23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 12 KASIM 2020 PERŞEMBE gorus@cumhuriyet.com.tr OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Ne kadar özgürüz? PROF. DR. COŞKUN TECIMER “Dürüst olmaktan başka türlü davranamadığım için böyleyim” demişti bir dostum. Bu sözüyle benim gözümde bir kez daha dürüst olduğunu kanıtlamıştı. Erdem olduğu için değil, alışkanlıkları bu yönde geliştiği için dürüst olduğunu, başka türlü yapamadığını söylüyordu, kişiliği bu şekilde oluşmuştu. Geliştirdiğimiz kişiliklerin özgürlüklerimizin önündeki en büyük engellerden biri olduğunu düşünüyorum. Kişiliksiz olmayı savunuyor değilim. Böyle bir düşüncenin absürt olduğunun farkındayım. Kişilik olmadan yaşamın devam ettirilemeyeceğini biliyorum. Ama aynı zamanda kişiliklerimiz ruhsal dünyamızı, yaşam kalıplarımızı, sınırlarımızı belirliyor. İstesek de bu sınırların dışına çıkamıyoruz. Değişim ancak doğamıza ve kişiliğimize uygun yollar izlenirse gerçekleşiyor. Aslında çıkış tarzımız da kişiliğimizin parçası. İsyanlarımız da kişiliğimizin izin verdiği ölçüde gerçekleşiyor. İnsanın ruhsal yapılanması doğumdan sonra, hatta anne karnındayken başlayan ve sinir sisteminin belli gelişim evrelerini izleyen bir süreç. Tam da böyle bir çizgide insanın kişiliği oluşuyor. İlk bebeklik döneminde beyindeki sinapsların çoğu açık. Bebekler her yöne gelişebilecekleri büyük bir potansiyeli içlerinde barındırıyor. Ama gelişim sınırsız olmuyor. İlerleyen yıllarda sinapsların birçoğu kapanıyor, yani bir budanma dönemi yaşanıyor. İşte bu süreç kişiliklerimizi, ruhsal dünyamızı şekillendirirken birçok yeteneğin de daha ortaya çıkmadan yok olup gitmesine neden oluyor. Beyin uyumuyor Yaşamımız boyunca sinapslarda açılıp kapanmalar devam ediyor, ancak bunların hiçbiri bebeklikteki kadar yoğun yaşanmıyor. Konuştuğumuz dil üzerinden örnek vereyim: Bugün dünya üzerinde 6 bin civarında dil konuşuluyor. Normal bir bebek bu dillerin hepsini öğrenme potansiyeline sahip. Ancak hiç kimse tüm dilleri konuşmuyor, hangi dillere maruz kalırsa onları öğreniyor. İleri yaşlarda dil öğrenimi hiçbir zaman bebeklerdeki kadar kolay olmuyor. Kişilikler de öyle. Duygusal yaşantımız, olaylara yaklaşımımız, öğrenme tarzımız, geliştirdiğimiz paradigmalarımız, hemen her şeyimiz yaşamın erken yıllarındaki biyolojik gelişimimiz ve açık sinapslar arasındaki iletişim sonucunda belirleniyor, zamanla değişimler olabilse de bunlar daha sınırlı kalıyor. Tek tek kişiler olarak böyleyiz de insan türü olarak çok mu farklıyız? Bireyler olarak ne kadar farklı olsak da tüm canlılar içinde türümüzü düşündüğümüzde bu farklılıklar önemsiz kalmakta, insanlığın ortak dünyası da belli kısıtlılıklar içinde oluşmakta. İnsan türünün gelişim potansiyeline hayran olmamak mümkün değil ama tüm çeşitliliğine karşın insan yine de mükemmel bir yaratık değildir. Tıpkı diğer canlıların mükemmel olmadığı gibi. Öyle olsaydı zaten TanDavranışlarımızın böylesine bir sistemle belirlendiği doğamızda ne kadar özgür olabiliriz? İnsanın özgür düşünmediğini gösteren kanıtlardan biri, nörobilimsel çalışmalarla ortaya konulmuştur. Deneylerde, düşünce oluşmadan milisaniyeler önce davranışın belirdiği, bu davranışa uygun düşüncenin daha sonra ortaya çıktığı gösterilmiştir. rı olurdu. İnsanın aklından bir günde 5060 bin düşünce geçiyormuş. Çoğu insanda bunların yüzde 70’i kötü düşüncelermiş. İstesek de bu düşünceleri durduramıyoruz. İsterseniz deneyin. Kötü düşünceleri durdurmak için ne kadar çaba gösterirseniz o düşünce o kadar güçlü olarak zihne gelir. Bir hikâye vardır, belki biliyorsunuzdur. Adama “Sen eşek değilsin” deyip duruyorlarmış. Zavallı adamcağız, dayanamamış, “Yeter artık, susun, ben eşek değilim” demiş. Bu ne demek oluyor? Bana sorarsanız bu, beynin belli çalışma kuralları olduğunu, beynimize tam egemen olamadığımızı gösteriyor. Nitekim beyin biz uykudayken bile aktivitesini devam ettiriyor. Rüyalarımızda en absürt düşünceler ortaya çıkmakta ve bizi yönlendirebilmektedir. Ben bunu kapalı olan sinapsların açılarak bu düşüncelere yol vermesi olarak değerlendiriyorum. Freud’un bilinçaltı dediği kavramı da benzer şekilde yorumluyorum. Bilinçaltının geçmişte bizi etkilemiş olayların kapalı sinapslar arasındaki nöronlarda saklı bellek olduğunu, açılan sinapslarla bilinç düzeyine çıkarıldığını düşünüyorum. Hangisi gerçekçi? Yaşadığımız şu korona günlerinde ellerimizi yüzümüze değdirmememiz, hijyen kurallarını unutmamamız isteniyor. Yaşamımızda birçok kez unutmamak, istenen bir özellik olarak öne çıkıyor. Tıpkı sınavda öğrendiklerimizi hatırlayıp doğru yanıtları bulmak gibi. “Hafızai beşer nisyan ile maluldür” denerek unutmanın insan zaafı olduğu söyleniyor. Bazen de tersi oluyor, unutmamız isteniyor. Kötü anıları silmemiz, her doğan günün yeni bir başlangıç olması arzu ediliyor. Sinir sistemimiz hangisini uygulasın? Unutsun mu, hatırlasın mı? Denebilir ki istenenleri hatırlasın, istenmeyenleri unutsun. Bu ne kadar gerçekçi? Herhalde pek gerçekçi değil ki sinir sistemimiz de böyle yapmıyor. Bazen unutulması gereken yerde hatırlıyor, kimi zaman da tersini uyguluyor. Bunların anlamı nedir? Davranışlarımızın böylesine bir sistemle belirlendiği doğamızda ne kadar özgür olabiliriz? İnsanın özgür düşünmediğini gösteren kanıtlardan biri, nörobilimsel çalışmalarla ortaya konulmuştur. Deneylerde, düşünce oluşmadan milisaniyeler önce davranışın belirdiği, bu davranışa uygun düşüncenin daha sonra ortaya çıktığı gösterilmiştir. Tüm bunlar ne anlama geliyor? Bana göre insanın mükemmel olmadığını, türüne bahşedilen kadar özgür olduğunu gösteriyor. Bu tür düşüncenin bizi Tanrı inancına ve kadercilik anlayışına götürmesi gerekmez. İnsana ait bilgi hem kendimizi hem de başkalarını daha iyi tanımamızı sağlar. Bilincimizin sınırlarını ve davranışlarımızın altında yatan nedenleri görmemize imkân verir. Ruhsal dünyamızın gelişiminin de belli yasaları olduğunu anlatır. Biyolojimiz hakkında bilgilerimiz arttıkça beynimizin daha rasyonel çalışacağı yolları keşfedip geliştirebiliriz. Belki o zaman biraz daha özgür oluruz. İçte ‘gaddar şeytanileştirmeye son!’, dışta? Sevgili okurlarım, ABD toplumu açısından 2020 seçimleri bence, bu ülkenin demokrasi tarihinde ikinci bir dönüm noktasını vurguluyor: ABD seçmeni, yaklaşık 4 milyon oy farkıyla ve bazı eyaletlerdeki tercihleri de değiştirerek klasik demokrasisine yeniden sahip çıktı! Birinci dönüm noktası, Obama’nın bir siyah olarak başkan seçilmesiydi. Bu olay, ABD siyaseti için çok kısa bir süre önceye kadar “hayal bile edilemeyen bir devrimdi.” Obama’nın başkan seçilmesinin ABD için ne ifade ettiğini anlamak, oradaki siyahların yani eski kölelerin insan hakları mücadelesini ve bu mücadeleye karşı olan sert direnişi yaşamayanlar için çok zordur. Ben 60’lı yılların ortasında o mücadelenin içinde yer almış olan bir üniversite öğrencisi olarak, Obama’nın seçilmesinin ABD’nin muhafazakâr beyaz nüfusu için ne ifade ettiğini, nasıl bir tehlike ve yenilgi olarak algılandığını çok gözlemledim. Nitekim, Trump’ın başkanlık seçimini kazanmasının arkasındaki temel faktör bence, bu yenilgi duygusunun ve korku tepkisinin siyaset sahnesinde başarıyla seferber edilebilmesiydi. Trump, Hillary Clinton’dan yaklaşık 3 milyon daha az oy almasına karşılık, eyaletlerin daha çoğunda yüzde 51’i aşıp buralardaki ikinci seçmenleri kazanarak başkan olmuştu. Başkanlık döneminde, seçmeni ve ülkeyi ikiye böldü: Beyaz, erkek, Hıristiyan, köylü seçmenlere, muhafazakârlarla birlikte, ırkçılara ve aşırı sağcılara hitap etti, göçmenlere, siyahlara, hispaniklere karşı tavır aldı, göçmen politikasını sertleştirdi, Avrupa ve Çin ile ilişkileri, eleştirilerini neredeyse düşmanlık düzeyine tırmandırarak bozdu. Kendisinden yana olmayanları, Amerikalıların deyişiyle “şeytanileştirdi” (“demonize” etti), yani suçladı, düşmanlaştırdı ve dışladı. Yönetimi boyunca ülkede siyahlara karşı beyaz polis şiddeti yaygınlaştı. Koronavirüs salgınını ciddiye almadı, Çin’i suçladı, bilim insanlarını dinlemedi. Salgınla yeterince mücadele etmediği izlenimi verdi, sonunda kendi de hastalığa yakalandı. Demokratik gelenekleri, ABD’nin işleyişindeki alışılmış olan “denetleme ve denge” sistemini zorladı. Her fırsatta Demokratların belediye başkanlarını ve eyalet valilerini şiddetle suçlamakta tereddüt etmedi. Bütün bu uygulamalar, ülkede, Demokratik Rejim’in işleyişi konusunda büyük tepkiler yarattı. HHH Demokratların başkan ve başkan yardımcısı adayları Biden ve Harris, bütün seçim kampanyası boyunca Trump’ın yozlaştırdığı Demokratik Rejimi yeniden düzeltecekleri ve ülkeyi bu yozlaşmadan kurtaracakları propagandasını başarıyla yürüttüler. Kısacası 2020 seçimleri, ülkeyi siyasal amaçlar için bölen ve seçmenleri birbirine düşman kesimler haline getiren dışlayıcı, suçlayıcı politikalara karşı, birliği, bütünlüğü, dostluğu, müsamahayı, demokrasiyi savunan politikalar arasındaki mücadele ile geçti: Ve ABD halkı, bölünme, kavga, düşmanlık, aşırılık yerine, dostluk, bütünlük, uzlaşma yönünde tavır belirterek demokratik rejimi tercih etti. Bu açıdan, 2020 seçimleri, ABD siyasal tarihinde, “Başkanın bireysel otoriterlik saldırısına karşı Demokratik Rejimi koruma” sonucu veren seçimler olarak nitelenebilir. Nitekim, Biden başkanlığı kazandığı belli olduktan sonra yaptığı konuşmada aşağıdaki mesajları verdi: “Şeytanileştirmenin uzun süren meşum gecesi bitti, şafak söktü.” “Bölmeye değil, birleştirmeye geldim.” “Amerikan ruhunu yeniden inşa edeceğim.” “Demokratik rejimi yeniden kuracağım/işleteceğim.” “Amerika’yı dünyada yeniden saygın bir devlet haline getireceğim.” “Sadece bana oy verenlerin değil, bütün Amerikalıların başkanı olacağım.” “Koronavirüs salgınını kontrol altına alacağım.” “Irkçılığa son vereceğim.” “Sağlık sigortasını (Obamacare) yaygınlaştıracağım.” “İklim krizi ile mücadele edeceğim.” HHH Dış politikaya gelince: Biden’ın Avrupa ile ilişkileri iyileştireceğine hiç kuşku yok. Şimdiden AB liderleri bu konuda iyimser mesajlar vermeye başladılar bile. Ama dünyadaki ve Ortadoğu’daki emperyalist politikaları aynen hatta daha da sertleştirerek sürdüreceğini tahmin edebiliriz. Öte yandan Biden yönetimi, Türkiye’deki iktidar açısından ise şu beş nedenle bazı sorunlar yaratabilir gibi görünüyor: 1) “Arap Baharı” denilen, sonra trajediye dönüşen ve en sonunda da terk edilen yanlış Ortadoğu politikası bağlamında Türkiye’nin başına “Ilımlı İslamın Model Ülkesi” belasını saran, Ortadoğu’yu perişan eden Obama yönetiminin ikinci adamı idi. 2) Hem Türkiye’yi Ortadoğu bataklığına süren hem de bu bataklıkta Türkiye’ye karşı Kürt kozunu oynayan politikanın uygulayıcısı idi. 3) Bütün siyasal hayatı boyunca Yunan ve Ermeni lobilerinin müttefikiydi. 4) ABD’de görülmekte olan Halk Bankası Davası’nı yeniden derinleştirebileceği ve hızlandırabileceği düşünülüyor. 5)Bütün bunlara ek olarak Biden, Erdoğan/AKP iktidarını otoriterlikle suçlamış ve demokratik yoldan değiştirilmesi için çalışacağını belirtmişti. HHH Özetle, ABD seçmeni için iyi olan ve AB açısından da olumlu karşılanan Biden’ın zaferi, Türkiye’deki iktidar için bazı sorunlar yaratabilir. ’vearan
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle