Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Ekmek ve Türk toplumu Ülkemizde günde kişi başına ortalama 350 gram ekmek tüketiliyor. Yani halkımız günlük kalori ihtiyacının % 40’ını ekmekle karşılıyor. Bu durumda, normalde ekmeğin içerdiği vitaminler ve yararlı elementler açısından toplumuzda bir eksiklik olmaması gerekir, ama özellikle gebe ve emziren kadınlarda demir, çinko, folik asit gibi maddeler ve vitaminlerin azlığı ürkütücü boyutlarda. Nedeni, unun öğütülme aşamasında bu maddelerden zengin kepek kısmının atılmasıdır. Kepek hep atılacaksa, beyaz ekmek bu maddeler ile zenginleştirilmeli. Prof. Dr. Akın Yıldız, A. Ü. T. F. Acil Tıp ABD EKMEK VE MANLIK C andan Baysan bir araştırma yazısında Türk toplumu ile tahıl arasındaki bağlantıyı çarpıcı bir yorumla anlatır. Besinlerin 3 ana grubu var: Et, Sebze, Tahıl Dünyada erkini kanıtlamış 3 mutfak var: 1) Doğu mutfağı (Örneğin Çin); 2) Batı mutfağı (Örneğin Fransız); 3) Türk mutfağı (Anadolu) Bu mutfaklara göre 3 ana besin grubunda ikili e le meler şöyle: Do u mutfa : Et+Sebze; Bat mutfa : Et+Tahıl; Türk mutfa : Tahıl+Sebze. Et, Türk mutfağında genellikle katkı veya dolgu maddesi olarak çok az miktarda kullanılır, kebap türü yiyecekler diğer doğu toplumlarından geçmiştir ve geleneksel Anadolu yiyeceği değildir. Birleşmiş Milletlere bağlı FAO istatistiklerine göre halen ülkemizde et ürünleri 6 kat daha az tüketilmekte. Bu durum Türk mutfağının diğer ana mutfaklara göre en sağlıklı mutfak olduğunu göstermekte. Bu da tahılın ülkemizdeki önemini gösteren başka bir çarpıcı kanıttır. Bunlardan en önemlisi, boyundaki Tiroid bezi tarafından salgılanan Tiroksin hormonudur. Bu hormonun yeterli düzeyde olabilmesi için, alınan gıda ve içilen suda iyot elementinin normal olması gerekiyor. Sudaki iyotun erozyon yüzünden giderek azalması toplumun ortalama zeka düzeyinin giderek düşmesi sonucunu doğuracaktır. IQ test kayıtlarına göre sonuçlarına göre dünyada her 250.000 kişiden biri üstün zekâlı iken, bu oran ülkemizde bir milyonda bir kişidir. Erozyonun acil çaresi bulunamayacağına göre, gelecek nesillerin zekã düzeylerini korumanın yolu, iyotlu tuz kullanmanın yanı sıra ekmeğin iyotla zenginleştirilmesidir. Şişmanlığın saptanmasında en pratik yöntemlerden biri göbek çevresi ölçümüdür. Göbek deliği hizasından bel çevresinin kadınlarda 88 cm, erkeklerde ise 102 cm den obezite yani şişmanlığın göstergesidir. Şişmanlık, batılı ülkelerde örneğin ABD’de başta gelen sağlık sorunu olarak kabul edilmekte. Öyle ki 1990 yılında Amerika’nın 50 eyaletinden sadece üçünde şişman olanların oranı %15 iken, 2000 yılında bütün eyaletlerde şişman oranı bütün eyaletlerde %15’in üzerine çıktı. Öyle ki, otomobillerde kullanılan emniyet kemerleri artık büyük boy olarak üretiliyor. Türkiye Metabolik Sendrom Derneğinin saptamaları, göbek çevresi ölçümü ile yapılan çalışmalarda Türk toplumunun şişmanlık konusunda ABD’yi geçerek bu konuda rekor sahibi olan Meksika ile yarışır hale geldiğini göstermekte. Özellikle kadınlardaki şişmanlık artışı, ülkemizdeki tahıla dayalı beslenmenin hareketsizlik ile birleştiğinde kaçınılmaz bir sonucu olsa gerektir. EKMEK, EKER ve KANSER Şişmanlık ile şeker hastalığı aynı oranda artmakta. ABD’de 19902000 arasında Tip II şeker hastalığı %33 oranında arttı. Türkiye’de ise bu oran neredeyse 1 yıllık artıştır. Bu durumda tahıla dayalı beslenmenin getirdiği şişmanlık, bizde ayrı bir olumsuz faktördür. Besinlerin aşırı saflaştırılması, ekmeğin de endüstriyel işlemlerle beyaz hale getirilmesi, posayı ve antioksidanları azaltıyor. Beyaz ekmek yapmak için buğdayın kepeği ve özü alındığında, içindeki kanser önleyici maddelerin %90 ı kaybolmakta. Bunun dışında ateşe temas ettirilerek ekmeğin kızartılması da kanser riskini arttırır. Bu tehlike susamı yanmış simit yenmesinde de geçerlidir. Ekmeklik unun beyazlaştırılmasında kullanılan ve Batı ülkelerinde yasaklanmış olan Benzoil Peroksit madesinin de, kanser yapıcı ve başka çeşitli yan etkilerinin olduğu saptandı. EKMEK VE H PERTANS YON Kolesterol açısından ülkemizdeki olumsuzluk, kalp ve damar hastalıklarının temel nedenlerinden biri olan Hipertansiyon hızını da arttırmasıdır. Ekmeğin yararlı maddeler açısından zenginleştirilmesi mümkün iken halkımızın büyük çoğunluğunun ana gıda maddesi olan ekmekte tuz dışında katkı maddesi yok. Tuzun hipertansiyonun oluşmasındaki etkisi vücutta su tutucu özelliği olmasıdır. Gençlerin kemik gelişimi tamamlandıktan sonra gerekli tuz ihtiyacı için içilen su bile yeterli olabilmektedir. Bunun dışında alınan gereğinden fazla alınan, tuz Hipertansiyon riskini arttırmaktadır. Bir başka olumsuzluk, acılı baharatla ilgilidir. Bilindiği gibi Hipertansiyonu olan hastalara tuzsuz beslenme önerilir. Hipertansiyonu olan hastaların çoğu tatsıztuzsuz bir yemeği yenilebilir hale getirmek için başta halk arasında “isot” olarak bilinen pul biberi kullanır. Bu tür baharatlar, tuzun yaptığı gibi su tutulmasını arttırır, ayrıca bozulmamaları için içlerine aşırı miktarda tuz katılır. Hipertansiyonlu hastaların tuzsuz beslenmelerine ve uygun ilaç kullanmalarına rağmen, kan basıncının kontrol altına alınamamasının önde gelen nedeni budur. Tuz, yani sodyum, nasıl hipertansiyonun önemli bir tetikleyicisi ise, yeterli potasyum alınması Hipertansiyon gelişimini önlemekte veya geciktirmektedir. Ülkemizde potasyum açısından zengin olan örneğin meyve tüketiminin yeterli düzeyde değil, bu durum ekmeğin potasyum açısından da zenginleştirilmesini gerekli kılmakta. KOLESTEROLKALP DAMAR HASTALIKLARI Ekmeğin Türk toplumundaki yerinin bir başka yönü, kandaki yağ seviyesiyle ilgilidir. Türkiye iyi kolesterol olarak bilinen HDL Kolesterolün en düşük olduğu ülkeler arasında. Damarları koruyan HDL Kolesterolün düşük olması, kalp ve damar hastalığı riskini arttırıyor. En vejeteryan mutfak olmasına rağmen Türk mutfağının tahıla dayalı olması ve egzersiz yapma alışkanlığının olmaması, ülkemizde kalp ve damar hastalıklarının hızını arttırıcı faktörlerin başında gelmekte. Kolesterol ile ilgili olumsuzluklardan en önemlisi, Türkiye’nin iyot açısından dünyadaki en fakir ülkelerden biri olmasıdır. Her yıl Kıbrıs adası büyüklüğünde bir toprağın erozyonla denize atılması bu olumsuzluğu sürekli arttırmakta İyotun metabolizmadaki önemli rolü Kolesterol düzeylerini de olumsuz etkileleyerek kalp ve damar hastalıklarını hızlandırıyor. BA IRSAK HASTALIKLARI Posasız gıdalarla beslenenlerde başta kanser olmak üzere midebarsak hastalıkları sık görülürken, fazla posalı gıda tüketenlerde belirgin olarak bu hastalıklar azdır. En çok posa bırakan bölüm ise kepek kısmıdır. Kepekli ekmek bol miktarda vitamin içerir. Sağlıklı yaşam açısından çok önemli olan B2, B6 vitaminleri, folik asit, demir ve çinko gibi maddeler buğdayın dış kabuğunda boldur. Un yapımı sırasında buğdayın dış kabuğunun, yani kepeğin ayrıştırılmaması toplum sağlığı açısından büyük önem taşıyor. Özellikle buğday kepeği posası midebarsak hastalıklarını önlemenin yanı sıra kan şekerini, kan yağlarını düzenler ve enerjisi beyaz ekmekten daha düşük olduğu için kilo sorunu olanlara da kepekli ekmek önerilir. EKMEK VE ZEKÂ Prof. Dr. Ali Demirsoy’a göre, insan zekâsının gelişmesi birtakım hormonların düzeyinin normal olmasına bağlıdır. YÖK NE YAPMALI? YÖK bu durumda ne yapmalı? Geçen sene yazmış olduğum bir yazımda da belirttiğim gibi şu an uygulanan doçentlik sistemi miyadını doldurmuş ve iflas etmi bir sistemdir. Bu sistemin acilen revize edilmesi şarttır. Özellikle 2009 ve sonraki yıllarda, doçentlik dosyalarında, söz konusu Kaynaklar Metin Balcı, “Akademik Yükseltilmeler ve Atamalar”, Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji, 1 Nisan 20062. Metin Balcı, “Etik Dışı Davranışlar ve Doçentlik Sınavları”, Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji, 28 Eylül 2006 CBT 1135/15 19 Aralık 2008 belli sayıda makale yayınlamış olmaktır. İstenilen makale sayısı, doçentlik için yeterli bir kriter değildir. Kişinin doçentliğe müracaat edebilmesi için gerekli eşik değeridir. Hocalarımızın azımsanmayacak bir kısmının yalnız başına karar vermek zorunda kaldıkları zaman (şu an uygulanan sistem) en azından kendi dalımda çok da objektif olamad klar n ve duygusal davranarak yeterli olmayan adayları eserlerden geçirerek, doçentlik unvanını hakkı ile kazanan kişilere haksızlık yaptıklarını esefle izliyorum. Bazı hocalarımız, makalelerin kalitesini incelemeden, gerekli makale sayısı dosyada mevcut ise, bu duruma “evet” diyerek olayı geçiştiriyor. 60 civarında dergide yayımlanan makalelerin bazılarının çoğunlukta olmasına şimdiden hazırlıklı olmak gerekir. Bu endişemden “Türkiye adresli dergilerde yayın yapmayalım” anlamı çıkarılmasın. Bu dergilerin, “makaleleri iyi bir süzgeçten geçirdikten sonra yayımladıkları” konusunda ikna olmadan, bu dergilerdeki makalelerle gelen dosyaların ciddi bir şekilde incelenmesi gerekecektir. Son iki yıl içerisinde ülkemizde lise ve ortaokul açar gibi 40 yeni üniversite kuruldu. Bu üniversitelerin acilen öğretim üyelerine ihtiyacı olacak. Bir an önce bu üniversitelere öğretim üyesi yetiştirilmesi düşüncesinden hareket ederek yükseltilme kriterlerinin gevşetilmesine sıcak bakabilecek YÖK’ün, bu ülkeye vereceği zararı, bugüne kadar hiçbir kurum vermemiş olur. İyi yetişmemiş bir öğretim elemanının üniversitede istihdam edilmesi ve onun yüksek lisans ve doktora öğrenci yetiştirmesi sonucunda ülkeye yapacağı tahribatın en az 50 y ll k bir süreye da laca n unutmamak gerekir. Yeni bir doçentlik yönetmeliği hazırlanacaksa, ısrarla dikkat edilmesi gerekli noktaları tekrar bu yazının sonunda bir kez daha vurgulamak istiyorum. 1. Belli kriterleri sağlamayan profesörlerin kesinlikle doçentlik jürilerine alınmaması 2. Her anabilim dalında geniş tabanlı (78 kişi) tek bir jürinin oluşturulması 3. Her 2 yılda 12 üyenin değiştirilmesi 4. Jürinin belli bir yerde gerekirse 1 hafta boyunca toplanması 5. Eserler hakkında karar n jüri taraf ndan ortak verilmesi 6. Müracaat için şu kadar yayın vs. gibi rakamların tamamen kaldırılması 7. Adayın doktora sonrası ba ms z özgün ara t rma yapmas (kişinin öğrencisi ile de olabilir) öğrenci yetiştirmesi ve ders vermesi gibi kriterlerin konmasının bu sorunu çözeceği kanısındayım.