09 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
4 19 EYLÜL 2020 CUMARTESİ DİZİ /HABER Bir madalyonun iki yarısı AKP iktidarının 18 yıldır değişmeyen yöntemidir: Toplum iki kamp olarak kurgulanır; bir tarafta “Türkiye’nin ilerlemesini istemeyen güçler” vardır; bütün siyaset, bu güçler, eleştiriler baskı yoluyla tasfiye edilirken, AKP etrafındaki kitle desteğinin sıkılaştırılmasına ve devlet içindeki iktidar sahasının genişletilmesine dayanır. O yüzden, “kamplaştırma” bitemez; bütün stratejisi buna bağlıdır. Dolayısıyla AKP dönemi, hiç de öyle, muhalefet gemisine yeni binenlerin iddia ettiği gibi, “başlarda demokrattı, sonradan otoriterleşti” tezini haklı gösterecek özelliklere sahip değildir. Zira toplumu ve siyaseti her dönem iki kamp olarak kurgulayıp karşıtlarını her araçla bastırmayı meşru gören bir anlayış, öz bakımından otoriterdir. Karşıt görüşleri, şiddet içermeyen eleştirileri tehdit, düşmanlık, bastırılması gereken virüs gibi görmektedir. Burada virüs benzetmesini özellikle vurguluyorum. Bu, işi başka boyuta taşır. Hastalık, virüs gibi metaforların siyaset dilinde kullanımı oldukça tehlikelidir. Tarih bunun varabileceği yerlere dair kötü örneklerle doludur. Çünkü karşıt görüşleri, eleştiri getiren siyasal ya da toplumsal muhalefet güçlerini ya da medyayı virüs olarak görmek; sağlıklı olduğu iddia edilen bünyeyi ele geçirmeye ve yok etmeye çalışan bir tehdit olarak sunmak, virüsün yok edilmesine dönük her türlü saldırıyı da meşrulaştırmaya yarar. Zira eğer eleştiri, itiraz, muhalefet, bünyeyi tehdit eden bir virüs olarak görülürse, virüsle oturulmaz, konuşulmaz, anlaşılmaz. Virüs sadece yok edilir. Öte yandan, karşıtları yüzünden bünyenin çökeceğini iddia etmenin, yani virüs benzetmesinin bir diğer işlevi de, bünyenin aslında sağlıklı olduğunu, işlerin yolunda gittiğini söylemektir. Madalyonun iki yarısıdır; demek ki virüs benzetmesinin siyasette iki işlevi vardır. Muhalefeti virüse benzetmek Şimdi koronavirüs günlerinden geçiyoruz. Son 6 aydır ülkeyi yönetenlerin farklı zamanlardaki açıklamalarına baktıkça bu benzetmenin izlerini görmemek mümkün değil. Salgınla mücadelenin ilk haftalarında farklı kesimlerin, iktidarı yeterli sertlikte tedbirler almadığı için eleştirmeye başladığını biliyoruz. Erdoğan’ın bunun üzerine nisan ayında kabine toplantısı sonrası yaptığı açıklamayı hatırlayalım: “Ülkemiz sadece koronavirüsten değil, aynı zamanda bu medya ve siyaset virüslerinden de inşallah kurtulacaktır.” Tehlikeli eşitleme... Erdoğan’la da sınırlı değil. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, bir CHP vekili için aynı benzetmeyi yaptı. Ulaştırma Bakanlığı da İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun Kanal İstanbul eleştirilerine karşı yaptığı yazılı açıklamada, yatırım ve üretimin durdurulmasını istemenin, Kanal İstanbul gibi projelere karşı çıkılmasının “milletimize koronavirüsten daha çok zarar” verdiğini söylemişti. Son olarak MHP lideri Bahçeli, Türk Tabipleri Birliği’ni hedef aldığı açıklamasında, “TTB, korona kadar tehlikelidir, tehdit saçmaktadır” sözlerine yer verdi. Özetle; virüsle yaşamaya başladığımız günden beri, medyaya, siyasal ve toplumsal muhalefete, demokratik meslek örgütlerine karşı “virüs” benzetmesinin ya da bu mecralardan iktidara karşı yükselen eleştirel seslerin aslında “virüs” kadar tehlikeli olduğunu belirten açıklamaların çoğaldığını, sistematik hale gelmeye başladığını görüyoruz. Kendilerini, partilerini, mitinglerini, açılışlarını, etkinliklerini, yandaşlarının ihalelerini, ülke kaynaklarının talan edilmesini her türlü kuraldan bağışık kılıp muaf tutanların, karşıtlarını da bu bağışıklığı tehdit eden, yok edilmesi gereken bir virüs gibi sunmaları durumu ile karşı karşıyayız. Yine madalyon ve iki yüzü... Yönetenler kuralsız; emek verip yaşamı üretenler korumasız. Biri, diğerini kaçınılmaz olarak yaratır. Tam da bu yüzden, ekmek ve hürriyet mücadelesi, yenilenmiş bir Cumhuriyet siyasetinin birbirinden asla ayrılamayacak ana gündemleri. Öyleyse ekmek ve hürriyet mücadelesi de bizim madalyonun iki yarısı. İYİ PARTİ GENEL KURULU Aydın’dan ‘GİK’e başvurmayın’ çağrısı İYİ Parti Teşkilat Başkanı ve Ankara Milletvekili Koray Aydın, partinin il, ilçe yönetimlerine, ilçe başkanları ve belediye meclis üyelerinin genel idare kurulu (GİK) üyeliği için başvurmamalarını istedi. Aydın’ın partililere gönderdiği yazıda, “İYİ Parti başkanlık divanında yaptığımız değerlendirmede, halen partimizde ilçe başkanı, il yönetim kurulu üyesi, ilçe yönetim kurulu üyesi, il genel meclisi üyesi ve belediye meclis üyesi olarak görev yapan arkadaşlarımızın 2. olağan büyük kurultayımızda genel idare kurulu üyesi adayı olmamaları yönünde tavsiye kararı alınmıştır” denildi. l İSTANBUL NAMIK KEMAL ZEYBEK: Tarikatlarda ava giderken avlandık 12 Eylül döneminde MHP da vasında yargılanan, ANAP, DYP, MHP, BBP ve DP’de siyaset yapan, Türk dünyasına ilişkin çalışmalarıyla tanınan Namık Kemal Zeybek’le Ankara Çayyolu’ndaki Kafkas Sitesi’nde başkanı olduğu Ahmet Yesevi Vakfı’nda söy leştik. Zeybek Balbay 9 yaşında Türk milliyetçiliği bilincim oluşmaya başladı diyorsunuz. Nasıl başladı? Benim Türkçülüğe ısınmamda babamın eğittiği öğretmenim etkili oldu. Düşünce olarak Atsız’dan etkilendim. Zamanla Atatürk’ten çok etkilendim, onun gibi bakıyorum. Atatürk’ü hâlâ anlamaya çalışıyorum. Bence Atatürk, Türke âşık. Onun sevgi ile anlatılması mümkün değil. Bilimin bilincinde, insan ve doğa sevgisi sonsuz... Uğur Mumcu sınıf arkadaşımdı, konuşurduk. Bugün yaşasaydı beraber olurduk. Efendim milliyetçiliği Avrupa’da 1789’la başlatıyorlar... Onlar için doğru olabilir... Türk ilk ortaya çıkan budundur. Türkler tarım uygarlığında var. 10 bin yılı geçen bir tarih. Türk milliyetçiliğini milattan önce mi başlatıyorsunuz? Bizim milliyetçiliğimizin yanında Fransız İhtilali dün kalır. Türk töresi laiktir, dilini korur, ekonomiyi güçlendirmeyi bağımsızlık kuralı sayar. Timur Müslümandır, şeriatı uygulamaz töreyi uygular, kendi yazdığı tüzükatı uygular... Türkçülük anlayışı Atatürk’ten uzaklaştığı için 2200 yıl öncesine kadar götürürler... Atatürk’ün bakışıyla Türkçülerin bakışı farklı; Atatürk Sümerlerle başlatır... Sümerlerin Türk olduğu kesinleşmiştir... Atatürk dönemi sonrasında kesinleşti. Bugüne gelirsek... 1944 dönüm noktası. Türk devleti 1944’e kadar Türkçüdür... Atatürk’ten sonra Türklükten hafif kayma var ama Şükrü Saracoğlu başbakan olarak Türkçüdür... İnönü, 44’te yaptığı konuşmayla Turancılarla, Türkçülerle devletin arasına uçurum açtı... Turancılık suç benzeri hale geldi... İnönü’den sonra Menderes dönemi nasıl? Türkçüler Demokrat Parti’ye yaklaştılar. Kimisi DP’den milletvekili, bakan oldu... Karşıdevrimcilerle Türkçülerin yakınlaşması oldu. Bir Türkçü nasıl olur da ezanın Arapçaya çevrilmesine yandaş olur. Bir taraftan da Milliyetçiler Derneği kapatıldı, 1952’de. CKMP ile milliyetçiliğin siyasileşmesi başladı. Nasıl Erbakan dini siyasallaştırdı, milliyetçiliği siyasallaştıran da Türkeş’tir... İslami hareketlerle bağlantı var mıydı? Türkeş’in tarikat oylarını almak için çabasını ben yaşadım. Türkeş bir mektup verdi; Adıyaman’a Menzil şeyhine götür, dedi. Bir milyon müritleri var... Türkiye’nin her yerinde. Biz olmasak komünizm gelecek, gelince ne tarikat, ne cami, ne cemaat kalır... Bunu işliyoruz. Bizim ülkücülerden kimileri 80’den sonra oraya gidip saklandılar... Ama ava giden avlanır... Biz onları ayarlarız derken... Olmadı... Ara seçim oldu... Ülkücülerde din duygusu yukarda... Ülkücülerin bir kısmını kaptırdık. Adıyaman’a kaptırdık. Bir kısmını 80’den sonra Fethullah’a kaptırdık. Türkeş yalnız kaldı 12 Eylül sonrası hareketin seyri nasıldı? Hapiste bazı arkadaşları ülkücülükten koptu... Dil okulundakiler Türkeş’ten koptu. Kopmayan kalmadı... Sağsol herkes için çok ağır bir dönemdi. Pek çok ülkücü küstü. 12 Eylül’den sonra Milliyetçi Çalışma Partisi’ne destek bulmak da sancılı oldu. Türkeş, sık sık yalnız kaldı. O da pek kişiyi gözden çıkardı. Türkeş’in konuştuğu pek çok kişi, 12 Eylül’den önce yaptığımız her şeyin devlet için olduğunu sandık. Sonra da illegal iş yapmakla suçlandık diye söylendi. Önce o dönemi iyi analiz edelim dediler. Ama olmadı, yapılmadı. Bugün kafanızdaki milliyetçiliği temsil eden parti hangisi? Şu anda ne Türkçü parti var ne Atatürkçü... Devlet Bahçeli dışarıdaki Türklere ilgi göstermedi. Elbette vatansever ama onun vatanı Türkiye... Çok keskin ideolojik ayrım var. Bugün ülkücüler içinde durum ne? Bir kısmı diyor ki MHP’li değiliz, ülkücüyüz. Ve belli bir yaş grubunda din artık tamamen bireyin meselesidir. Cumhuriyetin bile ilk yıllarını aşan gerçek laiklik anlayışı gittikçe yayılıyor. Bu arada dinden kopanlar da yayılıyor. Bir kısmı fanatik dinci oldu. Eski dine dönmek isteyen dernekler çıkıyor. Tengrici gruplar... Bunların hepsi gençler değil... Bir Atatürk’e dönüş başladı, Türkçüler arasında. Bizim liderimiz başbu ğumuz Atatürk’tür, diyorlar. Derneğimiz AtaDer’de her kesimden buluşuyoruz. Derneği niçin kurdunuz? Benim için Atatürkçü olmayan Türkçü değildir. Sadece laiklikle Atatürkçülük olmaz. Birinci ilkesi Türkçülüktür. Derneği kuralı 8 ay oldu. Atatürk’ün bekçisi değil bahçıvanı olmak lazım... Atatürk yolunun bahçıvanıyız... Atatürk devrimlerinin hepsi doğru. Kendi döneminde tümü gerekliydi. Atatürk’ün en son iki değeri kalsın dersek, bir Türklük bilinci iki bilim bilinci... 1989’da ANAP hükümetinin Kültür Bakanı oldunuz. Türk dünyasına ayrı önem verdiniz, bugün durum ne, ortak hedefler oluştu mu? Türkiye’de 94’e kadar güzel şeyler yapıldı. Devam etse 6 devletimiz Türk Cumhuriyetleri Birliği’ni kurmuştu. Ancak 94’te Tansu Hanım başbakan oldu. Türkiye’nin önüne AB’ye giriş denen havuç konuldu. Türk cumhuriyetlerine arkamızı döndük... İslamcılık ve Batıcılık bitiyor Bugünkü iktidarda AKP ile MHP hangisi hangisini etkiliyor? Bundan hiçbir şey doğmaz. AKP hedeflerine gider ama bazen MHP’ye rüşveti kelam... Ümmetçilik bitiyor. Bu iktidar ümmetçidir. Hiç gizlemiyorlar ki zaten. Bu iktidar bir dönem iktidarda kalabilmek için ABD’yi ve AB’yi kullandı. Onlar da bunu kullandı. Kullanma da bitmedi daha aslında... Kafasında ümmetçilik var. Ellerinden gelse resmi dili Arapça yapar. Çağdaş Arap şairleri diye iktidarın başındaki kişinin oğlu toplantı düzenliyor. Biz sanki İhvanı Müslimin genel merkezi gibi olduk. Bütün bunlar sonucunda ne oldu? Halk kitleleri bu iktidardan soğudular. Gidiş başlamıştır... Artık Devlet Bahçeli de kurtaramaz... İşin bir de başka tarafı var. Orta vadede ve uzun vadede nerede duracağını anlamak için 7 bin genç arasında yapılan araştırmaya bakmak gerek. 7 bin kişinin 5 bini dine inanmıyor. Bu iktidara oy yok diyor. İktidara da dine de inanmıyor... AKP, dindar ve kindar kuşak hedefliyordu. Kendi kuşağını yetiştiremedi mi? Mümkün değil, çünkü ideolojisi yanlış. Bu çağ, bu ideolojileri sırtından atıyor. Her yere cami açarak olmaz... Çağın gelişmesi başka bir Türkiye getirecek... MİLLİYETÇİ HAREKETİN SİYASAL KRONOLOJİSİ 1944 Türkçülük olayları SELDA GÜNEYSU 1940’lı yıllar Türkiye için “zor yıllardı.” İkinci Dünya Savaşı’nın hüküm sürdüğü yıllarda, genç Türkiye Cumhuriyeti de “savaşa dahil edilmek” isteniyordu. İsmet İnönü ise Türkiye’yi ikinci bir dünya savaşına sokmamakta kararlıydı. Türk dış politikasında bu süreçler yaşanırken, Türkçülük ve Türk milliyetçiliği hareketinin çok önem atfettiği bir olay yaşandı. 3 Mayıs 1944 Türkçülük olayı. Bugün hâlâ yazdığı eserler “en çok satanlar” listesinde olan Sabahattin Ali, o yıllarda bir yandan yazmaya devam ederken, bir yandan da ortaokul ve konservatuvarda öğretmenlik yapıyordu. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel de Sabahattin Ali gibi isimlerin devlet kadrolarında görev yapmasını sağlıyordu. Nihal Atsız ise “devletin kadrolarına komünist kadroların yerleştirilmekte olduğunu düşünüyordu.” Dönemin başbakanı Şükrü Saracoğlu da 5 Ağustos 1942 yılında, TBMM’de yaptığı konuşmada, şunları dile getirmişti: “Biz Türküz, Türkçüyüz ve daime Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar bir vicdan ve kültür meselesidir. Biz azalan veya azaltan Türkçü değil, çoğalan ve çoğaltan Türkçüyüz ve her vakit bu istikamette çalışacağız.” Saracoğlu’nun bu konuşmasının ardından Nihal Atsız, 21 Mart 1944’te, Orhun dergisinde, Başbakan Saracoğlu’na açık bir mektup yazdı. Mektubunda, özetle şu ifadeleri kullandı: “Bunlar, vatan düşmanlarına karşı pek kayıtsız davranan Maarif Vekâleti’nin gafletinden faydalanarak mühim yerlere geçmişler ve oradan zehirlerini saçmaya başlamışlardır. (...) Sabahattin Ali, bugün kültür işlerinin mühim bir mevkisinde, Maarif Vekili Hasan Âli’nin şahsi sempatisi sayesinde, batırmak istediği Türk milletinin parasıyla rahatça yaşamaktadır.” Yazı üzerine Sabahattin Ali, Atsız’ı mahkemeye verdi. Şikâyet edilenler arasında Ahmed Cevad Emre, Sadrettin Celal Antel ve Hasan Âli Yücel de vardı. İlk mahkeme 26 Nisan 1944’te görüldü. “Milliyetçi gençlik” ise Atsız’a sahip çıkarak mahkeme salonunu doldurdu. Mahkeme de 3 Mayıs’a ertelendi. Milliyetçilerin “dönüm noktası” olarak tanımladığı “3 Mayıs Türkçülük Günü” de o gün başladı. Nihal Atsız, hakkında açılan dava için Ankara’ya geldiği sırada, milliyetçi gençler salona alınmadı. Salona alınmayan milliyetçi gençler ise “Nihal Atsız’a sevgilerini belirtmek” için mahkeme salonundan Ulus Meydanı’na doğru yürüyüşe geçtiler. Berkes’in kaleminden Niyazi Berkes, “Unutulan Yıllar” adlı eserinde, 3 Mayıs 1944 gününü şu sözlerle anlatıyor: “Dava, 3 Mayıs 1944 tarihinde, Ankara’da, Samanpazarı’na giden yolun üstündeki Adli Sarayı’nın birinci katındaki bir salonda başlayacaktı. Denildiğine göre birinci katın koridorları, salonun içi, sarayın önündeki kaldırım ve sokak mahşer gibi doluymuş. (...) Dışarıda komik şeyler oluyordu. Birdenbire gözüken güvenlik kuvvetlerinin araçlarının içine polisler ağaçtan düşmüş armutları toplar gibi ellerine geçeni toparlayıp polis müdürlüğüne taşımaya başlamışlar, sonra çoğunu salıvermişler. Demek, kimlerin ayıklanacağını biliyorlardı. Öğrencim Hikmet Tanyu adlı kişinin bana sonradan anlattığına göre o gün vilayet binasına, arkadaşlarının tutuklandığını duyduğu için gidince onu da enselemişler. Demek listede o da vardı. Bir diğeri Zeki Sofuoğlu adlı biri. İstanbul’da da bir dizi kişi tutuklanmış. İçlerinde Türkeş, Fethi Tevetoğlu gibi genç subaylar da varmış. Tam listeyi bilmiyorum. O zamanki gazetelerde hepsinin adı geçiyordu.” SÜRECEK İYİ Parti 2. Olağan Kurultayı öncesi parti sözcüsü Yavuz Ağıralioğlu, gazetemize konuştu ‘Bisikletle gezilen ülke vaat ediyoruz’ LEYLA KILIÇ Ankara Altınpark’ta yarın düzenlenecek İYİ Parti 2. Olağan Kurultayı’na ilişkin Cumhuriyet’e konuşan İYİ Parti Sözcüsü Yavuz Ağıralioğlu, kurultayda seçime yönelik kadroların oluşacağını belirterek “İYİ Parti olarak memleketine, milletine inanmanın, güvenmenin, memleketi çok rahat ayağa kaldıracağına inanıyoruz. Biz Süleyman Bey dahil herkes için bisikletle gezilebilir bir ülke vaat ediyoruz” dedi. İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in tek aday olarak seçimlere gireceği kongre için koronavirüs tedbirlerinin alındığını söyleyen Ağıralioğlu, “Demokratik bir ortam olacak. Çarşaf lis te ile herkes kendini delegas mak üzere Türkiye’nin tüm siya yona tanıtacak” ifadelerini kul sal eğilimlerine değebilme kapa landı. Ağıralioğlu, “Kurultayımı sitesi de her geçen gün artıyor. za çok ciddi bir talep var. Bu bi Bu tablodan anlıyoruz ki milleti zim için çok kıymetli. İthamla miz artık mazeret değil, çözüm rın altında kalmamış, tutunmaya üreten bir iktidar istiyor. Biz de çalışmış ve başarmış bir partiye bu beklentiyi yönetebilecek bir gösterilen talep bizi ancak mut kurultay vizyonu ortaya koyuyo lu eder. İYİ Parti saflarında si ruz” ifadelerini kullandı. yaset yapmak, AKP’nin partimiz üzerinden oluşturmaya çalıştığı Ağıralioğlu Soylu’ya gönderme meşruiyet sorunu nedeniyle büyük risk Kurultayda seçilecek kadroların seçi ti. Dolayısıyla çok ciddi bir irade orta me yönelik kadrolar olacağının altını çi ya konularak 2 yılda ciddi bir mücadele zen Ağıralioğlu, “İYİ Parti dini, dili, mez verildi. Şimdi memleketin ümitlerini yö hebi ne olursa olsun herkesin; memle netebilme kapasitesi olan bir 5 milyon ketin her yerinde liyakatle milletine hiz oy var ortada. İYİ Parti’nin sahada AKP, met edebileceği, sadece kimlik kartıy MHP, CHP gibi partilerin tabanı dahil ol la hiçbir siyasi destek ve torpil ihtiya cı duymadan herkesin işini bulabileceği, hukukun üstünlüğü ve ifade özgürlüğünün kurumsallaştığı, demokrasinin güçlendiği bir ülke hayal ediyor. Biz yandaşı zengin etmeye değil, milleti refaha huzura kavuşturacağımız bir siyasi ahlak ve çerçeve ortaya koyuyoruz. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun AYM Başkanı’na yönelik ‘bisikletle sokaklarda gezebiliyor musun’ cümlesi güvenli olmayan bir ülkede yaşadığımızı ifşa ediyor. Biz memleketine, milletine inanmanın, güvenmenin, memleketi çok rahat ayağa kaldıracağına inanıyoruz. Soylu’nun çerçevesini çizmeye çalıştığı endişelerden kurtulacağımız, Süleyman Bey dahil herkes için bisikletle gezilebilir bir ülke vaat ediyoruz” dedi. l İSTANBUL
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle