16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 13 NİSAN 2020 PAZARTESİ EDİTÖR: ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR TASARIM: MEHMET AMAN OLAYLAR VE GÖRÜŞLER TOPLUMSAL KAOS RİSKİ DR. ENGİN ÜNSAL GİRNE AMERİKAN ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ Koronavirüs tüm dünyayı etkileyen ve insanlık için büyük bir tehlike oluşturan evreye girdi. Bu salgında ölenlerin sayısı hızla yükseliyor. Sadece Amerika, bu virüs nedeni ile kendi ülkesinde 100 bin insanın öleceğini öngörüyor. Virüs insan sağlığı kadar ülke ekonomilerini de etkiliyor. Her ülkede işyerleri geçici olarak kapanıyor ve işçiler ya ücretsiz izne çıkarılıyor ya da iş sözleşmeleri feshedilip işyeri tamamen kapatılıyor. Üretimin durması, hele tarım sektöründe üretim girdilerinin azlığı veya yokluğu nedeni ile ekim yapılamaması ufukta insanlık için bir açlık dönemine işaret edebiliyor. Bu durum bizim gibi kırılgan ekonomileri olan ülkelerde büyük bir felaketin habercisi olabilecek sonuçlar içeriyor. İŞSİZ HAVUZU TAŞIYOR Virüsün ekonomide yarattığı etki de ürkütücü. Küçükbüyük birçok işyeri süreli veya süresiz olarak kepenk indirmekte. Buralarda çalışanlar belirsiz bir süre işlerini kaybederken çok önemli bir gelir sıkıntısı içine de düşmektedirler. Bunun nedeni, ülkenin işsizlik sorununun büyüklüğü ve işsizlerin tümünün işsizlik sigortası kapsamında olmaması veya olanların da işsizlik ödeneğinden yararlanmasının çok zor koşullara bağlanmış olmasıdır. Aile ve Çalışma Bakanlığı’nın 2019 yılı aralık ayı verilerine göre ülkemizde sanayi ve hizmetlerde 9 milyon 884 bini erkek, 4 milyon 440 bini kadın olmak üzere 14 milyon 324 bin insan çalışmaktadır. Kayıtdışı çalışanlar bu sayıya dahil değildir ve sayılarının ne kadar olduğu belirsizdir. Aynı dönem verilerine göre 4 milyon 394 bin insan işsizdir. Bu sayı gerçeği yansıtmamak tadır. Geniş tanımlı işsiz sayısının 7 milyon 305 bin olduğu sanılmaktadır. Geniş tanımlı işsiz kavramı iş bulma ümidini yitiren, iş aramayan ama çalışmaya hazır, zamana bağlı eksik çalışanlar ve mevsimlik işçileri kapsamaktadır. Koronavirüs nedeni ile işyerlerinin kapanmaya ve işçilerin çıkarılmaya başlanması ile işsizler ordusunun sayısının 10 milyona yaklaşacağını söylemek kehanet sayılmaz. Bu demektir ki işsizler havuzu taşacak ve bu ülke için çok büyük sosyal ve siyasal olumsuz sonuçlar doğuracaktır. YÖNETİMSEL CEHALET Devletimizin durumu La Fontain’in “Ağustosböceği ile Karınca” öyküsüne benzemektedir. Yazın karınca durmadan çalışıp kışa hazırlık yaparken ağustosböceği dallarda şarkılar söyleyerek hoş vakit geçirir ve kış gelince karıncadan yiyecek dilenir. Bizim devletimiz de bin odalı saraylar yaparak, yüksek ücretli sayısı belirsiz insanları gerekli gereksiz bu saraylarda çalıştırarak, onlarca pahalı arabayı sarayların kapısına, bir o kadar uçağı özel kullanım için apronlara yığarak, tek kuruş ödemeden yaptırıyoruz dedikleri yollara, köprülere, şehir hastanelerine milyarlar ödeyerek, 4 milyon mülteciye 40 milyar dolar harcama yaparak tam bir ağustosböceği gibi yaşadı ve daha önceden Saray’a rapor edilen virüs tehlikesini göz ardı ederek bugün işsizlere, işyerlerini kapatan işverene, esnafa yardım edebilmek için halkına el açmak zorunda kaldı. Sergilenen devlet adamlığı değil devlet yönetiminde cehalettir. KAOS KAPIDA İşyerlerini kapatan işverenlere ayakta durabilmeleri için yapılması gereken yardımlara ayıracak hazinede para yoktur. İşsizlere ödenecek işsizlik ve kısa çalışma ödeneği gerçekleştirilmesi zor ko Hükümetin halktan istediği onar liralık bağışlar işçinin ve işverenin yaşayacakları ekonomik bunalımı aşmasına yetmeyecektir. Çözüm ekonomide devletçiliğin kurtarıcı öncülüğüne sarılmaktadır. Ancak bu hamle sosyal patlamaların ve işsizler havuzunun taşmasının önüne geçebilir. şullara bağlanmıştır. Çalışmalarını kısmen veya dört haftaya kadar durdurmuş işyerlerinin işçilerine en fazla üç ay, günlük brüt ortalama kazançlarının yüzde 60’ı kısa çalışma ödeneği olarak verilir ve işsizlik ödeneğinde prim şartlarını yerine getirmiş sigorta kapsamındaki işçilere de belirli süreler için son dört aylık prime esas kazançların dikkate alınarak hesaplanacak brüt kazançlarının yüzde 40’ı işsizlik ödeneği olarak ödenir. Her iki ödeme türü de sürelerle kısıtlıdır ve İşsizlik Fonu’ndan ödenecektir. Bir zamanlar, içinde 160 milyar lira birikmiş olan bu fonun bugün içi boşaltılmış ve paralar fonun kuruluş amacının tamamen dışındaki konulara harcanmıştır. Hükümetin halktan istediği onar liralık bağışlar işçinin ve işverenin yaşayacakları ekonomik bunalımı aşmasına yetmeyecektir. Yaşamak için geliri olmayan, ailesine ekmek götüremeyen insanlar ne yapacaktır? Birkaç ay sonrasının ekonomik ve sosyal tablosu insanı gerçekten ürkütecek boyuttadır. Olacakları sezen Londra’daki ünlü “Harrod” mağazası II. Dünya Savaşı’nda yapmadığını yapmış, kepenklerini kapamış ve altı katlı binadaki tüm reyonları, yağmadan korktuğu için, boşaltmıştır. Aynı şeyin bizde olmayacağını kimse garanti edemez. ÇÖZÜM DEVLETÇİLİK Hükümet derhal işten çıkarmaları önlemeli, işverenlere işyerlerini ayakta tutacak, gerekiyorsa karşılıksız parasal yardımları başlatmalıdır. Bu yolda yapılan bir öneri yasalaşırsa işverenler üç ay işçi çıkaramayacak ve bu süre altı aya kadar uzatılabilecek. Ücretsiz izne çı karılacak işçiler sosyal güvenlik sistemi kapsamında ise ve yasadaki şartları yerine getirmişse, kendilerine işsizlik fonundan günlük 39 lira ücret verilecek. Bu, ayda 1170 lira demektir ve son derece yetersizdir ve milyonlarca işçinin sefalet aylığı ile yaşamaya zorlanması demektir. Kapsam dışında olanlar ya ayrı prim ödememiş olanlar da yararlanabilecek mi? Bu büyük bir soru işaretedir. Bu uygulama 4447 sayılı yasadaki işsizlik ödeneği ve kısa çalışma ödeneği ile açıkça çelişen bir durum yaratacak bu yasanın açık ihlali olacaktır. Bu çelişki mutlaka düzeltilmeli ve 4447 sayılı yasaya istisna hükümleri konulmalı, yoksa yararlanmada eşitlik sistemi altüst olur. İşçi çıkarma yasağı ile işsizlerin sayısında bir patlama ve bunun olumsuz sonuçları önlenmek isteniyor. Bu önerinin 15 Mart’tan önce çıkarılmış işçileri de kapsaması ve sonrasında ücretsiz izne çıkarılacak işçilerle birlikte finansmanın nasıl sağlanacağı kuşkulu. Çünkü işsizlik sigortası fonunun içi boşaltıldı. Milyarlarca liranın ödendiği köprülerin, yolların, şehir hastanelerinin derhal kamulaştırılması veya ödemelerin ertelenmesi yolu ek finansman kaynağı yaratabilir. Hükümet, özelleştirdiği tüm işletmeleri örneğin şeker fabrikalarını, limanları, hastaneleri kamulaştırıp ekonomide devletçiliğin kurtarıcı öncülüğüne sarılarak sosyal patlamaların ve işsizler havuzunun taşmasının önüne geçebilir. Gün, bu toplumun bekasının söz konusu olduğu gündür ve devletin cesur adımları korkusuzca atma günüdür. AKP yöneticileri bu cesareti gösteremezlerse bu güzel ülkeye çok yazık edeceklerdir. Tehlikeli Arap cepheleşmesi AV. ŞAHİN MENGÜ Bölgemizdeki Arap ülkeleri, küresel salgını bahane ederek Türkiye karşıtı cepheyi güçlendiriyor. Son olarak, Birleşik Arap Emirlikleri veliaht prensinin mart ayı sonlarında Suriye Devlet Başkanı Esad’ı telefonla arayarak, içinden geçilen güç dönemde Suriye halkı ile dayanışma içinde olduklarını bildirdiği haberi yabancı basına yansıdı. Sıradan gibi görünen bu haber gayet dikkat çekici. Türkiye’nin karşısındalar İlkel aşiret düzenine dayanan Körfez’deki Arap emirlikleri, devrimci/cumhuriyetçi Baas Arap rejimlerini kendileri bakımından yaşamsal tehdit olarak görürler. O nedenle BAE, Suriye olaylarının başlangıcında fırsat bulunca, Suudi Arabistan ile birlikte, Esad’ı devirmek ve rejimi değiştirmek için silahlı cihatçı örgütlere destek veren öncü ülkeler arasında yer aldı. Ancak özellikle Rusya’nın Esad lehine müdahalesinin ardından, rejim değişikliği projesinin mümkün olmadığını görerek tutum değiştirdi. Bu çerçevede, bir süre önce Şam’daki büyükelçiliğini, Bahreyn ile birlikte yeniden faaliyete geçirdi. Birleşik Arap Emirlikleri, bir yandan Esad ile ilişkilerini düzeltme yoluna girerken, diğer yandan, Türkiye’yi başka bir cepheden de sıkıştırmak amacıyla, PKK/ PYD yapılanması ile teması sürdürüyor. Yabancı basın, Körfez ülkeleriyle Esad’ın yakınlaşma girişimlerini Türkiye’ye karşı cepheyi güçlendirmek ve genişletmek amacı taşıdığı şeklinde yorumladı. Bu gelişmelere Libya’nın büyük kısmını kontrol eden Halife Hafter de destek verdi. Son olarak, Şam’daki Libya büyü kelçiliği Hafter’in başında bulunduğu hükümet tarafından devralınarak yeniden açıldı. Açılış sırasında konuşan iki taraf yetkilileri, “ortak düşman” Türkiye’ye karşı mücadeleden söz ettiler. Arap devletlerinin Türkiye’ye karşı bir cephede birleşmelerini kolaylaştıran bir diğer önemli husus da Katar hariç, bütün bu devletlerin “terörist” ve rejimleri için yaşamsal tehdit saydığı Müslüman Kardeşler örgütünün hamiliğini Türkiye’nin üstlenmiş olması. Öyle görünüyor ki etkili bütün Arap devletleri aktif biçimde Türkiye’nin karşısında cepheleşmiş durumdalar. Halbuki, böyle bir tablonun ortaya çıkmaması, AKP iktidarı yönetiminde alay konusu yapılmaya çalışılan “monşer diplomasisi”nin bölge ile ilişkilerdeki önde gelen hedeflerinden olmuştur. “Monşerler”, hemen hiçbir konuda anlaşamayan, en önemli “Arap davası”olan Filistin ve İsrail ile ilişkiler konularında bile ayrı tellerden çalan Arap devletlerinin, konu “Türk düşmanlığı” olunca, kolaylıkla bir araya geleceklerini bildiklerinden, onlara bu fırsatı vermemek için dikkatli davranırlardı. Bölge devletleriyle ayrı ayrı geliştirilen ortak çıkarlara dayalı iyi ilişkilerle, karşımızda yekpare bir Arap cephesinin oluşması önlenirdi. ‘Stratejik derinlik’ Nitekim, Dışişleri Bakanlığı’nın henüz darmadağın edilmediği ve “monşer diplomasisi”nin sözünün hâlâ nispeten dinlendiği 2008 yılında, Türkiye, Arapların da katkısıyla, rekor düzeyde oy alarak BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine seçilmişti. Buna karşılık, bakanlığın cemaatçiler doldurularak “enfekte” edilmesinden ve dış politika yapımında devre dışı bırakılmalarından sonra, 2014 yılında, aynı üyelik için yapılan oylamayı hezimete uğrayarak kay betmişti. Bu ikinci oylamada Mısır ve Suudi Arabistan’ın, ülkemiz aleyhine çok etkili olan bir kampanya yürüttükleri biliniyor. Arapların Türkiye karşısında cephe oluşturmasının ekonomik ve siyasal olumsuz sonuçları, sadece Arap ülkeleriyle ilişkilerimizde değil, uluslararası kuruluşlardaki hareket alanımızın daraltılması dahil, dış politikamızın birçok cephesinde hissedilmeye devam edilecektir. Kıymeti kendinden menkul “stratejik derinlikli” Ahmet Bey yerine, alay konusu yapılmaya çalışılan “monşerler” dinlenecek olsaydı, Türkiye’nin Suriye bataklığına saplanması da söz konusu olmazdı. Sorulsaydı, o “monşerler”, devrimci ve laik Esad’ı devirmek için “stratejik” Ahmet Bey’in başlangıçta coşkuyla işbirliği yaptığı ortaçağ kalıntısı bazı Arap rejimlerinin, zoru görünce, şimdi olduğu gibi, bir aşamada Esad’ın yanına kaçacaklarını da anlatırlardı. Ders niyetine Türkiye’nin geçmişteki laik hükümetlerinin sorunsuz ilerlettiği Araplarla ilişkilerin, İslamcı bir yönetim sırasında berbat edilmesi ve Arapların bizi açıkça “düşman” olarak nitelendirmeleri dış politikanın dinci temelde yürütülmesinin nasıl sonuçlar vereceğine örnek olarak uluslararası ilişkiler bölümlerinde ders olarak okutulmalıdır. Bu gidişi geri çevirmenin yegâne yolu, Türk dış politikasının siyasal İslamcı yönelimden vazgeçmesi ve Araplarla ilişkilerde Cumhuriyetin yerleştirdiği, sağlamlığı uzun yıllar içinde kanıtlanmış ilkelere geri dönülmesidir. Ne yazık ki, Türkiye’yi yöneten Recep Tayyip Erdoğan’da böyle bir düzeltme iradesi görülmüyor. Bu doğrultuda bir gelişmeyi de zorlayacak siyasi muhalefet de maalesef görünmüyor! Bağış yemeğinde zarar ettiler... Koronavirüs günlerinde iktidarla muhalefet arasında belediyeler üzerinden “bağış” tartışması yaşandı. Bu tartışma sırasında CHP ABD Temsilcisi Yurter Özcan, geçen hafta kamuoyuna TÜRKEN Vakfı’yla ilgili önemli bir rapor açıkladı. Açıklanan belgeler Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çocuklarının yönetiminde olduğu, AKP’li belediyelerin milyonlarca lira aktardığı TÜRGEV’in Ensar ile birlikte ABD’de kurduğu TÜRKEN Vakfı’nın “Temmuz 2018Haziran 2019” arası finansal raporlarıydı... Raporda, Temmuz 2018 Haziran 2019 tarihleri arasında TÜRKEN’e hibe ve bağış adı altında 22.8 milyon dolar (yaklaşık 152 milyon TL) para girişi olduğu tespit ediliyor. Bağışın tamamına yakınının tek bir kaynaktan geldiği görülüyor. Raporda, vakfa 20142018 yılları arasında toplam 56 milyon dolarlık hibe ve bağış yapıldığı bilgisi de yer alıyor. Bu paranın büyük bölümü New York’ta gökdelen inşaatı ile efsanevi boksör Muhammed Ali’nin Michigan’daki çiftliğini satın almak için kullanılıyor... HHH Ancak raporda öyle bir ayrıntı var ki bağış tartışmasını daha da büyütebilir. Ensar ve TÜRGEV’in New York’taki ortak vakfı “Turken Foundation’in 2018 2019 ABD Hazine Bakanlığı Vergi Dairesi’ne (IRS) verdiği” raporu inceleyince, ilginç detaylara rastlıyoruz. TÜRKEN Vakfı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın her sene katıldığı bir gala yemeği etkinliği organize ediyor. 2018’in eylül ayında Birleşmiş Milletler’in (BM) 73. genel kurulu görüşmelerine katılmak için New York’a giden Cumhurbaşkanı Erdoğan, 24 Eylül 2018 tarihinde Mandarin Otel’de düzenlenen “TÜRKEN Vakfı Geleneksel Gala Yemeği”ne katılır. Vakıf, IRS raporlarına göre bu gala yemeğine tam 115 bin 469 dolar harcıyor. Yine aynı rapora göre vakıf o gece sadece 81 bin 240 dolar bağış topluyor. Yani zarar ediyor!.. Zarar 34 bin 229 dolar!.. TL olarak 200 bin TL’yi aşkın bir para!.. HHH 2018 2019 mali yılında söz konusu vakfa sadece sekiz yerden bağış geliyor. İşte o sekiz bağışın miktarları: n 22 milyon 764 bin 187 dolar n 25 bin dolar n 12 bin 500 dolar n 5 bin dolar n 5 bin dolar n 7 bin 500 dolar n 5 bin dolar n 10 bin dolar Özcan bu tabloyu, “Tek büyük bağış dışında toplayabildiği bağış miktarı sadece 70 bin dolar. Bu da gösteriyor ki kamu kaynakları dışında bu vakıf para toplayamıyor...” sözleriyle yorumluyor. BaşkentgazKızılayEnsar Vakfı üçlemesinden ABD’ye uzanan ve hâlâ yanıt bekleyen sorular var!.. Biz tarihe not düşelim, bu köşeden bir kez de biz soralım: n 1 Temmuz 2018 ile 30 Haziran 2019 tarihleri arasında TÜRKEN’e yapılan 22.8 milyon dolarlık bağış kimden geldi? n Kızılay ve Ensar yalan mı söylüyor? n Bu tarihler arasında TÜRKEN Vakfı’na 22.8 milyon dolarlık rekor bağışı hangi kişi veya kurum yaptı? n İddia edildiği gibi Başkentgaz’ın Kızılay’a yaptığı bağışlar Ensar Vakfı üzerinden mi aktarıldı? n Eğer bu iddialar doğruysa, neden daha önce bu bağışın miktarı 8 milyon dolar olarak açıklandı? Eğer doğru değilse, ABD Vergi Dairesi kayıtlarında gözükmeyen 8 milyon dolar nerede? n Bu bağış Ensar Vakfı tarafından gönderildiyse, ne kadarı Kızılay üzerinden geldi? Halkın vergileri New York’ta yurt yapması için TÜRKEN’e mi gönderildi? BURHAN KUZU SARAY’DAKI GÖREVINDEN ISTIFA ETMELI... Koronavirüs günlerinde kamuoyunun gözünden kaçanlarıkaçırılmak istenenleri Cumhuriyet olarak birinci sayfamızda ve iç sayfalarımızda genişçe işlemeye çalışıyoruz. İstanbul’la birlikte 31 kentte sokağa çıkma yasağının başladığı cumartesi günü Cumhuriyet’in manşeti “Siyasi baskıya beş yıl istemi”ydi. Manşet haberimiz, muhabirimiz Zehra Özdilek’in bir yıl önce uyuşturucu kaçakçısı Zindaşti ile bağlantısını ortaya çıkardığı Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu üyesi Burhan Kuzu hakkındaki iddianameyi içeriyordu. İddianamede Kuzu’nun, Zindaşti’nin menfaatları doğrultusunda hareket ettiği ve yargıya baskı yaptığı vurgulanıyordu. İddianamede, hukuk ve yargı camiasında tanınırlığı ile nüfuzu bulunan Kuzu’nun, Zihdaşti’nin tahliye edilmesi için ısrarlı bir şekilde yargı üyelerini aradığı, tavsiye ve telkinlerde bulunduğu belirtiliyordu. Kuzu’nun “nüfuz ticareti” suçundan 2 yıldan 5 yıla kadar hapsi isteniyordu. Adı üstünde “iddianame”, yargılama bitmeden kimse suçlu ilan edilemez!.. Ancak Kuzu’nun makamı düşünüldüğünde yargılama sonuna kadar Cumhurbaşkanlığı’ndaki görevinden istifa etmesi adaletin üstündeki gölgeyi kaldırır. Kuzu’nun vakit geçirmeden Saray’daki görevinden istifa etmesi kamuoyunun vicdanını da rahatlatır!.. 75. YUNUS NADI ÖDÜLLERI’NI SONBAHARA ERTELIYORUZ... Yunus Nadi Ödülleri bu yıl 75. yılına giriyor. Yarışma, Yunus Nadi’nin ölüm yıldönümünü geçmişe dönük bir acı olarak değil, geleceğe yönelik bir kültür olayına dönüştürmek amacıyla düzenleniyor. Bu yıl ödülleri 7 Mayıs’ta gazetemizin 96. kuruluş yıldönümünde vermeyi planlıyorduk. Ancak koronavirüs salgını nedeniyle Yunus Nadi Ödülleri’nin seçici kurul toplantılarını, ödül açıklama tarihini ve ödül dağıtım törenini sonbahar aylarına erteliyoruz. Yapıtlarıyla ödüle başvuran değerli isimlerle ve okurlarımızla sonbaharda ödül gecesinde buluşmak dileğiyle... SOKAK YASAĞIYLA YAŞANAN BÜYÜK SORUN: DAĞITIM Sokağa çıkma yasağının uygulanmaya başlandığı cumartesi günü gazetemizin telefonları kilitlendi. Okurlarımız gazetelerine ulaşamadıklarını yoğun olarak dile getirdi. Pazar günü okur yoğunluğumuz daha da arttı. Okurlarımız bir yandan hafta sonu cumartesi, pazar gazetelerini nasıl edineceklerini soruyor, vazgeçilmezleri olan Cumhuriyet gazetesine yönelik duygularını da dile getiriyorlardı. Hafta sonu internet sitemizden cumartesipazar gazeteleri ile Pazar Dergi’nin sayfalarını okurlarımız için ücretsiz olarak paylaştık. Okurlarımız her ne kadar gazete kâğıdı kokusu olmasa da Cumhuriyet’in sıcaklığını hissettiler. Sosyal medyadan mesajlarıyla bize güç katan okurlarımız yasağın biteceği pazartesi günü üç gazeteyi birlikte vermemiz için talepte bulundular. Okurlarımızın bu isteğini karşılamamız yaşadığımız bugünlerde çok zor. Ancak okurlarımız salı gününden itibaren İstanbul Şişli’deki merkez binamızdan, Ankara ve İzmir bürolarımızdan hafta sonu gazetelerini temin edebilirler. Bu üç kentin dışındaki okurlarımız ise gazetemiz santralını arayarak taleplerini iletebilirler.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle