22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 4 OCAK 2020 CUMARTESİ EDİTÖR: ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR TASARIM: SERPİL ÜNAY olaylar ve görüşler Türkiye Barolar Birliği’nin düşüşü Cem Alptekin Avukat Yazar Her ağacın kurdu özünden olurmuş. Hukuk devleti ve demokrasi mücadelesindeki son kurumsal kaleye de en etkili darbe, maalesef kendi özünden gelmiştir. Hatırlanacağı üzere, Türkiye’nin en büyük hukuk kurumu, savunma mesleğinin kalesi baroların çatı örgütü Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Metin Feyzioğlu, bu kurumun geleneklerini, yazılı taahhütlerini, kanunla belirlenen asli görevlerini bir yana bırakıp yürütmenin Sarayı’ndaki son adli yıl açılış törenine büyük bir coşkuyla katılınca baroların yoğun tepkisini çekmişti. Ardından, açılışta yaptığı (hukukla ilgisi yargı reformunu yüceltmekten ibaret olan) hamaset yüklü konuşmasında, savaşa giden bir komutan edasıyla, “Söz konusu olan vatansa, gerisi teferruattır” diyerek diğer her şey gibi, hukuku da parantez içine almış; kendisine tepki gösteren barolara yönelen ağır ithamlara ve operasyon sinyaline de hiç tepki vermemiştir. İşte bunlar da bardağı taşıran son damla olmuştur. İdeolojik duvar Geçirdiği bu metamorfoz karşısında barolar da tarihlerinde ilk kez TBB’yi seçimli olağanüstü genel kurula çağırmışlardır. Ancak Feyzioğlu’nun, “Onların eleştirileri başımın tacıdır” dediği avukatların (yüzde 72’sini temsil eden 12 baronun) ortaya koyduğu meşru ve haklı çağrısı, TBB’nin önce “bürokratik”, sonra “ideolojik” duvarına çarparak gerisin geri dönecektir. Kısa bir süre önce, Yargı Reformu Strateji Belgesi için, “Bugün açıklanan belgeyi sadece bir reform belgesi olarak görmüyorum, Türkiye’nin büyük kucaklaşmasının adı olarak nitelediğim Türkiye ittifakının yol haritası olarak görüyorum” diyen Feyzioğlu, “yargı reformu” projesi üzerinden kurgulandığı anlaşılan “Türkiye İttifakı” söyleminin bundan böyle kendi gündemleri olduğunu açıkça ilan etmiştir. İşte “ideolojik duvar” budur. Olağanüstü genel kurul çağrısının reddine (oyçokluğuyla) karar veren TBB’nin gerekçesi ise adeta saraylara şenliktir: “Türkiye Barolar Birliği ve Barolarımız, kamu kurumu niteliğinde meslek örgütleridir. Siyasi Her şeyden önce bu bir talep değil, kanun gereği, bir çağrıdır. TBB’nin ise bu çağrının içerik değerlendirmesini yapma hak ve yetkisi yoktur. Yaparsa bu da bir yetki gaspı olur. Ne yazık ki geldiğimiz nokta da budur. parti siyaseti yapamazlar. Meslek siyaseti yapabilirler. Hukuk devletinin ve insan haklarının korunması ve geliştirilmesi de bu meslek siyaseti tanımı içerisinde barolara ve Türkiye Barolar Birliği’ne verilmiş bir görevdir. Türkiye Barolar Birliği yönetimi herhangi siyasi bir ideolojinin veya siyasi bir partinin temsilcisi olmamıştır, olmamalıdır.” (md.7) Şecaat arz ederken merdi kıptî sirkatin söylermiş!.. TBB, asli görevini barolara hatırlatırken, aslında kendi ayıbını söylemektedir. Barosuz TBB olmaz TBB devamla, “Unutulmamalıdır ki, barolar ile Türkiye Barolar Birliği ayrı tüzelkişiliklerdir. Ancak üzülerek izliyoruz ki olağanüstü genel kurul talep eden Baro yönetimleri, Türkiye Barolar Birliği’ne kendi siyasi ideolojilerini dayatma ya da kabul ettirme yetkisini kendilerinde görebilmektedirler. Bunun kanuni bir dayanağı yoktur” (md.12) diyerek, mevzuyu iddialı bir biçimde tırmandırmakta kararlıdır. Oysa kanuni dayanak çok açıktır: Av.K.md. 109’a göre, “Türkiye Barolar Birliği, bütün baroların katılmasıyla oluşan bir kuruluştur.” Av.K.md. 110’a göre ise TBB’nin görevleri şunlardır: (1) Baroları ilgilendiren konularda her baronun görüşünü öğrenip ortakla şa görüşmeler sonunda çoğunluğun düşünce ve görüşünü belirtmek, (2) Baroların çalışmalarını ortak amaca ulaşacak şekilde tasarlayıp mesleğin gelişmesini sağlamak, (3) Baro mensuplarının genel menfaatlarını ve mesleğin ahlak, düzen ve geleneklerini korumak...” Buradan da açıkça görüleceği üzere, aslında barolar yoksa TBB de yoktur. Yani TBB ayrı bir tüzelkişilik olsa da, kanunla belirlenmiş yetki ve görevleri uyarınca barolardan bağımsız hareket etme imkânı bulunmayan bir çatı örgütüdür. Dolayısıyla o çatıyı ayakta tutan yapı olmadığı sürece TBB’nin ayakta kalma şansı olmadığı gibi, o tüzelkişiliğin tek başına hiçbir anlamı da yoktur. Kaynak anayasa olmalı O nedenle barolar, kanundan kaynaklanan hak ve yetkilerini kullanarak, çoğunluğun düşüncesini yansıtmayan, ortak bir amaca yönelmeyen, mesleğin ilke, düzen ve geleneklerini korumayan, hukuk devletini savunmak yerine, ısrarla iktidarın siyasi/ideolojik hattını, palyatif reform paketleri üzerinden savunan TBB yönetimine karşı, şekil şartını da yerine getirerek olağanüstü genel kurul çağrısında bulunmuşlardır. Bu da yetmezmiş gibi TBB, kendi sine, (Av.K.md.109 uyarınca) “konumunu” ve (Av.K.md.110 uyarınca) “asli görevini” hatırlatarak itiraz eden baroları da, “kendi siyasi ideolojilerini dayatmakla” suçlayabilmektedir. Oysa, TBB’nin barolara dayattığı “biat özgürlüğü” karşısında, baroların TBB’ye dayattığı bir ideoloji varsa; o da, olsa olsa kaynağını anayasadan alan “özgürlükçü demokrasi” ideolojisi olmalıdır. Keyfi anlam TBB, red kararının bir başka gerekçesinde de, “1136 sayılı Avukatlık Kanunu’na ve yerleşik içtihatlara göre, olağanüstü genel kurulun seçimli yapılabilmesi, sadece başkanlık makamının boşalması durumunda olabilir. Dolayısıyla seçim talepleri hukuka aykırıdır.” (md. 4) diyebilmiştir. Bu gerekçedeki dayanaksız “içtihat” vurgusu bir yana,burada “başkanlık makamının boşalması”na yüklenen anlam da tamamen keyfidir. Zira Avukatlık Kanunu, “olağanüstü genel kurul” kavramına, “olağan genel kurulu” düzenleyen bölüm başlığı altında (md.115’de) yer vermiştir. Bu nedenle, olağanüstü bir durumda, seçim de dahil olmak üzere, “olağanüstü genel kurul”, “olağan genel kurulun” görev alanına giren (md. 117) her işi yapmakla mükelleftir. Bunun için (esasen) “olağanüstü bir halin” ve (şeklen de) “en az 10 baronun yazılı talebinin” olması gerekli ve yeterli şarttır. Burada hangi durumun “olağanüstü” hal olduğunun takdiri (iddia edildiği gibi) TBB yönetimine değil, çağrıcıların iradesine bırakılmıştır. Kanuni çağrı Aksi halde, TBB yönetiminin iki dudağı arasında kalan, “olağanüstü genel kurul” müessesesinin hiçbir anlamı olmazdı. Kaldı ki, somut olayımızda, asli görevi yönetim tarafından bilfiil ortadan kaldırılan TBB’de işlevsel olarak “başkanlık makamı boşalmıştır.” Bu “olağanüstü” gelişmeyi dikkate alan barolar da doğal olarak, TBB’yi seçimli olağanüstü genel kurula çağırmıştır. Her şeyden önce bu bir talep değil, kanun gereği bir çağrıdır. TBB’nin ise bu çağrının içerik değerlendirmesini yapma hak ve yetkisi yoktur. Yaparsa bu da bir yetki gaspı olur. Ne yazık ki geldiğimiz nokta da budur. Tezkere ve sorular Dr. Cihangir Dumanlı E .Tuğgeneral Soğuk Savaş sonrası güç dengelerinin değişmesinin ardından Ortadoğu coğrafyasına ABD/Batı’nın artan müdahaleleri bölgemizi daha istikrarsız hale getirmekte, bu ortamda TSK’nin yabancı ülkelere gönderilmesi sıkça gündeme gelmektedir. Yeni anayasal düzende TSK’nin yurtdışına gönderilme kararı bir kişi tarafından verilmekte, o kişinin başkanı olduğu parti tarafından parti disiplini içerisinde TBMM’de onaylanmaktadır. Türk askerinin yurtdışına gönderilme kararının verilmesi ve TBMM tarafından onaylanması kişisel tercihlere göre değil, önceden belirlenmiş somut kriterlere göre olmalıdır. Bu kriterlerin anayasa hükmü haline getirilmesi asker gönderme kararlarını keyfilikten kurtaracak, öngörülebilirliği ve istikrarı artıracaktır. TSK’nin yurtdışına gönderilmesi kararı verilirken aşağıdaki kriterler dikkate alınmalıdır: 1. Asker göndermede yaşamsal bir ulusal çıkarımız var mı? (Cevap hayırsa diğer kriterlere bakılmaz). 2. Asker göndermek son çare mi? Daha önce alınan siyasi, ekonomik... tedbirler yetersiz kaldı mı? 3. Kamuoyu onayı var mı? 4. Gidilecek ülkenin onayı / daveti var mı? 5. Uluslararası meşruiyet var mı? (Bu anayasanın aradığı bir kriterdir. Meşru müdafaa hali veya BM Güvenlik Konseyi kararı varsa geçerlidir.) 6. Verilecek zayiat ve maliyet hesaplandı mı? Maliyeti karşılayacak kaynak var mı? 7. Uzun vadeli siyasi, ekonomik, askeri riskler neler olabilir? 8. Asker göndermekle elde edeceğimiz fayda; verilecek zayiata, maliyete ve alınacak risklere değer mi? 9. Gidecek birliğin görev tanımı ve emir komuta ilişikleri açıkça belirlenmiş mi? 10. Çıkış stratejisi belirlendi mi? Asker ne zaman ve hangi koşullarda çıkacak? 11. Asker gönderilmesi yurt savunmasında ve terörle mücadelede zafiyet yaratır mı? Yurtdışına asker gönderme kararları bu kriterlere göre verilirse Mehmetçik keyfi kararlarla veya siyasi çıkarlar uğruna yabancı ülkelere gönderilmemiş olur, maceraya atılmaz. Bu konular dikkate alınmadan yurtdışına asker göndermenin acı sonuçları tarihimizde yaşanmıştır. Karar vericiler karar vermeden önce yukarıdaki konularda askeri yetkililerin görüşünü almalıdırlar. En son Libya’ya asker gönderme kararı verilirken bu kriterlerin dikkate alınmasında yarar vardır. Yalnız ev sahibi ülkenin daveti asker göndermeye yeterli değildir. AKP kıyımları: Yapboz tamamlanması Günay Güner Türkiye’de 1940 sonrası dönem, sağ yönetim altında adeta kıyımlar tarihidir. AKP’nin yönetime gelişi yapbozun tamamlanışı gibidir. Yetmişli yılların kan donduran kıyımları bir yana, AKP’nin öngününde, 12 Mart 1995’te İstanbul Gazi Mahallesi’nde, pastane ve kahvenin taranması ardından protesto amacıyla toplanan halka arkalarından açılan yaylım ateşle 17 kişi öldürüldü, yüzlerce kişi yaralandı. 21 Ekim 1999’da Ahmet Taner Kışlalı yine arabasına konan bombayla öldürüldü. 8 Ocak 1996’da gazeteci Metin Göktepe polislerce dövülerek öldürüldü. 24 Ocak 2001’de Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan kurşunlanarak öldürüldü. 3 Kasım 2002’de AKP yönetime geldi ve hemen ardından, 18 Aralık 2002’de Necip Hablemitoğlu evinin önünde kurşunlanarak öldürüldü. Bugünlerde FETÖ davaları görülürken kanıtlanıyor ki Hablemitoğlu’nu öldüren FETÖ’dür. Tıpkı 19 Ocak 2007’de Hrant Dink’i öldürdükleri gibi. Acı kayıplar Laik yaşam ve yönetim biçimine karşı artan AKP saldırıları nedeniyle 14 Nisan 2007’de AnkaraTandoğan’da, 29 Nisan 2007’de İstanbulÇağlayan’da, 5 Mayıs 2007’de Manisa ve Çanakkale’de, 13 Mayıs 2007’de İzmirGündoğdu Meydanı’nda Cumhuriyet mitingleri yapıldı. 23 Mayıs 2013’te başlayan Gezi Direnişi laik kesimin, yaşam biçimine yapılan müdahalelere yaygın tepkisi biçiminde gelişti. Gezi Direnişi’nde ellerinde sapan bile olmayan gençler salt demokratik, barışçı protesto haklarını kullanıyorlar diye öldürüldüler. 1 Haziran 2013’te Ethem Sarısülük, 2 Haziran 2013’te Mehmet Ayvalıtaş, 3 Haziran 2013’te Abdullah Cömert, 5 Haziran 2013’te Mustafa Sarı, 6 Haziran 2013’te İrfan Tuna, 10 Temmuz 2013’te Ali İsmail Korkmaz polisçe vurularak, dövülerek ya da yakın mesafeden, hedef gözeterek gaz fişek atılarak öldürüldüler. 16 Haziran 2013’te gaz fişeğiyle başından vurulan Berkin Elvan aylarca komada kalmasının ardından 11 Mart 2014’te yaşamını yitirdi. Recep Tayyip Erdoğan polislerin destan yazdığını söyledi. Burada adlarını bilmediğimiz, adlarına ulaşamadığımız öldürülenlerin yakınları, yaralananlar bu satırların yazarını bağışlasınlar.) Oya bakılmaz Bu dönemdeki kıyımlar yalnızca siyasal kıyımlar değildir. 22 Temmuz 2004’te Pamukova hızlandırılmış tren kazasında 41 kişi öldü. Raylar, altyapı uygun değildi. Yalnızca gösteriş için makiniste hızlı gitmesi buyruldu. 20 Eylül 2011’de AnkaraKızılayKumrular Caddesi’nde PKK’nin bombalı saldırısı sonucunda 5 kişi öldürüldü. 28 Aralık 2011’de terörist olduklarından “kuşkulanılan” kaçakçılar, Uludere’de, savaş uçaklarıyla bombalandı: 35 ölü. Deneyimli ve yurtsever subaylar ErgenekonBalyoz sahte davalarından dolayı, 158 Temmuz 2016’da darbe girişiminde bulunacak FETÖ’nün tutsağı olarak SilivriHasdal cezaevlerindeydiler! Silivri düzmece davalarında tutuklulardan yaşamlarını yitirenler, yaşamlarına kıyanlar oldu. 13 Mayıs 2014’te Soma maden ocağındaki patlamada 301 işçi öldü. Resmi 301 sayısındaki 1, küsurlu görünsün diye konmuş gibidir... (Somalı esnaf, vitrinlerine koydukları duyurularla maden şirketine destek verdi!) 20 Temmuz 2015’te Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) adlı terör örgütü Suruç’ta gençleri bombaladı (canlı bomba), 33 kişiyi öldürdü, yaklaşık 100 kişiyi yaraladı. IŞİD 10 Ekim 2015’te Ankara Tren Garında miting için toplananlara canlı bombayla saldırdı, 102 kişiyi öldürdü, onlarcasını yaraladı. 17 Şubat 2016’da Ankara Genelkurmay önünde bekleyen, Genelkurmay çalışanlarının servis araçlarına bombayla saldıran PKK, 28 kişiyi öldürdü, 61 kişiyi yaraladı. 12 Mart 2016’da, Karaman’da, Ensar Vakfı’na ait öğrenci yurdunda, 45 çocuğa, yıllardır cinsel saldırı uygulandığı ortaya çıktı. (Sanıklar yargıdan kaçırıldığı gibi, günümüzde de gün geçmiyor ki benzer bir acı olay yaşanmasın.) 13 Mart 2016’da canlı bombayla Ankara Kızılay Güvenpark’ta saldırı düzenleyen PKK, 37 kişiyi öldürdü, onlarcasını yaraladı. Paramparça edilip öldürülenler gencecik dershane öğrencileriydiler. 15 Temmuz 2016’da Fethullah Terör Örgütü darbe girişiminde bulundu. FETÖ yaklaşık 250 kişiyi öldürdü. Oysa 10 yılı aşkın süre devlet olanakları Fethullah cemaatine açılmıştı. Bu cemaat kamuda, orduda, poliste ve özelde yaygın biçimde kadrolaşmıştı. 29 Kasım 2016’da AdanaAladağ’da Süleymancılar cemaatinin yönettiği kız çocuk yurdunda çıkan yangında 11’i çocuk, 12 kişi yanarak öldü. 10 Aralık 2016’da İstanbul Dolmabahçe’de yapılan bombalı saldırı sonucu 45 kişi öldürüldü, 145 kişi yaralandı. 31 Aralık 2016’da yılbaşı gecesi Reina eğlence yerini basan IŞİD militanı yaylım ateş açtı, bombaladı, 39 kişiyi öldürdü, 69 kişiyi yaraladı. 5 Ocak 2017’de İzmir’de büyük bir kıyımı, trafik polisi Fethi Sekin canını feda ederek önledi. PKK’nin planı İzmir Barosu içinde saldırıydı. Ayrıca, AKP yönetimince Suriye’de Beşşar Esad yönetimine karşı başlatılan saldırılar, IŞİD, El Kaide vb. örgütlerin alabildiğine desteklenmesi, eğitilip donatılarak Esad güçlerine, laik güçlere karşı savaşmalarının sağlanması sonucunda yüz binlerce Suriyeli öldürüldü, göç ve kaçış yollarında canından oldu, yakınlarını yitirdi; yüzlerce insan, yüzlerce çocuk Ege Denizi’nin sularına gömüldü. 8 Temmuz 2018’de Çorlu’da 5 vagonun raydan çıkıp devrilmesi sonucunda 24 kişi öldü, yüzlercesi yaralandı. Rayların altındaki toprak boşalmış ama TCDD’nin haberi olmamış. Soma kıyımı duruşmaları bitti, mahkeme maden şirketi sahibini suçsuz buldu, diğer ilgililere ise en az cezaları vererek konuyu kapatmış oldu. Kararın seçimler sonrasına bırakılması da anlamlıydı. Emniyet Müdürlüğünde, polis araçları içinde yapılan işkenceleri, yüzlerce yurttaşa, partili cumhurbaşkanına hakaret savıyla dava açıldığını, çevre, doğa kıyımının inanılmaz boyutta olduğunu da eklemek gerekir. Ve daha birçok olay... İnanılır gibi değil... Böylesi kıyımlara, hafifleterek dillendirelim ki engel olamamış bir yönetimin ne kadar oy aldığına bakılmaz. Hemen istifa etmesi gerekir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle