29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KÜLTÜR 13 9 NİSAN 2021 CUMA Müzik emekçisinin dinleyiciden BAŞKA DOSTU YOK MU SANATÇI MAVI, BAŞLATTIĞI DAYANIŞMA KAMPANYASINA BILINEN ISIMLERDEN DESTEK GELMEMESINI ELEŞTIRDI. Ayşegül Turan ORHUN ATMIŞ Yayımladığı şarkı ve albümlerle beğeni toplayan müzisyen Mavi (Ayşegül Turan), kendi çabalarıyla müzik emekçilerine yönelik dayanışma kampanyası başlattı. Bu kampanyayla Mavi, şu ana kadar pandemi dolayısıyla zor zamanlardan geçen 25 müzisyen ve müzik sektörü çalışanına destek oldu. Ancak Mavi, bunun yeterli olmadığını, daha fazla destekte bulunulması gerektiğini dile getiriyor. Sanatçı, “Bu dayanışma kampanyasını kişisel olarak başlattım ancak resmi şekilde ilerlemesi için Şimdi Derneği’nin altyapısını kullanıyorum. Bir çağrıda bulundum, hem ihtiyacı olanları belirlemeye hem de bu havuzu büyütmeye çalışıyoruz” diyor. Destek bir seferlik değil, 3 aylık nakit ve erzak kartı olarak veriliyor. Kişi sayısını artırmak istediklerini söyleyen Mavi, “Bağış yapan az, ihtiyaç çok. Havuzda birikenin yetişmediği noktada dernek de arka çıktı ancak bu bir fon vs. olmadığından bağış bekliyoruz” vurgusunu yapıyor. “Hazırda bir birikim var ve onu dağıtıyoruz sanılıyor, durum öyle değil” diye konuşan Mavi, “Derneğin buradaki fonksiyonu süreci şeffaflaştırmak. Ha destek oluyorlar mı, gerektiğinde evet, ki kişisel olarak da havuza destek oluyoruz oturup beklemek yerine” ifadelerini kullanıyor. ‘Ünlülerden tık yok’ Mavi, bu süreçte en büyük desteği müzik dinleyicisinden gördüklerini söyleyerek ünlü müzisyenlere şöyle sitem ediyor: “Sektörün içindeki arkadaşlarımızdan da bağışlar oldu. Ancak ünlü isimlerden tık yok. Her mikrofona röportaj veren, ‘müzisyenleri bir tek o savunuyor’ başlıklarıyla gazetelere konuşan isimler attığımız mesajları görüp bir şey yazmadılar. Bir tek Kalben, hem duyurulmasını sağlamaya çalıştı hem maddi destek oldu.” Sadece müzisyenlere destek olmadıklarına değinen Mavi, “Destek verdiklerimiz sadece müzisyenler değil, müzik sektörünün bir biçimiyle içinde olan bütün emekçiler. Ancak dediğim gibi talep çok bağış az olduğundan istediğimiz rahatlıkta ilerleyemiyor ve aciliyet sırası yapmak zorunda kalıyoruz ve bu çok kötü” diyor. Daha fazla bilgi almak, destek olmak, ya da bir acil ihtiyaç sahibini bildirmek isteyenler “mavihaller@gmail. com” adresine mail atabilirler. KAPALI KUTUNUN SIRRI: Sinema, onlarla TasarımBienali’nden 5 eserle veda “İstanbul’un Mikrobik Meyveleri” Özgürlük Parkı 5. İstanbul Tasarım Bienali’nin şehrin farklı noktalarına yayılan yerleştirmelerine, 1 Nisan itibarıyla yenileri eklendi. Ekim 2020’den bu yana evrilerek devam eden bienal, son etabını 24 Nisan’da, gün boyu sürecek bir çevrimiçi etkinlikle tamamlayacak. İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından, VitrA sponsorluğunda düzenlenen bienal, fiziksel ve dijital mecralarda gelişmeye devam ediyor. 24 Nisan Cumartesi günü çevrimiçi yayımlanacak “Pek Kapanış Sayılmaz!” başlıklı etkinlikle bienalin bir evresi daha tamamlanacak. Bienalin 1 Nisan’da başlayan bu son etabında, şehrin farklı noktalarına yayılan yerleştirmelere beş yeni eser daha ekleniyor. “Yeni Yurttaşlık Ritüelleri” projeleri kapsamında Orkan Telhan ve elii’nin IMNA desteğiyle tasarladığı “İstanbul’un Mikrobik Meyveleri” Özgürlük Parkı’nda; public works ile Freddie Wiltshire ve Billy Adams’ın imzasını taşıyan “Özenle Kurutun” Fenerbahçe Parkı Topluluk Bahçesi’nde; Martí Guixé’nin tasarladığı “Güneş Mutfağı” İstanbul Bilgi Üniversitesi santralistanbul Kampüsü’nde görülebiliyor. Studio Ossidiana’nın göçebe pavyonu Büyükada Şarkı Hatları, 26 Nisan’da BüyükadaHaliç seferlerine başlayacak. Stigmerjiyi Aramak Ekibi’nin “Stigmerjiyi Aramak” isimli uydu projesi ise 30 Nisan’dan itibaren Hollanda İstanbul Başkonsolosluğu bahçesinde görülebilecek. SALT’ta ‘beslenme’ sergisi, serinin üçüncüsü İnsan faaliyetleri iklimleri değiştirirken nasıl beslenilmesi gerektiğini inceleyen “İKLİMCİL: Mevsimler Sürüklenirken”, hem bir sergi hem de işbirliklerine dayalı bir kamu programı olarak SALT Beyoğlu’nda açıldı. Etçil, hepçil, yerelci, vejetaryan ya da vegan beslenmeden farklı biçimde, “İklimcil” kavramı bir ürünün içerdiklerinden ziyade, gıda üretimi ve tüketiminin seyrini etkileyen alışılmadık mevsim koşulları ve iklim olaylarıyla ilişkisi üzerinden tanımlanıyor. SALT’tan Meriç Öner ve Onur Yıldız tarafından programlanan sergi, kurumun 2018’de başlattığı “Sohbetler” serisinin üçüncü sergisi. Eğlence ve Siyasal İktidar tartışmaları Tarih Vakfı Ankara Tartışmaları’nın 9 Nisan Cuma günü 18.30’da başlayacak olan etkinliğinin konuğu Dr. Mehmet Kendirci. Gazi Üniversitesi Kamu Yönetimi mezunu olan, Türk Siyasal Hayatı, Eğlence ve Eğlenme ve Dini ve LaDini Ritüeller ile siyaset arasındaki ilişkiler üzerine çalışmalar yürüten, halen Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nde çalışmakta olan Kendirci, “Erken Cumhuriyet Döneminde Eğlence ve Siyasal İktidar” başlıklı bir konuşma yapacak. Kendirci’nin araştırma sonuçları, Cumhuriyet’in bir taraftan Osmanlı imgesinden kendisini nasıl kurtarmaya çalıştığı diğer taraftan da kendi özgünlüğünü ön plana çıkartıp Cumhuriyet’i nasıl pekiştirdiğine işaret ediyor. Çevrimiçi canlı etkinlik aşağıdaki linklerden izlebilir: https://zoom.us/j/99204878395 Meeting ID: 992 0487 8395 / Passcode: 554921 ve https://youtu.be/gls6zPfxJMM var oldu! ALPİEKRODÇEODĞELKUU:LGAÖĞIZMÜM MAKİNE SESİNDE İstanbul’da yedi yüz elli kışlık, beş yüz yazlık sinema varken o vardı ve son sinema salonu kalana, gücü yetene kadar var olmaya devam edecek. Türkiye’nin sayılı, Yeşilçam’ın kalbi, Beyoğlu’nun ender makinistlerinden Ali Koçoğlu, SİYAD 2021 Emek Ödülü’ne layık görüldü. Ali Koçoğlu yani Ali Usta, 1988 yapımı, Giu KONUK seppe Tornatore’nin Ci YAZAR nema Paradiso filminEMEL den çıkmış gibi, henüz SEÇEN ilkokul çağında sadece bir anons ile dünyası değişir “Kaynarca Sinemasında, bu akşam Ayhan Işık” Hikâyeyi ondan dinleyelim: Malatya’da sinema salonu vardı ama ben kazası Arapgir’de yeni açılan “Kaynarca” salonunda yetiştim. Akşamları film gösterimleri olurdu, birde hafta sonları gündüz “bayanlar matinesi” vardı. O zaman araçla anons yapılırdı, çocuklar ağaçlara tırmanır izlemeye çalışırdı, tek sinema salonu, Ayhan Işık’ın oynadığı “Kanun Namına” ile ayak bastım ve her şeyi rahmetli ustam Sadık Bey’den öğrendim. O bana babacan tavrıyla ‘sinemayı seviyorsan gel!’ demese, hayat belki başka şekilde gelişecekti. Sevmek ne kelime, sinema benim hayatım oldu. Sinema nasıl oynatılıyor, bu makine nedir sorularına cevap bulma isteği, beni bugünlere taşıdı. O günden sonra ustamın yanından ayrılmadım, ne öğrensem kârdı. İlkokul bitti ama gönlüm hep sinemadaydı. Ustam, ‘önce okul, oku adam ol’ dedi ama ben çok ısrar ettim. Bana, bobin sarmayı, makineye film takmayı öğretti. n Sonra Ali Koçoğlu İstanbul’a geliyorsunuz, ilk iş neresi? Şehzadebaşı, Kulüp Sineması. O zamanlar sinema salonları karşılıklıydı, yanında Turan Sineması, karşısında, Gül, Gündeş ve Yeni Sinema, bir de Beyazıt, Marmara Sineması. Hem Kulüp Sineması’nda hem Marmara Sineması’nda çalıştım. Filmlerde diş kırıkları çok olurdu, yani filmi takmakla iş bitmiyor. Bazen gelişte, bazen bakımsızlıktan harap gelirdi film. Dişler temizlenir, yırtık bantlar onarılır ve filmin kopmaması için her şey yapılırdı. Eğer koparsa, asetonla filmi bandını kazıyıp, yapıştırırdık. Küçücük bir camım vardı, oradan film boyunca sürekli kontrol ederdim. Her şey 32 diş, tambur ve dişler etrafında döner. O gün bugündür, gözüm perdede, kulağım makine sesindedir. Ustam öğretmişti, sürekli elimde bir makas ile eğer film tutuşursa müdahale eder, keserdim yoksa filmin hepsi yanar, kül olma riski var, filmi kurtarırdım. Yukarıda musluklar vardı, hemen vanayı çevirirdim. Kömür yetişmedi bir gün, koştum Turan Sineması’na, aldım filmi oynatmaya devam ettim. n Yangın söndürücü gibi yetişiyorsunuz, canınızın yandığı ya da seyircinin filmi izleyemediği oldu mu? Birçok arkadaşımın elleri yanmıştı, 60 yıldır film bobini takan Cine Majestik film makinisti Ali Koçoğlu, SİYAD’ın Emek Onur Ödülü’nü aldı. Gözü perdede, kulağı makine sesinde yarım asırlık sinema hayatını anlattı. bende de oldu, hemen kestim. Seyirci iki, üç kareyi izleyemedi haliyle. n Anthony Quinn’in oynadığı Çağrı filmini Marmara Sinemasında oynatıyorsunuz, ilk iki gün hiç seyirci gelmiyor, sonra neler oluyor? Türkiye’ye, Sunar film getirmişti, ilk iki gün kimse gelmedi. Çok uzun bir filmdi, 4 bobin değiştirirdim, üç saat sürerdi. Odamın camı tam İstanbul Üniversitesi’ne bakardı, hareket olmayınca girişe “İslamiyet’in Doğuşu, Çağrı filmi” afişini astık. Hoparlörleri sadece salona değil olası kalabalığa karşı dışarıya verdim. Balkonda kadınlar, diğer yerde erkekler otururdu. Millet aptes alıp sinemaya gelmeye başlamıştı. Kuyruk, Aksaray’ı bulmuştu ve üç, dört ay aralıksız oynattık, büfe malzeme yetiştiremiyordu. O film boyunca evimden alındım ve bırakıldım, tüm yemekleri makine dairesinde yedim. Benzer durumu, Maksim’in yanındaki eski Taksim Sineması’nda yaşadık. Toros Film, Türkiye’ye Raj Kapoor’ın Avaramu filmini getirmişti ama hiç ilgi yok. Sahibi kapının önüne bir Emel Seçen sandalye koydu ve müzikleri dışarı vermeye başladı, sonra da yer yok dedi. O film Türkiye’de bu şekilde tuttu. n Gelelim o efsane sinemalara, ampullerin renkli, sandalyelerin ahşaptan, gerçek yıldızların altında, yazlık sinemalara. İstanbul’da kaç yazlık sinema vardı? Her semtte yazlık sinema vardı, toplam beş yüz yazlık sinema, düşünün. Bobini alır, akşam saat dokuz gibi takardık. O zaman herkes sinemaya gelirdi, bu bir kültürdü. n Şu an Cinemajestic makinistisiniz. Hasret kaldığımız basın gösterimleri, galalar, film festivallerinden unutamadığınız anınız var mı? Yeni Melek, Emek’te çalıştım, Fitaş’tan emekli oldum. O zamanlar filmler kömürlüydü, basın ön gösterim zamanları film başlayınca, Atilla Dorsay yanıma gelir, “sol taraf biraz flu, amperi ayarlasana” der, düzeltirdim hemen. O zaman ampermetreler vardı, 60 amperi, 80 yapınca bembeyaz olurdu. Ne Atilla Dorsay, ne Ali Ulvi beni yalnız bırakmadı, bir de senin hakkını ödeyemem. Festival zamanlarında filmin kenarlarında düzeltilmesi gereken yerler olurdu, elimiz ile temizlerdik. Bir gün Eczacıbaşı, sahipleri var festivalde üç, dört kısım bölüm vardı, ben yukarı çıktım ve arkadaşa tembih ettim ama bir de geldim ki birinci kısmı, üçüncü kısma takmış, hemen bir telefon geldi, koştum müdahale ettim, Fitaş’ın patronu Sedat Bey “Ali bey, festival bitene kadar sen buradan bir yere ayrılmayacaksın!”dedi. Hiç unutamadığım ise yönetmen Sinan Çetin’in, filminin basın gösterimi öncesi, üç, dört katlı pasta kesilecek, bana seslendi ve “Benim, Atilla Dorsay’ım buraya gelsin! Bütün filmleri altı, yedi kere izler, emeği çoktur, en son kararı, o verir!” dedi. n Şimdi sinema seyirci ile buluşamıyor ama geçmişte Emek nasıldı? Bambaşkaydı, ben sabah 11.00’de geldiğimde bakardım, her yer kuyruk. Ne zaman gelmiş, bu insanlar derdim. Saat 11.30 da başlayıp akşam 21.30’a kadar aralıksız film oynatırdık. n Seyirci nasıldı? Seyirci, bilinçliydi. Beyoğlu’na gidelim, kahve içelim, bir de film izleyelim derdi ve gideceği filmi bilirdi. Şimdi televizyon ve pandeminin etkisi de eklenince, kaliteli film de çıkmayınca seyirci soğudu, uzaklaştı. n Dağıtım konusu geçmişte farklı, filmlerin sizlere ulaşımı ve seyirci ile buluşması nasıl olurdu? Avrupa’dan yabancı film gelince, İstanbul ve Anadolu yani Adana, Ankara, İzmir ve Samsun için birer kopya verilirdi. Tek kopya olduğu için buna o zamanlar, taşımalı oynama, denirdi. Fitaş’ta oynadığı sırada Harbiye Has, Şişli Konak’ta oynayacak. Kurye motorları vardı, bobin bana gelene kadar reklam oynatırdım çünkü diğer sinema salonundan çıkıp da bir aksilik oldu mu, teknik bir arıza oldu bekleyeceğiz derdim ama kıyamet kopardı, seyirci hemen huysuzlanırdı. SINEMA SINEMADA IZLENIR n Sinema nerede izlenir? Bu birlikte sloganımız, sinemaya yüreğini koymuş herkesin söylediği “Sinema, Sinemada izlenir”. Ben, sinemada büyüdüm, o efektler, sesler, başka bir dünya, seyircinin gelmeyişini anlamam mümkün değil. Biz bir aileyiz, bir kere Beyoğlu, sinemayı ilk öğrendikleri yer, bana kalırsa sinema izlemeyi başka şekle dönüştürmeye çabalamak, baba evini unutmak gibi. Üstelik hala halk günleri var, haftada bir gelinebilir. Pandemi, her şeyden beter! Ali Koçoğlu, altmış yıla varan sinema yolculuğunda, makine çalışırken sesi dinleyip, ne olduğunu bilen bir usta. Bugünlerde “Hoş geldiniz, iyi ki varsınız” diye karşıladığı seyircilerini özlüyor, makineler de onu... Şiirle sesleniş Konuşmalarında şiire de yer veren politikacı az değildir. Şiir dünyalarının darlığından dolayı onlar hep ideolojilerine yakın olanlardan alıntı yapar. O tür şiirler tez yıprandığından, kısa sürede slogana dönüşerek değer düşümüne uğrar. Gerçek şiir, duru akışlı ırmakları andıran söylemiyle her çağda etkisini sürdürmüştür. Mayakovski, Pablo Neruda, Nâzım Hikmet o söylemdeki şiirin sesi olmuştur. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, Sultangazi’de Ahmed Arif adı verilen Halk Kütüphanesi’ni açarken, söze onun belleklere yerleşen dizeleriyle başlıyor: “Dayan kitap ile/dayan iş ile/tırnak ile diş ile/umut ile sevda ile düş ile.” Şairden esinlenerek bağlıyor sözünü: “Biz de bu zor dönemi, hep birlikte dayanışma içinde böyle aşacağız. Umudunuzu kaybetmeyin. Çok güzel günlerin bizi beklediğini sakın unutmayın.” İnancı, ulusal kökeni aranmadan, insanlığı düşüncede, duyguda, sevgide, iyi kötü günlerde bir araya getirmenin en etkili aracıdır şiir. Nâzım Hikmet’le Fazıl Hüsnü Dağlarca’dan aktardığım şu şiirler birer değerbilme örneğidir: Nâzım Hikmet Nâzım Hikmet’in Kuvayı Milliye kitabından alıntılanan şu dizeleri okuyan, Atatürk’e dil uzatırken dilinden utanmalıydı; onun büstlerini, heykellerini parçalamaya kalkanlar, kendilerini, insan olmanın gerektirdiği bir iç denetimden geçirmeliydi: Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu./Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki/şayak kalpaklı adam/nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden/ güzel, rahat günlere inanıyordu/ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında/birdenbire beş adım sağında onu gördü./Paşalar onun arkasındaydılar./O, saati sordu./Paşalar: “Üç” dediler,/Sarışın bir kurda benziyordu./Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı./Yürüdü uçurumun başına kadar,/eğildi, durdu./Bıraksalar/İnce, uzun bacakları üstünde yaylanarak/ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak /Kocatepe’den Afyon ovasına atlayacaktı.” İnsan olmak İnsan olan, kırıp dökmez; yapıcı, üretici, ürettiklerini topluma yararlı kılmayı düşünür. Et kemik yığınından oluşan varlık, o erdemin bilincine erdiği ölçüde insandır. Nâzım Hikmet, şiir dünyasında Kurtuluş Savaşı’nın öncüsü Mustafa Kemal’i şu kavramlarla canlı kılıyor: “sarışın bir kurt, mavi gözleri çakmak çakmak, ince uzun bacakları üstünde yaylanan, karanlıkta akan bir yıldız gibi kayan, Kocatepe’den Afyon Ovası’na atlayan.” Bu yaratıcı betimlemelerin anlamını, ancak, şiirsel söylemin inceliklerini algılayacak duyarlığa erenler kavrar. Örneğin Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın iki dörtlükten oluşan şu şiiri, duyarlı olanlara neler anlatmaz! Mustafa Kemal’i gördüm düşümde,/Daha, diyordu./ Uğruna şehit olasım geldi hemen/Sabaha, diyordu. Al bir kalpak giymişti al,/Al bir ata binmişti, al,/Zafer ırak mı? dedim,/Aha, diyordu. Şiir körleri Güzele kör bakmak ne acıdır! Kötü ruhlu güzellik düşmanlarının ilkellikleri şundan da bellidir ki Nâzım’ın deyimiyle “Dörtnala gelip Uzak Asya’dan/Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan memleket”imizi çağdaş uygarlık düzeyini aşarak, özgür kılmayı başararak mazlum ülkelere de örnek olan bir ulusal kahramanın heykelini kirlere bulayıp parçalayabiliyor! O duygu körlerinin, Mustafa Kemal’i düşünde gören, onun uğruna şehit olmak isteyen, al bir atın üstünde al kalpaklı komutana zaferi sorup ondan “Aha” yanıtını anlaması beklenir mi? Onlardan, Nâzım’la Dağlarca’nın, bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusuna beslediği, içimizde “yeni ürpertiler” yaratan şiirlerinin özünü kavramaları beklenmez! Topkapı Sarayı’nda yeni keşif Topkapı Sarayı’nda yapılan yeraltı araştırmalarında önemli bir arkeolojik buluntuya ulaşıldı. Roma dönemine ait olan ve 3 bölümden oluşan galerinin yağmur sularını biriktirmek için toprak altına yapılan bir sarnıç olduğu tahmin ediliyor. Bulgu hakkında bilgi veren İstanbul Milli Saraylar İdaresi Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Ahmet Çapoğlu, “Buradaki çalışmalar Milli Saraylar İdaresi Bilim ve Değerlendirme Kurulu çerçevesinde Topkapı Sarayı’nın henüz ziyarete açılmayan alt kısımlardaki alanlarda bir peyzaj çalışması sırasında yapılan yer üstü ve yeraltı araştırmalar kapsamında bulundu. Burası Babı Hümayun’dan girişte, sağ tarafa çizme kapısı diye adlandırılan kapıdan döndüğümüzde alt kısımda kalan bir galeri. Bu galerinin hemen üzerinde daha önceki yıllarda tespit edilen bir sarnıç var. Bu içinde bulunduğumuz galeri ise arkadaşlarımızın yaptığı yeraltı araştırmaları kapsamında yeni bulundu” ifadelerini kullandı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle