06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Son kitahı "YüzünYarısı Gece" ile Yunus Nadi 1994 Öykü Ödülü'nü aldı... Sürekli değişen bir yazar: Muzaffer Buyrukçu Kapak konusunun devamı. t0Buyrukçu'nun değişim çizgisini, gerçekten bilinçaltına ve gerçeküstüne, yalından karmaşığa, kısa hikâyeden uzun hikâyeye (nouvel) diye özetleyebiliriz. Onun öyküsünün tek değişmeyen öğesi "hep delikanlı olan" öykü kişileridir. Yaşı gereği düşlere ve serüvenlere açık olan bu delikanlılar, öykünün anlatıcısı da olsalar, anlatılanı da olsalar değişmez. Yakışıkh, haksızlığa uğramış ve zekidirler. Muzaffer Buyrukçu'nun öykü mekanları (Istanbul ya da Ankara) insanların yarattığı uğultuyu taşırlar. Bu mekanlardaki değişim, sık sık vurgulanır. Günün haberleri, türküleri, şarkıları, duvar yazıları öyküde boy göstererek, öykünün gerçek tarihini çizerler. Muzaffer Buyrukçu'nun öykü ve romanındaki ikinci önemli öğe düşlerdir. Bu düşler öykü kahramanının özlemlerini, hayal kınklıklarını yansıtr rlar. Kimi zaman da bir olayın ön hazırlığını yaparlar. Muzaffer Buyrukçu nun yeni kitabı Yüzün Yarısı Gece'yi iki ayn bölüme ayırarak incelemek gerekiyor, daha önceki öykülerinden yapı olarak çok fazla ayrım göstermeyenler (Yüzün Yarısı Gece, Şeytanın Jandarma Kumandanı, Yeniden), daha çok fantastik özellikler taşıyan ve betimlemelerden oluşanlar (Hotozlu Şevkiye Hanımın Elmasları, Karmaşanın Içinde Yanan Ateş, Mor Karanfıl ve Ceviz Oynayan Kızlar) Fantastik özellik taşıyan bu üç öykü "Yeniler. Yaşam gerçeğiyle düş gerçeğinin sonsuzluklanndan doğan öyküîer" üst başlığıyla ayrılmış önceliklerden. Muzaffer Buyrukçu'nun "bizim öykücülüğümüzde ilk" diye nitelediği bu öykülere geçmedenönce, onun öyküsündeki değişim çizgisine bir göz atmak gerekli. "Oysa insanlar yalnız dış olaylarla yaşamıyorlardı. Evet, eziliyorfardı, haksızlık görüyorlardı, özgür değildüer hiçbir yönden, ama sadece bunlar verilirse sorunlar öne alınmış olmaz mıydı? Gerçekte, kişiden sonra gelmiyor muydu her şey? Kişi öne alınmalıydı. Kişi varsa sorunlar ve anlamlar vardı. Onların dış savaşlarıyla birlikte iç savaşlannı da vermek gerekiyordu." Muzaffer Buyrukçu 15/12/1962 tarihliYeditepedergisindeöyküsündekideğişimi böyle anlatmaya başlamış. Katran (1956), Acı (1957) kitaplarındaki öyküler, "bir olayın anlatımına yaslanan" öykülerdi. Belli bir sınıfın insanlarını anlatmak, Korkunun Parmakları (1959) iledeğişime uğramaya başlamıştı zaten. Çağnşımlar, iç dünya karışmaya başlamıştı işe. Öykülerin S A Y F A daha uzun metinler biçıminde yazımı, olayların en aza indirilmeye çalışılması başlamıştı. BulanıkResimler(1961)aynı büroda çalışan insanların iç dünyalarının anlatımıydı. Bir kitap bütünlüğüyle düşünülen öykü, büroya yansıyan jilet sa tıcısının sesiyle kesiliyordu. Öykü bölümleri nu maralanmıştı. Bu biçimı Rauf Mutluay "(...) belki de başka kitaplarda roman diye sürecek olan bu hayat örnekleri" diye nitelemişti. Mutluay, Buyrukçu'da bir roman hazırlığı da görmüş ol malıydı: "Şimdilik hikâyede direnmekte olan Buyrukçu'yu bakalım bu denemeler nereye götürecek?" (R. Mutluay, Türk Edebiyatçılar BirfigiYılhgı, 1962) Muzaffer Buyrukçu, insanların iç dünyalarını, çağrışımlarla vermeyi sürdürdü. 1962'de "Onun düşlerini, cinsel sorunlarını, iş ilgilerinden doğan çatışmalarını, düzenin pisliğini, korkularını, tutsaklığını, bilinçaltında; toplumsal olayların baskısıyla meydana gelmiş karanlık evreni yansıtmayı başaracak hikâye düzenini kurdum" demisti. Sonraki öykü kitaplarında (Kuyularda, Cehennem, Kavga, Mağara, Şarkılar Seni Söyler, Günlerden Bir Gün, Hüzünlü KarÇicekleri, Her Yer Karanlık, Bin Hüzün, Şarkı Gibi) ve romanlarında uyguladığı yöntemi, yine Yeditepe'deki bir cümlesiyle özetleyebiliriz: "Geçmiş, şimdi, gelecek arasında yürüyüp duran insanı ondahep yaşayan, hiç kaybolmayan değerleri en küçük ayrıntısına kadarhikâyemeyerleştirmeyeçalışıyorum." Muzaffer Buyrukçu'nun oykülerinde ve romanlarında insanların ıç dünyaları, kendi deyimiyle "kuyulan" yansır. Bu kuyulardan insanımızın bitmez tükenmez cinsel aclığı çıkar bazen, doyurulmamış öteki açhklarına paralel olarak. Buyrukçu'nun kişileri bu konuda "fanteziler kurarlar". Bu fantezileri anlatırlar. Buyrukçu, bu tutumu yüzünden ikinci romanı Bir Olayın Başlangıcı'nda eleştirilmiştı de; Ahmet Inam, Ali Hikmet, Taylan Altuğ onun cinsel betimlemelerini "abartılmış", "çok geniş ve ayrıntıir, "toplumsal bağlantısı kuşkulu" buldular. Yüzün Yarısı Gece adlı yeni öykü kitabı, Yunus Nadi 1994 Öykü Ödülü'nü aldığında Buyrukçu Cumhuriyet Dergi'nin yaptığı konuşmada, cınsellik öğesinin özgürce kullanımı ile ilgili bir soruyu "Daha önceki hikâyelerimde de var dı. Çok kuçuk sımuelerın ıçine gızlenerek korunuyordu. Edebiyata başlarken tutunduğum tek şey saklamadan yazmak. Yaşamda ne varsa yazalım. Niçin buna yasak da başka şeye özgürlük" cümleleriyle yanıtlıyordu. "Buyrukçu, yaşamda ne varsa onları mı yazıyor" sorusunu getiriyor bu yanıt. Düşleri yaşam sayarsak, evet. Muzaffer Buyrukçu, Cumhuriyet Dergi'de yeni öykülerini şöyle tanımlıyor: "Yaşam gerçeğini harmanlayıp yeni bir kimfik verdim onlara. Yaşamın bilinen ve çok çeşitli kanallardan akan gerçeğiyle düşlerin savruk, düzensiz, dağınık, uyumsuz, dengesiz, ama bir o kadar da başdöndüren güzellikleriyle beslcnen gerçeğini birleştirdim. Toplumdan gelen baskılarla bunalan, tedirginleşen bireyin benliğiyle ve ilişkileriyle sürdürdüğü çatışmayı, sonsuz savasımıru, bir sorun ve sorunlar zinciri halinde döşedim öykülerin gövdesine, aynca o gövdeleri duyarlıklarla, tepkılerle, ruhsal vebedensel sarsıntılarla donattım. öykülerin yapdarını düşsel bir malzemeyle, düşsel bir evrenın eşsizliğiyle ördüm." Muzaffer Buyrukçu'nun yaşam gerçeğiyledüşgerçeğininbirleşimindendoğduğunu söyledıği öyküler, bence, düşlerin mantık yapısını izliyor: Örnek olarak, Hotozlu Şevkiye Hanımın Elmasları öyküsüne bakalım. Öykünün kahramanı, arkadaşı Doğan'a bir armağan almak ister. Çünkü Doğan, öykü kahramanının kardeşine bir yıl için bedava oturacağı bir konak ver ş mi düş düzani miT "KlşlönealınmalT mıştır. Yeni evlenecck kardeşı ıçın, böyle güzel bir olanak sağlayan arkadaşına, uygun bir karşılık vermek isteyen delikanlı ona nasıl bir şey istediğini sorar. "Beni mutlu kılmayı düşünüyorsun, biliyorum. Ancak 'şunu, şunu, şunu ve şunu' yerine getirdin mi tamam!" yanıtını alır. Kâğıtta yazılı 'şunu, şunu, şunu ve şunu' sözcüklerinin üstüne sirke tozu ve sokak çocuklannın çığlıklarından akan kirleri sürerek şifreyi çözer. Arkadaşı Doğan'ın babaannesi, Rus melezi Hotozlu Şevkiye Hanım'ın Kıbrıs'a kaçırılan elmas'arını getirmek zorundadır. Bir takayla yola cıkan kahramanımız, biraz sonra kardeşiyle karşılaşır. Elmaslar, onları isteyen Doğan'dadır. Kardeşi, elmasları Doğan'dan almak için onu öldürmüştür. Çünkü Doğan'ın niyeti, öykünün kahramanını Kıbns'ta öldürtmektir. Kahramanımız, Kıbrıs'a gitmekten caymaz. Oraya sevgilisiyle gidecek, yeni bir hayat kuracak, yeni serüvenler yaşayacaktır. Öykü," Ve yazgılarımızın topraklarında ayak basmadığımız yer bırakmayacağımızı gösteren haritayı çizmeye, bol olaylı, görkemli ve korkunç serüvenimizin öyküsünü yazmaya koyuldum seyir defterine. Artık boşlukta ve yalnızız" cümleleriyle son bulur. Hotozlu Şevkiye Hanımın Elmaslan'nda, kötü kişiler, kahramanımızı boğaya dönüştürmeyi düşünürler. Onunla "sevişen güzellerin memelerinde biten sarmısak saplannı yiyınce, rüzgârın hastalığı geçecek, sağlığına kavuşacaktır". Bu iki olay, öykünün iki kısa ayrıntısıdır. Masalsı ayrıntılarla anlatılan bu öykü, yansında düş , CUMHURİYET KİTAP SAYI 230
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle