Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
¥ ğildir. Marksizmi, partiyi TKP ’ye, antiemperyalist/bağımsızlıkçı duruşu onu Kemalizme ve Üçüncü Dünya Ülkelerine, parlamenter meşruiyetini koruma zorunluluğu, devrin etkili akımı Avrupa Komünizmine yaklaştıracaktır. Üstelik TİP’in kurucu başkanı Mehmet Ali Aybar ihtilalci yöntemlere başvurmadan demokratik seçimle iktidara gelmenin erdemlerine gerçekten inanmaktadır.** (s.2460). Türkiye’nin düştüğü yarı sömürge durumunda TİP’in söyleminde iki kavram ağırlık kazanacaktır: Kuvayı Milliye Ruhu ve İkinci Kurtuluş Savaşı. Yazar, bu bölümde, yanlış anlaşılmaya yatkın, çoğu kez de yanlış anlaşılan, belki taraflarca kasten çarpıtılan iki hassas konuyu açıklığa kavuşturur: Birisi, TİP’in ilerici askerle yukarıda değindiğim kısmi amaç birliği ve bu birliğe rağmen çelişkisi; diğeri ise TİP’in Kemalizm ile olan ilişkisidir. Yazarın çözümlemesi berraktır: TİP Kemalizmi asla reddetmez, Kemalizmin antiemperyalist ve antifeodal mirasını TKP gibi tamamen sahiplenir; bu aşamaya gelememiş bir toplumda sosyalist düzenin kurulamayacağının farkındadır; ancak Kemalizm ile de asla yetinmez. “Kemalizmin modernleşme projesi Türk sosyalist ve komünistlerinin asgari programını oluşturmaktaydı.” (s.45). Asgari sözcüğüne dikkat! Yazarımız, Murat Belge’nin “Türkiye’nin iç dinamikleri, yeni yeşeren sosyalizmi Kemalizmin sınırları içinde asimile etti” tezine karşı çıkar. TİP programı ve yöneticileri –partinin kurucu başkanı Mehmet Ali Aybar’ın Kemalizmi tarihsel koşulları içinde sol bir ideoloji olarak tanımlaması (bu tezi ilk olarak Atillâ İlhan’ın ortaya attığını sanan gençlerin dikkatine sunulur) ve Mustafa Kemal Atatürk’e olan hayranlığı ile birlikte ve bunlara rağmen Kemalizmin kurumlaşma aşamasındaki açmazının farkındadır: TİP’in ikinci genel başkanı Behice Boran, “Cumhuriyet döneminin nesnel ve öznel koşulları nedeniyle doğan bürokratik burjuvazinin Kurtuluş Savaşı’ndaki devrimci duruşundan geri adım atarak sınıfının ideolojik sınırlarına doğru geri çekilmiş” olduğunu açıkça vurgular (s.45). sındaki dünya sosyalist hareketleri bu iki çelişkinin kucağında mücadele ettiler, başarı kazandılar ya da yenildiler. TİP’in dış politika mücadelesi hayret verici bir başarının öyküsüdür. Serpil Çelenk Güvenç kitabının ikinci bölümünü bu mücadeleye ayırmıştır. ABD ile yapılmış ikili anlaşmaların kıskacında boğulmuş, ABD ve Batı Avrupa’nın güvenliği için tehlikeye açık hale getirilmiş Türkiye’nin*** bağımsızlığını yeniden kazanma mücadelesidir bu ve TBMM’yi hallaç pamuğu gibi atabilen 15 TİP milletvekilinin yükselttiği muhalefetin ayrıntılarını ve aşamalarını okumak heyecan vericidir. Okur şunu idrak etmektedir: 1980’lerden beri, Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri dikensiz gül bahçesinde ülkeyi idare etmekte ya da edememektedirler. Meclis’te muhalefetin esamisi okunmamaktadır! Muhalefet milletvekili olmanın ne Değişen dünya koşullarında daha da kötü duruma düşmemek. En kötü şer olan ehveni şer’e teslim olmak. İnsanlarımızın sanki beyinleri dumura uğramış, değişen dünya koşullarında kendimize uygun bir çare yaratabilmekten umudu kesmişiz; bunun adı da milli politika ve ulusal çıkarlar olmuş! Kimin çıkarlarıdır söz konusu olan? Ulusun mu belli bir kesimin mi? Gelin de Behice Boran’ın yukarıdaki saptamasına hak vermeyin! Ne yazık ki bugün ülkeyi ve parlamentoyu silkeleyecek bir TİP muhalefeti yok! Yapıtın üçüncü bölümü TİP’in Kıbrıs konusundaki görüşlerini inceler ve sonuçta benimsediği ulusçu politikayı eleştirir. Yapıt, zihnimi hep kurcalamış olan hassas bir konuya parmak basar: İkinci Dünya Savaşı’nın ertesinde, kimi Rumlar, adada hüküm süren İngiliz emperyalizmine baş kaldırır öte kendi güvenliği adına tedirgindir. (Atatürk, “Bu adaya dikkat ediniz” diyerek adanın Türkiye açısından stratejik önemine dikkat çekmiştir. Bkn. Hüner Tuncer, Kıbrıs Sarmalı, Ümit Yayıncılık, 2005) Yazarımız TKP nin TİP’e göre daha barışçı bir tutum sergilediğini belirtirken, ilginç bir çelişkiyi da gündeme getirir: Kemalizm ile Marksizm arasında yer alan YÖN hareketi barışçıl seçenekleri, TİP’ten daha hararetle öne sürmektedir (s.182). Bu arada, yazarımızın ANT dergisinden alıntıladığı bir makalenin bugünkü genel duruma işaret eden öngörüsü gerçekten dikkat çekicidir (s. 18485): Bu makalede, askeri çözümün başarılı olsa bile soncul çözümü getiremeyeceği şu sözlerle vurgulanmaktadır: “…. Amerikan politikasının dümen suyunda giden ve silahlı kuvvetlerini NATO kanalıyla Amerikan generallerinin emrine vermiş olan iktidar, er geç ricat etmek zorunda kalacaktır.” DERİN UÇURUMUN KIYISINDA TİP’ in askeri çözümü savunması, ilkesel olarak eleştirilebilse bile, kanımca AKEL’in seçimini Enosis’ten (Yunanistan’a ilhak olma) yana yapmasından itibaren TİP’in önünde başka bir seçenek kalmamıştır ve TKP’nin bu bağlamdaki barışçılığı da gerçekçi olamamaktadır. Benzerliklere olduğu kadar benzemezliklere de dikkat etmeyen aceleci bir yorumcu, TİP’in asla vazgeçmediği sınıfsal bakış açısını ve sosyalizmin gerçekleştirilmesine tanıdığı önceliği unutup, bütün bu olup biteni, TİP’in siyaset sahnesinde söz sahibi olmasını kolaylaştırıcı etkilerden biri olan Kıbrıs konusunda ödediği diyet olarak bile yorumlayabilir. Oysa meseleye, özellikle Batı emperyalizminin ağırlığını koyduğu konularda sosyalizmin vatan sorunsalının geniş çerçevesinden yaklaşmak herhalde daha doğrudur. Gelişmekte olan ülkelerin, ulusların kardeşlik ülküsüne birincil önceliği tanıyan sosyalistleri kendilerini sık sık Büyük Sömürücünün küçük ortağı ya da aracı konumunda bulabilirler. Tersine bir durum ise, onları kendi ülkelerinin hoşgörüsüz unsurlarının yanına itebilir. TİP işte gergin ipte yürüyen akrobatın dengesini andıran bu durumda mücadelesini vermiştir ve “...yetersizliklerine ve sınırlamaların karşın ülkenin siyasal dilinde sosyalist söylemin meşrulaştırılması ve sosyalist pratiğin yayılması konularında son derece değerli katkıları olmuştur.” (s. 20) Neoliberalizmin, başka bir deyişle Yeni Dünya Düzeninin insanlığı getirip bıraktığı ekonomik ve sosyal krizin derin uçurumunun kıyısında, sosyalizm gerçekten de “Nesnel olarak belki de her zamankinden daha çok gündemdedir” (s.7). Fakat, öyle midir? Peki, neden öyle değildir? Niçin dünyanın ve ülkemizin düşünen kafaları sosyalizmin çelişkilerini aşmak için kafa yoracakları yerde, eskilerin deyişiyle abesle iştigal etmektedirler? Kitlesel ve bireysel belleklerde oyulmuş olan boşlukların bu yönsüzlükteki etkisi nedir? Serpil Çelenk Güvenç haklıdır, geçmişi unutmak ve/veya unutturmak ne hakkımızdır ne de çıkar yol. Kat ettiğimiz yolları bilmezsek, nerede durduğumuzu bilemeyiz; yolumuzu hepten yitirmek kaderimiz olur.? Solun Merceğinden Dış Politika, TİP Deneyimi 19601970 Dönemi/ Serpil Çelenk Güvenç/ Daktylos Yayınevi/ 2008/ 295 s. * Burada, bir anımı nakletmeden geçemeyeceğim: Namlı bir üniversitemizde, uluslararası bir kongreyi izliyorum. ABD’li araştırmacı Orta Asya uluslarındaki kadın profilinin niçin diğer Müslüman Asya ülkelerinden daha farklı, daha özgüvenli, daha aydın olduğunu tarihi karış karış inceleyerek irdeliyor da, 1917 devrimine tek sözcükle olsun değinmiyor! ** Bu yazının genç okuru için not: 1960’lar ve 1970’lerde Batı Avrupa komünist partileri gerçekten de genel ve yerel seçimlerde başarılıydı. *** Türkiye’de sergilenen “ABD işgali” manzaralarını, geç çocukluk ve ilk gençlik dönemlerimden gayet iyi anımsamaktayım. SAYFA 15 Serpil Çelenk Güvenç, 60’lı, 70’li yılların sosyal bilimcilerin, dolayısıyla genç kuşakların belleğinden silinmekte olduğu izlenimine kapıldığı için girişmiş bu işe... GENÇLERİN KAFA KARIŞIKLIĞI Sanırım, kitabında yazarın ve burada benim bu konunun üstünde durmamızın nedeni, günümüz gençlerinde tanık olduğumuz kafa karışıklığıdır. 1960’ların sosyalistleri ve komünistleri ile, Yeni Dünya Düzeni döneminin kimi solcuları arasındaki fark, birincilerin Kemalizmin kazanımlarının korunmaması halinde emperyalizmin sömürgesi durumuna ve dinci/feodal bağnazlığın kucağına düşüleceğini ve sosyalizmin büsbütün hayal olacağını bilmeleri, ikincilerin ise Kemalizmi bütün kötülüklerin anası olarak bellemeleridir. Serpil Çelenk Güvenç’in çalışmasından ve diğer çalışmalardan edindiğim kişisel izlenime göre, bizim sosyalist akımlarımızın ve bizim gibi sosyal ve teknolojik gelişimini ileri aşamalara yükseltememiş diğer ülkelerin sosyalizm çabalarının esas dramı, öncü rolünü yüklenebilecek güçlü bir işçi sınıfının yokluğunda, diğer sınıflarla nasıl ve hangi ölçüde işbirliğine gidileceği sorunsalıdır; kanımca pratikteki başarısızlıkları ve ideolojideki ayrılıkları yaratan da çözülememiş bu durumdur. Sosyalizmin bir yumuşak karnının daha olduğunu düşünüyorum: Bu da sosyal ve teknolojik gelişmenin, eğitimden ve refahtan pay almanın vatansız proletaryayı vatanın asıl sahipleri arasına sokmasıdır. Aslında övünülecek bir başarıdır bu; ancak diğer uluslarla kardeşlik ülküsü ne olacaktır? Yazarımız bu çelişkiye, Galissot’dan yaptığı alıntıyla parmak basar:“Tarihsel evrimin gerçek akışı işçilerin vatanı olmadığı iddiasını yadsımıştır.” (s.51) Peki bu durumda ne yapalım, insanlığı iliklerine kadar sömüren uluslararası sermayenin sınır tanımazlığını, insanlığın kardeşliği olarak takdim edip hem kendimizi hem başkalarını mı aldatalım? TİP dahil, 20. yüzyılın ikinci yarıCUMHURİYET KİTAP SAYI 990 denli çalışkanlık, gayret, yüreklilik, fedakârlık, ve ilkeli davranış talep ettiği konusunda I5 TİP’li milletvekilinden alınacak sayısız ders vardır. 196569 döneminde TİP milletvekillerini bu kadar zora koşan nedir? Karşılarındaki herkesin ya da kimi kez yanlarında gibi duranların (örneğin CHP) NATO’ya, antikomünist Batı ittifakına iman etmiş olması! Türkiye Cumhuriyeti’nin elini kolunu bağlayan, sanayisini geliştirmesini engelleyen, özsavunu reflekslerini dahi donduran, onu kendi tarihiyle çelişkiye düşüren, onu Üçüncü Dünya’nın dostluğundan eden bu sözcüğün tam anlamıyla gayri mili duruma, sadece NATO’ya değil, ikili anlaşmalara, ABD’nin sayısız üslerine teslim olma zavallılığına Kemalist bürokrasi nasıl gelebilmiştir? Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün bize mirası bu mudur? Kurtuluş Savaşı bunun için mi dövüşülmüştür? Yazarımızın, Mümtaz Soysal’ın herhalde müstehzi ifadesi aracılığıyla bize ilettiğine göre, bu gerçekten de milli bir duruştur, çünkü karşı çıkanı yoktur (s.102)! TİP’ten başka! TİP kamuoyunu yanına çekmeyi başarmıştır. Ve Türkiye Cumhuriyeti hükümeti, ABD ile yapılmış gizli anlaşmaları önce OSİA adı altında birleştirmek, sonra da OSİA’yı tek taraflı feshetmek durumunda kalır (s.94)! Hem kimin başkanlığındaki hükümet yapar bunu? Sağın kalesi, ABD dostu Sayın Süleyman Demirel’in! Onur, TİP’e aittir. Sorumu yinelemek istiyorum? Bağımsız, onurlu Türkiye Cumhuriyetinin yurtsever bürokrasisi nasıl hâlâ sürdürdüğü bu edilgen, ödüncü duruma düşmüştür? Sorunun –benim zihnimde ‘kolay kazancı huy edinmiş iş çevrelerinin tutumundan ötürü’ den başka bir yanıtı yoktur. NATO’dan çıkamama konusunda dile getirilen göstermelik sebepler , bugün AB’den vazgeçememe konusunda ileri sürülenlerden farklı değildir: ken, Türkler onları yalnız bırakmıştır. Rumlarla ortak bir kültürü ve aidiyeti paylaştıklarını savunan bugünkü kimi Türk asıllı Kıbrıslıların bu konuyu hiç düşünüp düşünmediklerini, düşündülerse ne açıklama bulduklarını doğrusu kişisel olarak çok merak ediyorum. Yazarımızdan öğrendiğimize göre, Kıbrıs’ın Komünist Akel Partisi kuruluşunda Rum kesiminin değil, Kıbrıs’ın partisidir ve Türk üyeleri vardır; ve ne acıdır ki bu üyeler katledilmiştir... (s. 149). Yazarımız Batı dünyasının Kıbrıs ilgisinin nedenini ve adada halen mevcut ve niyeyse hiç sözü edilmeyen güçlü ve yaygın İngiliz askeri üslerinin sebebi mevcudiyetini belgelere dayanarak açıkça ortaya koyar. İngiltere başbakanı Eden şöyle der: “Kıbrıs yoksa, petrol tedarikimizi koruyacak belirli kolaylıklar da yoktur. Petrol yoksa İngiltere’de açlık ve işsizlik vardır. İşte durum bu kadar basittir.” (s.146) Batı emperyalizminin duruşunu kavramadan Kıbrıs çıkmazını çözümleyebilmek mümkün değildir. TİP’in Kıbrıs konusunda gönlünde yatan aslan bellidir: Askeri üslerin olmadığı, bağımsız ve federatif bir Kıbrıs devleti (s.177). Sosyalistçe ve barışçı bir tutumdur bu. Ama fiili durum TİP’in tutumunu sürdürmesini engelleyecektir. 1963 yılının kanlı Noel’inde yirmi dört Kıbrıslı Türk’ün Kıbrıs Rumlarının tedhiş örgütü EOKA tarafından katledilmesiyle başlayan uzun ve kanlı süreçte, Yunanistan’ın adayı ilhaka yönelik açık politikası, ABD ve İngiltere’nin Türkiye’ye uyguladığı emperyalist baskılar ve AKEL’in önce söylem, sonra eylem olarak EOKA ile bütünleşmesi, TİP’in Kıbrıs’a askeri müdahaleyi destekleyen bir tutum benimsemesine yol açacaktır (s.174175). Adanın Yunanistan’ın bir parçası olma ihtimali, ada üzerinde Türkiye’nin tüm denetim imkânlarını yitirmesi anlamına geleceği için, Türkiye soydaşlarının katlinden