22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
kültür 13 27 TEMMUZ 2020 PAZARTESİ Maskeli balo sona eriyor Maskeli balo sona eriyor. Maskeler düşüyor, Cumhuriyetle hesaplaşma ajandasının bugüne kadar taktik gereği bekletilen maddeleri de raftan indirilip gözler önüne seriliyor. Ayasofya’yı ibadete açmak için, altında Atatürk’ün imzası bulunan 86 yıllık bir Bakanlar Kurulu kararı günümüzün Danıştay’ı marifetiyle iptal ediliyor. Bu yöntemden de anlaşılıyor ki oyun giderek daha da açık ve sert oynanacak. Konunun bu yönünün, yani Atatürk imzalı bir kararın bugünün yargısı eliyle iptal edilmesinin Ayasofya tartışmasından daha önemli ve kaygı verici olduğunu düşünüyorum. Zaten Diyanet İşleri Başkanı’nın okuduğu hutbedeki lanet söylemi de bu kaygıyı doğruluyor. İstanbul Sözleşmesi Maskelerin düştüğünün bir diğer önemli göstergesini de İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik kampanya oluşturuyor. 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da imzaya açıldığı için “İstanbul Sözleşmesi” adıyla anılan bu sözleşmenin tam adı şöyle: Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi. Sözleşmenin önemi, kadına karşı şiddeti ve aile içi şiddeti bir insan hakkı ihlali ve ayrımcılık türü sayan ilk uluslararası anlaşma olmasından ve devletlerin bu konudaki yükümlülüklerini belirlemesinden kaynaklanıyor. O dönemde maskeli balo henüz sona ermediği için ve kuşkusuz çeşitli başka nedenlerle, Türkiye bu sözleşmeyi imzaya açıldığı gün imzalamış ve daha sonra TBMM tarafından da onaylanan sözleşme Resmi Gazete’de yayımlanmıştı. Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’ni imzalayan ilk ülkeydi! Sekiz yıl içinde ne değişti de önce imzaya açılmasına ev sahipliği yapılan, sonra da koşa koşa imzalanan bu sözleşmeden bugün Türkiye’nin imzasını geri çekmesi gündeme getiriliyor? Yoksa sözleşmeye taraf olan devletlere getirilen, “kültür, töre, din, gelenek veya sözde ‘namus’ gibi kavramların şiddete gerekçe olarak kullanılmasının önüne geçecektir” tarzındaki yükümlülük, maskelerin giderek düştüğü günümüzde rahatsızlık kaynağı mı oldu? Sadece taban konsolidasyonuyla açıklanamayacak, çok ciddi bir rota değişikliği söz konusu ve bu değişiklik kendisini birçok konuda artık hiç gizleme ihtiyacı duymadan ortaya koyuyor. Kadınlara biçilen yer Yoksa her gün bir veya birkaç kadın cinayetinin göz göre göre işlendiği, kadınların eski eşlerinden, sevgililerinden vb. korunma taleplerinin genellikle dikkate alınmadığı bir ülkede, böyle bir sözleşmeyi tartışmaya açmanın, kadını bu tartışmalar içinde bir kez daha aşağılamanın, bir kez daha ikinci sınıf vatandaş gibi sunmanın söz konusu şiddeti azdıracağı, en azından teşvik edeceği belli değil mi? Buna rağmen gösterilen bu ısrar, gündeme getirenler açısından konunun taşıdığı ideolojik önemi gösteriyor. Kafalarındaki memleket hayalinde biz kadınlara biçtikleri yeri ortaya koyuyor. Bir de Danıştay marifetiyle kararını geçersiz kıldıkları, Ayasofya’nın minberinden lanet okudukları Cumhuriyetin kurucusunun; hiç tartışmasız Türkiye Cumhuriyeti’ni borçlu olduğumuz halde ihanetle suçladıkları Mustafa Kemal Atatürk’ün bu konuya nasıl baktığını hatırlayalım. Kurtuluş Savaşı sürerken Ankara’yı ziyaret eden Fransız kadın gazeteci Berthe G. Gaulis, Çankaya Köşkü’nde buluştuğu Mustafa Kemal’e sorar: “Sizin hayalini kurduğunuz ülkede kadının yeri ne olacak?” Gazi hiç duraksamadan cevap verir: “Tabii ki tam eşitlik! Bir erkeğin hakkı neyse aynına sahip olacak! Aksi düşünülemez bile. Bir milletin yarısının onun sosyal yaşayışı dışında tutulması kabul edilemez. Kadınlarımız erkeğin yerini alıp askerlik yapıyor, tarlalarda çalışıyor, çift sürüyor, cephane taşıyor, yaralı bakıyor, siperlere kadar askerin savaşına ortak oluyor. Hepsi kurtuluşlarını hak etti. Sonuna kadar!” İşte iki farklı memleket hayali ve bu hayallerde kadının yeri. Nereden nereye… Maskeli balo sona eriyor artık… 39. Film Festivali’nde Ulusal yarışma ve kısa film gösterimlerinin sonuna gelindi Sinema da eğlence de tam gaz Yazgülü Aldoğan Pandemi nedeniyle önce ertelenen ve daha sonra Ulusal Yarışma ve Ulusal Kısa Film Yarışması filmlerinin gösterilmesine başlanan İKSV 39. Ulusal Film Yarışması’nın SSM terasındaki gösterimlerinden birine gittim! Boğaz’a karşı püfür püfür açık havada ve sosyal mesafe korunarak, film ekiplerinin de katılımıyla canlı gösterimi ne kadar özlemişim? Filmleri önceden bilet satın alarak çevirimiçi de izlemek mümkün ama bilet bulmak ne mümkün? Salı gecesi ödül töreni ile sonlanacak gösterimler süresince, jüriyi etkilememek amacıyla Türkiye prömiyeri yapılan filmler hakkında eleştiri yazılmıyor. Ama ne izlediğimi yazmakta sakınca yok herhalde? Gösterim sonrası sahneye çıktığında “Ben aslında senaristim. Bu öyküyü de “Nasipse Adayım”, 2015 yılında yayımladım. Sonra filme çekmeye karar verince senaryo haline getirmek zor olmadı, çünkü beni okuyanlar bilir, zaten öykü Ercan Kesal, gösterim sonrası sahneye çıkıp konuşma yaptı. lerimi de senaryo gibi yazar, okurumu da seyirci gibi düşünürüm” diyor Ercan Kesal. Filmi yazmış, senaryolaştırmış, çekmiş, başrolde de oynamış. Ama başka oyuncular da var, onların yerine oynamamış. Adından da anlaşılacağı gibi yerel seçimlerde aday adayı olan bir siyaset heveslisini anlatıyor, hem de gerçek mekânlarda çektiği filminde. Daha fazlası sonra! Şimdilik filmden bu kadar bahsedelim. Beni asıl şaşırtan, aylar sonra ilk kez geldiğim Boğaziçi’nin hareketliliği oldu. Bir cuma akşamı tamam da, pandemi dönemi ya? Üstelik sabah da Ayasofya’yı namaza mı siyasete mi artık her neyse, açmış, metro seferi durduruldu diye kadın makinisti linç etmeye kalkmış bir topluluk var bir yanda; aman şeriat mı geldi diye yüreği hoplayanlar bu yanda! Kimse kusura bakmasın, korkmasın da, bu ülkeye kolay kolay ne şeriat gelir, ne faşizm! Kimsenin umurunda değildi sabahki şov. Zaten 350 bin de hikâye, hiç mi kalabalık görmedik, drone’lar gösteriyor: Anadolu’nun kasaba köyünden toplamışlar heyecanlı gençleri, fanatik dincileri, geldiler, koşuştular, namazlarını kıldılar ve evli evine, köylü köyüne. İstanbullu hayatını yaşamaya devam ediyor, ha tabii ki Fatih Çarşamba’dan giden olmuştur ama işte o kadar. Galata’ya gece yarısı dönebildim, trafik sıkışıklığından; şık şıkıdım giyinmiş, başları örtülü genç kızlar, kafelerde oturmuş, cheesecake yiyip sohbet ediyordu, yanlarında ne erkek, ne aile. Sokak kedisi de sokaklara dönsün madem, gezilecek, yazılacak çok şey var, hayat devam ediyor! Covit mi? Vallahi ben o şükür namazı kılan kalabalıktan sonra epey bir patlama bekliyorum, itiş kakış, pek bir iç içeydiler, artık şehit mi sayılır bu yolda bilemiyorum. Düşlerin Yönetmeni Sadeceİtalyan sinemasına değil, dünya sinemasına damgasını vurmuş, Fellini 100 Yaşında Fellini'nin yüzüncü yılında sanatçıyı anıyoruz Tüm zamanların en büyük yönetmenlerinden Federico Fellini’nin doğumu üzerinden tam bir asır geçti. Fellini, hayatı ve düşlerini baş tan inşa ettiği, hayalle gerçek arasın daki çizgiyi belirsizleştiren görkem li yapıtlarıyla farklı je KONUK nerasyonlardan pek çok YAZAR usta yönetmene ilham EKİN ASAR kaynağı oldu. Filmlerindeki gerçeküstü, öforik ve stilize sahneler, İtal yan yönetmenin taşkın ve gürültülü sinemasının imzası hali ne geldi. İtalyan Yeni Gerçekçi gelenekten yetişen Fellini’nin ilk filmleri, toplum sal temaları merkezine alan akımın izlerini taşır. Kırılgan ve çocuk ruh lu hayat kadını Cabiria’nın (Giuliet ta Masina) gerçek aşkın izinde bir ha ve gençliğinden esinlenen filmi Amaryal kırıklığından ötekine sürükleni cord (1973), yeniyetme Titta ve ek şini anlatan 1957 yapımı La Notti di Cabiria’da yönetmen, bu akımı santrik kasaba sakinlerinin hayatlarından kesitler sunarken, kendi sinema anlayışı çerçevesinde yeniden yo 1930’ların faşist İtalya’sının bir portre rumladı. Filmin umutlu hikâyesi sini çizer. Amarcord gibi kü ve şiirsel unsur çük bir kı ları, katı ahlak yı kasaba çılığı ve tra sında ge jik anlatılarıyla öne çıkan çen I Vitelloni (1953), en İtalyan Yeni Gerçekçiliği’nin verimli çağlarını aylaklık sınırlarını esneterek, Fellini’nin kendine özgü renkli üslubunun habercisi oldu. ‘La Dolce Vita’ la geçiren, yaşadıkları yere sıkışıp kalmış beş genç adamı konu alır. Bu filmde Yönetmen, sinematik dünyasının yönetmen, gençliğinde Rimini’yi terk yaratımında kendi yaşamından sık ederek hayallerinin peşinden Roma’ya ça faydalandı. Rimini’deki çocukluğu gidişini, Moraldo karakterinin trene Fellini, La Dolce Vita adlı filmin çekimlerinde. atlayıp küçük kasaba yaşamını arkasında bıraktığı sahneyle tasvir eder. Onun için dönüm noktası olan bu yolculuğu, Roma’daki ilk yıllarına dayanan yarıotobiyografik filmi Roma’da (1972) bir kez daha sahneleştirir. Yaratıcı tıkanma ve varoluş krizi yaşayan ünlü bir yönetmenin düşleri ve anılarına yolculuk ettiğimiz 8 1/2’da (1963) ise Fellini, birçok filminde rol alan Marcello Mastroianni’nin suretinde adeta kendini yeniden yaratır. ‘La Dolce Vita’... Magazin muhabiri Marcello’nun (Marcello Mastroianni) haz ve anlam arayışıyla Roma’da oradan oraya savrulduğu yedi gün ve geceyi anlatan La Dolce Vita (1960), yönetmenin “Felliniesk” diye nitelendirilen stilini açıkça ortaya koyduğu ilk filmidir. Katı bir olay örgüsüne bağlı kalmayan film, aşı rılıklarla örülü sahneleri, dini ve ahlaki konuları ele alış biçimi ve hedonist karakterleriyle çıktığı dönemde büyük ses getirdi. Marcello ve Hollywood yıldızı Sylvia’nın (Anita Ekberg) gece yarısı Trevi Çeşmesi altında paylaştıkları anı resmeden ikonik sahneyle zihinlere kazınan başyapıt, Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye alarak Fellini’yi geniş kitlelerle tanıştırdı. Saygı duruşu... Fellini, rüyalarındaki görsel evreni yaratabilmek için filmlerinin büyük bölümünü İtalya’nın ünlü film stüdyosu Cinecittà’ta çekti. Yönetmen, filmleri için vazgeçilmez bir vahaya dönüşen stüdyonun kuruluşunun ellinci yıldönümü için çektiği Intervista (1987) filminde başrole Cinecittà’yı yerleştirerek stüdyoya saygı duruşunda bulunur. Film yapım süreçlerini ve stüdyonun arka planını izleyicinin seyrine açan film, Fellini’nin sinemaya duyduğu derin tutkuyu yansıtır. Kırk yıla yayılan kariyeri boyunca yönetmenin filmleri, film festivalleri tarafından sayısız kez ödüllendirildi. La Strada (1954), La Notti di Cabiria, 8 1/2 ve Amarcord filmleriyle Yabancı Dilde En İyi Film kategorisinde dört Oscar alarak, akademi tarihinde bu dalda en çok ödül olan yönetmen oldu. 1992 yılında Akademi Onur Ödülü aldıktan bir yıl sonra yaşama veda eden Federico Fellini’nin doğumundan yüz sene sonra bugün, filmleri hâlâ sinemaseverleri büyülemeye, Martin Scorsese, David Lynch, Sofia Coppola ve Paolo Sorrentino gibi pek çok yönetmene ilham kaynağı olmaya devam ediyor. Frida Kahlo’nun 7 fotoğrafı satışa çıkacak Otoportreleriyle ikon haline gelen Meksikalı ressam Frida Kahlo’nun cenaze fotoğrafları açık artırmaya çıkarılıyor. Mexico City’de düzenlenecek müzayedede ressamın cenazesinden 7 kare satışa sunulacak. Antalya Film Forum’a başvurular açıldı 57. Antalya Altın Portakal Film Festivali kapsamında düzenlenecek Antalya Film Forum’un başvuruları açıldı. Festivalin Türkiye’den film projelerine maddi destek sağlayan ve projeleri uluslararası film profesyonelleriyle buluşturan platformu 57 Ekim 2020 tarihlerinde yapılacak. Forum kapsamında bu yıl ilk kez Diziler / Mini Diziler Pitching Platformu düzenlenecek. Uzun Metraj ve Belgesel Filmler Work in Progress Platformu için son başvuru tarihi 20 Ağustos, Uzun Metraj Kurmaca Pitching Platformu ve Sümer Tilmaç Antalya Film Destek Fonu Pitching Platformu için son başvuru tarihi 14 Ağustos olarak belirlendi. Ödüller 7 Ekim’de düzenlenecek törende açıklanacak. Kadıköy’de Sanat sokağa taşındı... Kadıköy Belediyesi, 4 Ağustos27 Eylül tarihleri arasında Özgürlük Parkı Amfi Tiyatro’da “Sanat Parkta” adlı konser ve tiyatro etkinlikleri düzenliyor. Sosyal mesafe kuralları dikkate alınarak yeniden düzenlenen Özgürlük Parkı Amfi Tiyatro, 32 tiyatro oyunu ve 21 konsere ev sahipliği yapacak. Ücretli olarak düzenlenecek etkinliklerin gelirleri sanatçılara bırakılacak. Festival, açılışını Genco Erkal, Nâzım Hikmet uyarlaması olan “Yaşamaya Da ir” oyunuyla yaparken; konser açılışını Bülent Ortaçgil yapacak. İlerleyen günlerde de festival kapsamında Onur Saylak (Evlat), Mert Fırat (Joseph K), Füsun DeGenco Erkal mirel (Şişman Güzeldir), Levent Üzümcü (Aziz Nesin Kabare), Rutkay Aziz (Güneyli Bayan), Çağlar Çorumlu (Übü Hep Übü), Serkan Keskin (Cimri), Berna Laçin (Hayal Satıcısı) gibi isimlerin tiyatro oyunları sahne lenirken, Moğollar, Ahmet Aslan, Feryal Öney, Erdal Erzincan, Eda Baba, Aylin Aslım, Mazlum Çimen, Baba Zula, Melek Mosso, Ozbi&Gülce Duru, REDD, Simge Pınar, İmer Demirer, Lara Dilara, Sibel Köse, Şakalı Akustik konser verecek. Festivalle ilgili konuşan Kadıköy Belediye Başkanı Şerdil Dara Odabaşı, “Kadıköy sanattan vazgeçmez. Sanat salona sığmıyorsa parklara sığar. Özgürlük Parkı’nın kapılarını açıyoruz ve herkese bir nefes aldırıyoruz. Sosyal ve me safeliyiz. Tam kapasite değil ama güvenli kapasitedeyiz. Çünkü İçimizdeki sanat sevgisine ‘korona’ engel olamaz.” dedi. Odabaşı, “Sanat Parkta’nın amacı hem sanatçı dostlarımıza destek vermek hem de Kadıköylülere bir nefes aldırmak. Pandemi nedeniyle çoraklaşan sanat hayatımızı biraz olsun renklendirmek” diye konuştu. Haftalık olarak satışa sunulacak biletler https://www.mobilet.com/bucketevent/ kadikoybeled... adresinden alınabilir. Harbiye Açıkhava’da bu hafta İstanbul Büyükşehir Belediyesi Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu’ndaki konserleri kapsamında; 27 Temmuz Berkay. 5 Ağustos Simge. 7 Ağustos Mehmet Erdem & Aşkın Nur Yengi. 29 Ağustos Sinan Özen. 30 Ağustos Linet. 31 Ağustos Teoman konser verecek.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle