02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 12 AĞUSTOS 2020 ÇARŞAMBA [email protected] OLAYLAR VE GÖRÜŞLER KÜRESEL SÜRDÜRÜLEBILIR GELIŞMEYE ÇIN ÇÖZÜMÜ ‘Çift Dağ’ Teorisi LIU WENJIN CRI TÜRKÇE EDITÖRÜ 15Ağustos 2005 tarihinde dönemin Çin Komünist Partisi Zhejiang Komitesi Sekreteri Xi Jinping, Zhejiang eyaletine bağlı Anji ilçesinin Yu köyünde yaptığı incelemede, “Temiz sularla yeşil dağlar, altın değerinde dağlar ve gümüş değerinde dağlardır” şeklinde “çift dağ teorisi”ni ilk kez ileri sürdü. 18 Ekim 2017’de ÇKP Merkez Komitesi Genel Sekreteri mevkiinde bulunan Xi Jinping, ÇKP 19. Ulusal Kongresi’ne sunduğu raporda, insan ve doğa arasındaki uyuma vurgu yaparak, ülkesinde ekolojik medeniyet inşasına ışık verdi. Aynı zamanda Çin Cumhurbaşkanlığı görevini de yürüten Xi Jinping 5 Haziran 2019 tarihinde Zhejiang eyaletinin merkezi Hangzhou kentinde Dünya Çevre Günü dolayısıyla düzenlenen küresel bir etkinliğe gönderdiği kutlama mesajında, “çift dağ” teorisini bir kez daha yineledi. Xi kutlama mesajında, “Çin, ekolojik ve çevre korumaya büyük önem verdi ve ‘Temiz sularla yeşil dağlar, altın değerinde dağlar ve gümüş değerinde dağlardır’ teorisinde ısrarcı oldu. Çin, insanoğlu ve doğa arasındaki uyuma öncülük ederek, ekolojik inşasını ulusal kalkınma genel stratejisine dahil etti. Hiç şaşmadan güzel bir devlet inşası yapan Çin, gözle görülür başarılar kaydetti” diye yazdı. Günümüzde dünya, çevre kirliliği, iklim değişikliği, biyoçeşitlilik zayıflığı gibi ciddi meydan okumalarla karşı karşı bulunuyor. Cumhurbaşkanı Xi Jinping’in ortaya koyduğu “çift dağ” teorisi, küresel sürdürülebilir gelişme için Çin çözümü sundu. Küresel sürdürülebilir gelişme için Çin fikirleri Çin Cumhurbaşkanı Xi Jinping Eylül 2013’te Kazakistan’ın Nazarbayev Üniversitesi’ne ziyarette bulundu ve önemli bir konuşma yaptı ve öğrencilerin sorularını yanıtladı. Xi Jinping yaptığı konuşmada, “Biz, gerek temiz suları gerekse altın ve gümüş değerinde dağları istiyoruz. Üstellik, altın ve gümüş değerinde dağlardan daha çok temiz sular ve yeşil dağlara sahip olmayı tercih ediyoruz. Asla ve asla çevre bedeliyle ekonominin bir za manlar büyümesini istemiyoruz” diye kaydetti. Cumhurbaşkanı Xi Jinping konuşmasında “temiz sular ve yeşil dağlar” ile “altın ve gümüş değerinde dağlar” arasındaki diyalektik ilişkiyi net bir şekilde çözdü ve sürdürülebilir gelişmeye yön verdi. Gerçi sürdürülebilir gelişme, insan uygarlığının bir göstergesi. Ancak sürdürülebilir gelişme konseptinin belirlenmesinde, geçen uzun süredir Batılı ülkeler hâkimdi. Onlar, sürdürülebilir gelişme, rasyonalizasyon, laikleştirme, kentleşme ve sanayileşme ile zorla bağlandırıldı. Batılı ülkelerin gözündeki gelişme modeli, doğa değerine aykırı ettiği için tehlikeli ve sürdürülemez. ÇKP Merkez Komitesi Genel Sekreteri Xi Jinping, ÇKP 19. Ulusal Kongresi’ne sunduğu raporda, “İnşa ettiğimiz çağdaşlaşma, insanların ve doğanın uyumlu bir şekilde bir arada var olduğu bir çağdaşlaşmadır.” Xi Jinping’in ileri sürdüğü bu düşünce sayesinde, küresel sürdürülebilir gelişmede yeni sayfa açıldı. Sürdürülebilir gelişme konusunda Çin ve Batılı ülkelerin çözüm planları arasındaki temel fark, insanoğlu gelişmesinde doğa önceliğiyle özgünlüğüne önem verip vermediği. İnsandoğa uyumu en üstünde tutan Çin’in sürdürülebilir gelişme konsepti, insanoğluna parlak bir gelecek getirdi. Mısır Ain Shams Üniversitesi Professörü Nasser AbdulAlle, Çin Cumhurbaşkanı Xi Jinping’in birçok vesileyle “çift dağ” teorisini ileri sürdüğüne dikkat çekerek, bunun Xi’nin çevreye büyük önem verdiğinin göstergesi olduğunu kaydetti. Nasser AbdulAlle, “çift dağ” teorisinin Çin fikirlerini biriktirdiğini, değerlendirilmesi gereken gelişme düşüncesi olduğunu vurguladı. Gerek yurtiçi gerekse yurtdışında öncü uygulama Çin Komünist Partisi 18. Genel Kongresi’nden bu yana geçen süre içinde Çin, “çift dağ” teorisini hiç şaşmadan yerine getirdi, kaliteli ekonomik büyüme gerçekleştirirken, ekolojik inşada gözle görülür ilerlemeler kaydetti. Birincisi, kirlilikle mücadele hızlandırıldı. Çin, tarihte eşi görülmemiş bir mavi gökyüzü koruma savaşını başlat tı. Harcanan yoğun çabalar sayesinde, Çin, dünyada atmosfer kirliliğine en hızlı ve en etkili müdahale eden ülkelerin başında geldi. İkincisi, enerji tasarrufu ve boşaltım azaltma sürekli ilerletildi. Çin Ekoloji ve Çevre Bakanlığı Kasım 2019’da bir açıklama yaparak, Çin’in karbon boşaltım hedefine öngörülen tarihten önce ulaştığını bildirdi. 2020 yılındaki boşaltım, 2005 yılına göre yüzde 40 ila 45 oranında azalma oldu. 2019 yılında kimyasal oksijen ihtiyacı, amonyak azotu, sülfür dioksit ve azot oksitleri gibi büyük kirleticilerin emisyonları, 2015 yılına göre sırayla yüzde 11,5, 11,9, 22,5 ve 16,3 azaldı. Üçüncüsü, çölleşmeyle mücadelede ilerlemeler kaydedildi. Çölleşen ve kumsallaşan yüzölçümleri düşüş gerçekleşti. BM’nin 2030 yılına kadar bozulmuş olan topraklarda (Land Degradation Neutrality) sıfır artış hedefine öngörülen tarihten önce ulaştı... BM Çevre Programı İcra Direktörü İnger Andersen, Çin’in ekolojik inşasında kaydedilen ilerlemeleriyle Cumhurbaşkanı Xi Jinping’in “çift dağ teorisi”ni takdirle değerlendirdi. Andersen, “çift dağ teorisi, insanoğlu ve doğa arasındaki uyumlu ilişkiyi etkin şekilde tasvir etti. Çin’in ekolojik çevre korumada harcadığı dev çabalar, kirlenmiş olan topraklar, nehir sularıyla gökyüzünün çehresini kökünden değiştirdi.” diye konuştu. Çevre hassasiyeti Çin, yurtiçinde yaptığı gibi, küresel işbirliğinde de yeşil gelişme düşüncesini dikkatli şekilde yerine getirdi. Çin, Sri Lanka’nın başkenti Colombo’dd konteyner deniz limanında kömürden elektriğe restorasyon projesini başlattı, bu sayede limanı Sri Landa’da ve hatta tüm Güney Asya’da en büyük yeşil deniz limanı oldu. Çin, Türkiye’nin Tuz Gölü’nde doğal gaz projesinde çevreye sıfır zarar verirken, tükenme tehlikesiyle karşı karşıya bulunan Tuz Gölü’ne büyük miktarda takviye sağladı. Geleceğe bakıldığında Çin, dünyanın diğer ülkelerle el ele vererek, insanoğlunun ortak yuvasını birlikte korumaya, güzel dünya ve insanoğlu ortak kader topluluğunun oluşturulması için olumlu katkı sağlamaya hazırdır. DURAN BÜLBÜL’ÜN YENİ KİTABI 18 30 TL YER NE TL 21 35 TL YER NE TL HAZAL OCAK’IN YENİ KİTABI 18 30 TL YER NE TL MEHMET KABASAKAL’IN YENİ KİTABI 18 30 TL YER NE TL 2010’dan 2020’ye Beyrut’tan İzler İzlenimler… 1 NEŞE DOSTER Abraham Lincoln; “Son tahlilde önemli olan yaşamımızdaki yıllar değil, yıllarımızdaki yaşamdır” der. ABD’den İngiltere’ye, Arjantin’den Brezilya’ya, Meksika’dan İtalya’ya, Tunus’tan İran’a, Suriye’den Lübnan’a gidip gördüğüm yerleri, yaptığım söyleşileri, dinlediğim öyküleri, o öykülerin kahramanlarını yazılara, konuşmalara ve kitaplara aktarırken bu sözün bana eşlik ettiğini hiç unutmadım... Örneğin Suriye’de Halepli şoför Şehmuz’un Türkiye’den geldiğimi duyunca “Mustafa Kemal” diye seslenmesi üzerine “O’nu tanıyor musun?” soruma verdiği; “Nasıl tanımam, canımdır o benim!” sözünü duyduğumda attığım çığlığı unutmadım... Tunus’ta girdiğim hediyelik eşya dükkânında İstanbul’dan geldiğimi duyan satıcının kapıya davet ederek eliyle işaret ettiği duvarda asılı “Mustafa Kemal Atatürk Caddesi” tabelasını gördüğümde yaşadığım gurura kattığım gözyaşlarımı unutmadım... Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de konuşmamın bitiminde salonda bulunan kadın doktorun; “Sizin koskoca cumhuriyetiniz var. Arayışa ne lüzum var? Men Atatürk’ün önünde baş eğirem!” sözündeki içtenliği unutmadım... Bu zorunlu bilgilendirme(!) ve gerekli göndermelerden sonra şimdi Beyrut’un sokaklarında ve kitabımın sayfalarında dolaşma zamanıdır... Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta tonlarca amonyum nitrat patlayınca! Bu facia Hiroşima ve Nagazaki saldırısıyla özdeşleştirilip, 11 Eylül’le eşdeğer tutulunca! Yüzlerce insan hayatını kaybedip, 5 bin kişi yaralanıp, binlerce ev ve işyeri kullanılamaz hale gelince! Caddelerin enkaz dolduğu, 300 bin kişinin evsiz, 500 bin kişinin işsiz kalması üzerine Beyrut Valisi Mervan Abbud’un ağlayarak yaptığı; “hasar milyarlarca dolar” şeklindeki açıklamasını duyunca! Hele de Beyrut’ta yaşayan arkadaşım Muna ile sık sık konuşunca! Belleğime kaydettiğim görüntüleri, unutamadıklarımı paylaşmalıyım diye düşündüm... İç savaş yüzünden Lübnan’a sığınan 1.5 milyon Suriyelinin ekonomi üzerindeki baskısı, COVID19’un yarattığı belirsizlik, dur durak bilmeyen elektrik kısıntıları, bir türlü rayına oturmayan siyasi atmosfer ve nihayet tuz biber ekercesine Ortadoğu’nun incisinde yaşanan patlama bölgeye ait anılarımı depreştirince bir şeyler yazmalıyım dedim... Gerek “Celile” adlı romanımı yazarken, gerek 4 kıtadan 40 kadın öyküsünü anlattığım “Gitme Dönmezsin Dedi Annem” adlı kitabımı hazırlarken defalarca gittiğim Lübnan ve Beyrut’un iç dünyamda ve kitaplarımda çok özel bir yeri olduğunu hatırladım... Özellikle de Celile adlı romanımın kahramanı Celile Hanım’ın Suriye ve Beyrut’taki izlerini sürerken okuduğu okullarda kendi öğrencilik yıllarımı soluduğumu, nice dostlukların başladığı, saklandığı ya da bittiği sınıfları dolaşırken tarifsiz duygularla dolduğumu unutmadım. Haksız bir veda ile erkenin erkeni gidişleriyle aramızdan ayrılan okul ve sınıf arka daşlarımı andığımı, dünyanın her yerinde tüm okulların birbirine benzediğini düşünüp gerilere daldığımı unutamadım... Louvre Müzesi küratörlerinden Fransız Arkeolog Parrout’un; “Dünyada herkesin iki anavatanı vardır, Biri kendi vatanı, diğeri Suriye!” sözünü sık sık anımsarken; yerinde yeller esen Suriye ve zor toparlanacak olan Beyrut’u düşündüm. Hoşgörüsüne sığınarak Fransız arkeoloğa, “Kaldırın Suriye’yi! Koyun yerine kendi vatanınızı! Anlam değişir mi?” diye sormak istedim... Beyrut kuyu demekmiş... Lübnan’ın başkenti Beyrut’un sözcük anlamının “kuyu” olduğunu öğrenince çok şaşırmıştım. Bu nasıl bir kuyu idi ki en az üç dili konuşan kozmopolit bir halkı, nargilenin her saat fokurdadığı canlı bir yaşamı, gece hayatının ışıklarının hiç sönmediği bir eğlence anlayışı vardı. Ortadoğu’nun incisi, ya da Ortadoğu’nun Paris’i denilen kentte kadınlar çok şık, marka satan lüks modaevleri ve mağazalar çok yaygındı. Bölgenin Avrupai yüzü olan Lübnan’ın, gelenleri aç bırakmayan çok iştah açıcı, besleyici, baştan çıkarıcı bir mutfağı vardı. Bir meze cenneti sayılan ve Ege, Akdeniz, Arap mutfağının birleşimi olarak bilinen yemeklerinde Ege’nin otları ve zeytinyağı, Arapların sunumu, güneyin bulguru ve acısı iç içe geçmiş gibiydi. Ola ki bir gün yolunuz oralara düşerse, Beyrut ayağa kalkarsa meze değil, ana yemek yerine Falafel, Babagannuş, Tabule, Fattoush ve Zahter salatası yiyin, başka bir şey yemeyecek ve o lezzetleri asla unutamayacak ve bana hak vereceksiniz! Beyrut’un İstanbul’u aratmayan trafiğinde ve o karmaşa içinde ömür tüketen ve çok yüksek sesle müzik dinleyen taksilerle pek çok yere gittim. Lübnan ve Ortadoğu tarihini öğreten ve çok eski yıllarda kurulmuş olan Beyrut Amerikan Üniversitesi’nin binasını çok etkileyici buldum. Suikast sonucu öldürülen eski başbakan Refik Hariri’nin anıt mezarının bulunduğu meydanın çok bakımlı olması ve mezarın üstünde her gün yenilenen taze çiçeklerin çokluğu ve renkleri dikkatimi çekti. Üniversitede görüştüğüm öğrencilerin; “toplum ve din bize annelik dayatıyor, biz ise önce eğitim, sonra aşk temelli bir evlilik, sonra da annelik diyoruz” şeklinde konuşmalarını kayda değer buldum... UNESCO Dünya Mirasları Listesi’nde yer alan Byblos, dünyanın en eski yerleşim yeri ve Latin alfabesinin doğum yeri olarak biliniyor. Taş evleri, eski çarşısı, kafe ve restoranlarıyla turistlerin tercih ettiği mekânların başında geliyor. Ava Gardner’den Paul Anka’ya, Marlon Brando’dan Kim Novak’a, Jacques Chirac’tan Rockefeller’e pek çok sanat ve siyaset adamının ağırlandığı “Pepe’s Fishing Club Museum Restaurant” yörenin incisi sayılıyor. Ezan ve çan seslerinin bir arada dinlendiği Beyrut’ta, Müslüman, Dürzi, Maruni, Ermeni ve Hıristiyanlar bir arada yaşıyor. Lübnan halkı hem Türk mallarını hem de Türk dizilerini çok seviyor. DEVAMI YARIN
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle