25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KÜLTÜR 13 10 EYLÜL 2020 PERŞEMBE Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin düzenlediği film festivali 3 Ekim’de başlayacak ALTIN PORTAKAL’DA DEV JÜRI 57. Antalya Altın Portakal Film Festivali için geri sayım başladı. 3 Ekim’de Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Muhittin Böcek’in başkanlığında başlayacak festivalin ulusal yarışmalarının jüri üyesi belli oldu. Bu yıl Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’na senarist, oyuncu, yönetmen ve yazar Ercan Kesal başkanlık edecek. Senaristgazeteciyazaroyuncu Gülse Birsel, senarist ve yönetmen Kıvanç Sezer, oyuncu ve seslendirme sanatçısı Taner Birsel ile gazetemiz yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı Zeynep Oral jürinin üyeleri olarak ödüllerin sahiplerini belirleyecek. Ulusal Uzun Metraj, Belgesel ve Kısa Metraj Film Yarışmaları’nı jüri üyeleri değerlendirecek. An talya Büyükşehir Belediyesi tarafından Ulusal Uzun Metraj, Belgesel ve Kısa Metraj Film yarışmalarında toplam 860 bin TL ödül dağıtılacak. Bu yıl gelen 46 başvuru arasından seçilen 10 filmin yarışacağı Ulusal Belgesel Film Yarışması jürisi ise yazar Bingöl Elmas, kısa film, belgesel ve video işleri ses getiren Köken Ergun ile yapımcı Kurtuluş Özgen’den oluşuyor. Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’nda Çiğdem Vitrinel, Mustafa Kara ve Tunç Davut’tan oluşan Film Yönetmenleri Derneği jürisi FİLMYÖN En İyi Yönetmen Ödülü’nün, sinema yazarları Coşkun Çokyiğit, Gül Yaşartürk ve Murat Tırpan’dan oluşan jüri de Sinema Yazarları Derneği (SİYAD) En İyi Film Ödülü’nün bu yılki sahiplerini seçecek. İdari direktörlüğünü geçen yıl olduğu gibi Cansel Çevikol Tuncer’in, yönetmenliğini Ahmet Boyacıoğlu’nun, sanat yönetmenliğini Başak Emre’nin, Antalya Film Forum’un yöneticiliğini ise Olena Yershova Yıldız’ın yürüttüğü festivalde ödüller, 10 Ekim akşamı düzenlenecek Kapanış Töreni’nde sahiplerini bulacak. 77. VENEDIK FILM FESTIVALI’NDEN NOTLAR: Gerçekleri bireysel Belediye, grafitilere ne yapmalı? Kadıköylüler ikiye bölündü: Sokaklardaki grafitilerden şikâyet edenlerle daha renkli bir Kadıköy isteyenler YAZGÜLÜ ALDOĞAN Belediyelerin sosyal medyaya duyarsız kalmaları mümkün değil. Kadıköy Belediyesi de sanata, hatta sanatçıları destekleyecek kadar mural sanata değer veren bir belediye olarak Müslüm Gürses çizimini silmekle suçlanınca bir açıklama yapmak gereğini duydu. Kendilerini Twitter’da eleştirenler arasında “Beyoğlu Belediyesi bile Galata’ya dokunmuyor” diyen ben de vardım, açıklama bana geldi. Belediye Emniyet’ten ve mülk sahiplerinden şikâyet geldiği zaman temizlik yapıyor. Emniyet de genellikle küfürlü ve terörle bağlantılı yazılar için “silin” talebinde bulunuyor. Buna uyulacak tabii ki. Ama grafitileri silmek, mülk sahibinin talebi ise ne yapmalı? Ayrıca silmek, grafiti yapanlara temiz sayfa hazırlamak demek! Kadıköy Belediyesi’nin duyarlılığı önemli; orta yolu bulmak da. Belediye diyor ki: “Estetik kaygıyla yapılmış eserlere dokunmamaya özen gösteriyoruz, Müslüm Gürses çizimi belediyemiz ekipleri tarafından boyanmadı. Böyle bir konuya dahil olduğumuza üzüldük. Mural Festivali düzenleyen bir belediye olarak komşularımızın rızalarını alabildiğimiz ölçüde Kadıköy’deki bütün duvarların renklenmesi için elimizden geleni yapıyoruz. Hatta bununla ilgili projesi olan genç çizerleri destekliyoruz. İlgili birimleri uyararak daha dikkatli olmaları konusunda bilgi verdik. Uyaran tüm dostlara teşekkür ederiz.” gözle sorgulamak... Politik sinemanın bu yıl önemli bir yer alacağını biliyorduk. Bu önemin, biçimsel düzeyde de farklı bir bütünlük sergileyeceğini tahmin etmiyorduk. Unutturulmak istenen ve genellikle çarpıtılan, hatta gizlenen yasaklı tarih sayfalarını açarak geçmişimizi sorgulayan bir dizi film, neoklasik diyebileceğimiz bir biçimsel dalganın da habercisiydi. Öğretici ya da ders verici olmanın çok ötelerinde, yenilikçi biçimler arama lüksünü de kendine tanımayan, yalın ve etkin bir anlatım dili ön plana çıkıyor. Farklı kuşakların, değişik kültürlerin sesi kadın ya da erkek yönetmenler, politik içerikli tarihsel sayfaları açarken (ya da güncel gerçekleri işlerken), sözbirliği etmişçesine, yaşanan acıların bireysel boyutlarına odaklanıyorlar. Politik ve toplumsal çözümlemelerin genelliğinden kaçınarak, izleyicilerin doğrudan perdedeki karakterle özdeşleşmesini hedefliyorlar. Siyasi bilincin azaldığı, kitlesel dayanışmanın zayıfladığı, ütopyanın rafa kaldırıldığı bu her tehlikeye gebe ortamda, acilen etkin ve etkili olmayı hedefliyorlar sanki... Seyirciyi bilinçlendirmeye, dünün ve bugünün gerçeklerinden haberdar ederek sağduyularına seslenmeye, en azından düşündürmeye çabalıyorlar... ‘Sevgili Yoldaşlar’ Rus sinemasının 1937 doğumlu emektar ustası Andrei Konchalovsky, 1960’ların başında Stalinizmin yaralarını sarmaya çabalayan Sovyetler Birliği’nin küçük kentlerinden Novocherkassk’ta, hayat pa Andrei Konchalovsky’nin son filmi “Sevgili Yoldaşlar” Novocherkassk’ta, 2 Haziran 1962 günü yapılan işçi eylemlerini konu alıyor. halılığının neden olduğu bir işçi grevinin parti yönetimi tarafından verilen emirle, orduyu manipüle eden KGB aracılığıyla nasıl kanlı bir katliamla ezildiğini anlatıyor. “Sevgili Yoldaşlar”ın siyah/beyaz görüntülerindeki zengin kontrast, komünist ütopyanın nasıl distopyaya dönüştüğünü, grev yanlısı kızının, canlı ya da cansız bedenini arayan çaresiz annenin hikâyesi eşliğinde gözler önüne sermekte. Novocherkassk’ta, 2 Haziran 1962 günü gösteri yapan halka ve lokomotif fabrikası işçilerine ateş açan devlet güçlerinin sorumlu olduğu katliam sonrasında kent hemen ablukaya alınmış; birçok ceset uzaklardaki bir köyün ıssız mezarlığına aceleyle defnedilerek gerçek ölü sayısı gizlenmiş; basın özgürlüğünün olmadığı o dönemin kısıtlı iletişim olanaklarını da kolayca denetleyen tek parti yönetimi, kanla boğulan bu grevi 30 yıl boyunca tarihten silivermiştir... Andrei Konchalovsky, gerçek olayların akışını, bireysel yaşanmışlığın öznel bakış açısıyla anlatıyor. Grevci işçilerin ateşli destekçisi olan ve katliam sonrası kaybolan 18 yaşındaki kızını telaş içinde arayan anneyi, belediyede üst düzey bir görevde çalışan, dolayısıyla da parti üyesi olan; bu arada temel gıda maddelerine getirilen zamların ve düşürülen maaşların doğurduğu hoşnutsuzluğu, “dış düşman güçlerin ve onların içerideki işbirlikçilerinin oyunu” olarak yorumlayan(!); temelde duyarlı, iyi insan, “samimi Stalinist” Lyudmila karakterine dönüştürmesi de, işin tuzu biberi... “Sevgili Yoldaşlar”ın bu ana karakteri, kocasını ve iki oğlunu Srebrenitsa katliamından kurtarmaya çabalayan “Quo Vadis, Aida?”nın tercüman/öğretmen kahramanı Aida ile benzerlikler içermekte. Yargılamadan uzak Altın Aslan adayları Jasmila Zbanic ile Andrei Konchalovsky, filmlerinde politik çözümlemelerden ve manikeist yaklaşımdan kaçınarak tarihin fırtınalı dönemlerindeki trajik koşulların tutsağı oluveren insanların öykülerini, onların o andaki bakış açılarıyla aktarmaya odaklanırken, didaktizmden ve suçlama/ yargılama içgüdüsünden uzak durmayı başarmışlar. Rami Malek Müzikal filmler bomontiadada Yapı Kredi bomontiada, “Açık Havada Sinema” serisine dijital TV platformu puhutv işbirliği ile devam ediyor. 2000’li yıllarda öne çıkan dört müzikal filmden oluşan seçki, her perşembe saat 21.00’de sosyal mesafe kurallarına uygun şekilde Avlu’da gösterilecek. İlk film bu akşam Rami Malek’in ünlü müzisyen Freddie Mercury’ye hayat verdiği “Bohemian Rhapsody” olacak. Rıfat Ilgaz’ın 2. Dünya Savaşı yıllarından ve kendi yaşamından bir kesiti anlattığı Karartma Ge kısmaya çalıştı. Yetmedi, bu kez yayın yasağı getirmeye yani “karartma” uygulamaya başladı. Ama “söz uçar yazı celeri (Çınar Yayınları, 2017) romanını kalır” sözünde olduğu gibi gerçekler okumanızı, filmini görmenizi öneririm. uçtu gitti! “Uçan söz” gerçekleri anın Savaş kapımıza dayanmıştı. Türkiye, da dünyanın dört bir köşesine ulaş İsviçre gibi tarafsızlığını korumaya tırıyordu ki, ceza olarak ilk “karartma ‘Karartma Geceleri’nden çalışıyordu. İngiliz Başbakanı Churc hill, Türkiye’yi savaşa sokabilmek günleri” TELE 1’e uygulandı. TELE 1’in kuruluşunu Genel Yayın için 30 Ocak 1943’te Adana’ya geldi. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ile iki karartma günlerine... Yönetmeni Merdağ Yanardağ ile “18 Dakika” adlı bilgilendirici, ufuk açıcı gün, saatlerce görüştü. Ama İnönü, savaşa hayır dedi, tarafsızlığını korudu, Türkiye’yi savaşa sokmadı. Kimseye savaş acısı yaşatmadı. Hitler ordularının saldırılarına uğramamak için savaşan ülkelerde ve ülkemizde geceleri ışıklar yakılmıyor, “karartma” uygulanıyordu. Geceler, “karartma geceleri” oldu. TCK’nin 141 ve 142. maddelerinde geçen sözcük olduğu düşünülerek kitabı sıkıyönetimce toplatıldı, soruşturma açıldı. Daha sonra gerçek ortaya çıktı, aklandı. Günümüzde medyanın büyük bir bölümü tarafsızlığını yitirdi. Özellikle gazeteler, televizyonlar. Tarafsız/bağımsız haber sunan kanallar çok sınırlı kaldı, bir program yapan Emre Kongar, bir yazısında “9 Ocak 2017 tarihinde resmen yayına başladı” diye yazdı. Demek ki henüz dört yılını doldurmayan kanalın etkisi, izleyeni çok büyük olmalı ki gerçekler “sızmasın” diye ekran karartılıyor! “Karartma günleri” uygulanıyor! Ne üzücü! ‘Sınıf’ın şairi Rıfat Ilgaz Rıfat Ilgaz, Hababam Sınıfı oyunuyla ama bunlar tam tersi oranda da çok etkili hale geldi. Alberto Manguel’e göre Ülkemizde çok iyi tanınan Arjantinli olduğu kadar Sınıf şiiriyle de fırtınalar estirmiş, toplumu sarsmış, 1940 kuşağı şairi ve yazarıydı. Karartma Geceleri’ndeki Uçan söz, kalan yazıdan önemli yazar Alberto Manguel, “söz uçar, yazı kalır” sözüne Merak adlı deneme kitabında (YKY, 2017) yeni bir boyut Mustafa Ural, bir anlamda Rıfat Ilgaz’dı. Gerçeklerin ortaya çıkmasını isteme getiriyor: “Yazılan şey sayfada ölü İlk kitabı Yarenlik’ten sonra Sınıf adlı yen iktidar, güç odakları önce ekonomik kalır, ama söylenen şeyin kanatları şiir kitabını çıkardı. “Sınıf” sözcüğünün cezalarla bağımsız medyanın sesini vardır uçar” diyor. Demek ki sözler kanatlanıyor uçuyor ki korkuluyor! Her şey bir yana gerçekleri halkın öğrenmesinden korkanlar, onları sansür etmeye çalışanlar, aslında İsmet İnönü’nün deyişiyle “Gerçeklerin er geç ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır” sözünü bilmeyenlerdir. Karartma Geceleri unutulmadı, Rıfat Ilgaz, 1940 kuşağı şairleri yazdı/yazdılar. Özgürlüğün, kardeşliğin, demokrasinin, barışın, emeğin, insanseverliğin sesi oldular. Onları şiirleriyle, öykü ve romanlarıyla yaşattılar, andılar. Gerçeğin peşinde olan gazeteci, yazarlar da unutulmayacaklar. Yarından sonraki gün, 12 Eylül. Hatırlayın, 12 Eylül romanları da böyle yazılmadı mı zaten? Unutuldu mu? Karartma günleri de unutulmayacaktır. TELE 1’in karanlığa karşı aydınlanmacı, doğrunun, gerçeğin peşinde koşan yayıncı kimliği, her zaman dile getirdiği hesap verme yükümlülüğü, düşünce çeşitliliği, editoryal dürüstlüğü ve bağımsızlığı; demokrasiye, Cumhuriyete, Mustafa Kemal Atatürk’e bağlılığı unutulmayacaktır. Ve elbette bunları savunan, uygulayan gazeteci ve yazarları... İyi ki varlar... Şizofreni! A rter muhteşem! Arter Modern Sanat Müzesi... Salgınla birlikte kapılarını kapamıştı. Şimdi yeniden açtı ve pir açtı! Hem kendi koleksiyonundan hem de koleksiyon dışı birçok yeni sergi... (Ne yapıyorum ben! Şu anda Çağlayan’da meslektaşlarım yargılanıyor! Barış’lar, Hülya, Murat, Aydın, Ferhat... Onlar sadece ve sadece herkesin bildiği gerçekleri haber yaptıkları için yargılanıyorlar! Ve ben oturmuş muhteşem bir müzede geçirdiğim muhteşem saatleri sizlerle paylaşmaya çalışıyorum!) Arter’deki çok geniş kapsamlı sergileri bu minicik köşede özetlemeye çalışırsam şunu derim: Dünden yarınlara müzikle plastik sanatların ilişkisini ortaya döken sergiler... Sesle sanatın iletişimi... Gözlerinizle duyacağınız müzikler... Kulaklarınızla göreceğiniz resimler ve iki boyutlu, üç boyutlu, bin boyutlu, yürek boyutlu eserler... Arter Kurucu Direktörü Melih Fereli’nin müzik kökenli olduğunu unutmayalım lütfen! (“Üç Çocuk Yapın! Ey kadınlar en az üç çocuk yapın!” Böyle buyuranlar vardı! Hadi bakalım biat eden kadınların çocukları okul çağına geldi. Hadi ver bakalım üç ayrı odada üç ayrı bilgisayar o çocuklara! Her olanağı olan, çocuk sayısı kadar bilgisayarı olan aileler ve öğretmenleri yakından tanıyorum. Onlar bile durumun haksızlığını, eşitsizliğini, imkânsızlığını dillendiriyor!) En geniş kapsamlı sergi “Dinleyen Gözler İçin” Beuys’den Nam June Paik’e; John Cage’den Osman Dinç, Füsun Onur’a 23 yapıta yer veriyor. Fluxus sanatçılarından referansla sessizliğin içindeki sesi dinlemeye ve görmeye çağırıyor sizi... Bence bu bölümde düş gücünü alabildiğine özgür bırakıp sanatın heyecan veren keşiflerine bırakın kendinizi... Bunun devamı olarak “Yağmur Ormanları” sergisine gidin. Orada cisimlerin titreşimini, kendi ürettiği sesleri / müziği dinleyin. Rastlantılara ve sürprizlere şaşın! (Adamlar çıkmış, ciddi ciddi idam diyorlar! İdam cezasını tartışıyorlar! Adaletin olmadığı ya da adaletin bu kadar geç uygulandığı ortamlarda konuşmak bile çılgınlık! Elbet ekonomik, ahlaksal çöküntüyü, yoksulluğu, işsizliği, salgının ulaştığı vahim durumu “unutturmak” için ortaya attılar. Ancak iktidar ve medya soytarıları idamı “yem” olarak kullanırken, tarikatları durduramayacaklarının farkındalar mı???) Arter’in iki katı, benim daha önce az tanıdığım ama “keşfetmekten” sonsuz tat aldığım Alman ressam KP Brehmer’e (19381997) ayrılmış. Çalışmalarını toplu halde görünce, daha da öğrenme isteği veriyor. Günümüzün en önemli temalarına eğilmiş: Milli simgelerimgelerdeğerler, propaganda, medya manipülasyonu, renk kışkırtmaları, tüketim kültürü, klişeler... Kapitalist sistem, ideolojiler derken kolektif körlüğümüzü gözümüze sokuyor! Çarpıcı! (Savaşın eşiğinde kimileri hâlâ şiddeti tırmandırmaktan yana! Geçen hafta WINPEACE (Türkiye Yunanistan Kadınların Barış Girişimi) olarak yayımladığımız “Şiddetsiz Çözüm Çağrısı”na İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği, TYS, PEN, Nâzım Hikmet Kültür Sanat Vakfı gibi sayısız kurum destek verdi. Çünkü bir savaş çıktığında savaşa yollanacak olanların politikacıların, savaş nutukları atanların değil, kendi çocukları olacağını biliyorlardı.) Arter’deyim. Alev Ebüzziya’nın “Tekerrür” başlıklı sergisi: Milyon kere tekrar eden bir hareket ve ritmin sonunda ortaya çıkan zamansız çanaklar... Milyon kere tekrarlanan el hareketi, yürek hareketi, yapılan seçimlerin “gelgit”leri... Sonuç: Bu bir tekrar değildir haykırışı! Her seferinde yeni yaratı! Mükemmelliğin doruğu! Neden tekerrür? Kierkegaard’ın aynı başlıklı kitabından “ödünç” aldığı için... O sözcüğü daha çok sevdiği için... “Düşünsene o iki r’nin tekrarı bile güzel!”... Güzele tutkun olduğu için! (Bu yazıyı bitirmem gerek. Meslektaşlarımın mahkemesi hâlâ sürüyor. Sonucu bilmiyorum. Ama bir şeyi biliyorum: Karar ne olursa olsun bu böyle sürmeyecek. Bir gün adalet yerini bulacak. Ve yargıçlar korkmadan karar verebilecek. O gün gelinceye kadar, gazeteciler, (elbet satılmamış olanlar) gerçekleri yazmaya devam edecek!) Şizofreninin böylesi... Oyuncu Halil Kumova yaşamını yitirdi Oyuncu Halil Kumova (64), Malatya’nın Yeşilyurt ilçesinde ‘Zalo’ isimli sinema filminin çekimleri sırasında rahatsızlanarak kaldırıldığı hastane Halil Kumova de yaşamını yitirdi. İlk tetkiklerde zatürreeye bağlı solunum yetmezliği teşhisi konulan Kumova’dan, Covid19 testi için örnek alındığı öğrenildi. Senarist ve yönetmenliğini Necati Aslan’ın üstlendiği ve başrollerini Sermiyan Midyat, Kıvanç Baran Aslan, Belma Memati, Aslı Balcı, Ersel Sibil ve Sanem Seyhan gibi isimlerin paylaştığı ‘Zalo’ filminin çekimlerine bir süre ara verildi. 23 Mart 1956’da Bursa’da doğan Kumova, uzun süre Bursa Devlet Tiyatrosu’nda sözleşmeli çalıştıktan sonra 2000’de İstanbul’a yerleşti. Kumova, şimdiye kadar 100’e yakın film ve dizide rol aldı. l Haber Merkezi
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle