19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA [email protected] [email protected] ÖYKÜCÜLERİMİZ ARASINDA17 “Kâğıt Gemiler”le çıkılan öykü yolculuğu… Ayşegül Çelik’in neredeyse bütün öykülerini enikonu bir halkbilgisiyle ilişki içinde geliştirdiği görülüyor. Öyküler bu nedenle halkın yaşamından süzülen birer tablo haline dönüşebiliyor kolayca. Anlatısında masalla söylen dilini öne çıkarması bunları daha görünür kılıyor. ibel K.Türker, Ayşegül Çelik… İlk öykü kitapları aynı tarihlerde yayımlanmış, neredeyse eşzamanlı olarak gün yüzüne çıkıp farklı türdeki verimleri kadar yaslandıkları alan zenginlikleriyle de dikkati çekmeyi başarmış iki öykücü… Öte yandan yazınsal çeşitlilik içinde verimlemeyi sürdüren yaşdaş iki Ankaralı. Sonda söyleyeceğimizi başta söylersek, Ayşegül Çelik de tıpkı Sibel K.Türker gibi hem Ankara’ya sunulmuş hem de Ankara’nın ülkeye sunduğu bir armağan… Ne var ki Sibel K.Türker, Ankara’yı, yazınsal açıdan gerek evren gerekse karakter olarak öyküleri kadar romanlarına da taşırken Ayşegül Çelik’in anlatılarında bu bağlamda Ankara yansımalarına hemen hiç rastlanmıyor… On yılı aşkın kitaplı yazarlığında üç öykü kitabıyla buluşturdu bizi Çelik: Korku ve Arkadaşı (2003/ Can, 2013), Şehper, Dehlizdeki Kuş (2008/ Can, 2013), Kâğıt Gemiler (2010/ Can, 2013)… Geçen haftalarda üzerinde durduğum bir yaşamöyküsel anlatısı da var ayrıca yazarın: Ölmeyi Bilen Adam/ Muhsin Ertuğrul (Can, 2013). Her öykü kitabına birer giriş, bitiriş metni ekleyen yazar, ilkinde “cinneti kendinden uzakta bil(en)” insanlar için kulağa küpe yapılabilecek şu kilit tümceyi getiriyor önümüze: “Eğer baksalardı, öykülerden tanıdıkları acıların kendi aynalarında biriktiğini ve o aynalarda kendi suretlerinin durduğunu göreceklerdi.” İkincisinde, “köşe bucak her yer(in), yazılmayı bekleyen hikâyelerle dolu” olduğunu söyleyecektir Ayşegül, ilkinden kalkarak bunun bir süreği biçiminde. Bu bağlamda onun öykülerinin, bir dizi gezgin, yanı sıra çılgın ruhun, kâğıt gemilerle yıllar önce çıktığı yolculuktan ibaret olduğu kestirilebilir kolayca. Sonuncu kitabındaki giriş metninde, “bu satırların yazanı bir kadındır” diyen kallavi sesten sonra şu eklentiyi de anmak gerekiyor: “Çünkü doğduğum günden beri öykülerden, masallardan başka bir şey yok aklımda.” Gelin o halde, yeryüzünü kaplamış şu tuhaf mahlukun yani insanın cinnetleri, acıları ile yoğrulmuş bir isyancı yazarın öykülerinden içeri adım atalım birlikte… BİR ÖYKÜYÜ BİN YÜZÜYLE BİÇİMLEYEBİLMEK… Ayşegül Çelik’in, herhangi öykünün, tek bir anlatı biçiminde sınırlandırılıp daraltılamayacağı düşüncesinde yazar konumu S A Y F A 1 0 n 22 S sergilediği ileri sürülebilir söz konusu üç kitaba dağılmış örnekler göz önünde tutulduğunda. Bu doğrultuda yazarın, olgusal gerçekliği yazınsal gerçekliğe dönüştürürken bunun açılara ya da bakışa göre farklılıklar sergileyeceği gibisinden bir kanı taşıdığı da öngörülebilir ayrıca. Nitekim her kitapta taşıyıcı, aktarıcı ayak konumundaki giriş çıkış metinlerine ek olarak yazarın farklı karakterlerle ya da öyküler arasında gezinerek, aynı anlatı içinde birbiri üzerine binmiş izleksel gölgeler aracılığıyla buna sürekli katkı verdiği de görülmüyor değil. Sözgelimi Korku ve Arkadaşı’nda renklerle sesler, düşlerle evrenler birbirlerini beslerken örneğin Şenlikçi ile eşlikçisi birer taşıyıcı elbette. Ayrıca bunların, yanı sıra öteki kitaplara yayılmış öykülerdeki farklı kişilerle öğele kaçınıyor. Bu durumda uçlara dek uzanılırken sınırlarda dolanmanın da öyküleri olacaktır bunlar. Geçirgenliklerin, girişmelerle katışmaların ya da kopuşun, bir türlü buluşamayışın, bir yerli veya bir yere ait olamayışın öyküleri yani… Ancak yazar, anlatarak değil, düşünsel, imgesel ipuçları sererek yakalatıyor öyküyü. Saltık anlamda değer yansıtan öyküler böyle çıkıyor ortaya. Kendine güvenen yazar için bir öykünün temel sığınağı alımlayıcının birikimsel bilinci çünkü. Sibel K.Türker’in tutumuna benzer biçimde Ayşegül Çelik’te de öykü yazımına, yazmaya yönelik anlatıcı tutumlarıyla karşılaşılıyor. Aynı şekilde imgelerin at koşturduğu, şiir atının doludizgin yol aldığı bir anlatı çağının ardılı oldukları gözleniyor iki yazarın da. Bütün bu saptamaların ardından bağlamlı birer öykü çıkardığı ileri sürülebilir yazarın, her kezinde karşımıza… Kıpkısa bir anda bir tiryakilik yaratmayı başaran yazar, bağlamlı öyküleri aracılığıyla uygarlığa, insanlığa yönelik kendi örüntüsünü de kurduruyor böylece okura… ÖYKÜDE HALKBİLGİSİNDEN SIZAN YAZINSALLIK… Ayşegül Çelik’in neredeyse bütün öykülerini enikonu bir halkbilgisiyle ilişki içinde geliştirdiği görülüyor. Öyküler bu getiriyor yazar. Ayşegül’ün yazınsal metne giydirdiği (içirdiği mi demeliyim yoksa) dramatik oluntuyla bu, zaten kanat taşıyan anlatıyı yükselterek adeta film veya oyun izleniyorcasına, daha doğrusu herkesin hep birlikte katıldığı bir seyirlik oyunun etkin bütünlüğündeki eylemliliğe, bir ritüelin topluca yaşanılmasını sağlayan düzeye ulaştırıyor. Bütün bunlar, halk ekinine dayandığı için ayrıca ciddi okuma zenginliği yaratarak önemli ölçüde bir artalan derinliği de oluşturuyor. Böyle olunca halk bilgeliğinin beslendiği gizemli yeraltı kaynakları da enikonu ortaya seriliyor. İnsanların yaşadığı kötücüllük, geleceğe yönelik karamsarlık, bireysel toplumsal kaygı tüm edimleri etkileyen yönlendirici olup çıkıyor. Bir yanı derin aşklarda da olsa, ölümcül korkularla sarmaş dolaş bir yaşam gerçekliği metinlerde kendine başlı başına yer açıyor. Gerek yaşamsal gerekse yazınsal açıdan bağlayıcı temel öğe anlamında kadın varlığın, öykü evrenleriyle kişiler arasında derin, çok katmanlı, etkileyici, ötesinde belirleyici bir işlevsellik taşıdığı da görülüyor açık biçimde. Bu arada alınıp verilen kadınlarla çocuk kadınların da, birer hüzün yumağı halinde okuru karşılayıp kuşattığını ekleyeyim… ÖYKÜNÜN YAZARLIĞINI ÇOK YÖNLÜLÜKLE BESLEMEK Şiirden gelenlerin ya da şiirle içlidışlı olanların düzyazıyla ilişkileri farklı bir zenginlik taşıyor, hatta alabildiğine çağıltılı bir akış yansıtıyor, soy yazıncılarda gözlenen tutumun ardıllığını da kolayca yakıştırabiliyorlar kendilerine. Ayşegül Çelik de bu bağlamda örnek oluşturan bir öykücü. Nitekim Kâğıt Gemiler’i, yüreğiniz gümbürdeyerek okuyorsunuz. Ulaştığı artalan yoğunluğuyla alabildiğine etkileyici öyküler çıkarıyor karşımıza yazar. İnsanı, kültürlerarasılık olgusuna da girdiren verimler bunlar. Bu yolla bir büyük kutsal ruh da gezindiriyor adeta öykülerinde yazar. Ötekileştirip bir kıyıya atmayan evrensel sevgi dilinin, bütün olumsuzlukların üstesinden gelerek bunu başaracağına inanan yaklaşımla üstelik… Bundan ötürü mıh gibi usa çakılıp kalıyor son öyküler demetindeki anlatılar. Çünkü insanı ağlatacak denli acılı, sevinç gözyaşları döktürecek kertede ışık kıpranışlarıyla dolu bunlar… Sözgelimi “Gökteki Kara Boncuk” başlıklı öykü, çocuk genç okurlara dönük okuma kitaplarına alınacak anlatı bağlamında örneklenebilir pekâlâ. İlk iki yapıtını okuduktan sonra yazarın, üçüncü öyküler toplamında birden fırlayıp yerleştiği yükseklik karşısında enikonu şaşırıyor insan. Bu öyküleri okurken bir çalımcık da olsa, yer yer Onat Kutlar’ı, onun İshak’ını (1959) anımsamadan edemiyorsunuz. Bir büyülü kutsal kitap havasında insanda unutulmayacak, her zaman değerini koruyacak yapıt algısı uyandıran öyküler toplamından oluşuyor çünkü Kâğıt Gemiler. Bu nedenle bütün öyküseverler, öykücüler bu reyhan yaprağı altından fışkırıvermiş öykü ormanına dalarak ceylanlarla kaplanların birlikte su içtiği ırmağa ruhunu uzatabilmeli… n K İ T A P S A Y I 1266 rin de (Şenlikçi, sınır, kuyu, Ceylan, deniz, göçerlik vb.) taşıdıkları değerlerle söz konusu öykülere birer viyadük oldukları, ötesinde anaörge (leitmotiv) konumu kazandırdıkları öne sürülebilir bana göre… Halk masalları, anlatılarıyla söylenlerden beslenen, rüyalarla, düşlerle ilerleyen, olgularla gerçeküstüyle sarmalanıp düşlemlerle yol alan öyküler toplamı oldukları da kestirilebilir bu verimlerin. Ama bütün bunlara asıl değerini yükleyen kişi yine de okur elbette. Okuma eyleminde, yazarın kurdurmak istediklerini yapıp çatan hep okur bir bakıma. Bu çerçevede yazar, bir duygu özdeşliğine yol açsa da öykülerinde, bunları yine de farklı kurmalar halinde karşımıza çıkarmak için çabalıyor görebildiğimce. Böylelikle birbiri içinden türemiş gibi duruş sergileyen yaklaşımlardan alabildiğine 2014 nedenle halkın yaşamından süzülen birer tablo haline dönüşebiliyor kolayca. Anlatısında masalla söylen dilini öne çıkarması bunları daha görünür kılıyor. Onun öykülerinde budunbilimsel değerlere, verilere dayalı böyle bir harmanlamanın okur için de büyük zenginliklere kapı aralayan anlatı geçeneği olduğu ortada. Kimileyin öykülerden yayılan etkileyici, müthiş havanın da bu yönde gerçekleştirilen farklı yoğrulmalarla ortaya çıktığını kestirmek güç olmasa gerek. Çünkü yazar, aynı zamanda yaşantısal olguların derinlerinde öylece yattığı halde kımıldamadan duran dramatik yanları ortaya çıkarıp işlemede, bunu öyküye yayıp geliştirmede doğrusu büyük hüner sergiliyor. Kaldı ki öyküyü, neredeyse bir dramatik sanat örneğine dönüştürüp öyle önümüze M A Y I S C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle