24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
4 31 MAYIS 2020 PAZAR EDİTÖR: CAFER KURT TASARIM: ECE KURTULUŞ DURSUN HABER Nefes alamıyorum! Derek Chauvin adlı beyaz bir polis memuru, George Floyd adlı siyah bir şüpheliyi boğazına diziyle basarak öldürdü. O, bu cinayeti işlerken 3 polis de onu izledi. Cinayet videoya kaydedilince ABD karıştı. Günlerdir ülkede çok şiddetli protestolar oluyor. Katil polis görevden alınıp tutuklandı. Ama bu yetmez. Olaya karışan diğer polislerin de yargılanıp tutuklanması gerekir. ABD’de polisler, her yıl çoğu siyah bin kişiyi öldürüyor ve cinayetlerin büyük kısmı, Türkiye’de olduğu gibi, cezasız kalıyor. 2012’de elinde şekerleme dolu bir kese kâğıdı ve buzlu çay bulunan Trayvon Martis, mahalle bekçisi tarafından “kuşkulu bulunduğu için” öldürüldü. 2014’te Eric Garner, sokakta kaçak sigara sattığı için polis tarafından boğazı sıkılarak gözaltına alınmaya çalışıldı. Defalarca “Nefes alamıyorum” diye yalvardı... Hastaneye kaldırılırken öldü. Daha üç ay önce Ahmaud Arbery, yürüyüş yaptığı sırada, eski bir polis ve oğlu tarafından hırsız sanılarak katledildi. Polis kurbanı olan bu siyahların hepsi silahsızdı. ABD’de siyahlara yönelik polis şiddetinin sonu kolay kolay gelmez. Çünkü orada ırkçılık sorunu sistemseldir! HHH Obama seçildiğinde ırkçılığın tarihe karıştığını sananlar yanıldı. Bir siyahın ABD başkanı seçilmesinin önemini biliyorum. Ama Obama’nın kazanmasında ana etken, savaşın tırmandığı Bush yıllarından sonra gelen büyük ekonomik yıkımdı. Obama’nın ABD başkanlığı, militan ırkçı grupları çok öfkelendirdi. Bu gruplar, kendi aralarında yoğun bir şekilde sessizce organize oldu. Trump ise Obama’nın ekonomiyi önemli ölçüde yoluna koyduğu bir ortamda, ırkçılık kartını kullanarak seçildi; ırkçı hücreleri canlandırdı. Ku Klux Klan’ın kurucusu bile Trump’ı desteklediklerini söyledi. Demokratlar, Trump’ın beyaz üstünlüğünü savunan söylemine karşı yükselen Black Lives Matter (BLM Siyahların Hayatı Önemli) adlı toplumsal hareketi yeterince sahiplenmedi. Trump ise BLM’den rahatsız ırkçı beyazların duymak istediklerini söyledi. Sonuçta bugün Beyaz Saray’da ırkçı biri oturuyor. Koronavirüs en çok siyahları ve Latin kökenli ABD’lileri öldürüyor! HHH ABD’nin kuruluşu olarak 4 Temmuz 1776 tarihi esas alınır. Çünkü o tarihte ilan edilen Bağımsızlık Bildirgesi ile 13 sömürge, Britanya İmparatorluğu’nun bir parçası olmaktan çıktı ve ayrı bir bağımsız federal devlet haline geldi. Fakat görmezden gelinen bir tarih daha vardır: 20 Ağustos 1619. Bu, Afrikalıların anavatanlarından kendi istekleri dışında alınıp zorla gemilere bindirilerek Kuzey Amerika’ya köle olarak getirildiği ilk tarih olarak bilinir. (1500’lerde getirildiklerini gösteren araştırmalar da var.) 20 Ağustos 1619’da Virginia’nın Port Comfort Limanı’na yanaşan gemide Portekizlilerin yakaladığı siyahlar vardı. Yemek karşılığında köle olarak satıldılar... O zamandan beri toplumun ruhuna işlemiş ırkçılık. Bu insanlık suçuyla mücadele eden çok sayıda Amerikalı olsa da orada bir süre yaşadığınızda, azımsanmayacak sayıda insanın açık ve gizli ırkçılığına tanık oluyorsunuz... ABD’de ırkçılık, kuruluşundan beri var olan toplumsal bir hastalıktır. Trump Beyaz Saray’da oturduğu sürece tedavisi de mümkün değildir. Irkçılık ve türcülüğün kaynağı aynı George Floyd’un ailesi olay hakkında “Hayvanlardan daha kötü davrandılar. O hayatı için yalvarırken yardım etmek için kimse hiçbir müdahalede bulunmadı. Ülkede adalet yok” dedi... Çok haklılar; adalet olmadığı doğru! İnsanlar için de adalet yok, hayvanlar için de... Cinayeti protesto gösterileri sırasında bir siyahın katledilmiş bir domuzun kanlı kafasını iki eliyle başının üzerinde tuttuğu fotoğrafı gördünüz mü? Gösterici, polislere “Siz domuzsunuz” demek istiyordu. Faşistlere en sert tepki gösterilmeli elbette! Fakat domuz, bu dünyada en fazla zulme maruz kalan hayvanlardan biridir. Onu kötülüğün simgesi olarak görmenin ardındaki düşüncenin kaynağı da türcülük virüsüdür. Bir şiddet mağdurunu savunurken bir başka şiddet mağdurunu katil ile özdeşleştirmenin dehşet verici çarpıklığı fazla insanın dikkatini çekmese de arşive kayıt düşeyim: Irkçılık ve türcülüğün çıkış noktası aynıdır. İlkinde insan, ırk temelinde kendini üstün görür ve diğerlerine nefret/duyarsızlık geliştirir. İkincisinde kendi türünü diğer türlerden üstün görür ve hayvanlara karşı nefret/duyarsızlık geliştirir. İkisi de nefessiz bırakır! Ve kuşkusuz ikisi de öldürür! Sosyolog Prof. Dr. Sencer Ayata, yoksulların sayısının eskiye göre arttığına dikkat çekti YOKSULLUK vahim hal alacak Ayata, koronavirüs salgınıyla ekonominin daha da küçüldüğünü belirterek “Sosyal yardımlar, devasa boyutlara ulaşan işsizlik ve yoksulluk sorunu karşısında cüce kalacak” dedi. Sosyolog Prof. Dr. Sencer Ayata, koronavirüs salgınıyla ekonominin daha da küçüldüğünü belirterek “Eş dost yardımı, borç, birikimlerin elden çıkartılmasıyla atlatılan birkaç ay dan sonra işsizlik ve yoksulluk daha vahim bir hal alacak” uyarısında bulundu. Çalışan yoksulların sayısının eskiye göre arttığıMAHMUT nı kaydeden Sancar, yarLICALI dımların tedavi edici değil, ağrı kesici boyutta olduğuna dikkat çekti. CHP’de 2426 dönem arası milletvekilliği yapan sosyolog Prof. Ayata’nın derlediği “Türkiye’de Yoksulluk ve Eşitsizlik Nedenler, Süreçler, Çözümler” adlı çalışma Sosyal Denge ve Demokrasi Araştırma Merkezi tarafından kitaplaştırdı. Ayata ile Türkiye’de yaşanan yoksulluk ve sosyal yardımlar üzerine konuştuk. Ayata’ya yönelttiğimiz sorular ve yanıtları şöyle: Çalışan yoksullar çoğaldı n Sizin yoksulluk konusunda akademik çalışmalarınız ve gözlemleriniz bulunuyor. Son 20 yılda Türkiye’deki yoksulluk sorununun geldiği durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? 20 yıl çok uzun bir süre. Elbet olumlu gelişmeler oldu. Kişi başına gelir arttığı için mutlak yoksulluk azaldı. Devletin sosyal yardımları çeşit ve miktar olarak çoğaldı. Bazı kamu hizmetlerinde iyileşmeler oldu. Ama olan biteni bir başarı hikâyesi görmek ve göstermek çok yanlış. Bugün yoksulluk büyük sorun ve salgın nedeniyle çok daha önemli hale gelecek. TÜİK’e göre göreli yoksulluk oranı bu 20 yıllık sürede yüzde 2225 düzeyinde. İyileşme yok. Bu 17 milyon kişi demek. Yani yoksulluk azaltılmamış. Oran aynı kalınca sayılar da büyümüş. Muhtaçların ihtiyaçları yardımlarla kapatılmaya çalışılıyor. Buna yoksulluğun idaresi deniliyor. Gelinen durum itibarıyla düşük ücret ne Sencer Ayata deniyle yoksulluktan kurtulamayanlar, yani çalışan yoksullar eskisine göre çoğalmış. n Krizin derinleşmesinin Türkiye’de var olan yoksulluk sorununa etkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Salgın; turizm, ulaştırma, tarım, gıda, yeme içme, giyim gibi sektörlerde önemli kayıplara yol açtı. Üretimde, ticarette, hizmetlerde büyük düşüşler oldu. Sonuçta büyük bir istihdam kaybı yaşandı. Tarım ürünleri ithalatına bağımlı hale gelen Türkiye ciddi gıda fiyat artışları sorunu ile karşı karşıya kaldı. Devletin vergi gelirleri azaldı. Borç yükü büyüdü. Kamu yatırımları durdu. Kısacası salgın ekonomiyi küçülttü. Başta emekçiler büyük gelir kaybına uğradı. İşsiz sayısının 4,5 milyondan 10 milyon dolayına çıktığı tahmin ediliyor. İşsizlik oranı yüzde 1315 seviyesinden en az yüzde 25’e yükseldi. Bu durumu düzeltmek çok zaman alacak. Eş dost yardımı, borç, birikimlerin elden çıkarılmasıyla atlatılan birkaç aydan sonra işsizlik ve yoksulluk daha vahim bir hal alacak. Devlet bu işsizlerin küçük bir bölümüne sınırlı gelir desteği sağlıyor. Sosyal yardımlar devasa boyutlara ulaşan işsizlik ve yoksulluk sorunu karşısında cüce kalacak. n Kitabınızda yoksulluk sorununun devlet tarafından çözülmesi gerektiğini belirtiyorsunuz. Neden devlet? Piyasa sorunun çözümü de ğil. Kendi haline bırakılan piyasa ekonomisi eşitsizliği ve yoksulluğu artırıyor. Aile, geleneksel kurumlar, gönüllü kuruluşların yardımları bir yere kadar önemli. Ama işsizlik ve yoksulluk öyle büyük boyutlara ulaştı ki... Yoksulluğu yenecek tek güç devlet. Çünkü önümüzdeki dönemde sağlık, eğitim ve konut başta olmak üzere kamu hizmetleri talebi de artacak. Sosyal politikaların geliştirilmesi, sosyal devletin güçlendirilmesi ve kamu harcamalarının artırılması gerekecek. İkincisi salgın sürecinde devletlerin ekonomiyi canlandırma amacıyla izlediği genişleyici mali politikaların devam etmesi kaçınılmaz. Son 3040 yıla damgasını vuran dizginsiz piyasa ekonomisi anlayışı 2008 sonrasında zaten sarsılmaya başlamıştı. Öyle görünüyor ki önümüzdeki dönemde ekonomi politikaları daha fazla kamu merkezli ve sosyal boyutlar daha fazla dikkate alınarak hazırlanacak. Partizan çıkarlar gözetiliyor n Devletin bu konuda yaptığı çalışmalar sizce yeterli mi? Tüm siyasi partilerin temel söylemini ekonomi oluşturmasına karşın, yoksullukla mücadelede neden istenilen sonuçlara ulaşılamıyor? Aslında mevcut sosyal yardımlar 40 milyar liraya yakın. Değişik alanlara yönelik onlarca yardım söz konusu. Ama yardımlar yoksulluğun çözümü olmuyor. Yardımlar vatandaşın hakkı olarak değil siyasi iktidarın lütfu gibi gösteriliyor. Yardım malzemelerinin tedariki ve dağıtılmasında partizan çıkarlar gözetiliyor. Ama asıl önemli olan yardımların yoksulluğu önlemeye yönelik olmaması. Tedavi edici değil ağrı kesici ilaç gibi. Sorun yardım sorunu olmaktan çıktı. Artık yoksulluk sorununu bir ekonomik, toplumsal ve siyasi sistem sorunu olarak görmek gerekir. Bir bozuk sistemin yarattığı dengesizliklerin ve eşitsizliklerin sonucu olarak. Salgın sonrasında Türkiye işsizliğin arttığı, ücretlerin gerilediği ve yoksullaşmanın yaygınlaştığı bir döneme girdi. Yoksulluk sorununun artık yürürlükteki ranta ve borçlanmaya dayalı büyüme mo KAYIRMACILIK, YOKSULLUK NEDENİ n Kamuda israfın engellenmesi ve ödeme garantisi verilen projeler siyasette tartışılan konuların başında geliyor. Değerlendirmeniz nedir? Yoksulluk ekonomik olduğu kadar siyasi bir sorun. Bakın iktidar ile yakın ilişki içinde bulunanlar kamu kaynaklarına ayrıcalıklı erişim sağlayabiliyor. Bu nedenle devlet yönetiminde yaygınlaşan kayırmacılık yoksulluğun başlıca nedenlerinden birisi haline geldi. Devletin kaynaklarını gerçek değerlerinin altında ele geçirenler hızla zenginleşiyor. Türkiye Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün yolsuzluk algı endeksinde 90’ıncı sıralara gerilemiş durumda. Mevcut iktidar döneminde yapılan yasal değişikliklerle Kamu İhale Yasası, “muafiyetler yasasına” dönüştü. İhaleler, büyük ölçüde tercihli firmalara veriliyor. İkincisi, Afet Kanunu. Devlete acil durumlarda ilan ve pazarlık usulüyle ihaleye çıkmadan çabuk iş yaptırma imkânı tanıyan bu kanun tercihli firmalara büyük kaynakları aktarma yolu oldu. Üçüncüsü enerji, köprü, şehir hastanesi gibi büyük çaplı ve aşırı yüksek maliyetli kamu özel işbirliği projeleri. Türkiye’de sosyal yardımlar için ayrılan kaynaklar kayırmacılıkla elde edilen gelir ve servet transferlerinin gerisinde kalmış durumda. delinin tıkanması, artan gelir ve servet dağılımı bozuklukları, işsizlik ve düşük ücret, israf ve yolsuzluklar, eğitimde kalitesizlik ve eşitsizlik, emeğin pazarlık gücünün zayıflaması, demokrasiden uzaklaşma gibi sorunlarla birlikte ele alınması lazım. Yardım politikaları yerine çocukluk dönemine ağırlık veren, hak temelli ve koşulsuz temel geliri esas alan politikalar üzerinde durmalıyız. Bugünkünden daha iyi işleyen bir siyasi ve ekonomik düzenin ve daha eşitlikçi bir toplumun nasıl gerçekleştirilebileceği üzerine düşünmeliyiz. n Yoksulluk sorunu ile düşük ücret sorunu arasında bir bağ bulunuyor mu? Asgari ücretin düşük olması nedeniyle Türkiye’de yoksulların büyük bölümünü, yüzde 70’ini, çalışan yoksullar oluşturuyor. Asgari ücret enflasyon karşısında sürekli eridi ve milli gelir içindeki payı düştü. Kaldı ki kayıtdışında, daha düşük ücretlerle ve sosyal güvencesiz çalışan çok sayıda işçi var. Kadınların işgücüne katılımı da çok düşük olunca asgari ücretle yoksulluk çemberinin dışına çıkmak mümkün olmuyor. Salgın birçok işyerinde ücretleri kısma, ödemeleri geciktirme, peyderpey ödeme gibi yöntemlerin daha da yaygınlaşmasına yol açtı... Yoksul aileler yiyecekten kısıyor. Kirayı, faturaları ödeyemiyor. Tedaviyi erteliyor. l ANKARA IĞNELI FIRÇA ZAFER TEMOÇIN SENDİKANIN GEÇİŞ SÜRECİ KABUL EDİLMEDİ Madenciler işbaşı yapacak MUSTAFA ÇAKIR Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu (TKİ) ile Türkiye Taş kömürü Kurumu’nda (TTK) üre tim yarın yeniden başlıyor. Ge nel Madenİş Sendikası, geçiş süreci olmasını, üretime yarı ya rıya başlanılmasını, sürecin 15 gün izlenmesini istedi ancak ka bul edilmedi. Salgın nedeniyle TTK’de 30 Mart’ta üretime ara verildi. İş gü venliği amacıyla tüm müessese lerde belirli sayıda işçi çalıştırılır ken, diğer işçiler idari izne çıka Türkiye Taş Kömürü Kurumu Genel Müdürlüğü, madencilere 4 Nisan’da rılmıştı. Hükümetin 1 Haziran’dan “EvdeKal” mesajı göndermişti. Madenciler yarın üretime başlayacak. itibaren kamuda esnek çalışmayı kaldırması ile birlikte TTK’de de idari izinler ve esnek çalışma sona erdirildi. Ocaklarda yarın üretime yeniden başlanacak. Üretim 3 vardiya sistemi ile sürdürülecek. Dün yayımlanan Cumhurbaşkanlığı genelgesi kapsamındakiler hariç olmak üzere tüm personel yarın işbaşı yapacak. TKİ’de de ara verilen üretim yeniden başlayacak. vaş, yarı yarıya başlatılmasını önerdiklerini ancak hükümetin açıklamasının ardından bu taleplerinin kabul edilmediğini belirten Yeşil, “Yarı yarıya çalışalım, takip mesafesini koruyarak başlayalım. 15 gün bir bakalım demiştik. Ancak hükümetin 1 Haziran açıklamasının ardından bu önerimiz de kabul edilmedi” dedi. Yeşil, sendikada yöneticilerin katılımı ile toplantı yaptıklarına, sü ‘15 gün bakalım demiştik’ reci yakından takip edeceklerine dikkat çekerek, “Yöneticilerimiz, temsilcilerimiz her gün üç var Genel Madenİş Sendikası Genel Başkanı Ha diya işçilerin yanında olacaklar. Alınan önlemleri kan Yeşil, “tam kapasite” ile üretimin başlaya yakından takip edecekler. Olumsuz bir durum ol cak olmasının risk olduğunu söyledi. Sendika duğunda müdahale edecekler. Sosyal mesafeye olarak geçiş süreci olmasını, üretimin yavaş ya dikkat edecekler” dedi. l ANKARA GENELGE EKSIK ÇIKTI ÇALIŞMAK ZORUNLU OLDU MUSTAFA ÇAKIR Kabine toplantısının ardından kronik hastalarla ilgili inisiyatifi kurumlara bırakan hükümet, dün yeni bir genelge yayımlayarak 60 yaş üstü kamu personeli ile kronik rahatsızlığı bulunan kamu personelinin idari izinli sayılacaklarını bildirdi. Ancak hamile, engelli ve süt iznini kullanan kamu perso neli hakkında bir düzenleme yapılmadı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdo ğan kabine toplantısının ardından yaptığı açıklamada idari izinde bulunan veya esnek çalışma sistemine dahil olan kamu personelinin 1 Haziran’da normal mesaiye başlayacağını açıklamıştı. Erdoğan, kronik hastalığı olan kamu personelinin durumlarının ise kurumlarınca değerlendirileceğini belirtti. An cak kronik hastalığı bulunan personelin durumunun kurumların inisiyatifine bırakılması tepki çekmişti. Bunun üzerine dün Resmi Gazete’nin mükerrer sayısında, yeni bir genelge yayımlandı. Bu genelge ile 13 Mart’ta yayımlanan “Kamu Görevlilerinin Yurtdışına Çıkış İzni” konulu genelge ile 22 Mart’ta yayımlanan “COVİD19 Kapsamında Kamu Çalışanlarına Yönelik İlave Tedbirler” ko nulu genelgeler 1 Haziran itibarıyla yürürlükten kaldırıldı. Son genelge ile sadece 60 yaş üstü personel ile kronik hastalığı bulunan personel hakkında düzenleme yapıldı. Buna karşın hamile, süt iznini kullanan ve engelli personel hakkında bir düzenleme yer almadı. Belirsizlik ortaya çıktı. Bu nedenle de bu kapsamdaki personel yarın işbaşı yapmak zorunda kalacak. l ANKARA
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle