29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

D içbir dil gökten inmedi. Dili oluşturan, insanın yaratıcı gücüdür. Türkçenin emekleme çağında daha kuralları yerleşmemişti, sözcükleri yeterli değildi. Yaşama koşulları değiştikçe dil de buna uyarak gelişme gösterdi. Sözlüklerde yer alan yeni bir sözcük çıplak sayılır. Onu anlamla kuşatmak, yaşamaya alıştırmak edebiyatçının sorumluluğuna kalmıştır. Belki bir yazar, öykü kahramanının ağzına yakıştırmıştır o sözcüğü. Belki bir ozan, o sözcüğe dizesinde yeni bir duyarlık kazandırmıştır. Sözlüklerdeki ölü sözcükler o zaman yaşamaya başlar. Hiçbir sözcüğün özel bir gücü yoktur. Önce şiire alışan sözcük, sonra dilimizde yaşamaya başlar, sözlüklerin tozlu karanlığından kurtulur. Fazıl Hüsnü Dağlarca şiirin akıl işi olduğunu anladıktan sonra Türkçenin gücünü şiirde sınamanın bilincine varmıştır. eğinmeler MUSTAFA ŞERİF ONARAN Türkçenin gücü şiirde duyarlık kazanır “Çoban demiş dağ ışısın Kendini yakmış o gece Yavaşça uyanmış ölü Bir yıldız akmış o gece.” Yunus Emre gibi, Şeyh Galip gibi Türkçenin inceliklerini bilen ozanlardan el almadan şiirin gizlerine varmak kolay olur mu? Şeyh Galip’i anlamanın ilk adımı aruz ölçüsünü bilmekten geçer. Dağlarca, daha Kuleli Lisesi’nde öğrenci iken, Yusuf Ziya Ortaç’ın okuduğu şiirdeki aruz yanlışını göstermek aldırmazlığı içindeydi. Aruz ölçüsü, ölçüsüz şiirin dizesindeki ses uyumunu kolaylaştırabilir. Dağlarca “Hüsn ü Aşk” mesnevisindeki aruz ölçüsünü kullanarak Şeyh Galip’e çiçekler sunmuştu: “Sevdim seni, ayrı ayrı sevdim Gövdende, sesinde, yokluğunda.” Burada cinsel ilişkiden soyut seviye doğru, sevi ilişkisinin değişik boyutlarını görmek olanağı var. Dağlarca, saklı tutulan bir sevinin gücüne inanan bir ozandı: “Sen sakladığım o sevgisin ki Tanrım bile görmeden seviştik.” Görülüyor ki Dağlarca Türkçenin gücünü aruz ölçüsünde kolaylıkla sınamasını bilmiştir. Ama böyle bir ustalığa varmak Türkçenin inceliklerini bilmeyi gerektirir. Türkçenin gücüne inanmayan ozanlar o inceliklerin ayrımına bile varamaz. DAĞLARCA ŞİİRİNİN SINIRSIZLIĞI Doğanın yakınlığından evrenin uzaklığına, doğumun sıcaklığından ölümün soğukluğuna, sevi sevincinden sevisizlik üzgünlüğüne dek Dağlarca’nın sözcüklerle kuşattığı bir şiir ortamı var. O, şiire dar açıdan bakmıyor. Onun sözcükleri “İmin Yürüyüşü”nü izliyor, uzaklarla giyiniyor. Çocuklarda bile bir bilgelik görüyor. Türkçenin gücü bu sonsuz evreni anlatmaya yeter mi? Hele çıplak sözcükler daha yeterince anlam derinliği kazanmamışken o soyut belirsizliği açıklamak olanağı bulunabilir mi? Ama Dağlarca diyor ki: “Ozanların kaç dil bildiğini Bilemez Tanrı bile.” Dil içinden yeni bir dil çıkarmayı bilen ozan kendini Tanrı’yla karşılaştırıyor: “O İşinin ozanı Ben Tanrısıyım İşimin.” Şiir ayrıntıdadır; mutluluğun nerden geldiğini kestiremediğimiz ayrıntıda. Dağlarca, akıl yoluyla sözcüklerin gücünü görüyor, bir ışık sızıntısının izinde arıyor mutluluğu: “En küçük bir otun İçinden sızan ışık mı ne Gündüzü Mutlu kılan.” Ama bir bilinmezden gelip bir başka bilinmeze göçerken yaşamanın anlamını seziyor muyuz? Sözcükler olmasa neye inanacağız, neye tutunacağız? İnsan ilişkilerindeki sonsuzlukta yaşama serüvenimizin tanığı sözcükler değil mi? Dağlarca gibi bir ozan Türkçenin gücünü sözcüklerin dizede duruşunda arar. Dizede anıt gibi duran sözcükler Türkçenin gücünü gösterir. ÖNCÜ BİR OZAN Doğan Aksan’ın tanımıyla söylemek gerekirse, “Dil, Şu Büyülü Düzen”, sonsuza dek yankılanacak. O sonsuzlukta belki kimse tanımaz birbirini. Ama sesler değişmeyecektir. Sözler hep genç kalacaktır. Belki de Dağlarca’nın ölüme direnmesini kolaylaştıran Türkçenin gücünü şiirde sınamasıydı. Şiirde yaşamayan sözcüklerin sözlüklere çekilmesi, sürekli kış uykusuna dalmak gibidir. Dağlarca Türkçenin gücüne inanan öncü bir ozandı. Nice genç ozanlar, bir çağsama içinde, eski sözcüklerin özlemini duyuyorlar. Şiirin kapsamını daraltıp sevi ilişkisiyle sınırlı tutunca, eski sözcüklere sığınmanın yeterli olacağını umuyorlar. Oysa değişen toplumda sevi ilişkileri de yeni boyutlar kazanıyor. Değişen ilişkiler dilini arıyor. Her sözcüğün kendine göre bir yaşama serüveni var. Bir de bakarsınız yeni bir sözcük bile yavaşça çekilip gitmiş şiirden. Eski sözcüklerin unutulmasını doğal karşılamalı. Dağlarca, düşlem gücünde, o eski sözcüklerin yakınmalarını duyuyor: “Sorar birbirine Türkçenin eski sözcükleri Eskiden yazılmış yapıtlarda gün ağarana dek Niçin kapatıldık kaldık diye Neden yollar boyu dolaşamıyoruz diye.” Bilim yaşamayı kolaylaştırabilir. Yaşamanın kolaylaşması uzakları yakınlaştıran hızlı bir akışı da birlikte getirir. Oysa içimizdeki yavaşlıkla bu hız çelişmektedir. Dilbilimciler, bu çelişkinin dile nasıl yansıdığını inceleyebilmiş midir? Belki de eskiyen dille yazılmış bir şiir içimizin yavaşlığıyla örtüşüyor. Düzyazı diline özen gösterilerek o yavaşlık açılsa da, yeni bir dile duyarlık kazandırmak ancak şiir dilinin işlenmesiyle olur. Devrimci bir anlayışla dili değiştirmek kolay değildir. Yerini bulmayan sözcükler ölü sayılır. Dil, kullanıldıkça işlerlik kazanır. Fazıl Hüsnü Dağlarca, usanmaz bir sabırla, 50 yıldır Türkçenin gücünü şiirde sınamayı sürdürüyor. Çağdaş Türk şiirinin önünü açan bir çalışmadır bu! Kuşkusuz nice genç ozan alıştığı kimi yaşlı sözcüklerden kendini kurtaramayacak, o sözcükleri, eski bir anıya gülümseyen, geçmişle bağ kuran sözcükler olarak düşünecektir. Ama çağdaş Türk şiirinde yeni bir şiir dili gelişmeye başlamışsa, bunda Dağlarca’nın etkisi unutulmamalıdır. Kuşkusuz Türkçenin gücünü kanıtlamak için şiir dar bir alandır. Hem de uygulamanın kolay olmadığı bir alan. Bilim, din, hukuk alanlarında Türkçenin gücünü göstermek için emek isteyen çalışmaların sürdürülmesi gerekecektir. Üstelik bu çalışmalar biçem özelliği de gerektirmez. Türkçenin gücünü edebiyatta, özellikle şiirde sınamak gerekecektir. Yeryüzünün en eski dillerinden biri olan Türkçe, o zaman ölümsüz bir güç kazanacaktır. ? Bu sayfayla iletişim kurabilmek için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz: H “TÜRKÇE KATINDA YAŞAMAK” Dağlarca şöyle düşünüyordu: “Eskiden yayımlanmış yapıtlarımda bile olabildiğince sözcük değiştirmeleri yapıyorsam 1959’dan “Türkçe Katında Yaşamak” şiirinden beri yalnız Türkçe sözcüklerle yazıyorsam, Türkçenin suç bağışlamaz egemenliğindedir.” Biz ayrımına varmasak bile, Türkçedir egemen olan. “Şiir Yazmak” için bir sözcükten mi yola çıkacaksınız, bir düşünceden mi? Sabırlı olmayı bileceksiniz. Melih Cevdet Anday da bu gerçeğin gizlerine varmış: “Kimi bir sözcükten yola çıkarım Aç kalmış güzel bir kurttur o Kimi bir düşünden ki Kör bir gül gibi dönenir Bedevi bir sabır gibiyimdir Ey tesellisiz gece.” Fazıl Hüsnü Dağlarca, “Türkçe Katında Yaşamak” şiirini 1959’da 10 dergide birden yayımlatarak, bildiri niteliğinde bir anlayışla, özleşme dilinin gücüne inandığını ortaya koymuştu. Dağlarca dil yurttaşlığının gücüne inanıyordu: “Dil yurttaşlığı Yurttaşlıktan büyüktür Sürüp gider o Kişi öldükten sonra bile.” Bir ozan için gerçek yurt, dilinin yurdudur. Eski ozanların anıtlara kazınmış ilk şiirlerinden bu yana Türkçenin yankılandığını anlatan Dağlarca bu dilin uğultusunu duyar: “Seslenir seni bana bir diri su İçinde masallar uygarlıklar saklayan, Eski ozanlar kazımış ilk yazıları ilk anıtlara, Yankılanır Alandan alana uçsuz bucaksız, Evren akınlarının uğultusu.” Dağlarca “Türkçe Katında Yaşamak” derken bizi Türkçeden uzaklaştıran anlayışlara tepki gösteriyor. Bizi Osmanlıcayla uğraştıranları suçluyor: “Suçludur Çağın sözcüklerini aramak yerine Bizi Osmanlıcayla bir daha uğraştıran.” YUNUS EMRE ile ŞEYH GALİP Anlama bürünmeyen çıplak sözcüklerle şiir yazmanız kolay değildir. Anlatıma içtenlik kazandırmak, alışmadığımız imgelerle güzellik katmak gerekecektir. “Kutluk’un Evindeki Konuşma”da Dağlarca, şiirin iki özelliği üzerinde önemle durur: İçtenlik ile imgelem. Çıplak görünen sözcükler böylece anlama bürünür, giderek dil duyarlık kazanır. Dağlarca’nın şiirinde; börtü böcekten evrenin sonsuzluğuna doğru, çocuğun suçsuzluğundan Tanrı’nın görkemine dek, Türkçenin gücüdür soluk alan. Cemal Süreya XIII. yüzyılın büyük ozanı Yunus Emre’yi okurken “Türkçenin süt dişleri” demişti. Dağlarca,“Yunus Emre’de Olmak” derken Türkçenin bu büyük ozanına saygı duymanın bilinci içindeydi. Dağlarca, bir çocuğun Yunus’a bakışındaki içtenlikten yola çıkıp gizlerin kapısını aralamaya çalışmaktadır: Mustafa Şerif Onaran Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1034 SAYFA 22
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle