17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

26 ARALIK 2008 CUMA 5 D E N İ Z C İ Üniformanın ‘şiddetli’ağırlığı ASUMAN ABACIOĞLU Yağmurun göz gözü görmeyecek şekilde yağdığı geçen günlerden birinde Karabağlar’da dönüş yapmak üzere arabamla girdiğim yolun bir şeritle kapatılmış olduğunu fark ettim. Aynı hatayı yapan bir başka araba daha oradaydı ve şeridin önünde duruyordu. Geri manevra yapmaya hazırlanırken, yanımıza bir polis yaklaştı; avaz avaz bağırıyordu. Söylediği bir çok şey arasında bir sürü hakaretin yanı sıra “Ne biçim sürücüsünüz?” dediğini de anlayabilmiştim. Oysa o yola girilmemesi gerektiğine dair hiçbir uyarı işareti yoktu; sadece girdikten sonra yolun şeritle kapatıldığını görebiliyordunuz. Penceremi açtığımda gördüğüm adamın yüzündeki öfke, son derece masum olmama karşın hakarete uğramaktan kaynaklanan kendi öfkemi bastırmama yol açtı. Hızla oradan ayrılırken polisin bağırdığını hala duyabiliyordum. Ona, niye bu kadar bağırdığını sormak istedim ancak, bugünlerde polis şiddetiyle ilgili o kadar çok haber okumuştum ki, bunu yapmaya cesaret edemedim. Genelleme yapmaktan kaçınmama karşın, buna benzer başka örneklerin de yaşandığını vurgulamam gerekiyor. O gün polisin öfkesi, belki onun yağmur altında benimse arabada bulunmamdan kaynaklanıyordu. Belki başka bir sürü sıkıntısı vardı. Ancak sıkın Yok Edici Hırs... ÜNAL BENLİALPER Yeryüzünün gizemli mavi gezegeni, tarihin en gizli sırlarının koruyucusu ve yaşamın inanılmaz mükemmeliğiyle sürdüğü engin ve karmaşık sular dünyası, denizler ve okyanuslar. İşte bütün bu ihtişamı ve sahip oldukları güç ile sözde medeniyetin bütün acımasız saldırılarına karşı varlıklarını korumaya çalışıyorlar. Dünyanın iklim kriterlerini sarsarak, küresel ısınma ve kuraklığın projelerini kendi elleriyle hazırlayan insanoğlu, geleceğinin ne olacağı konusunda yaptıklarını sorgulamaya başlamalıdır. Denizler, okyanuslar ve diğer bütün su kaynakları, insan eliyle gerçekleştirilen aşırı kirlenme ve bilinçsiz avlanma sonucunda hızla yaşamsal aktivitelerini kaybetmektedirler. İnsanoğlu, doğaya karşı sürdürdüğü bu vahşi ve acımasız saldırısını ne zaman durdurur bilemiyoruz. Ama gerçek olan şudur ki, daha çok zaman geçirilmeden, toplumlarda oluşmaya başlayan doğal yaşama dönük bu kaygıların umuda dönüşümünün sağlanmasıdır. Denizler artık korunmaya muhtaç konuma gelmiştir. Yaşam alanları hızla çölleşmekte ve evrensel nitelikleri her geçen gün ipotek altına alınmaktadır. Denizlerin ve okyanusların yürekleri sızlatan bu acı feryatları karşısında artık kalıcı önlemler almalıyız. Denizlerdeki bu yoğun kirlilik riskine karşın bütün ülkeler ortak bir yönetim birimi oluşturup, denizlerin doğru kullanılması hususunda birleşik ve etkin politikalar üretmelidirler. Türkiye'de denizlerimizin korunmasına yönelik toplumsal bilinçlenme yeni yeni filizlenmektedir. Geçmişteki hatalar nedeniyle denizlerimizde dönüşümü olamayan tahribatlar meydana gelmiştir. Kanalizasyon sularının yüzde 94'ü, ne acıdır ki hiç arıtılmadan veya kısmi arıtılarak nehirlere ve denizlere akıtılmaktadır. Elbette bunun çevresel etkilerindeki olumsuzluklar doğadaki ekolojik dengeleri kökten zedelemektedir. Endüstriyel atıkların içinde barındırdıkları, insan sağlığına ve doğaya son derece zararlı olan zehirli ve ağır metaller yine denizlere ve ırmaklara arıtılmadan bırakılmaktadır. Bu da oldukça yüksek bir oran olup 7 milyon metreküp civarındadır. Deniz ve doğa sevgisini oluşturmak için daha küçük yaşlarda, okul öncesi dönemlerde çalışmalara başlamalıyız. İlk eğitim ve bilinçlendirme ailenin vereceği öğretilerle olacaktır. Denizlerin korunması, gelecek kuşaklara tertemiz armağan edilmesi ancak sevgi ve eğitim ile mümkündür. Denizlerin masmavi kalabilmesi için ona duyulan sevginin bir yaşam felsefesi olarak benimsenmesi gerekir. Temiz bir doğa, temiz bir toplumun ufkunda yaşamını sürdürebilir ve koruyabilir. İnsanoğlu bitmek tükenmek bilmeyen hırsları ve daha güçlü olabilme duygusu uğruna pervasızca doğayı yok ediyor. Maviler mavi, yeşiller yeşil kalmalı... Milyonlarca yıldır koyun koyuna uyuyan bu iki güzel muhteşem sevgiliyi artık rahat bırakalım. 'Polis tarafından vurulmasanız da en iyi ihtimalle ya dayak yiyorsunuz, ya hakarete uğruyorsunuz. Böyle bir durumda karakola şikayete gittiğinizde karşılaştığınız manzara değişmiyor. Yani kimi kime şikayet ediyorsunuz?' tısı, derdi olan ve yağmurda ıslanan her insan bir başkasına böyle bağırma hakkını kendinde bulmuyordu. Üstelik polisin belinde bir de tabancası vardı. Türkiye’de insanların polis görünce yolunu değiştirmesinin ardında, yaşadıkları buna benzer tecrübeler olsa gerek. Ancak bunun da çözüm olmadığı ortada. Bu kez, “dur” ihtarına uymadı gerekçesiyle vurularak, kim vurduya gitme olasılığınız yüksek oluyor. Çoğunlukla da vuran polisin “tabanca elimden düştü, kurşun sekti” gibi gerekçeleri yöneticiler tarafından kabul gördüğünden cezalandırılma olasılıkları pek bulunmuyor. Polis tarafından vurulmasanız da en iyi ihtimalle ya dayak yiyorsunuz, ya hakarete uğruyorsunuz. Böyle bir durumda karakola şikayete gittiğinizde karşılaştığınız manzara değişmiyor. Yani kimi kime şikayet ediyorsunuz? Şimdi burada İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün (Human Rights Watch) bu ay içinde yayınladığı rapordan söz etmem gerekiyor. Polisin yurttaşlara şiddet uygulamasında artış olduğu vurgulanan raporda, 2007 yılı başından bugüne dek 28 ayrı polis şiddeti olayına yer veriliyor. Bu olaylar arasında polisin, “bazıları ölümle sonuçlanan, ateşli silah kullanımı, göstericilere kötü muamele ve aşırı güç kullanarak müdahalesi ve kimlik kontrolleri sırasında ve sonrasında yaşanan kötü muamele” vakaları yer alıyor. Polis hakkında suç duyurusunda bulunanların ise kendilerini, “polise görevi yaptırmamak için direnme” suçuyla yargılanırken bulabildiklerine dikkat çekiliyor. Bizim karşılaştığımız, yanlış yola girmekten dolayı hakarete uğramak, raporda sözü edilen polis şiddeti olaylarının yanında belki sözünü etmeye bile değmez. Ya da gerçekten öyle mi? Yoksa biz saygın yurttaş olma beklentimizin çıtasını çok mu aşağılara indirdik? Türkiye’de yaşayan bir İngiliz arkadaşımın arabasında kırmızı ışıkta beklerken, bir trafik polisinin yan dikiz aynasını nazikçe düzeltmesi karşısında yaşadığım şaşkınlığı ona bir türlü açıklayamamıştım. Polisin bu tavrının, arkadaşımın “yabancı” olmasından kaynaklandığı sonucuna varmıştım. Bu nazik davranış, bütün polisleri şiddet eğilimli görmenin yanlışlığını da ortaya koyuyordu tabii. Ancak bu toplumda insanların koşullanmaları bu yöndeydi. Biz, motosikletli trafik polislerinin yol isterken bile bağırarak emir vermelerini sineye çekmeye alışık bir toplumduk. Bizden, “polise kimlik sormamız” beklenmesin. Gerçekten görevini yapan polislere, “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” tavrı takınan yüksek bürokratlar bunları bilmez. Onlardan, bütün resmi kimliklerinden arınıp sokağa çıkmalarını, kendilerine bağıran polislere “nazik davranmalarını” hatırlatmalarını bekliyoruz. Lütfen bir kez bunu sıradan vatandaş olarak yapsınlar. [email protected] C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle