politikada Atatürk’ün yolundan gidilmediğini ve ülkenin Batı’nın uydusu olarak konumlandığın belirtiyorsunuz kitabınızda. Nasıl böyle bir duruma getirildi Türkiye? 14 Mayıs 1950’teki genel seçimlerin sonucunda iktidara gelen Adnan Menderes’in başbakanlığındaki Demokrat Parti hükümetleri, Atatürk’ün dış politikada saptamış olduğu ilkelerden ayrılarak Türkiye’yi Batı’nın güdümüne soktu. Tam bağımsız yerine bağımlı, çağdaşlaşmayı hedef almak yerine Batı’nın körü körüne izinden gitmeyi amaç edinen, kendi gücüne dayanmak yerine büyük devletlerle ittifak kurmayı yeğleyen, ulusal çıkarları ön plana almak yerine Batı’nın ve özellikle ABD’nin çıkarlarına öncelik veren ve onurlu olmak yerine ödün üzerine ödün veren bir dış politika. Batı’ya bağlanmak, Demokrat Parti iktidarı için bir siyaset felsefesi olmuştu. “BATI’NIN KUCAĞINDA DIŞ POLİTİKA” İç ve dış politikada böyle bir durumda olan, “Batı güdümlü”, Türkiye’nin ekonomi ve maliyedeki durumu nasıldı? Menderes döneminde, Türkiye’nin ekonomisi tamamiyle ABD’ye bağımlıydı. Bu dönemde Menderes hükümetleri, Büyük Atatürk’ün yapmış olduğu gibi Türkiye’yi kendi kaynaklarıyla kalkındırmak yerine kolay olan yolu seçmiş, ABD’den aldığı askeri ve ekonomik yardımlarla ülkeyi kalkındırmaya çalışmıştı. Peki, ABD niçin Türkiye’ye yardım yapıyordu? Bunun öncelikli amacı NATO’nun, Türkiye üzerinden yapılacak olası bir Sovyet saldırısı yüzünden zarar görmesini engellemekti. Türkiye’nin, Sovyet saldırısını sünger gibi emmesi amaçlanıyordu. Güçsüz bir Türkiye bunu başaramazdı. Bu nedenledir ki Türk ordusunun güçlendirilmesi ve modernleştirilmesi gerekiyordu. Ayrıca ABD, Türkiye’nin siyasal ve ekonomik istikrar içinde olmasını, kendi çıkarları ve NATO’nun çıkarları açısından da gerekli görüyordu. Türkiye’nin Menderes dönemindeki ekonomik durumunu anlatırken hiç kuşkusuz, “kapitülasyonları hortlatan” iki yasadan söz etmeden geçemeyiz. S A Y F A 1 6 n 2 5 1 Bunlar, 1954’teki “Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu” ile yine aynı tarihli “Petrol Kanunu”ydu. Birinci yasayla Türk yatırımcılara tanınan tüm haklardan yabancı yatırımcıların da yararlanması, ikinci yasayla ise yabancı petrol şirketlerine Türk toprakları üzerinde petrol yatakları arama hakkının tanınması ve elde edilecek kârın Türkiye Cumhuriyeti ile yabancı petrol şirketi arasında yarı yarıya paylaşılması öngörülüyordu. 19501960 arası dönemde iktidarda olan Demokrat Parti hükümetleri, “Batı’nın kucağına oturarak” bir dış politika izlemeyi yeğlemişti. Ülkemizin “doğru yol”dan çıkışının 1950’de başladığını belirtiyorsunuz. Bazı çevreler ise sizin tabirinizle bu “yoldan çıkışın” Atatürk’ün vefatıyla birlikte başladığını söylüyor. Devrimlerden tavizler ve geriye dönüş hususunda bu tartışmaya ilişkin neler söylemek istersiniz? Türkiye’nin “doğru yol”dan çıkışını 1950’yle başlatıyorum. Atatürk’ün ölümünden sonra cumhurbaşkanlığına seçilen İsmet İnönü döneminde, İkinci Dünya Savaşı sonrasında savaştan zarar gören tüm Avrupa ülkeleri gibi savaşa girmemekle birlikte bunun sonuçlarından olumsuz etkilenen ülkemizin de ayakları üzerinde durabilmesi için ABD’nin askeri ve ekonomik yardımlarına gereksinmesi vardı. İşte bu çerçevede Türkiye, savaştan en güçlü çıkan devlet konumunda olan ABD’den askeri ve ekonomik yardım almaya karar vermişti. ABD’nin askeri ve ekonomik yardımlarından yararlanma, İnönü’nün kişisel tercihinden değil, savaş sonrası koşullarının Türkiye’ye dikte ettirdiği durumdan kaynaklanıyordu. İnönü, acaba bu politikasıyla Atatürk’ün “tam bağımsızlık” üzerine kurulu dış politikasından ayrılmış mıydı? Benim bu soruya yanıtım “hayır” olacaktır çünkü 193945 arası dünyada hüküm süren savaş koşulları, tüm dengeleri alt üst etmiş ve savaştan doğrudan ya da dolaylı olarak etkilenmiş devletler, savaş ertesinde olağanüstü önlemler almak zorunda kalmıştı. İşte Türkiye de bu devletlerden biri olarak savaşın hemen ertesindeki yıllarda kendisine yönelik Sovyet tehdidi karşısında, güvenliğini ABD’nin yanında yer almakla sağlayabileceği düşüncesiyle hareket etmişti. Türkiye’nin esas kırılma noktası NATO’ya üyeliğidir diyebilir miyiz? Türkiye niçin NATO’ya alınmak isteniyordu? Türkiye, kendini Batı dünyasının ayrılmaz bir parçası olarak görüyor ve 2 0 1 4 Batı’nın kurduğu her örgüte katılmayı bir gereklilik olarak değerlendiriyordu. Öte yandan Türkiye, kanımca kendine yönelik Sovyet tehdidini abartarak güvenliğini NATO çerçevesinde sağlamayı hedeflemişti. NATO’nun dışında kalmak, Demokrat Parti’yi, Türk demokrasisinin ve kendi iktidarının geleceği açısından kaygıya düşürüyordu. Türkiye’yi NATO’ya sokabilmek için Demokrat Parti iktidarı, ABD’ye, Türk topraklarında istediği üsleri kurma iznini vermekte tereddüt göstermemişti. Türkiye’yi NATO’nun üyesi olmaya iten bir diğer neden de İkinci Dünya Savaşı ertesinde uygulamaya konulan “Truman Doktrini” ve “Marshall Planı” çerçevesinde ABD’den aldığı askeri ve ekonomik yardımın, NATO’nun dışında kaldığı takdirde azalması kaygısıydı. Öte yandan Demokrat Parti yönetimi, NATO’nun üyesi olmayı, Türkiye’de henüz yeni kurulmuş olan demokrasi rejiminin geleceği ve kendi varlığının korunması açısından da yararlı görüyordu. Demokrat Parti iktidarı, Türkiye’yi Batı’ya bağlamadan savunduğu liberal ekonomi rejimini uygulamanın güç olacağı görüşündeydi. DP iktidarına ve Menderes’e baktığımızda siyasal İslamcı özelliğini görüyoruz. Bugünkü AKP iktidarı da tıpkı DP benzeri argümanlar kullanıyor diyebiliriz. Bu özellikleri itibarıyla sizce de her iki dönem birbirine benziyor mu? Türkiye’nin laiklikten giderek ayrılması ve dış politikada Batı’ya ve özellikle ABD’ye bağımlı bir dış politika izlemesi, Demokrat Parti hükümetleriyle başlar ve ne yazık ki DP’den sonra iktidara gelen hükümetler tarafından da sürdürülür. Bugünkü AKP iktidarının görüşleri ve felsefesi, büyük ölçüde Demokrat Parti döneminin görüşlerinden ve felsefesinden etkilendi. Bundan hiç kuşku duymuyorum. “TÜRKİYE’NİN BAĞIMSIZLIĞI AYAKLAR ALTINA ALINDI” Bu dönemde bir de ABD’yle yapılan ikili anlaşmalar var, biraz da bu anlaşmalar üzerinde durabilir miyiz? Menderes Hükümetleri, ABD ile imzaladıkları gizli anlaşmalarla ABD’ye, Türk toprakları üzerinde askeri üs ve tesis kurma hakkını tanımıştı. 195260 arası ABD’yle 54 ikili anlaşma imzalandı. Bu anlaşmalar, TBMM tarafından onaylanmamıştı. Bu anlaşmalarla, Türkiye’de doksanın üzerinde ABD tesisi kuruldu. ABD üslerinden en önemlisi, Adana’daki İncirlik hava üssüydü. İkili anlaşmalarla Türkiye’de geniş ve etkili bir Amerikan askeri varlığı ortaya çıkıyor ve ABD’li askeri personele tanınan ayrıcalıklar, Türk kamuoyunun tepkisine neden oluyordu. Örneğin, Amerikalı personelin resmi görevi sırasında işlediği suçlardan ötürü, Türk mahkemeleri tarafından yargılanması söz konusu değildi. Türkiye’de işlenen bir suçu yargılama yetkisi ABD’ye verilmişti. DP iktidarı, ABD’ye Türkiye topraklarında üs ve tesis kurma hakkını tanımakla “vatana ihanet” sayılabilecek bir davranışta bulunmuş ve Türkiye Cumhuriyeti’nin tam bağımsızlığını ayaklar altına almıştı. Demokrat Parti hükümetleri Ortadoğu’da nasıl bir politika izlemişti? DP hükümetleri, Ortadoğu’da ABD’nin girişimiyle gerçekleştirilen “Bağdat Paktı”nın oluşumunda öncü rolünü benimserken “Ortadoğu’yu komünist tehlikeden koruma” ve “Batı’nın çıkarlarını savunma” amaçlarıyla hareket etmiş ve Türkiye’nin ulusal çıkarlarını ön plana almak yerine, ABD’nin çıkarlarına öncelik tanımıştı. Öte yandan Türkiye, ABD’ye Ortadoğu devletlerinin içişlerine karışma olanağını tanıyan 1957 tarihli “Eisenhower Doktrini”ni kabul etmek suretiyle de ABD’ye, ülkesinin içişlerine karışma hakkını tanımıştı. Siyasal İslam’ın Batı’yla ve emperyalizmle bu kadar bağımlı politikalar izlemesini nedeni nedir? Kaynağını Menderes hükümetlerinden alan, dış yardıma ve dış borçlara dayalı bir dış politikanın günümüze değin sürdürülmesi, ülkemizin çağdaş bir devlet olmasını engelledi. Sizce Türkiye’nin dış politikada izlemesi gereken yol ne olmalı? Türkiye’nin, uluslararası toplulukta yeniden itibar sahibi olması isteniyorsa Atatürkçü dış politika çizgisinden ayrılmaması gerekir diye düşünüyorum. Tam bağımsız, Batılı devletlerin buyrukları doğrultusunda hareket etmeyen, kendine güvenen, gereksiz ödün vermeyen, ulusalcı ve onurlu bir dış politika izleyen hükümetlere bugün her zamankinden çok gereksinmemiz olduğunu hiç aklımızdan çıkarmayalım! n Menderes Dönemi Dış Politika: Batı’nın Sözcüsü Türkiye/ Hüner Tuncer/ Kaynak Yayınları/ 200 s. K İ T A P S A Y I 1284 E Y L Ü L C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle