24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Üniversite öğrencileri; öykü, şiir ve denemelerini kansu@cumhuriyet.com.tr SEÇICI KURUL: GENÇ YAZIN Işık Kansu (Eşgüdüm), Özcan Karabulut (Öykü), adresine gönderebilirler. Ferruh Tunç (Şiir), Öner Yağcı (Deneme). 21 Aralık 2021 DENEME Cumhuriyet Mucizesi KAAN YEŞILÇIMEN MARMARA ÜNIVERSITESI IŞLETME FAKÜLTESI 215 yılında Magna Carta olaylar her birimizi üzüyor ve kimi zaman imzalandığından beri, aynı umutsuzluğa kapılmamıza neden oluyor. 1topraklar üzerinde yaşayan Bazı yurttaşların ise ülkeyi terk etmelerine topluluklar kendi haklarını kazanarak, kadar devam eden bir boyuta ulaşıyor. koruyarak ve geliştirerek ulus olmakta ve Oysa Cumhuriyetten önce yarı sömürge çağdaşlaşmanın, aydınlanmanın kapısını kullardık. Cumhuriyet bizi yurttaş yaptı. aralamaktadır. Bu sıralar Türk gençliğine tıpkı 100 yıl Bizim coğrafyamızda 19. yüzyılda başlayan önceki gibi tarihi bir sorumluluk düşüyor. aydınlanma hareketlerinin ne yazık ki uzun Cumhuriyeti, düştüğü yerden kaldırma yıllar boyunca, millet olamadığımız için tam sorumluluğu. Türkiye’yi aydınlığa anlamıyla başarıya ulaştığını söyleyemeyiz. çıkarma sorumluluğu. 20. yüzyılda ise Türk halkı ebedi önderi Bizim bu topraklara borcumuz var. Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile bu makûs Anadolu’da kendi başına açıp solan talihi bir mucize ile değiştirdi. çiçekler bırakmayana kadar, bu ülkenin “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” insanlarını, hayvanlarını, ormanlarını sözünün altını dolduran, Anadolu özgür günlerine kavuşturana kadar coğrafyasında yaşayan bu halkı yurttaş mücadele etmeye mecburuz. yapan ve devletin sahibi olduğunu hatırlatan Devir, eğilip bükülme devri değil, tarihi Cumhuriyet, bugüne kadar milyonlarca sorumluluğu üstlenerek Cumhuriyetimizi yüreğin hikâyesini değiştirdi. kurtarma devri. Eğer bir güç arıyorsak, Bu mucizenin adı ise “Cumhuriyet çok uzağa bakmamıza gerek yok: Mucizesi” idi. “Muhtaç olduğumuz kudret, Son yıllarda ise ülkemizde yaşanan damarlarımızdaki asil kanda mevcut...” DENIZ YILDIZ SÜSLÜ ANTALYA EVCILIK ANADOLU LISESI SÜVARİ FEHMI MARANKOS DOĞU AKDENIZ ÜNIVERSITESI Süslü süvari, seni nereye Süslü süvari, koydular? Karanlık çeşme kenarlarında vin önündeki tahta kanepeye cam kavanozun içine koymuş, ertesi gün oturdum. Sessiz, sakin her şey. bize, gece ona tutunarak Paşabeleni’nin Başına takmışsın bir oyna kelimelerle. EGökte en ufak bir leke yok. Masmavi. üzerinde uçtuğuna yeminler etmişti. Bizim ekvator çiçeğini, Kahkahalar içinde dök saçlarını. Yalnız ileride, şu çayırlığın üstünde ufak inanmadığımızdan şüphelenince de türlü Karayolunda derin su Atlar hep kaçtı engelden bir bulut var. Ufacık. Tombul. Yuvarlak bir ispatlamalara başvurmuş, onlar da kâr ararsın. Boş ver zaten atlayasın yoktu. şey. İnsanın bakınca uykusunun geleceği, etmeyince “Siz de amma yaptınız! Ne yani, mutlu rüyalar göreceği cinsten. Çayırlarda geceleri helikopter böceklerinin büyüdüğünü Incilerin boynunda kaç yahut kimi toprak yolların kenarında boy bilmiyor musunuz yoksa?” diye bilgiççe attan düştün Süslü süvari, gösteren ve puf diye üfleyince uçan şu çiçeğe sormuştu. Şimdi kendi sırtına binip Hem utan bütün renklerinden benziyor. Öyle işte. Kurbağa Mahallesi anılarıdır kaçarsın. Hem de göster hayvanlara. Çocukken Burcu ve Selma ile çokça bunlar. Beni düşlere sürükleyen, yıllar Çok kız kendine üflerdik o çiçeğe. Puf yaptık mıydı hepsi öncesinden saatler... Sabahları kahvaltımız uçar, birer kuş, birer kelebek olurdu biter bitmez, babalarımız işe gider gitmez Süslü süvari, Sonra kendi kendinin sevgilisi ol, hayalimizde. birimizin evinde rasgele toplanışımız, Denizleri doldurmuşlar tak incilerini. Annelerimiz yalnızca üçümüzün bir arada TRT2’de Bob Ross ile Resim Sevinci yahut gözlerine, olmasına izin verirdi. Yaramazlık yapmazdık Susam Sokağı seyredişimiz... Bir tuvale toprağı ıslatmanın Süslü süvari, çünkü. Evcilik oynardık. Dondurmalar üçümüz birden Bob Amca gibi resim yer, karpuzlar dişlerdik. Kitaplar okurduk, yapmaya çalışmamız... peşindesin. Atın da sensin sevgilin de. Verne’ler, İzgü’ler... Evcilik oyununda bir Büyüdükçe, insanlardan, yaşamdan kopma Kafanda ekvator çiçeği, Çünkü kimse atına yüklendiğin kadar gün Selma’nın, bir diğer gün ise Burcu’nun isteği arttıkça, ikiyüzlülüklerle, yalanlarla, Sahi kim koydu onu oraya? yüklenmiyor sana. kocası olurdum. Sanki mahallede bir üçümüz kötülüklerle karşılaştıkça yeniden Ne işin var otla sapla? kimse sevgilin kadar aşk duymuyor sana. varmışız gibi. hatırlanacak bir sığınak, yeniden dönülmek, İlkyaz geldi mi üç katlı apartmanımızın yaşanmak, o zamana demir atmak istenilen önündeki bahçede önce dut ağacının anılar bunlar... Bazen bir şarkı, bazen bir yaprakları açardı. Kocaman bir dut. Kocaman resim, bazen bir yemek kokusu o günleri kıskanıyorum çünkü” diye bir fısıltı sessizce, tek bir söz söylemeden kanepede bir gölge. Kocaman bir oyun alanı. Altındaki hatırlatır bize, yeniden bir düş olarak duyuldu sonra. Hiçbir şey anlamadım. oturduk. On yıl, on beş yıl önce nasılsa öyle tahta kanepeye oturur, ya annelerimizin kalmış zamana geri götürür. Proust, “Yarın da seninle evleneceğim, şunun kokuyordu Burcu. Bir ilkyaz kokusu sinerdi elimize verdiği limonataları içer kekleri yer kurabiye kokusuyla geçmişe gittiğinden şurasında yarım gün kaldı.” “Hayır!” diye tenine. Bazen bana yaslandığında sanki yahut da koca bir karpuz dilimini dişlerdik. bahseder. Babam da bazı yemekleri özellikle sesini yükseltti. Sinirden kızarmıştı, al al yaşama koşulum yalnızca o kokuymuş gibi Sakin, düş kurarak televizyondaki birkaç sever; tadıyla, kokusuyla o yemeklerin olmuştu yanakları: “Ben hep benimle evli içime çekerdim kokusunu. çizgi filmden, Susam Sokağı’ndan yahut kendisini geçmişe götürdüğünden, sanki olmanı istiyorum” dedi. Selma’ya haksızlık Bir ara göz göze geldik. Tıpkı onu Çakmaktaşlardan bahseder, önceki akşam büyükannesinin yemeği masaya getireceğini olacağını söyledim. “Ama Selma seni yanağından öptüğüm günkü gibi yaşla okuduğumuz kitaplardaki serüvenlerden sandığından, sakallı dedesinin patatesli sevmiyor, ben ise seviyorum seni, hem de doluydu, kızarmıştı gözleri. Gülümsedi. söz açar, ayaklarımızı sallayarak, nemli bulguruna kaşığı gizlice daldırdığını yeniden çok!” O günlerde ablamın okul arkadaşlarına Saçları kulaklarının arkasından düzgünce ilkyaz kokusunu içimize çekerek saatlerin hissettiğinden bahseder. Bazen daha canlı, övgüyle bahsettiği Hamsun’un Victoria’sını taranmıştı. Başını eğdi. Dizlerine baktı. Her geçişinden habersiz otururduk. Saatlerin, daha diri hissediliyor o anılar, şimdiki gibi okumuştum. Elini kızın yanağına koyuyordu zamanki gibi kısaydı, dizlerinin üstündeydi günlerin, haftaların geçtiğini ancak yaz anımsadığın, olaylar, oyunlar... çocuk. Ben de öyle yaptım. Sıcaktı, sıcacıktı elbisesi. Yıllardır hiç dokunmamıştım. bitip de okulların açılması yaklaştığında Kalktım kanepeden. Binlerce anı arı Burcu’nun yanağı. Uzandım, yanağından Ellerine baktım sonra. Tutmak istedim. idrak ederdik. Zaman demir atmazdı ki sürüsü gibi üşüştü üzerime. Şurada öptüm. Utandı, merdivenleri hızlıca Vazgeçtim. Ağlamak geliyordu içimden. bulunduğumuz yere. otururduk, şurada dereye olta atardık. İlk tırmandı. O yaşın gururu vuku buldu bende, Aydın Amca’nın sesi bozdu sessizliği, Bütün bu sakin geçen günlere, yumurtanın pedal çevirdiğim toprak yol, sazlıkların hep Burcu’yla evli kaldım sonra. “Haydi!” dedi Burcu’ya, “Gidiyoruz”. Banaysa içinden de, olgunlaşmış, hasat edilmiş arasından çarşıya kadar uzar gider. Daha ileriki yıllarda, bir oyundan “Allahaısmarladık evlat” diyerek veda etti. ekinlerden de sarı saçları olan, bizden Kertenkeleler, kurbağalar yoldan kaçışır, farklı, sahici bir sevgilisinin olduğunu Arabalarına bindiler. Ben, annem, yıllardır bir hayli yaramaz Mert biraz hareket, dereye cup diye atlarlar. Sonra ilk kez, daha öğrendim. Henüz lisedeydik. Dut ağacının anlaşamadığımız hoppa kız Selma ve annesi hızlılık katardı. Dereye girer, yosunların ilkokula giderken, İstanbul’dan buraya altındaki kanepede söylemişti. Bizden bahçedeydik. Burcu bana bakıyordu camın arasına ellerini korkmadan, orada ne yazlığa gelen Şara’yla kilerde öpüşmem... biraz büyükmüş, üniversiteye gidiyormuş. gerisinden. Bir karanfil kopardım, koştum, olduğunu merak etmeden daldırır, bazen bir Binlerce anı. Tatlısı, tatsızı... Bir daha Öyleymiş işte, bana söyleme, gereksinimi elini sıktım, kimseye belli etmeden karanfili kurbağayı, bazen yavru bir kaplumbağayı, yaşanır mı o zaman parçası? Esin Engin duymuş. Ne yapılırdı böyle bir haber avucuna bıraktım. Araba hareket etti. Beyaz bazense bir tatlı su yılanını çıkarır, radyoda ne güzel söylerdi: “Dön desem karşısında? Sustum, “Yaa” dedim, tebrik gövdesiyle uzaklaşan, Aydın Amca’nın iki babasının tıraş dolabından aşırdığı bir yıllara geri döner mi?” Sanatçılar düş ettim, sonra onu dinledim yalnızca. O an üç günde bir yıkadığı, sildiği arabasının usturanın yardımıyla, kendi sözleriyle, insanıdırlar, ressamlar, şarkıcılar, yazarlar... içimde bir şeylerin kırıldığını, parçalandığını arka camında küçüçük görünen Burcu’nun, o hayvancağızı ameliyat ederdi. Ertesi İşte, bir anı daha. O gün Selma ile evliydim hissettim. Söylese miydim onu sevdiğimi? sazlıklar arasında saniye saniye daha da günü de babası her şeyden habersiz aynı oyunda. Onunla daha fazla konuşuyorduk Ne yapardı, ayrılır mıydı sevgilisinden? ufalışını görünmez oluncaya dek seyrettim. usturayla yüzünü tıraş etmiş olurdu. bu yüzden. Baktım, Burcu’nun gözleri Ayıplar mıydı yoksa? Bilmiyordum, Başını çevirmiş, bakıyordu. Her defasında Bugün düşünüyorum da böyle birisi dolu dolu... Kızarmış, yaşlar birikmiş. Ne yalnızca susmakla yetindim. Sevdiğimi daha da küçüldü. En sonunda araba, içgüdüsel olarak vahşiliğini dizginlemek olduğunu soramadan koştu, uzaklaştı. söyleyemedim. kurbağalı dereden sağa dönünce onu aradım, için bu vahşeti uygulamıyorsa o merakıyla Peşinden gittim, apartmanın ilk Sonra o yaz üniversiteleri kazandık. O göremedim. Bir düştü artık Burcu. O an zooloji bilimine birçok katkı vermesi lazım basamağındayken yakaladım. Durdu. Ankara’ya gidecekti, bense Kıbrıs’a. Ailesi geçmişte kalmıştı. gelir. Ancak Mert bunları yalnızca bize Ne olduğunu, niye ağladığını sordum de gidecekti onunla, taşınacaklardı. Babası Şu kanepe o günlerin, yirmi yıl öncesinin cesaretini ispat etme, bir çeşit yakınlaşma birkaç defa. O hep sustu. Yalnızca bana postaneden emekliydi, “Belki bir gün geliriz” tanığı işte. Bir çeşit dost, sırdaş... O günler gereksiniminden yapıyordu. bakmakla yetiniyordu kızarmış gözleriyle. diyordu. Bir ağustos günü, öğle vakti, dün gibi bir şeydi. Bir rüyaydı sanki. Öyle Bir keresinde sazlıkların arasında bir Dayanamadım, “Mızıkçısın!” diye bağırdım. deredeki kurbağalar vıraklarken, helikopter temiz, öyle tatlı, öyle benzersiz... Bir anıdır helikopter böceği yakalamış, onu bir “Öyle söyleme” dedi ağlayarak. “Seni böcekleri sazlıklar arasında uçarken Burcu, bir bana ait. Geldi ve geçti. ÖYKÜ ŞIIR
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle