17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 28 MART 2020 CUMARTESİ [email protected] EDİTÖR: ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR TASARIM: SERPİL ÜNAY olaylar ve görüşler Devlet ve salgınlarla savaş Ahmet Yavuz Ülkemizde gündem çok sık değişiyor. Birkaç ay geriye gittiğimizde İdlib vardı. Öncesinde Libya. Araya Elazığ depremi girdi. Daha evvel Doğu Akdeniz... Şimdi de Covid19 ile yatıp kalkıyoruz. Bütün bunlar çok duyarlı bir kamuoyu yarattı. Çok faydalı bir tartışma konusunu da gündemin ilk sırasına koydu: Devletin işlevi. Ne olmalı ve nasıl yapmalı? Salgınla birlikte artık hayat farklılaştı. Her şey değişecek. Kendiliğinden olur mu? Asla... Arayış her zaman olumlu şekilde sonuçlanmaz. Önümüzdeki kavşak bizi ya daha iyiye ya da daha kötüye götürecek. Bizim elimizde. Devletten beklenen üç temel işlev olmalı: Beka, refah ve demokratik yaşamın sürdürülmesi. Bekadan kasıt bugün ve yarın ayakta kalabilmektir. Bu anlamda devlete düşen: 1. Günlük yaşamın aksaksız yürütülmesi. 2. Yarınlarda olabilecek savaş, salgın, deprem vb. olağanüstü durumlar için özel bir hazırlık içinde olunması. Ülkemizde siyasi iktidarlar devleti kendi ideolojik hegemonyalarını kurmanın vasıtası olarak gördüğü için devletin ilk işi olan günlük işleri yürütme çabası ağır aksak ancak yürütülebiliyor. Çünkü önceliklendirme siyasileşiyor. İktidar, kurulu devlet yapısını daha iyi çalıştırmak yerine kendine uygun devlet yaratmaya çabalıyor. Mesela Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesi (202011.5 milyar TL Gazeteler) sekiz bakanlığın bütçesini aşabiliyor. Kızılay ülkede daha çok ilaçlama yapmak varken Endonezya’da korona mücadelesinde destek verebiliyor (1). Bunlar bir yana, 2017 referandumuyla “devlet hızlı çalışacak” gerekçesiyle “başkanlık sistemi”ne geçildi. Ancak devletten beklenen, etkin çalışmasıydı. Hızlı çalışmak ancak bunun bir parçası halinde anlamlı olabilirdi. Olmadığı görüldü... Beka nasıl sağlanır? Devletin günlük işleri yürütürken olağanüstü durumları da düşünmesi, tedbir alması gerektiğine yukarıda temas etmiştik. Bu nasıl olacak? Yanıtı basit: HAZIRLIKLA. Büyük harfle yazdım, çünkü hazırlığın büyük ve kapsamlı olması gerekli. “Devlet bugünün işini tam yapamıyorsa, yarına nasıl hazırlıklı olabilir” diye sorabilirsiniz. Haklısınız. Bütün bunlar toplumsal bilinçle bağlantılı. Ben de bu yazıyı yaşanan krizden sonrasına ilişkin yazdım: Devlet günlük işleri eksiksiz yapacak şekle sokulmalı. Yetmez. Olağanüstü hallere de hazırlıklı olmalı. Yoksa bu topraklarda geleceğimizi garanti altına alma imkânı olmaz. Nasıl? Önce devleti doğru yapılandırarak, yeterli ve yerinde kaynak kullanarak, insanımızı Savaş sadece silahlı kuvvetlerle yapılan bir faaliyet değildir. Alanı da sadece askerî olmaktan çıkmıştır. Savaş, bekaya yönelik her şeye karşı yapılır. Salgınlara, yangınlara, depremlere, paralel devlet yapılanmalarına, darbecilere, hatta ideolojik saldırılara... Ayakta kalmamızı sağlayan her şeyi yaşatmak, yıkılma mıza yol açacak her şeye karşı koymak için... eğiterek... Bu yazıyı yazarken devlet İstanbul Kanalı için ihale yapıyordu. Gerekli mi? Değil. Mevcut koşullarda uygun mu? Hiç değil. Geçmişe doğru gidelim. Bir savaş halinde geri bölgede halkı işgalciye karşı örgütlemek maksadıyla TSK’nin Seferberlik Tetkik Kurulu vardı. Kozmik Oda aramasından sonra lağvedildi. Deprem anında sivil halka yardım konusunda eğitilmiş birlikler vardı. Yeni askerlik kanunu yürürlüğe girdikten sonra artık yeterli düzeyde olduğunu sanmıyorum. Daha eskiden savaş halinde Kızılay tarafından kurulması öngörülen sahra hastaneleri; ordunun kendi seyyar cerrahi hastaneleri vardı, devre dışı bırakıldı. Hastane haline getirilmesi planlanan yolcu vapurları vardı. Sanırım gündemden düşmüştür. Oysa günümüzde ABD ordusu New York’ta sahra hastaneleri kurmaktadır. Yakın geçmişte TSK sağlık ordusu ortadan kaldırıldı; askeri sağlık sistemi bozuldu. Kamuoyunda maalesef konu askeri hastanelerin açılması talebi düzlemine indirgendi. Oysa askeri hastaneler, sistemde sondan bir önceki halkadır. Yaralı bir Amerikan askerinin şunu söylediği hikâye edilir: “Seyyar Cerrahi Hastane levhasını gördüğüm anda yaşama bağlandığımı anlamıştım”. Bu örneklerin eksiğiniyanlışını gidermek ve diğer kurumlara yaymak yerine olanları da ortadan kaldırdık. İdeolojik yıkım Geride kalan 1520 yılda Türkiye ideolojik bir saldırının tutsağı oldu. En akıllı insan lar bile “savaş karşıtlığı” tercihleri nedeniyle ordu düşmanı haline geldi. Bu yönelim, siyasal İslamcı iktidarı besledi. İktidar da her şeyi kendi varlığı temelinde ele aldı. Kendi varlığını ülke varlığına eşdeğer kıldı. “Kendisi için varlık” haline geldi. Zayıflaması bundan dolayıdır. Ordu, onun için “darbe yapabilecek her türlü vasıtadan” soyutlanmalıydı. O yüzden orduyu budadı. Oysa ordu demek, aynı zamanda gelecekte ulusun yaşamını tehdit edebilecek unsurları ortadan kaldırmanın kalesi, güvencesi, kaldıracı, omurgası demektir. Mevcut devlet teşkilatı günlük işleri yapmaya odaklı olacağına göre, olağanüstü durumlara hazır bekleyen bir yapıya her zaman ihtiyaç vardır. Bu yapı, ordudur. Ya da barıştan itibaren ona eklemlenmeye hazır kuruluşlar olmalıdır. Devreye anında girecek şekilde... Senaryolar Milli güvenlik kurulları ve ordular, senaryolara dayalı planlar yaparlar. Büyükküçük demeden tehlikeler sıralanır. Sonra bunlar öncelikli kılınır. Gerekli istişarelerden sonra devletlerin “Kırmızı/Beyaz Kitaplar”ı bunları yasal zemine oturtur. Ardından her birine karşı koyacak planlar hazırlanır. Bunlar tatbikatlarla da denenir. Geriye dönüp bu tatbikatlardan komplo teorileri üretmek de eğlenceye dönüşür! Bugün olduğu gibi... Günü geldiğinde bu planlar küçük düzeltmelerle, güncellemelerle hayata geçirilir; çünkü planlananla karşı karşıya kalınan arasında her zaman bir fark olur. Mesela devletlerin “angajman kuralları” vardır. Orduların da “alarm planları” olur. İkisi birbiriyle bağlantılıdır. Hangi gelişmede hangi önlemin alınacağı yazılıdır. Savaş olursa yeni planlar devreye girer. Eğer Sağlık Bakanlığı’nın elinde önceden hazırlanmış bir salgınla mücadele planı olsaydı, maçlar oynanmaz, camiler de ibadete anında kapatılırdı. Eskilerde hükümetlerin elinde “savaşın acil ödeneği” olarak adlandırılan bir kaynak olurdu. Şimdi var mı, bilmiyorum. Harp ekonomisi diye bir kavram vardı. Bu kaynak onun bir parçasıydı. Fabrikaların alanlarına göre ellerindeki işleri daha önceden belirlenmiş ürünlere yönlendirmesi mecburiyeti vardı. Sanırım özelleştirmelerden sonra bunlar hayal olmuştur. Amerikan ordusunun bir kısmı 1929 dünya büyük ekonomik buhranında tarım ordusuna, inşaat ordusuna dönüştürülmüştü. Acaba köylerin boşaldığı bir ortamda benzeri yapılamaz mı? İşsiz gençlerimizden bir hizmet ordusu kurulamaz mı? Kurulabilir. Eğer hazırlıklı olunursa... Olağanüstü durum tedbirlerinin hazırlığı yapılmazsa felakete davetiye çıkarılmış olur. 1. Dünya Savaşı’nın öncesinde ve içinde iktidar sahiplerinin birçok yanlış kararı vardı. Bunların stratejik sonuçları olmuştur. Sarıkamış faciası bunlardan biriydi. Yine Kafkas Cephesi’nde bazı birlikler, yeterli idari hazırlık yapılmadan verilen sefer emirleri yüzünden hayvanlarını keserek yemek zorunda kalmıştır. Yetersiz beslenme yanında giyecek, temizlik malzemesi yokluğu tifüs salgınına, firarlara yol açmış ve bunlar çatışmada verilen zayiatın önemli bir parçasını oluşturmuştu (2). Rehber: Akıl ve Bilim Savaş sadece silahlı kuvvetlerle yapılan bir faaliyet değildir. Alanı da sadece askeri olmaktan çıkmıştır. Savaş, bekaya yönelik her şeye karşı yapılır. Salgınlara, yangınlara, depremlere, paralel devlet yapılanmalarına, darbecilere, hatta ideolojik saldırılara... Ayakta kalmamızı sağlayan her şeyi yaşatmak, yıkılmamıza yol açacak her şeye karşı koymak için... Evet, “bir şey değişir, her şey değişir” söylemi doğrudur. Ama her şeyin nasıl şekilleneceği tercihlerimize, samimi çabalarımıza ve kendi irademize bağlıdır. O irade ise aldığımız mirasta gizlidir: Aklı ve bilimi merkeze koymak ve onu rehber edinenleri iktidar kılmak... Siyasetin bizleri içine hapsettiği dar kalıpları kırma becerisi gösterilmeden çıkış yok... (1) sozcu.com.tr, 24 Mart 2020. (2) Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi, II. Cilt, 2’nci Kısım, Kafkas Cephesi, 2’nci Ordu Harekâtı, 19161918, Genelkurmay, 1978, s. 269 vd. ÇIKTI Cumhuriyeti bize altın tepside sunanlar... AV. Erol Ertuğrul 15Mayıs 1919 günü güzel İzmirimiz 27 Mayıs 1919 günü güzel Aydınımız yayılmacı ve sömürgeci güçler tarafından işgal edildi. İzmir ve Aydın işgal edildiğinde Kuşadalı Mahmut Esat Bey (Bozkurt) İsviçre’de hukuk doktorası eğitimi görmekteydi. Yurdumuzun işgal edilmesi üzerine, hemen dönerek silaha sarılmış ve Kuşadası, Selçuk yöresinde Kuvayı Milliye komutanı olarak Kurtuluş Savaşı’na katılmıştır. Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasından sonra, Atatürk’ün yanında yer almış ve Türk Aydınlanmasının ve Türk Devriminin mimarlarından olmuştur. Önce Atatürk’ün İktisat Bakanı olmuş ve İzmir 1. İktisat Kongresinin toplanmasında büyük rol oynamıştır. Daha sonra Adalet Bakanı olmuş ve Türk Hukuk Devrimini gerçekleştirmiştir. Çağdaş devletin gereği 17 Şubat 1926 günü Mecelle kaldırıldı Medeni Yasa kabul edildi. Bu olay Türk devrimi içerisinde önemli bir yer tutan hukuk devriminin başlangıcıydı. Mecelle İslami kurallara göre düzenlenmiş bir yasaydı. Bir erkeğin dört kadınla evlenebilmesi, kadının mirastan bir pay, erkeğin iki pay alması, bir kadının tanıklığının geçerli olmaması ne kadar uygar sayılabilirdi. Türk toplumunu uygar uluslar arasına sokabilmek için çağdaş bir hukuk yasası gerekiyordu. Mahmut Esat Bozkurt İsviçre’den Medeni Yasa’nın alınmasını sağlamıştır. Medeni Yasa’nın unutulmaz gerekçesini yazmıştır. Bu gerekçenin bir yerinde “Din, vicdanlarda kaldıkça, devlet gözünde saygıdeğer ve dokunulmazdır. Dinin kural olarak yasalara girmesi tarihin akışı içinde, çoğunlukla taçlı devlet başkanlarının, zorbaların, güçlülerin keyif ve isteklerini doyurma aracı olması sonucunu doğurmuştur. Çağdaş devlet, dini dünyadan ayırmakla, insanlığı tarihin bu kanlı belasından kurtarmış ve dine gerçek ve sonsuz bir taht olan vicdanı özgülemiştir.“ demektedir. Ne acı ki bu efsane gerekçe geçen yıllarda yapılan Medeni Yasa değişiklikleri sırasında kaldırılmıştır. Kuruluş Kurtuluş 2 Ağustos 1926 tarihinde Ege Denizinde , Bozkurt adlı Türk gemisi ile Lotus adlı Fransız gemisi çarpışırlar. Bu çarpışma sonucunda 8 Türk denizcisi boğulur. Gemi kaptanı ve yardımcıları tutuklanır. Fransa bu duruma itiraz ederek Türk yargısının buna yetkisi olmadığını söyler. Olay, anlaşmazlığın çözümü için Uluslararası Lahey Adalet Divanı’na götürülür. Türk tarafını Adalet Bakanı Mahmut Esat Bey temsil eder. Daha önce İspanya açıklarında böyle bir olay olduğunu, İspanya yargısının yetkili olduğu yolunda İspanyolca bir karar bulunduğunu öğrenir. Bu kararı bulur. Kendisi İspanyolca bilmediğinden, bir İspanyolcaFransızca sözlük alır. Gece sabaha kadar çalışarak bu kararı İspanyolcadan Fransızcaya çevirir. Ertesi gün mahkeme de bu kararı da örnek göstererek savunmasını yapar. Davayı Türkiye kazanır. Mahmut Esat Bey Türkiye’ye döner. Devletten aldığı yolluk parasının artan bölümünü devlete geri verir. Soyadı yasası çıktığında Atatürk kendisine Bozkurt soyadını verir. O kuşak, vatan savunması yaptı. Bu uğurda şehit oldu. Başkasının toprağına göz dikmedi. Günümüzde ise dinci ve mezhepsel nedenlerle Suriye sorunu baş sorunumuz ol du. Bay Erdoğan, “Bu uğurda gerekirse ölmeyi göze aldık” diyordu. Kendisi gidip ölmeyeceğine göre, oraya vatan çocukları gidiyor ve şehit oluyorlar. Bir ülkenin geleceği böylesine bir kişinin iki dudağı arasında olamaz. Kurtuluş Savaşı’nı kazanmış olan o kuşak Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde dev devrimleri başardı. Şeker fabrikalarını kurdu, demir çelik fabrikalarını kurdu, Sümerbank’ı, Etibank’ı kurdu. Bizi bugünlere getiren tüm ekonomik kurumlar o dönemde kuruldu. İbretlik dönüşüm Özelleştirme adı altında ne kadar ekonomik kaynağımız varsa hepsini yerli ve yabancı anaparaya sattılar. Elde edilen paraları yandaşlara peşkeş çektiler. Hepsi bizim gözümüzün önünde oldu ses çıkaramadık. Şeker fabrikalarının tümünü sattılar. Şimdi şekeri bile dışarıdan almak zorunda bırakıldık. Kendi kendine yeten yedi ülkeden birisi olmakla övünürken bugün dışarıdan mercimek, nohut, pirinç satın alan, et satın alan, saman satın alan bir ülke durumuna düşürüldük. Telekom’u Lübnanlı bir dolandırıcıya sattılar. İçi boşaltıldı, tüm değerleri satıldı ve satınalan borçları bile ödemeden kaçtı. Atatürk düşmanlığı nedeni ile şimdi İş Bankası’na el atıyorlar. Atatürk’ün vasiyetine karşın İş Bankası’ndaki CHP payını hazineye devretmeye çalışıyorlar. Bu paya elkoyacaklar. Anayasaya, yasalara aykırı bu eylemi yapmak için Bay Erdoğan “Daha fazla tahammülümüz kalmadı” diyor. Cumhuriyet bize altın tepside sunuldu. Bu güzel ülkeyi bize bırakanlara borcumuz var. Bunu hiç unutmayacağız.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle