24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Mühendis odalarının çıkmazları 1091 sayılı Dergimizde mühendis ve mühendis odaları meselelerine ilişkin iki yazı yayımlandı. Levent Bey iyice su yüzüne çıkan elektrik mühendisliğielektronik mühendisliği çalışma olanakları ve yetki çatışmalarını ortaya koyuyor. Aykut Göker ise mühendis odalarının kongre/sempozyum gibi etkinlikleri fazlası ile yaptıklarını ama kamuoyunun mühendis odalarına ilgisiz kaldığını vurguluyor. Cem Özkan, Mühendis Amerika gibi gelişmiş ülkelerin ileri teknolojileriyle alakalı araştırma konularından seçen (onları destekleyici) çalışmalardır. Mühendislerin mesleklerini icra ederken karşılaştıkları teknik ve sosyal sorunların bilimsel olarak izlendiği ve paylaşıldığı hemen hiçbir organizasyonu yokken (bilgi geri beslemesi) odaların faaliyetleri kozmetik olmaktan öteye gidemez. Meslek odasına bakıştaki aksaklığa diğer bir misal TMMOB’nin AB araştırma fonlarına karşı olduğu ve şubelerin proje üretmemesi için tavsiye kararı olmasıdır. Genelde oda idarecilerinin akılcılıktan uzak, ne kadar politik tutum sergileyebildiklerini gösterir böyle bir tutum. Devletimiz AB fonlarına kıt imkanlarından kaynak aktarırken, geliştirilen projelerin sayı/nitelik yönünden yetersiz kalmasından ötürü verilen paranın çoğu geri alınamamaktadır. Sömürüye karşı olmayı ifade etmek ile sömürülmeyecek kadar gelişmiş olmak bir birinden çok farklı durumlar. TMMOB yasası gereği oda yönetimleri seçimler ile belirlenmekte, seçimleri kazanmak ise öncelikle sosyal ve siyasal beceri gerektirmektedir. Ülkemizi yönetenler örneğinde olduğu gibi demokratik siyasal zaferleri kazanmak, sosyal gelişmelerin lideri olmaya yetmiyor. Odalarımızda sosyal organizasyon yönü gelişmiş grupların demokratik başarıları, onların daha çok siyaset talep etmelerinden öte bir şey getirmemektedir. Bu grupların meslek odasına bakış açılarını, “Siyasetin dar anlamını aşıp, yaşamın her alanı ile ilişkili bulan….” sloganları açıkça göstermektedir, mühendislik faaliyetini ikincil duruma düşürün yaklaşımlar bunlar. Doğru değil… Benzetmek gerekirse mühendislik=insan x siyaset2 denilmek istenmekte. Bizce bu bir denklik değildir. Doğrusu; mühendislik=matematik x madde x insan siyaset=insan x mühendislik olmalıdır. (burada insan, kültürün birim öğesi kabul edilmiştir) TMMOB yasasının değişmesi dahi sağlıklı bir gelişmenin başlaması için yeterli olmayacak sanıyorum. Tüm diğer disiplin ve sektörler için de geçerli olduğu gibi mühendis odalarında ilerleme, üyelerinin bilinç ve ilgilerinin artması ile gerçekleşebilir. Bunun en önemli göstergeleri, gelişime ilişkin konuların tartışıldığı, çok sesliliğin olduğu ortamlar ve yazılı aktüalitenin varlığıdır. Maalesef odalarımız bu beceriden uzak görünüyorlar. En azından şu temsilin tartışılması önemlidir: ülke kısmen işgal edilmiş, bazı tersanelerine girilmiş olduğu bir zamanda meslek odaları danışma kurullarında, komisyonlarında vatanın askeri ve siyasi kurtuluşu yerine, ilgili teknik bir standart yada normun ulusal uygulama şartlarının araştırılması mevzu bahis olmalıdır. Duyarlı mühendis meslek odasından akşam çıkıp, bir siyasi partide veya müdafaai hukuk cemiyetinde kurtuluş savaşı faaliyetini devam ettirmelidir. Ayrım burada… B irinci yazı mühendislik mesleğinin icrası ortamındaki sorunları ortaya koyması yönünden, ikinci yazı ise mühendis odalarının vizyon ve stratejilerinin tükenmesi yönünden, odalar hakkındaki tespitlerimizi desteklemektedir. Mühendis odalarının çıkmazları konusunda aktarabileceğimiz o kadar materyal var ki elimizde, dinleyecek, ses verecekler nerede? Kök sorunlardan biri: mühendis odaları yönetimlerini ellerinde bulunduran grupların (bunlar yıllardır değişmez) mühendisliğe bakış açılarındaki çarpıklık, meslek odalarının ve mesleğin gelişimini desteklememektedir. Oda çatısı altında yapılanlara gelişme denemez; dört büyük mühendis odasının (elektrik/makine/inşaat/mimarlık), şehirleşme ve sanayinin büyümesine bağlı olarak irileşen bütçeleri ile fazlalaşan kozmetik nitelikli mesleki faaliyetlerdir. Aykut Beyin ifade ettiği kongre ve fuarlar, ülkemiz mühendisleri için reaktif etkinliklerdir. Örneğin Bursa’da EMO’nun yaptığı ELECO sempozyumlarının uluslararası marka olmasından övünülür. Halbuki sunulan bildiriler, hemen tamamı ile akademik, soyut ve konuları ülke sanayinin gelişim alanlarında yada mühendislerimizin bilfiil faaliyet alanlarında değil, Duyularımızla nesnel gerçekliklere ulaşabiliyor muyuz? Ya da tek başına bir tek duyu nesne ile özne(gözlemci) arasındaki bilgi akışını sağlayabiliyor mu? Görmek ya da görünür kılmak aynı şey mi? Gözlem ile deney beraber ele alınmalı mı? Yoksa bunlar birbirinin tamamlayıcısı mı? Gözlem verilerini nasıl yorumlamalıyım? Gibi sorular yaptığımız gözlem etkinliklerimizi daha anlamlı, anlaşılır ve planlı kılacaktır. Diğer taraftan bilimsel düşünme basamakları uyumlu gözlem etkinlikleri öğrenme etkinliklerinin temelinde yer alan bilimsel bilgiye ulaşmak için gerçekçi bir yoldur. Çünkü bilimsel bilginin oluşumu ve gelişimi deney, gözlem ve bunlara eşlik eden bilimsel düşünme süreçlerinin birlikteliği ile şekillenmiştir. O halde gelin hep birlikte doğa ile bütünleşelim. Görelim, düşünelim, gözlemleyelim, yorumlayalım, sorgulayalım! Görünenin arkasındaki güzellikleri keşfedelim. Kaynaklar: 1. Türk Dil Kurumu Sözlüğü: www. tdk.gov.tr. 2. Tansel, F. A. (1989). M. Emin Yurdakul’un Eserleri–1 Şiirler. Türk Tarih Kurumu Basımevi, s. 71. 3. Poincaré, H. (1949:1905). Bilimin Değeri (La valeur de la science). Çeviren: Fethi Yüksel. Dünya Edebiyatından Seçmeler, Fransız Klasikleri:168, M.E. B. yayınları, Ankara, s. XIII. Örtünen insanlardan niçin korkuyorum? Yıllardan beri memleketin tanınmış gazetelerinde ve CBT’de Türkiye’de üniversiteler, bilim ve bilim politikaları konularında yazıyorum. Bu hafta ilk kez bu konuların dışına çıkacağım. Prof. Dr. Bahattin Baysal üniversite öğrencilerini izliyor. Havuz kenarında oturan kız öğrencilerinden biri arkadaşlarına sesleniyor: “Askerlikten sonra bozacıya gidelim” diyor. O savaş yıllarında üniversitelerde kız öğrenciler de bir yıl askerlik dersi alıyordu. Nurettin Topçu, kız öğrencilerin arkadaşları ile senli benli konuşmalarından hoşlanmamış! Hareket dergisinde, gençlerin ahlakının bozulduğunu yazıyor. “Avrupa medeniyeti, şapkalı kadın medeniyetidir diyenler, bu nesil sizin eserinizdir…” diye yakınıyordu. Ertesi hafta, Cumhuriyet gazetesinin 2.sayfasında Profesör Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu’nu okuyoruz. “Cumhuriyet gençliği sağlıklı bir ortam içinde yetişiyor, endişe edilecek bir durum yoktur” diye yanıt veriyor. O yıllarda tüm kız öğrencilerin başları açık, örtülü bir tek kız öğrenci yok ! *** 25 Ocak 2008 günü gazetelerde Başbakan Tayip Erdoğan’ın yurtdışına öğrenim görmeleri için seçilen öğrencilere, “Biz Batı’nın ilmini, sanatını almadık. Maalesef, değerlerimize ters düşen ahlaksızlıklarını aldık” sözlerini okuyunca, yukarda yazdığım iki olayı anımsadım. Başbakan’ın sözleri…Tümü ile yanlış. *** Felsefe öğretmeni Doçent Dr. Nurettin Topçu Paris Sorbon Üniversitesi’nde okumuş, felsefe doktoru unvanını kazanmıştı. Demek ki, gençlerin ahlakını değerlendirirken Sorbon Üniversitesi veya İmam Hatip Okulu çıkışlı olmak fark etmiyor. Çağdaş uygar dünyaya yönelmiş bir toplum yerine, ortaçağdan kalma hurafelerle yönlendirilen bir Cumhuriyeti içime sindiremiyorum. Y CBT 1098/ 21 4 Nisan 2008 ıl 1928, ülkede harf devrimi yapılmış. O yıl Posof’da okula başladım. Ardahan’da taş mektepde okudum. Yıl 1929, babam terfi ederek yüzbaşı oldu. Doğu hizmetini tamamladı ve Trabzon’un bir ilçesi olan Tirebolu’da askerlik şubesi başkanlığına atandı. Ekim ayı olmalı. Trabzon üzerinden Tirebolu’ya ulaştık. Ev buluncaya kadar büyük bir bahçe içindeki eski askerlik şubesi binasında konuk kalacağız. O yıllarda, annem ve bizimle birlikte oturan şehit subay eşi teyzem, bütün subay aileleri gibi manto giyiyorlar. Yüzleri açık. Başlarında birer başörtüsü var. Yıllarca bizim evde anlatılmış bir öykü. Birden kasabada büyük bir canlılık. İnsanlar, “Koşun..Koşun,..” diye bağırıyorlar, “Tiyatrocular geldi”. Yüzü açık iki kadın görmüşler. O yıllarda Tirebolu’da tüm kadınlar ve genç kızlar çarşaflı ve peçeli idiler. *** 1941 – 1945 İstanbul Üniversitesinde öğrencilik yıllarım. O yıllarda Türkiye’de bir üniversite var. Beyazıt meydanı İstanbul Üniversitesinin odak noktasıdır. İzmir Lisesinden felsefe öğretmenimiz Dr. Nurettin Topçu İstanbul’a atanmış, Vefa Lisesinde ders veriyor. Hareket dergisini yayımlıyor. 1943 yılı bahar ayları olmalı. Nurettin Topçu Beyazıt’da
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle