15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 6 NİSAN 2020 PAZARTESİ EDİTÖR: ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR TASARIM: MEHMET AMAN OLAYLAR VE GÖRÜŞLER TEKALİFİ MİLLİYE KURTULUŞA GİDEN YOL AV. HÜSEYİN ÖZBEK TBB BAŞKAN YARDIMCISI Tekalifi Milliye, Kurtuluş Savaşı’nda belli bir süre ile sınırlı olmak üzere hane bazında uygulanmış milli yükümlülüklerdir. Tekalifi Milliyeyi doğuran koşullar, nasıl uygulandığı ve uygulamanın sonuçları yazımızın konusudur. KütahyaEskişehir çarpışmalarının ardından Türk birlikleri geri çekilmekte, Yunan ordusu, Milli Mücadele’nin siyasi ve askeri merkezini dağıtmak için Ankara’ya doğru ilerlemektedir. Sakarya’ya dayanan düşman, Ankara’ya el uzatsa tutacak kadar yakındır artık. Nihai zafere olan inanç sarsıntı geçirmekte, Büyük Millet Meclisi’nin Kayseri’ye naklinin dillendirildiği bir ortamda, umutsuzluk bir karabasan gibi toplumun üzerine çökmektedir. Büyük Millet Meclisi’nde ateşli tartışmalar olmaktadır. TBMM’nin 4 Ağustos 1921 tarihli oturumunda, Mustafa Kemal Paşa’nın ordunun başına geçmesi resmen ortaya atılır. Milli yükümlülük TBMM Başkanı Mustafa Kemal Paşa, Meclis’in istediği yetkileri kendisine vermesi halinde ordunun başına geçmeyi kabul ettiğini açıklar. 5 Ağustos 1921 tarihli oturumda 3 ay süreyle Mustafa Kemal Paşa’nın TBMM’nin yetkilerini kullanmayı da üstlenerek başkumandan olması oybirliği ile kabul edilir. Bu kararla Mustafa Kemal Paşa hem Meclis Başkanı hem de Ordu Komutanı yetkilerini üstlenmiştir. Milli Mücadelenin meşruiyet merkezi Ankara’nın ele geçirip, Kutsal İsyanı kaynağında bitirmek isteyen düşmana karşı cephedeki askeriyle cephe gerisindeki siviliyle topyekun bir mücadeleden başka seçenek yok Tekalifi Milliye, Milli Kurtuluş Savaşı’nda, milli kurtuluşun milli liderinin çağrısıydı. Bu çağrıyı halkın itirazsız kabullenmesi ve varını yoğunu ortaya dökmesi, kutsal isyanın önderine duyduğu sonsuz güvenle ilgilidir. tu! Sakarya’ya dayanan düşmanın geri atılması için topyekun bir “milli yükümlülük” çağrısı zorunluydu. Mustafa Kemal Paşa, TBMM’nin verdiği olağanüstü yetkiye dayanarak 10 maddelik “Tekalifi Milliye” emri kaleme alacaktır. Tekalifi Milliye, Mustafa Kemal’in askerisiyasi stratejik dehasının ürünüdür. Her haneden birer çift çorap ve çarık alınacak, halk kendi taşıma araçlarıyla (kağnı) ayda bir kez 100 kilometrelik mesafeye askeri malzeme taşıyacak, bedeli sonradan devletçe ödenmek üzere taşıt araçlarının ve hayvanlarının yüzde yirmisiyle kırkını, ihtiyaç duyulan malzemeleri ordu emrine verecekti. Esnaf ve zaanatkârlar belli bir süre ordu için üretim yapacaktı. Ordunun ihtiyacı olan malzemeler ve lojistik ihtiyacı bu yolla karşılanmıştır. Her haneye düşen yükümlülük ile her yurttaş Kurtuluş Savaşı’nın cephe gerisindeki aktif bir unsuru/paydaşı haline gelmiştir. Türk milleti, o yokluk ve yoksulluk yıllarında, TBMM’nin Reis Paşası ve TBMM ordularının başkomutanının milli yükümlülük çağrısına kayıtsız şartsız uymuştur. Çünkü Mustafa Kemal Paşa’ya sonsuz güven duymaktadır. Emperyalizmden kurtuluş Türk milletinin, kefen parasını, gömleğini, çorabını, çarığını, ambarından, ahırından ne isteniyorsa canı gönülden vermesi, kurtarıcı önderine duyduğu bu inancın sonucudur. Adı Milli Yükümlülük olsa da halk bu çağrıyı gönüllülük olarak algılamış ve kabullenmiştir. Askerini donatmış, giydirip kuşatmış, her lokmasını Mehmetlerle paylaşmış, işgalcilere karşı vuruşan evlatlarını asla açaçık bırakmamıştır. Çünkü Türk milleti, milli yükümlülük çağrısının aslında emperyalizmden kurtuluş çağrısı olduğuna inanmıştı. İnebolu, Kastamonu, Ilgaz hattında Sakarya’daki Mehmetlere mermi, mühimmat, lojistik malzeme taşıyan kağnı konvoylarına tanıklık eden Fransız gazeteci Jean Schliklin’in satırları, sahaya yansıyan bu güvenin çok etkileyici bir tasviridir: “Bugün geçtiğim yollarda beni derinden etkileyen şey, hemen vatan hizmetine giriveren erkek ve kadınların kalabalığı oldu. Sırtlarında fişek, top mermisi, yiyecek, ilaç sandıkları taşıyan, yalnızca kadınlardan kurulu, cepheye teçhizat ve erzak götüren konvoylar gördüm. Burada işleyen müsadere değil fakat ulvi bir vatanperverlik duygusudur ve bu duygu basit ruhlarda doğduğu için o ölçüde insana heyecan veriyor.” Sonsuz güven Tekalifi Milliye, Milli Kurtuluş Savaşı’nda, milli kurtuluşun milli liderinin çağrısıydı. Bu çağrıyı halkın itirazsız kabullenmesi ve varını yoğunu ortaya dökmesi, kutsal isyanın önderine duyduğu sonsuz güvenle ilgilidir. Türk milleti Mustafa Kemal’e inanmış ve güvenmişti. Bu güven ve inancın yüz yıldır hiç eksilmemiş olmasından kuşkusuz bugün için de alınması gereken sayısız dersler vardır. Acının çocukları NUSRET ERTÜRK Adını anmak bile istemediğim bir virüs, neredeyse dünyayı tutsak aldı. Herkesi etkiledi ama kimilerini daha çok. “Bu virüs, sağsol, varlıklıyoksul ayrımı yapmıyor’’ sözüne yanıtı önce Nâzım Hikmet versin: “Eski bir Acem şairi/ ‘Ölüm âdildir’ diyor/Ölümün âdil olması için/Hayatın âdil olması lâzım’’ Virüsün eşit davrandığı kanısı, gördüklerimizle örtüşmüyor, doğru değildir. Neden mi? Çalışan kesimin büyük bölümü virüsten değil, başka nedenlerden rahatsız; işinden olanlar, evinde yiyeceği bitenler... Evinden çıkamayanlar. Onlar önce iş, aş arama peşindeler. Şurada, burada uzun aş ve iş kuyrukları görüyoruz. Acılı görüntülü sonunda gazetelerde, “COVID19 öldürmüyor!” benzeri başlıklara dönüşüyor. Refik Durbaş’ın o ünlü şiiri aklımıza geliyor: ‘Ölüm hep bana mı düşer?’ “Elim sanata düşer usta/Dilim küfre, yüreğim acıya/Ölüm hep bana/Bana mı düşer usta?” Gelelim varlıklı kesimlere. Onlar, yuka Bilir misiniz, acı çekmek insanın insanlaşmasına yardımcı olur? Damdan düşenin halini damdan düşen anlar. Acı, aklın güçlerini geliştiriyor. rıdaki görüntülerin biraz uzağında. Onlar, genellikle bağımsız, korumalı, korunaklı konutlarda oturuyor. Gidecekleri yere toplu taşımayla değil, özel otomobilleriyle gidiyorlar. Markete gitmelerine, kalabalıklara karışmalarına hiç gerek yok; liste yapıp, bilgisayarla bir yerlere iletmeleri yeterli. İstenilen yiyecekler kısa zamanda kapıya geliyor. İnanır mısınız, bağımsız konutların daha da değerleneceği, iyi para edeceği haberleri yapılıyor! Sanki başka sorunumuz yokmuş. Bu haberlere, ah keşke herkes sevinebilseydi! Yoksa halkın çoğunluğuyla alay etme anlamı taşıyor. Üsttekiler, salgına karşı daha güvenlikli ortamlarda çalışır görünüyor. Televizyonlara yansıyor; oturdukları yerden görüntülü olarak uzaktakilerle konuşuyorlar. “Bak biz böyle konuşuyoruz, çalışıyoruz!” diye bir de halka gösteriliyor... Halkın öteki büyük bölümü ne yapsın? Çoğunluk, böyle bir olanağı düşlerinde bile göremez. En büyük acı, haksız uygulamalarla insanın insana çektirdiği acıdır. Büyük kentlerin belediyeleri oturmadılar, iletişim ağları kurdular, yurttaşlarına yardıma yöneldiler. Biz birbirimizi biliriz, biz birbirimize daha yakınız düşüncesiyle. İktidardakiler, “Olmaaz!” dediler. Yardımlar bizde toplanacak, oradan illere, ilçelere... Tek büyük, kendilerinin bilinmesini istiyorlar! Ölme eşeğim ölme! Uzaktaki insanların acılarını anlamıyorsanız, kendi acınız insan acısı değildir. Bilir misiniz, acı çekmek insanın insanlaşmasına yardımcı olur? Damdan düşenin halini damdan düşen anlar. Acı, aklın güçlerini geliştiriyor. Sorunlarınızın çözüm kapısı Acının çocukları hep aynı kişiler, hep aynı toplum katmanları. Genellikle bu kesim örgütsüzdür; sözleşmeliler, asgari ücretliler, mevsimlik işçiler, gündelikçiler, işsizler... Başkalarının dertleri için dökülen gözyaşı çabuk kuruyor. Oysa, acıma erdemin kapısıdır. Acıma sözde, ayrıcalıklı olanların tekelinde gösteriliyor. Biz de inandık. Acının çocukları, siz önce “Acı hep bana mı düştü usta” sorusunu bir sorabilseniz, sorunlarınızın çözüm kapısı o an aralanır. Emeğin başkentinden yükselen çığlık... Zonguldak, madencinin alın terini akıttığı emeğin başkenti. Turgut Özal’ın politikalarıyla birlikte Ankara’nın gözden çıkardığı ve 2000’li yıllardan bu yana can çekişen bir kent. Özlemini içimde duyduğum memleketim!.. Koronavirüslü günlerde saatlerimiz Cumhuriyet’in şimdilerde boş koridorlarında geçerken arkadaşlarımızın büyük çoğunluğu evlerinden çalışıyoraklım hep “Karaelmas”ta. 35 yıl Zonguldak’ın “derin toprakları” altında çalışan, akciğerlerine kömürün tozu yapışan babamla, şeker hastalığı gözlerine vuran anacığımla her gün tekrarladığımız “Köyde evde kalın, dışarı çıkmayın, işin şakası yok” diyaloğu... Türkiye’de bilanço giderek ağırlaşırken koronavirüs salgını Zonguldak’ı da derinden etkiliyor. Zonguldak madenci ve emekli kenti... Mesleki hastalıklara bağlı akciğer ve solunum yolu hastalıkları, KOAH hastalığı en üst sıralarda. Virüs, yapısı itibarıyla akciğerlere tutunuyor. Maden işçisi ve emeklisi, taşkömürünün tozundan sonra bir de virüs belasıyla baş başa. Çatalağzı beldesinde 1.5 kilometrekarelik alan içinde tam 7 adet termik santral ünitesi var, insanı ve doğayı zehirliyor. Yıllarca bu santrallara filtre takılması için büyük mücadeleler verildi. Zonguldak, yaşlı nüfusunun fazlalığı, büyük şehirlere olan yakınlığı, özellikle Ankara, İstanbul illeriyle olan bağları ve kontrolsüzce şehre sokulan virüs taşıyan pek çok umreci yurttaş nedeniyle de salgın için riskli bir coğrafya oldu. Tüm bunlara karşın Zonguldak’ta hâlâ sokağa çıkma yasağının getirilmemesini anlamak mümkün değil! CHP Zonguldak Milletvekili Ünal Demirtaş Sağlık Bakanı Koca’ya “Kesin çözüm ivedilikle sokağa çıkma yasağı” diye sesleniyor. Demirtaş, Zonguldak’ta 25’in üzerinde sağlık çalışanının koronavirüse yakalandığını söylüyor. 2 Nisan’da Meclis’te “sokağa çıkma yasağı uygulansın” çağrısı yapan CHP Zonguldak Milletvekili Deniz Yavuzyılmaz is yan ediyor: “Covid19’un Zonguldak’ta ne derece tehlikeli seviyelerde olduğu ve maksimum hızla yayıldığı, Sağlık Bakanlığı’nın açıklamalarında, en fazla ölümlü vakanın yaşandığı ilk 10 il içinde nüfusuna oranla Zonguldak’ın 1. sırada yer almasıyla resmen doğrulanmış oldu. Ancak vaka ve ölümlerde büyük artışların yaşandığı Zonguldak’ta, can kaybının söylenenin çok daha fazlası olduğu halk tarafında bilinmekte. Hayatını kaybeden vatandaşlarımızın birçoğunun ölüm raporlarına ‘solunum yetmezliği’ ya da ‘zatürree’ yazılıyor. 30 büyükşehirle birlikte Zonguldak için özel tedbirler açıklanmış olsa da bu tedbirler halen yetersiz. Zonguldak’ta bu süreç hükümet tarafından deneme yanılma yöntemiyle yönetilmektedir. Tüm yetkililerin tekrar duyması için söylüyorum: Daha kesin tedbirler alınmazsa Zonguldak salgında Anadolu’nun merkezi olabilir. Zonguldak’ta acil olarak sokağa çıkma yasağı ilan edilmelidir! Aksi takdirde madencinin, emeğin ve emeklinin başkenti, virüsün salgınının başkenti olabilir.” Dünya, Türkiye, Zonguldak kısacası insanlık virüs sınavında. Her gün dünyanın en özel gazetesi Cumhuriyet’i, muhabirlerimizin özel haberleri, yazarlarımızın analizleriyle sizlere ulaştırmak için çalışıyoruz. Beynimiz İstanbul’da, kalbimiz Zonguldak’la atıyor. Demirtaş’ın sözünü ettiği sağlık emekçileri arasında Mehmet Çelikel Lisesi’nden sıra arkadaşım, Zonguldak Devlet Hastanesi’nin eczacısı Mehmet Şen de var. Can dostum virüsü yenecek, biliyorum. Madenci hastalığıyla boğuşan babam, 76 yaşında köyünde “evde kal” telkinleriyle virüse karşı mücadele ediyor. Neyse ki iyi haber geliyor. Cumhuriyet’in simge ismi ağabeyimiz Ali Sirmen virüsü alt edip hastaneden taburcu oluyor. İnsanlarımızı kaderine terk etmeden gazete sayfalarıyla boğuşma vakti. Aklımda bir soru? Bakalım Cumhuriyet’in çınarı Ali Ağabey yarın köşesinde neler yazacak? BAYINIZDE CUMHURIYET KALMASIN!.. Okurlarımıza nisan ayında da dolu dolu bir gazete sunacağız. Yazarlarımız Işık Kansu ve Miyase İlknur’dan birbiri ardına yazı dizileri geliyor. Yaşar Kemal’in Cumhuriyet’te yayımlanan yazılarından bir seçkiyi de okurlarımız için yeniden yayına hazırlıyoruz. Konu başlıkları okurlarımıza sürpriz olsun!.. Biz Cumhuriyet emekçileri olarak şu gerçeği her fırsatta yineliyoruz: Cumhuriyet’in sahibi okurlarıdır! Son günlerde okurlarımızdan aldığımız mesajlar bizi derinden etkiliyor. Bir okurumuzun mesajı şöyleydi: “80 yaşındayım. Her gün gazetemi alıp okumak, güneşin doğumuyla birlikte güne başla mak demekti. 65 yaş uygulaması gazetemden mahrum bıraktı. Bunu fark eden benden daha genç Cumhuriyet okuru komşum imdadıma yetişti. Benim gazetemi de alıyor. Bunu yaygınlaştırabilirsiniz. 5 gün gazetemi alıp okuyamadığım için sizden özür dilerim.” Bu mesajı bütün okurlarımızla paylaşmak istedik. Cumhuriyet okurlarının birbirine duyduğu güvene ilişkin pek çok anlatım vardır. Bu zor günlerde sokağa çıkmada yaş sınırlaması nedeniyle gazetesini alamayan okurlarımıza komşu okurun dayanışma göstermesi ne güzel! Bu dayanışmayı “Bayinizde Cumhuriyet kalmasın” sloganıyla yaygınlaştıralım istiyoruz... ÜNIVERSITE ADAYLARI YALNIZ DEĞILSINIZ Üniversiteye giriş sınavlarına hazırlanan sevgili öğrenciler, bu gerilimli günlerde sizi unutmadık. Böylesi bir ortamda derslere odaklanmanın saymakla bitmez zorlukları var. Yaşamınızın kalan bölümünü kökten etkileyecek bir sınava koronavirüs salgını nedeniyle evde hazırlanıyorsunuz. Yalnız değilsiniz!.. Bu alanda 36 yıllık birikimi ve uzmanlığı çok iyi bilinen Palme Yayınları ile birlikte size katkıda bulunmayı amaçlıyoruz. Palme Yayınları’nın öğretmenleri, editörleri çalışmalarını sürdürüyor. İlk aşamada mayıs ayı başında deneme sınavı yayımlayacağız. Haziran ve temmuz başında bunu yineleyeceğiz. 2526 Temmuz’daki sınava girecek 2.5 milyon aday arasında Palme Yayınları’nın ve Cumhuriyet’in katkısını fark edeceksiniz...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle