30 Nisan 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 17 OCAK 2021 PAZAR [email protected] OLAYLAR VE GÖRÜŞLER BENZER SLOGANLAR: MENDERES: ‘KOMÜNIZM GELIYOR’, ERDOĞAN: ‘DARBE GELIYOR’ AKP iletişim politikası ALEV COŞKUN Sağcı siyasal partiler; iktidarda kalmak, koltuklarını korumak için algıya dayalı, halkı etkileyen iletişim metotlarını kullanmışlardır. Menderes ve Demirel, genellikle “Komünizm geliyor” sloganını kullandılar. Erdoğan iktidarı da “darbe geliyor” sloganını kullanıyor... Menderes, “Komünizm geliyor”, Demirel, “Ortanın Solu Moskova’nın yolu” diyerek kamuoyunu yönlendirirken AKP siyasal iktidarı da “darbe geliyor”, “milli iradeye karşı çıkılıyor”, “bunlar terörist” söylemiyle gerçek gündemi saptırmaya çalışmaktadır. Sosyal taban konusu AKP, MenderesDemirelÖzal geleneğini sahiplenip; bu üçlüye, Erdoğan’ı katmak istemiştir. Her ortamda kendilerini DP’nin devamı gibi göstermişlerdir. Oysa sosyolojik tabanlarda ayrışma var. DP, DYP ve AKP’nin dayandıkları sosyal taban birbirinden ayrıdır. Menderes döneminde nüfusun yüzde 20’si kentlerde, yüzde 80’i kırsal alanda yaşıyordu. Menderes de büyük toprak sahibiydi. Menderes, toprak sahipleri ile savaş sonrası güçlenen burjuvazinin partisi olmak istiyordu. Tarikatlardan yardım alsa da AKP gibi “İslami hayat tarzını yerleştirmek” gibi bir amacı yoktu. Aslında Menderes, özel teşebbüsçü ve Türkiye’yi “küçük Amerika” yapmak isteyen bir başbakandı. Demirel, 1965’ten 1980’lere iç pazara dönük sermaye birikiminin yürümesini sağlamaya çalışıyordu. Demirel’in de laiklikle sert ve keskin bir hesaplaşması olmadı. Kapitalist sistemi benimseyen Turgut Özal ise 12 Eylül 1980’i gerçekleştiren, ABD’nin “bizim çocuklar” dediği askerlerle ve okyanus ötesi güçlerle ilişkilerini yakın tutmak istemişti. Büyük burjuvanın örgütü MESS’in(Madeni Eşya İşverenleri Sendikası) başkanlığından ekonominin başına getirilmişti. En derin ayrım laikliğe bakış Erdoğan’ı Menderes, Demirel ve Özal’dan ayıran en önemli kalın çizgi, laiklik ile olan ilişkisidir. Erdoğan, “kindar ve dindar” bir nesil yetiştirmek istediğini açıkça bildirmekten çekinmemiştir. Türkiye’de muhafazakâr düşüncenin sosyolojik temelleri üzerinde çalışmış, muhafazakâr düşünce kaynaklarına yorumlar getirmiş ve Gülen cemaatine ilişkin olumlamalarıyla bilinen Prof. Şerif Mardin, Erdoğan için “sosyolojik olarak Milli Görüş hareketinden ziyade Menderes’e benzemek istiyor. Ancak AKP’nin sosyal kökeni başkadır. Menderes’in sosyal yapısı, AKP’nin sosyal yapısı değildir” diyor. Bu temel sosyolojik noktaları özet olarak ortaya koyduktan sonra, uygulamaları analiz etmeye devam edelim. Benzer uygulamalar Sosyal taban konusunda ayrışım olsa da iktidar yürüyüşündeki uygulamalar büyük benzerlik gösteriyor. Sağcı iktidarlar kamu kaynaklarını kullanmakta çok beceriklidirler. Kamu kaynakları kullanılarak “besleme” ya da “yandaş” yazılı basın (gazeteler) ve görsel basın (televizyon kanalları) yaBütün dünya tarihi gösteriyor ki; siyasal iktidarlar, bir gün gelir demokratik yollarla iktidardan ayrılırlar. Ama yapılan uygulamalar, yapılan konuşmalar, basına yapılan baskılar ve tehditler, siyasi tarihin konusu olarak ele alınır ve yazılır. Gelecek kuşaklar da bunları ibretle okurlar. Politikacılar “Tarih ne diyecek” sorusunu hiçbir zaman akıllarından çıkarmamalıdırlar. ratılmıştır. Ayrıca, basın ile ilgili kamu kurumları (BİK ve RTÜK) kullanılarak eleştiri yapan basın cezalandırılmaktadır. Besleme BasınYandaş Basın AKP’nin; özellikle Ziraat Bankası, Halkbank ve VakıfBank gibi kamu bankalarının büyük kredileriyle yandaş basın yarattığı konusunda belgelere dayalı makaleler ve kitaplar yayımlandı. Bu konuyu artık herkes biliyor. DP de aynı yöntemlerle besleme basın oluşturmuştu. Tirajı çok düşük olsa da iktidarı tutan gazeteler kayırılıyordu. Bu nedenle Menderes döneminde yaratılan basına “besleme basın” adı verilmişti. DP döneminde devlet olanaklarının parti propagandası için kullanılma yönteminin en çarpıcı örneklerinden birisi Güneş Matbaacılık olayıdır. O devirde İş Bankası’ndan sağlanan büyük kredilerle yaratılıp büyütülmüştü. Bugün Özal de “yandaş” basın aynı metotlarla kurulmuştur. Örtülü ÖdenekKamu Kaynakları DP döneminde iktidar, kendisine yandaş olan gazetecileri örtülü ödenekten maaş bağlayarak destekliyordu. Devlete ait kâğıt fabrikası SEKA’dan gazetelere yapılan tahsisler adil dağıtılmıyor, muhalefet yapan gazetelerin kontenjanları kesiliyordu. Öte yandan yüksek kâğıt tahsisi alan ancak düşük tirajları olan gazeteler, bu kâğıtları satarak büyük gelirler elde ediyorlardı. Resmi ilanlar da bu gazetelere yönlendiriliyordu. Bu nedenle o dönemde bu gazetelere “besleme” basın adı veriliyordu. Bugün, besleme basının yerini “yandaş basın” tutuyor. Kamu bankaları, kamu kuruluşları, THY, yandaş basına sürekli ilan desteği veriyorlar. Basın İlan Kurumu ve RTÜK DP’nin basına karşı uyguladığı yasadışı adaletsizliklere karşı, özellikle resmi ilanların adaletli dağıtılmasını sağlamak amacıyla 1960’tan sonra Basın İlan Kurumu (BİK) kurulmuştur. BİK, gazetelerin tirajlarına göre resmi ilanları dağıtacaktı. Ancak bugün biliniyor ki, Cumhuriyet, Sözcü, Karar, Yeniçağ, Evrensel ve Birgün dışında tüm gazetelerin tirajları şişirmedir. Hemen hemen hiçbirinin tirajı doğru değildir. Bu şişirme rakamlara göre resmi ilanlardan hak ettiklerinden çok daha fazla pay alıyorlar. Ayrıca BİK, siyasal iktidarın elinde özellikle Cumhuriyet gazetesini yola getirmek, ekonomik baskı altına almak için resmi ilan kesme cezaları yolunda kullanılıyor. BİK’in tarafsız olması gereken başkanı da kendisini yargıç gibi kabul edip, hukuk hocalarına, yargıda 3040 yılını vermiş yüksek yargıçlara, baro başkanlarına “Ismarlama yazılarla, hukuksal analiz kisvesi altında siyaset yapılıyor” diyebiliyor. 2021’e girerken gazetecilerin durumu Türkiye’de 68 gazeteci yeni yıla cezaevinde girdi. 2020 yılında gazeteciler en az 479 kez hâkim karşısına çıktı; 78 gazeteci gözaltına alındı, 25’i tutuklandı. 2 TV kanalı ise 26 günlük yayın hayatına iktidarın siyasi baskıları sonucu veda etmek zorunda bırakıldı. 5 gazeteye de 2020 içinde toplam 333 gün ilan kesme cezası verildi. En fazla ceza kesilen gazete Cumhuriyet oldu. Ancak bir hareket başladı ve iki aya yakın bir süre okurlar ve okurlardan oluşan gruplar Cumhuriyet gazetesini dayanışma ile destekliyorlar. Bu, son derece önemli bir toplumsal harekettir. Dünyada bir benzeri yoktur. Ayrıca 2020 yılında Türkiye’de iktidarın istemediği birçok habere erişim engeli konulması devam etti. 2020’de TBMM’de kabul edilen sosyal medya düzenlemesiyle artık basın kuruluşları “istenmeyen içerikleri kaldırma” taleplerini yerine getirmek zorunda Menderes bırakıldı. Yasanın ekim ayında yürürlüğe girmesiyle özellikle siyasetçilerin kendileriyle ilgili yolsuzluk, taciz, tecavüz, torpil iddialarını konu alan haberlere yönelik “içerik kaldırma” taleplerinde artış yaşandı. Türkiye, Freedom House’un raporunda “internet özgürlüğü olmayan ülkeler” arasında yer aldı. Söylemler Yukarıda, Menderes’in “Komünizm geliyor” söylemi üzerinde durulmuştu. Menderes, 1959’dan sonra “Komünizm geliyor” yerine sürekli “bunlar ihtilal yapacaklar” söylemini kullanmıştı. AKP siyasal sözcüleri de son haftalarda bu konuda yoğunlaşıyorlar. Güç Odakları Mücadelesi adını taşıyan ve geçen hafta yayımlanan kitabıyla ilgili gazetemizde yer alan söyleşide eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, “Eğer Menderes, 25 Mayıs’ta seçimi ilan etseydi ihtilal olmayabilirdi” diye bir görüş ileriye sürdü. Bir merkezden düğmeye basılmış gibi tüm AKP sözcüleri ve yazarlar Sayın Başbuğ’a “darbeyi övüyor” diye saldırdılar. Oysa Başbuğ görüşünü söylüyordu; “Seçim ilan edilseydi ihtilal olmayabilirdi” diyordu. AKP iletişim politikasının önemli bir niteliği bir merkezden yönetilen makale sistemidir. Yandaki görsel, bunun bir kanıtıdır. Aynı başlıkla aynı konuda 13 yazar yazı yazıyor. Bir merkezden yönetilen bir uygulama. Bu yöntem, AKP’nin iletişim uygulaması olarak tarihe geçecektir. ‘Sözde Cumhurbaşkanı’ CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun, “Sözde Cumhurbaşkanı” söylemi AKP’yi çok etkiledi. Kılıçdaroğlu, “sözde Cumhurbaşkanı” diyerek “milli irade”ye karşı geliyor”, “milli iradeye hakaret ediyor” diyorlar. Hatta daha da ileriye gidip “darbeyi çağrıştırmak için vesayet istiyor” diyorlar. Biraz soğukkanlı olalım. Körükleyici, köpürtücü konuşmaları bırakıp, ayakları yere basarak düşünelim. Şu anda Türk siyasal yaşamında tarafsız Cumhurbaşkanlığı sistemi bir yana bırakılmış onun yerine “partili Cumhurbaşkanlığı sistemi” vardır. Erdoğan bir konuda konuşurken önce partili Cumhurbaşkanı olarak uzun uzun konuşuyor, özellikle ana muhalefet partisi liderine çatıyor. “Bay Kemal” diyerek onu küçümsüyor, sonra da konuşmalarının son kısmında çok kısa Türkiye’nin konularına değiniyor. Partili Cumhurbaşkanlığını kabul edip, bunu sistemin temel unsuru haline getirdiğiniz dakikadan itibaren karşı eleştirileri de kabul etmek zorundasınız. Bugün Türkiye’de uygulanan sistem, demokrasinin temeli olan kuvvetler ayrılığı ilkesini tamamen ortadan kaldırmıştır. Dünyanın hiçbir yerinde de böyle bir sistem yoktur. Ya tarafsız cumhurbaşkanı olarak partiler üstü olacaksınız ya da partili cumhurbaşkanı olarak, muhalefet partilerinin eleştirilerini kabul edeceksiniz. Bu durumun başka bir yolu yoktur. Seçmenin her zaman yüzde 25 oyuna sahip olan muhalefet partisi genel başkanının ve diğer partilerin sözcülerinin eleştirilerine saygı göstermek zorundasınız. AKP sözcüleri bir kez daha düşünmelidir. Anayasaya girmiş bir “partili Cumhurbaşkanlığı sistemi var”, “Cumhurbaşkanı herkesi, her partiyi eleştirir ama ona kimse dokunamaz, Cumhurbaşkanını eleştirmek milli iradeye karşı gelmektir” derseniz, o zaman anayasal bir sorunla karşı karşıya kaErdoğan lırsınız. Bu durum “Biz her şeyi söyleriz ama siz cevap veremezsiniz” anlamına gelir ki, bunun adına da demokrasi denilemez. Tarih ne diyecek? Bütün dünya tarihi gösteriyor ki siyasal iktidarlar, bir gün gelir demokratik yollarla iktidardan ayrılırlar. Ama yapılan uygulamalar, yapılan konuşmalar, basına yapılan baskılar ve yapılan tehditler, siyasi tarihin konusu olarak ele alınır ve yazılır. Gelecek kuşaklar da bunları ibretle okurlar. Politikacılar “Tarih ne diyecek” sorusunu hiçbir zaman akıllarından çıkarmamalıdırlar. Ayşe Tuba Arslan’ın trajik öyküsü Hemen hemen her Pazar günü bu köşede, kamuoyu tarafından kanıksanmalarını önlemek için haksızlık ve hukuksuzlukları dile getirmeye çalıştığımı sevgili okurlarım bilir. Bugün telafisi olanaklı olmayan bir olayı, bir cinayetin trajik öyküsünü dile getirmek istiyorum. Belki böylece, hâlâ erkek egemen toprak ağalığı kültürünün esaretinden kurtulamamış olan toplumumuzu ve onun ürünü olan görevlileri, kadın cinayetleri konusunda biraz uyarmayı ve düşündürmeyi başarabilirim. HHH Ayşe Tuba Arslan, 11 Ekim 2019’da Eskişehir’in en işlek caddelerinden birinde, boşandığı eşi Yalçın Özalpay’ın satırlı saldırısına uğradı. 44 gün yaşam mücadelesi verdikten sonra 24 Kasım’da hayatını kaybetti. Ölümünden sonra Ayşe Tuba Arslan’ın, Eskişehir’de savcılığa ve Emniyet’e iki yıl içinde Özalpay hakkında hakaret, tehdit ve basit yaralama iddialarıyla 23 kez suç duyurusunda bulunduğu ortaya çıktı. Arslan, son dilekçesinde tedbir kararlarına rağmen korunamıyor olmasına isyan ederek şu ifadeleri kullanmıştı: “Defalarca şikâyet etmeme rağmen hiçbir sonuç alamadım, uzaklaştırmam olduğu halde. Benim bu Yalçın Özalpay isimli şahısla ilgili başvurmadığım hukuki işlem kalmadı. Bu şahıstan ölüm tehdidi alıyorum. Benim ölümüm gerçekleşince mi bana yardım edeceksiniz? Ben çok mağdurum.” HHH Ne yazık ki Ayşe Tuba Arslan’ın ölümünde ihmali olan devlet görevlilerine yönelik inceleme ve soruşturmaların hepsinin üstü kapatıldı. CHP Eskişehir Milletvekili Utku Çakırözer, bu durumu “skandal” diye niteleyerek şunları söyledi: “Bu sonuç büyük skandal. Cinayeti işleyen katil en ağır cezayı aldı. Ama bir yıl önceden ‘geliyorum’ diyen bu cinayete göz yuman devlet görevlileri hakkında hiçbir yaptırım yok. HSK hâkim ve savcılarını, Emniyet polisini, Aile Bakanlığı da uzmanlarını korudu. Tam 23 kez ‘Can güvenliğim yok, beni koruyun’ diyen Ayşe Tuba’yı koruyamayan devlet bu kararlarıyla onu mezarında bir kez daha öldürdü. Ayşe Tuba’nın katledilmesinden bu yana 408 günde tam 324 kadın daha öldürüldü bu ülkede. Devletin ‘kol kırılır yen içinde kalır’ zihniyeti yüzünden Türkiye’de kadın cinayetleri bitmiyor ve bitmeyecek.” HHH Eskişehirli 7 kadın avukat, Ayşe Tuba Arslan’ın yaptığı 23 suç duyurusuna rağmen neden korunamadığını belgeleyen 56 sayfalık bir rapor hazırladı. Raporda şu hususlar belirtildi: 1) Aile Mahkemesi, uzaklaştırma kararlarına uymayan saldırgan hakkında etkili tedbirleri almamıştır. Şiddeti önleme amaçlı GPS donanımı, elektronik kelepçe ya da zorunlu hapis cezasından hiçbirini uygulamamıştır. 2) Ayşe Tuba Arslan’ın tüm şikâyetleri, İstanbul Sözleşmesi’nin açık hükümlerine aykırı biçimde, savcılıkça uzlaşma bürosuna sevk edilmiştir. Bu uzlaştırma girişimleri Arslan’ın yeni saldırılara uğramasına zaman hazırlamış, saldırgan Özalpay hakkında dava açılma sürecini geciktirmiştir. 3) Saldırgan aleyhine şiddet ve tehditlerden dolayı açılan davaların büyük çoğunluğu ya beraat ya da tazminat cezası ile sonuçlanmış ve Ayşe Tuba Arslan’a yönelik sistematik şiddet görmezden gelinmiştir.   4) Gerek Aile Mahkemesinde gerekse ceza davalarında, hakkında etkili ve caydırıcı ceza verilmeyen saldırgan, Ayşe Tuba Arslan’ı öldürmüştür. 5) Şiddet Önleme ve İzleme Merkezi (ŞÖNİM), tedbirlerin uygulanıp uygulanmadığını takip etmemiştir. Ayşe Tuba Arslan için bir dosya dahi tutulmamış olduğu, ŞÖNİM’in mahkemelere gönderdiği hiçbir evrak bulunmadığı ortaya çıkmıştır. 6) Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na bildirim yapılmasına rağmen bakanlık avukatları davaları takip etmemiştir. 7) 4 kez çıkarılan koruma kararlarına rağmen Emniyet güçleri uzaklaştırma ve koruma kararlarının infazı için gerekeni yapmamıştır. Bu 7 kadın avukat, ihmali olanların peşini bırakmayacaklarını, gerekirse AİHM’ye kadar gideceklerini de ilan ettiler. HHH İçerideki ve dışarıdaki sevgili okurlarım, görüyorsunuz ki Hukuk Devleti’nin önündeki tek engel sadece siyasal iktidar değildir... Türkiye’nin erkek egemen toprak ağalığı kültüründen yani feodal kültürden hâlâ kurtulamamış olması, kadın cinayetlerinin önlenememesinin arkasındaki en temel nedenlerden biridir. Ama siyasal iktidar, din sömürüsü yaparak erkek egemen bu kültürü desteklediği ve bu yolla kadını değersizleştirdiği için elbette birinci derecede sorumludur. Sanıyorum, Emniyet’te, bürokraside ve yargıda görülen ilgisizlik ve ihmallerin altında da iktidarın bu tavrı yatmaktadır. Uzun süredir beklenen aşılama başladı. İlk gün 65 yaş akınına uğrayan aile hekimleri zor anlar yaşadı. 280 bini aşkın sağlıkçı aşılandı. Bakan Koca, siyasi parti liderlerini özel olarak arayarak aşıya davet etti. Din dersi baskısı Ortaokul ve liselerde seçmeli derslerde din içerikli derslerin seçilmesi amacıyla tarikat, müftülük ve diğer yapıların baskısı okullara görev verecek boyuta taşındı. Bazı okullarda yöneticilerin öğrenci adına tercih yaptığı gözlendi. Suikast dersi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eski başdanışmanının savunma danışmanlık şirketi SADAT’ın, “suikast tekniği” ve “gayri nizami harp” hizmetleri verdiği ve düzenlediği konferansa ilişkin tartışmalar sürerken kurum, İslam ülkeleri arasında savunma işbirliği ortamı oluşturmak amacında olduklarını açıkladı. SADAT, güvenlik güçlerine ülkesi düşman tarafından işgal edilirse gayri nizami usuller ile nasıl mücadele edeceğinin eğitimini verme imkânına sahipi olduklarını da bildirdi. Açlığa bak CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’nde yaptığı açıklamada Cumhurbaşkanı Erdoğan’a “Sözde Cumhurbaş1016 OCAK kanı” demesi tartışma yarattı. Muhalefet liderleri bu yalan gündemlerin bırakılıp yoksulluğun, işsizliğin konuşulması gerektiği çağrılarında bulundu. Gündem saldırılar Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı silahlı ve sopalı 5 kişinin saldırısına uğradı. Sopalarla dövülen Selçuk Özdağ’ın sol el parmağı da kırıldı. Gelecek Partisi Başkanı Davutoğlu, saldırıyı “siyasi terör” olarak nitelendirdi. Trump tarihe geçti Kongre baskınını kışkırttığı suçlamasıyla Başkan Donald Trump’ın görevden azledilmesine ilişkin tasarı ABD Temsilciler Meclisi’nde kabul edildi. Böylelikle Trump, ikinci kez azil kararı verilen ilk Amerikan başkanı oldu. Karabağ zirvesi Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ve Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan, Dağlık Karabağ konusunu ele almak üzere geçen hafta Moskova’da bir araya geldi. DSÖ ekibi Wuhan’da Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ekipleri, yeni tip koronavirüsün kaynağını araştırmak amacıyla Çin’in Wuhan kentine gitti. Ekipler, kaldıkları süre boyunca toplanan örnekleri inceleyecek. Uluslararası uzmanlardan oluşan ekip vizeleri olmadığı gerekçesiyle Çin’e sokulmamıştı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle