17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
6 26 NİSAN 2020 PAZAR HABER Tarım Bilim Kurulu Biyolog ve gıda üreticisi Özlem Atabaş, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü için “Covid19 Gıda Üretim ve Tedarikini Nasıl Etkiler” başlıklı bir rapor hazırladı. Raporda, şirketlerin baskısından kurtarılmış, biyolojik İpek çeşitliliği ve ekolojik Özbey tarımı esas alan, küçük üreticiyi koruyan yeni bir tohumculuk yasasına ihtiyacı vurgulayan Atabaş ile konuştuk: n Pandemi küçük gıda üreticisini nasıl etkileyecek? Ülkemizde “EsnafSanatkâr ve Küçük işletmeler” oransal olarak toplam işletmeler içinde yüzde 98, toplam istihdam içinde yüzde 60, toplam üretim içinde yüzde 37, toplam yatırım içinde yüzde 26’lık paya sahip. Türkiye’de toplam tarım işletmesi içinde küçük işletmelerin oranı ise yüzde 80. Küçük üreticiler, esnaf ve sanatkârlar ekonomide çok büyük bir kesimini oluşturan canlı ticaret ve dinamizm kaynağıdır. Ekonomik krizlerde ise bu kesim çok kırılgan. n Neden? Çünkü sermaye miktarları yüksek değil, personel istihdam ve işletme yatırım maliyetleri yüksek. Yoğun rekabet ortamına hızlı ayak uyduramazlar. Nakit akışları gereği yüksek hammadde, yardımcı madde veya ticari mal stoku yapamazlar. Küçük işletmelerde üretilen ürün başı maliyetler daha yüksek olur. Pazarlama ağları geniş olmadığı için müşteri kayıplarında yüksek risk altında kalırlar. Bin bir emek ve güçlükle ortaya çıkardıkları ürün veya hizmetleri güçlü rakipleri karşısında bir anda değersizleşebilir. İşletmesini kapatan, işgücünü azaltan, ticari anlaşmalarını erteleyen, müşterilerini kaybeden binlerce küçük işletme sahibi şu an kendisini bir belirsizliğin içerisinde görüyor. Bu tür işletmelerin ortalama dayanma gücü tahminen 36 ay arası görünmekle birlikte önümüzdeki yıllarda nasıl bir strateji ile toparlanacakları da ayrı bir soru işareti. Bu nedenle verilecek olan ekonomik desteğin çok hızlı, iyi düşünülmüş ve adil olması her zamankinden daha fazla önem arz ediyor. n Gıda işleyicileri ve üreticileri mücbir sebepten yararlanamıyor mu? Hayır. Oysa sağlık çalışanları gibi gıda üreticileri de pandemi sırasında çok yoğun mesai harcamak zorunda kalıyor. Gıda üretiminde kullanılan maske, galoş, dezenfektan gibi medikal sarf malzeme fiyatlarının artışı hatta bulunamayışı nedeniyle gıda hijyeni riske girmektedir. Otel, restoran, kahve zincirleri, okullar, şirketler, üniversiteler vb. gibi birçok işletme, kurum ve kuruluşlar kapandığı veya hacimleri daraldığı için ev dışı tüketim maddeleri üreticileri, hazır yemek şirketleri ve dağıtıcı firmalar ise çok zor durumdadır. Bu, onlara ürün sağlayan gıda üreticilerinin satış yapamaması veya geçmiş dönem ödemelerini zamanında alamaması demek. Zamanla artan işsizlik ve finansal kayıplar perakende satışları düşürecek, perakendecilerin üretici firmalara ödemelerinde sıkıntılar doğuracaktır. Bu finansal kriz nakit akışında büyük dengesizlik yaratacak, üreticiler üretimi durduracak ve iflasın eşiğine gelecektir. Halkın alım gücünün düşmesini engellemek için gıdada uygulanan KDV oranlarının tekrar gözden geçirilmesi gerekmektedir. Temel gıda ve zorunlu ihtiyaç maddeleri acilen listelenmeli, salgın ve etkileri bitene kadar bu ürünlerin KDV oranları düşürülmelidir. oluşturulmalı ÇİFTÇİ ÜRETİM YAPAMAZ DURUMA GELİYOR TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası’nın yayımladığı, “11. Kalkınma Planı”nda (20192023) ilgi çekici veriler var. l Tarım sektöründe, tarımın istihdamdaki payı sürekli azalarak 1990’larda yüzde 46 olan pay, 2010’da yüzde 23.3’e, 2018’de yüzde 17.3’e gerilemiştir. l Tarım alanlarının, tarımsal üretimin, çiftçi sayısının, kırsal alan nüfusunun sürekli düştüğü bu süreçte, en büyük pay aracılara ve sözleşmeli tarımla çiftçiyi, taşeronu olarak kullanan büyük şirketler ile it halatçı firmalara gitmektedir. l Bu durum, bırakın rekabet edebil meyi, çiftçinin üretim yapamaz durumuna gelmesine, yoksullaşmasına, üretimden vazgeçmesine, arazisini satmasına, kente göç ederek vasıfsız işsizler yığınına katılmasına, kentlerde artan sorunların yeni ortaklarından biri olmasına yol açmaktadır. l Sebzede yüzde 75, patateste yüzde 95 yabancı menşeli tohum kullanılmaktadır. Sadece sertifikalı tohum ekimine, kimyasal ilaç ve suni gübreye destek veril mesi kendi yerel çeşit tohumlarını ve doğal gübresini kullanan, kendi doğal ilaçlarını yapan küçük üretici ve işletmeleri kapsam dışına itmektedir. Anadolu, tarımın ve tohumun beşiğidir. Pembe domates, deli bezelye, Ayaş domatesi, top patlıcan, Ege uzun patlıcan gibi lezzetli ve bu topraklara uyum sağlamış yüzlerce çeşitte ürünü kaybetme riskini doğurmuştur. Şu an bu tohumları korumaya gönüllü yetiştiriciler ve sivil toplum kuruluşları sayesinde tohumlarımız üretilmeye ve şenliklerle takas edilmeye devam etmektedir. Üreticiler hayal kırıklığına uğradı n Ne yapılmalı? Gıda tedarik zinciri Covid19 pandemisinin neden olduğu kriz yönetiminin en önemli ve hassas konularından birisidir. Gıda tedarik zinciri tarımsal girdiler, üreticiler, nakliyeciler, gıda işleyicileri, gıda ambalaj ve etiketleme üreticileri, dağıtım sistemleri ve perakendeciler ile birlikte kompleks bir bütündür. Tüm verilerin ve değerlendirmelerin ışığında, pandemi sırasında ve sonrasında gıda üretimi ve tedarik zincirlerine olası zararlı etkilerin en aza indirilmesi için çok acil planlamaların yapılması ve önlemlerin alınması gerekmektedir. Bu planlama ve önlem politikaları belirlenirken tıpkı pandemi için oluşturulan ve hükümet ile işbirliği içerisinde çalışan “Bilim Kurulu” gibi, gıda üretim ve tedarik planlamalarını ve politikaları bir arada yürütecek “Tarım Bilim ve Danışma Kurulu” oluşturulmalıdır. Bu ku Özlem Atabaş rulda akademisyenlerin yanı sıra gıda üretim ve tedarik zincirinde yer alan sektör temsilcileri mutlaka bulunmalıdır. Açıklanan destek paketlerinde gıda sektörünün dışarıda bırakılması, halk sağlığında beslenmenin göz ardı edilmesi demektir ve bu stratejik bir hatadır. İnşaat, madencilik, havayolu ulaşımı gibi bazı sektörlerin desteklenmesi ve verilen yüksek imtiyazlara karşılık halkın en temel ihtiyaçlarını üreten gıda üreticilerinde hayal kırıklığına neden olmuştur. Biyoçeşitlilik kaybı bekleniyor Özlem Atabaş, “pandeminin tarımsal üretime getirdiği risklerin yanı sıra iklim krizinin etkilerini de akılda tutmakta fayda var” diyor ve Dünya Ekonomik Forumu raporuna dikkat çekiyor: “Küresel iklim degˆis¸ikligˆi, beklenenden daha sert ve daha hızlı bir s¸ekilde gelmektedir. Son 5 yılda sıcaklık rekor du¨zeyde ilerledi, dogˆal afetler daha yogˆun ve sık ortaya c¸ıkmaya başladı. Alarm verici bir s¸ekilde, ku¨resel sıcaklıklar yu¨zyılın sonuna dogˆru en az 3 derece artmaya devam ediyor ki bu artıs¸, iklim uzmanlarının en ciddi ekonomik, sosyal ve c¸evresel sonuc¸lar dogˆuracagˆını du¨s¸u¨ndu¨gˆu¨ limitin 2 katıdır. I·klim degˆis¸ikligˆinin yakın do¨nem etkileri, can kaybı, sosyal ve jeopolitik gerilimler ve olumsuz ekonomik etkileri de ic¸eren tüm gezegeni ilgi lendiren bir acil duruma yol ac¸ıyor. Ku¨resel Riskler Algı Aras¸tırması tarihinde ilk kez Du¨nya Ekonomik Forumu’nun c¸ok paydas¸lı topluluk u¨yeleri arasında c¸evresel kaygılar olasılık bakımından uzun vadeli risklerin en tepesindeki konu olarak yer almakta. Etki bakımından sıralandıgˆında da ilk beş risk ic¸erisinde u¨c¸u¨nu¨n c¸evre ile ilgili oldugˆunu go¨ru¨yoruz. Bunlardan, ‘biyolojik c¸es¸itlilik kaybı’nı o¨nu¨mu¨zdeki on yıl ic¸inde gerc¸ekles¸me olasılıgˆına go¨re en o¨nemli do¨rdu¨ncu¨ risk, etkinin s¸iddetine go¨re ise en o¨nemli u¨c¸u¨ncu¨ risk olarak degˆerlendiriliyor. Mevcut soy tu¨kenme oranı giderek hızlanıyor. Biyoc¸es¸itlilik kaybı, gıda ve sagˆlık sistemlerinin c¸o¨kmesinden tu¨m tedarik zincirlerinin bozulmasına kadar insanlık ic¸in kritik konuları etkiliyor.” 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü’nün raporunu biyolog Özlem Atabaş hazırladı. Türkiye’nin hangi ürünlerde açığı var? Türkiye Covid19 krizine, uzun süreli bir tarım krizinin sonunda yakalanmıştır. Bunun yerel/ulusal nedenleri olduğu gibi asıl olarak kapitalizmin neoliberal dönüşümünün çevre ülkelere dayattı Doç. Dr. Gökhan ğı yeni işbölümünün yarattığı Günaydın* etkiler belirleyici olmuştur. Bu işbölümü, tarımsal hammadde üretimi boyutunda, merkez ülkelere sermaye, çevre ülkelere ise emek mallarında üretici olma rolü biçmektedir. Bu bağlamda özellikle tahıllar ve yağ bitkilerinde merkez ülkeler, yaş meyve ve sebze üretiminde ise çevre ülkeler “ihtisaslaşmaktadırlar”. Türkiye’nin son çeyrek yüzyıllık tarımsal üretim desenine bakıldığında, bu etkinin izleri kolayca gözlenebilmekte; tahıllar, yağ bitkileri ve meyve sebze ekim alanı, üretim, ithalat değerleri bu eğilimi ortaya koymaktadır. Yukarıda anlatılan işbölümünün bir başka boyutu da sanayi sektöründe yaşanmaktadır. Sınai kaydırmacılık ilkesi çerçevesinde merkez ülkeler tekstil, çimento, seramik gibi taşa toprağa dayalı sanayi ve gıda sanayi gibi katma değeri düşük, çevre kirletici özelliği yüksek, emek yoğun sanayi dallarını çevreye transfer etmekte, üretilen ürünleri meta zincirleri üzerinden son derece düşük bir fiyat düzeyi üzerinden ithal ederek toplumsal gereksinimlerini karşılamaktadırlar. Bu düzenin bir sonucu olarak Türkiye tarım/hayvancılık dış ticaretinde net ithalatçı, gıda ürünleri/içecekler dış ticaretinde ise net ihracatçı konumdadır. Türkiye’nin tarım ve hayvancılıkta net ithalatçı konumu Bugün karşı karşıya kalınan krizin bütüncül olarak tanımlanabilmesi ve rasyonel çıkış yollarının ortaya konulabilmesi açısından 1980’lerden bu yana süren Türkiye tarım krizi, küresel kapitalizm ekseninde doğru değerlendirilmeli. perdelenmektedir. 2019 yılında tarım ve hayvancılık dış ticaretinde yaklaşık 4 milyar dolar açık, gıda ürünleri ve içecekler dış ticaretinde ise yine yaklaşık 7 milyar dolar fazla verilmiştir. İki sektör birlikte değerlendirildiğinde 3 milyar dolar düzeyinde bir dış ticaret fazlalığı var. Türkiye’nin, gıda ve yem sanayiinin ihtiyaç duyduğu hammadde üretiminde ithalata bağımlı ülke konumu, Tarım ve Orman Bakanlığı’nın yayımladığı ve aşağıya alınan kendine yeterlilik oranları üzerinden net bir biçimde açığa çıkmaktadır. Türkiye’nin kendine yeterlilik oranları, temel ürünler açısından şöyledir; Arpa yüzde 89, Çeltik yüzde 70, Mısır yüzde 88, Kuru fasulye yüzde 82, Kırmızı mercimek yüzde 77, Nohut yüzde 92, Ayçiçeği yüzde 80, Kanola yüzde 27, Pamuk yüzde 50, soya yüzde 6. Tarımsal hammadde açısından net ithalatçı olan Türkiye, özellikle gıda, yem ve yağ sanayiinin gereksinimi olan ürünler açısından dışa bağımlıdır. Buğday, arpa, mısır, pamuk, soya, ayçiçeği, çeltik, kuru fasulye, kırmızı mercimek ve nohut, Türkiye’nin açığı olan en temel ürünler olarak öne çıkmaktadır. Covid19 öncesinde yüksek faturalarla ithal edilebilen bu ürünlerin, önümüzdeki dönemde, ortaya çıkan ve çıkacak ihracat kısıtlamaları çerçevesinde ithalatı zorlaşacak ve/veya olanaksız hale gelecektir. Bu ürünlerin baklagiller hariç tümü, su lu koşullarda ve yüksek tarım tekniği/ girdisi kullanılarak üretilebilen ürünlerdir. Bu çerçevede, rasyonel kullanım düzeyi 5 milyon hektar düzeyinde olan sulu tarım alanlarında ekim olanağı bulabilmek için birbirleriyle rekabet etmek durumundadırlar. Ülke, yeni bir tarım devrimi dönemine girmek zorundadır. Bu dönemde başta sulama olmak üzere tarımsal altyapı yatırımlarına hız verilmeli, üretici rekabetçi fiyat baskısından uzaklaştırılarak refah düzeyi de gözetilerek tarıma yönlendirilmeli, sektör genç çiftçiler için cazibe merkezi haline getirilerek çiftçi yaş ortalaması düşürülmelidir. Bu çerçevenin içinin doldurulması, tarımsal desteklerin yeterli, etkin ve verimli tahsis ve kullanımını zorunlu kılmaktadır. Bunun yanında bir diğer zorunluluk, yıllardır sektör aleyhine gelişen ticaret hadlerinin tarım lehine çevrilmesi noktasında kendisini göstermektedir. Bazı gübrelerde kriz öncesi döneme göre yaşanan fiyat değişimlerinin nedeni olarak dövizdeki değişimler ve ithalatçı olduğumuz bu ürünlerde orijin ülkelerde arzın düşmesi ve fiyatların yükselmesi gösterilmektedir. Zirai mücadele ilaç fiyatlarında da benzer artışlar görülmüştür. Dışa bağımlı hale gelmiş ve kamunun düzenleyici rolü ortadan kalkmış olan tarımsal girdi piyasasının iç ticaret hadlerini tarım aleyhine büken işlevini değiştirmek, radikal önlemlerle mümkündür. Dışa bağımlılık yüzde 50’nin üzerinde l 2019’da yem sektörü, 12.5 milyon tona yakın tarımsal hammadde ithal etmiş ve karşılığında 3.3 milyar dolar düzeyinde ithalat faturası ödemiştir. İthal edilen ürünler arasında 3.5 milyon ton mısır, 2.6 milyon ton soya fasulyesi, 730 bin ton soya fasulyesi küspesi, 1 milyon ton ayçiçeği tohumu küspesi ve 1.3 milyon ton nişasta kepeği dikkat çekmektedir. l Sektör, 2019’da 25 milyon tona yakın yem üretebilmek için 13 milyon ton ithalat yapmıştır. Bu durum, sektörün dışa bağımlılığının yüzde 50’nin üzerinde olduğunu göstermektedir. l Türkiye’nin 19 milyon ton buğday üretiminin olduğu 2019 yılındaki yurtiçi buğday tüketimi 21.5 milyon ton düzeyinde gerçekleşmiştir. Bu durum, özellikle verim ve üretimin yetersiz olduğu yıllarda, Türkiye’nin buğday açısından da dışa bağımlı olduğunu ortaya koymaktadır. * İSYÖN Başkanı, eski ZMO Başkanı Bakımevinde ölüm oranı yüzde 64, mücadeleden siyasal zafer mi? ABD’deki dostum, 94 yaşında ama beyni dipdiri anası için bulsa bir uçağa atlayıp gelecekti, üstelik daha yeni dönmüştü Türkiye’den, ama bir huzurevindeki anasının çevresine, yani neredeyse tüm komşularına virüs bulaşmış ve hepsi hastaneye kaldırılmıştı. Adeta çılgına dönmüştü ve çaresiz kalmıştı. İstanbul’da pek çok huzurevi, bakımevinin artık ne derseniz, bulaşmaya açık olduğu haberi de yayıldı. Oysa bu evler, yönetimlerinin hemen ilk önlem almaları gerektiği yerlerdi; gidenler gelenleri, hemşireleri, bakıcıları durmadan dışarısı ile içerisi arasında bir virüs alışveriş köprüsü halindeydiler. Bizim toplumsal şeffaflığımız çok çok zayıf olduğu için, mesela önümüzde bir döküm yok: Huzurevlerinde virüs bulaşmış toplam insan sayısı kaçtır, mesela yüzde 50’si mi? Yoksa 70’i mi? Evlerde veya hastanelerde virüsten kaybettiklerimizin yüzde kaçını oluşturuyorlar? ‘Kahrolsun yaşlılar!’ Bir bilgiye rastladık mı? Umarım vardır da ben görmemişimdir. Yeniden yazılarına başlayan sevgili Nilgün Cerrahoğlu’ndan, yaşlılara fuzuli yaşayan insanlar muamelesi edilmeye başlandığını, artık bir yıl boyunca onlara sokağa çıkma yasağı getirilsin gibi hükümetler katında, onları hayat dışına itecek önlemlerin ciddi ciddi konuşulduğunu okuyunca şuna bir de ben el atayım dedim. Sadece bizim sorunumuz değilmiş bakımevleri, bazı ülkelerde COVID19 ile bağlantılı ölümlerin yüzde 60 kadarı bakımevlerinde yaşayanları kapsıyor! Londra Ekonomi Okulu’ndan bazı akademisyenler bu konuyu araştırmış ve bakımevlerinin virüsün en rahat yayılacağı yerlerin başında geldiğini görmüşler; ortak yemek salonları, sosyal mekânları, bazı bakımevlerinde ortak odalar bu bulaşmayı kolaylaştırıyor. Yaşlıların çok yüksek risk grubunu oluşturduklarını dikkate alırsanız, yaşam tehdidinin boyutunu görürsünüz.. Pek çok ülkede bu bilgiye ulaşmak mümkün değil çünkü kayıtları tutulmuyor. Ama huzurevlerindeki gelişmeleri kayda geçiren şeffaf ülkeler, az sayıda olsa da var. Şeffaf bir terk edilmişlik raporu Mesela Norveç’te bakımevlerinde yaşayanlar COVID19’dan ölümlerin büyük çoğunluğunu oluşturuyor. Norveç yüzde 64! Kanada’da yüzde 57! Irlanda’da yüzde 55! Belçika’da yüzde 49. Fransa’da yüzde 49. Singapur’da yüzde 20. Avustralya’da yüzde 14. Bu arada İspanya’da yüzde 53, Portekiz’de yüzde 33 olduğu da bildiriliyor. Peki, Türkiye’de kaç? Yukarıdaki ülkelerin hayat standartları bizi katladığı için, nüfusumuza göre bakımevlerinde yaşayan yaşlılarımızın sayısının da kıyaslama yapacak durumda olmadığı söylenebilir. Ama şeffaflıktan yoksunuz, en iyi bakımevlerinde bile bulaşma çok sayıda olduğuna göre, bu konuda Sağlık Bakanlığı’nın bir açıklama yapması beklenmez mi? Bilmediklerimiz o kadar çok ki Diyeceksiniz ki, Sağlık Bakanlığı’nın açıkladığı istatistikler o kadar sınırlı ki, elimizde mesela kaybettiklerimizin nüfus dağılımını bilmiyoruz; kaçının altta yatan diğer hastalıklar (yüksek tansiyon, kalp damar, şeker, obezite...) nedeniyle kaybedildiğini, bu hastalıkların sıralamasını vb. bilmiyoruz. Kadın erkek genç oranını bilmiyoruz. Bakanlık, tüm bu verilerin oturmuş vaziyette; birilerine araştırma ve rapor hazırlama görevi verilmiş mi, bilmiyoruz. Dünya literatüründe, 40 bine yakın COVID19 ile ilgili yüzlerce açıdan araştırma yapılmış ve yayımlanmış durumda.. Bunlar arasında Türkiye’den kaç makale var? Beş mi, on mu, yoksa iki mi? Siyasal zafer beklentisi mi? Bakanlık, mesela COVID’den ölenlerin, sadece testi pozitif çıkanların COVID ölüm olarak kodlanmasını buyurmuş durumda tüm hastanelerde. Testlerin ortalama yüzde 50 kadarının doğru sonuç verdiğini biliyoruz, diyelim test negatif çıktı, yani COVID değil diyor, fakat hastanın tüm klinik ve radyolojik bulguları COVID diye bas bas bağırıyor. Eğer bu hastayı kaybettikse salgın hastalık veya zatürree olarak kodlanıyor. Dolayısıyla COVID ölümlerine girmiyor. Test yine negatifse ve iyileştirilip taburcu olduysa veya evden izleniyorsa bu hastalar COVID’den taburcu oldu diye mi kodlanıyor veya hiç hasta olarak istatistiklere sokulmuyor mu? Şeffaflık yok.. Ama övünme had safhada! Bu durum, her ne kadar salgında üçüncü ülke durumuna yükselmiş olsak bile, COVID ile mücadeleden bir “siyasal zafer” arzusu taşındığına işaret ediyor. Yaşlı evleri ile ilgili rapor: https://ltccovid.org/2020/04/12/ mortalityassociatedwithcovid19outbreaksincarehomesearlyinternationalevidence/
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle