13 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 17 OCAK 2020 CUMA EDİTÖR: ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR TASARIM: İLKNUR FİLİZ olaylar ve görüş[email protected] Montrö’nün bilinmeyen Süha Umar Büyükelçi (E) Montrö Sözleşmesi’nin tartışmaya açılması, Türkiye’nin İstanbulÇanakkale boğazları ile Marmara Denizi üzerindeki mutlak egemenliğinin tartışmaya açılmasına ve kısmen de olsa kaybedilmesine yol açabilecek bir adımdır. Kanal İstanbul’un Montrö Sözleşmesi’ni tartışmaya açması ise kaçılmazdır. Şu Kanal İstanbul nelere kadir! Türkiye Cumhuriyeti’nin en gizemli sayfalarından birini tarihin karanlıklarından alıp getirdi ve gündemin başköşesine oturttu. Gün geçmiyor ki yazılı ve görsel basında her meslekten, her kesimden bir “Montrö uzmanı!” konuşmasın. Eh bu kadar bilen olunca, “bir bilene soralım” demek kimin aklına gelecek? Kimsenin tekerine çomak sokmak istemem ama “bu kargaşada ben de bir çift laf edeyim” dedim. Neden mi? Montrö’nün tüm tarihçesini, üstelik bire bir Dışişleri Bakanlığı’nın telgraflarına dayanarak araştırıp, yazmış bir kişi olarak bunun belki bir işe yarayacağını düşündüğüm için.* Montrö herhangi bir uluslararası sözleşme değildir. Montrö, Türkiye Cumhuriyeti’nin, ülkesinin askerden arındırılmış, uluslararası yönetime ve denetime bırakılmış son parçası üzerindeki mutlak egemenliğini tescil eden belgedir. Tartışmaya açılırsa, Türkiye’nin “Türk Boğazları” olarak bilinen, İstanbulÇanakkale boğazları ve Marmara Denizi üzerindeki egemenliği tartışmaya açılacaktır. En önemli dayanak Montrö, boğazlar üzerinde yüzyıllar süren ve sonuçta Osmanlı Devleti’nin ortadan kalkmasına varan tarihi bir sürecin tekrarlanmaması için en önemli dayanağımız, kozumuzdur. Tartışmaya açılırsa, geçmişin İngiltereRusya çekişmesi, bu kez ABDRusya Federasyonu arasında yaşanacaktır. Bugünün dünyasında, bugünün Türkiyesi bu çekişmeden, Montrö ayarında bir güvence belgesi ve konumu ile çıkamaz. Montrö, Türkiye’nin herhangi bir savaşta, istemeden, sa hikâyesi ve değeri Montrö, Türkiye’nin herhangi bir savaşta, istemeden, savaşan taraflardan birinin yanında savaşa girmesini önleyen bir sözleşmedir. vaşan taraflardan birinin yanında savaşa girmesini önleyen bir sözleşmedir. Nitekim II. Dünya Savaşı’nda bu niteliğini ve yararını kanıtlamıştır. Montrö tartışmaya açılırsa Türkiye, altından kalkamayacağı yükümlülükler üstlenmek ve günü geldiğinde istemediği bir savaşa girmek tehlikesi ile karşı karşıya kalacaktır. Saflıktan öte olur Montrö, Rusya’nın da güvenliğinin temel bir belgesidir. Rusya, 1936’nın koşullarında ve o zamanın Türkiye Cumhuriyeti’nin Avrupa ve dünya siyasetindeki konumu, ağırlığı ve güvenirliği nedeniyle güvenliğini Türkiye’nin ihtiyarına ve kararına bırakabilmiştir. Montrö tartışmaya açıldığı takdirde bugünün dünyasında Rusya Federasyonu’nun bunu kabul edeceğini düşünmek ürkütücü bir aymazlıktır. Bugün dünyanın en saldırgan ve “Önce ABD” diyen ülkesi, yıllardır Montrö’yü ortadan kaldırmak, en azından kendisinin de taraf olacağı yeni bir sözleşme yapılmasını sağlamak için akla gelmeyecek yollara başvurmakta, ba haneler yaratmaya, maraza çıkarmaya çalışmaktadır. Montrö tartışmaya açılacak olursa Türkiye’nin ABD’nin önünde durabileceğini düşünmek ancak masal dünyasında yaşayanlara özgü bir saflıktır. 1936’da, Montrö’ye gitmeden, sözleşme taslağı üzerinde görüş birliğine vardığımız Rusya, konferans görüşmeleri sırasında bu tutumunu değiştirmiş ve Karadeniz’e kıyısı bulunmayan devletlerin savaş gemilerinin boğazlardan geçmesini engellemeye; Sözleşme’ye, boğazları Türkiye ile Rusya’nın birlikte savunmalarını sağlayacak hükümler konmasına çalışmıştır. O zaman, “önce Türkiye’nin güvenliği” diyen ve bunu sağlayacak yeni bir sözleşme taslağı sunarak, Rusya’nın önüne dikilen İngiltere’nin bugün yerini alan ABD’nin, İngiltere gibi davranacağını beklemek gerçekçi değildir. Atatürk tartıştırmadı Montrö Sözleşmesi’nin imzasını takiben Rusya, Sözleşme ile alamadıklarını alabilmek, boğazlarda diğer devletlerden daha fazla söz sahibi olabilmek için Türkiye’yi ikili bir yardımlaşma anlaşması yapmaya zorlamak istemiştir. Atatürk, İnönü ve T. Rüştü Aras** buna yanaşmamışlardır. Gerekçe olarak, Montrö varken başka anlaşmaya gerek olmadığını göstermişler ama daha da önemlisi, böyle bir ikili anlaşmanın Montrö’yü tartışmaya açacağını ve Türkiye’ye kazandıklarını kaybettireceğini değerlendirmişlerdir. Montrö ile boğazların ve Marmara Denizi’nin egemenliğinin mutlak biçimde Türkiye’ye bırakılmış olması, Boğazlar üzerinde asırlara dayanan iddia ve beklentilerinden bugün de vazgeçmemiş olan Rusya için de, Montrö’yü Karadeniz’e dilediği gibi çıkmasının önünde engel olarak gören ABD için de büyük rahatsızlık konusudur. Montrö tartışmaya açılacak olursa bu iki ülke önce bu rahatsızlıklarından kurtulmak isteyeceklerdir. Yaşamsal sorun olur İşte bu nedenlerledir ki Montreux Sözleşmesi’nin tartışmaya açılması Türkiye için yaşamsal bir egemenlik ve güvenlik sorunudur. Buna kendi elimizle yol açılması ise ulusça akıl tutulmasına uğradığımıza işaret eder. Montrö’nün tartışmaya açılması, Türkiye’nin İstanbulÇanakkale boğazları ile Marmara Denizi üzerindeki mutlak egemenliğinin tartışmaya açılmasına ve kısmen de olsa kaybedilmesine yol açabilecek bir adımdır. Kanal İstanbul’un Montrö Sözleşmesi’ni tartışmaya açması ise kaçılmazdır. Bütün bunları bilmeyenlerin, öğrenmeyi de reddedenlerin, “Montrö de neymiş ya. Biz onu da düşündük. Önce bir bakmak lazım. Türkiye Montrö ile ne kazanmış ne kaybetmiş” demelerine ise şaşırmamak gerek. *Montrö ve Savaş Öncesi Yıllar. Dışişleri Bakanlığı Siyaset Planlama Dairesi yayını. 1973. Kitabın Montrö bölümü tarafımdan yazılmıştır. **Atatürk Cumhurbaşkanı, İnönü Başvekil, Aras Dışişleri Bakanı ve Montrö Türk Heyeti Başkanı’dır. Baskıyı yenmenin yolu Nusret ERTÜRK Nâzım Hikmet, “Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda/ Ne sen bunun farkındasın ne polis farkında” dizeleriyle önemli bir gizi açıklıyor. Baskının en azılısının bile insan zekâsıyla bozguna uğratılacağını, yenileceğini gösteriyor. Baskılara meydan okumanın önce şiirle, sonra şarkıyla ölümsüz kılmanın unutulmaz örneğidir bu. Erzurum’daki ceviz ağacı 196770 yılları arasında Erzurum Eğitim Enstitüsü Türkçe bölümü öğrencisiydim. Kayıt olmamın ertesinde Erzurum CHP il örgütünün çıkardığı Devrim gazetesinde Necati Aygın’dan sonra ikinci basın kartı sahibi olarak göreve başladım. Necati Aygın daha sonra İzmir Cumhuriyet’te uzun yıllar çalıştı. Erzurum Devrim, Atatürk ilkelerini savunuyordu. Gazete bizden soruluyordu. Köşe yazıları, haberler, sanat sayfası... İyi bir tabanımız vardı. CHP, Erzurum’da üç milletvekili çıkarıyordu. Merkezin belediye başkanı bile CHP’dendi. Birkaç ay sonra Eğitim Enstitüsü’nün Müdürü Yusuf Ziya Beyzadeoğlu adımı gazetede görünce, Erzurum’da ileri gelen bir büyüğüme, benim oradan ayrılmamı önermiş. Ben bu haberi alınca gazetede üç kişi oldum. Takma adlar ne güne duruyor? Köşe yazısında Mahmut Dal, şiirde Orhan Özgürler, haberlerde bir başka ad. Gülhane Parkı’nda değildim. Erzurum’da benzer görüntü neden olmasın? Söylenecek sözü, yapılacak işi olsun kişinin, isterse bir yolunu bulur. Aziz Nesin, yazılarında yüzlere ulaşan takma ad kullanmasını “İnsan, toplumda gövdesi kadar değil, yüreği kadar yer kaplar” diyor Che Guvera. Önce yürek gerekli. Cesaret, cesaret! isteyerek yapmamıştır. Her yerde, her zaman Rıfat Ilgaz’a kulak verelim: “Benden geçti mi diyorsun?/ Aç kollarını korkuluk ol!” Korkuluğun bile önemli görevi yadsınamaz. Sorumluluk, küçük büyük demeden herkesindir. Bunun emekliliği yoktur. “Kim Milyoner Olmak İster’’ adlı bir yarışmada on dokuz yaşındaki bir genç tüm soruları bilerek bir milyonu kazandı geçen ay. Başarılı genç yaşamını anlatırken, yılda yüz elli kitap okuduğunu söyledi. Okuma alışkanlığı, bilmiyorum ne denli ilgi çekti. Biz daha çok parayla ilgileniyoruz. Alacağı parayla kitaplık kuracağını söyledi, iyi mi? Yarışmayı kazanan o genç çözümün açık adresini verdi. Bilginin üstünde bir güç tanımıyorum. Bilirsiniz, bizde kimi üst düzey yöneticiler, biraz da övünerek kitap okumadıklarını, özet okuduklarını söylüyor. Baskı, doğru yolda, örnek çalışmayla aşılır. Böyle bir kişiye genellikle toz kondurulamaz; böyle bir kişi leke tutmaz. Yunus Emre, genç liğinde bir dergâha girer. Oradaki görevi ormandan odun getirmektir. Yunus’un getirdiği düz odunlar şeyhinin dikkatini çeker. Nedenini sorar. Yunus şöyle yanıtlar: “Sizin dergâhınıza odunun eğrisi bile giremez.” Ben bunu anımsayınca, tüm eğrilere, eğriliklere hayır diyorum. Eğri olanlar düşünsün. Baskıya karşı mizah Baskılara karşı koymanın bir başka yolu da mizahtır. Mizah, bütün dünyada denenmiş, test edilmiş, geçerliliği kanıtlanmıştır. Mizah, baskı yapanları kesin susturmuş, tuş etmiştir. Gülmenin neden yasaklandığını mizahla tanışınca anlarız. Yanlışlıkları, çarpıklıkları alaya alarak kendini savunmanın bir başka yoludur mizah. Kahkahaya karşı daha üstün bir silah henüz bulunmamıştır. Gülen kazanıyor. Çizgiden bile korkanlara ancak gülünür. Nitelikli her sanat eseri özgürlükten, insanın doğal haklarından yanadır. Sanatçı emir almaz, sanat boyun eğmez. İnsanları böyle ortam Picasso’nun ünlü eseri Guernica larla tanıştırmak büyük bir adımdır. Sanat ortamlarını çoğaltmak, izleyicilere bu ortamların bağını kurmak önemsenecek bir dönüşümü gerçekleştirir. Picasso, ünlü resmi Guernica’yı yapmıştır. Savaş sonrasında bir sergi açan Picasso, İspanya iç savaşına neden olan dönemin diktatörü Franco da sergiyi gezenler arasındadır. Franco, etkileyici Guernica adlı tablonun önünde durur. Picasso’ya, “Bu resmi siz mi yaptınız” diye sorar. Ressamın yanıtı şöyle olur: “Hayır efendim, siz yaptınız!’’ “İnsan, toplumda gövdesi kadar değil, yüreği kadar yer kaplar” diyor Che Guvera. Önce yürek gerekli. Cesaret, cesaret! Cesaret sözü geçer de İsmet İnönü’nün o ünlü özdeyişi akla gelmezse eksik kalır: “Bir ülkede namuslular namussuzlar kadar cesur olmadıkça kurtuluş yoktur.’’ Yanlış yapana Picasso benzeri, “Bunu siz yaptınız!” diyebilmek, kesin sonuç getirecek önemli bir adımdır. Baskı ve korku, telefon dolandırıcılığını artırdı  Ne yazık ki toplumda, herkesin, her an, her yerde, “terör örgütü üyesi olmadan örgüte destek verdiği” veya “Cumhurbaşkanına hakaret ettiği” ya da “hakkınızda şikâyet var” iddiası ile gözaltına alınma veya tutuklanma olasılığının bulunduğu izlenimi yaratıldı. On yıldan uzun bir süre önce Ergenekon ve Balyoz davaları ile başlayan Türkiye’yi “Baskı altında bir korku toplumuna” dönüştürme süreci devam ediyor: Normal yollarla ifadeye çağrılmak yerine, polis tarafından evi basılan, havaalanından gözaltına alınan, otel odasından sabahın köründe alınıp götürülen kişilerin haberleri... Ve bütün bunlar yetmiyormuş gibi, ömürlerini FETÖ ile mücadele ederek geçirmiş bazı kişilerin FETÖ’ye yardımdan mahkum edilmeleri... PKK terör örgütüne yardım suçlaması ile bir bölümü seçilmiş olan bazı politikacıların tutuklanmaları... Sosyal medya hesapları üzerinden “Cumhurbaşkanına hakaret” veya “Teröre destek” suçlaması ile soruşturma açılanların sayısındaki artış... Türkiye’yi iyice bir “Korku toplumuna” dönüştürdü. HHH Bir “Korku toplumuna” dönüştürülen ülkemizde bundan en çok yararlananlar telefonla dolandırıcılık yapanlar: Kendilerini arayan dolandırıcılara para kaptıran ünlülerin öyküleri medyada sık sık yer alıyor. Ne yazık ki olaylar, ancak kamuoyunun tanıdığı kişiler dolandırıldıkları zaman medyaya yansıyor: Dolandırıcılık o denli yaygınlaştı ve sıklaştı ki, insanları canından bezdiren bu bela, normal vatandaşların başına geldiği zaman artık haber değeri bile taşımıyor! HHH Benim çevremde, en azından bir üyesi dolandırılmayan veya dolandırıcılar tarafından aranmış olmayan aile neredeyse kalmadı gibi. Dolandırıcılar aradıkları kişileri korkutarak kandırıyorlar: Banka hesaplarının bir terör örgütü (genellikle PKK) tarafından ele geçirildiği iddiası çok kişiyi korkudan felç ediyor: Bana anlatılanlara göre, insanlar bu korkuyla adeta robotlaşarak, kendilerini telefonda komiser olarak tanıtan kişinin talimatlarına uyuyorlar. Anlatılanlara göre dolandırıcılık şöyle gerçekleştiriliyor: 1) Dolandırıcılar, önce belli bir kaynaktan (polis asıl bu kaynakları bulmalı ve kurut malı) pek çok kişinin kimlik bilgilerini ele geçiriyorlar. 2) Sonra belli bir yaşın üzerindeki kişileri aramaya başlıyorlar. (Hele aranan, yalnız yaşayan yaşlı bir kişiyse onu korkutmak ve dolandırmak çok daha kolay oluyor.) 3) Arayan kişi kendisini ilçe Emniyet müdürlüğünden bir komiser olarak tanıtıyor. İnandırmak için de bir isim ve bir yaka numarası veriyor 4) Kimliğinizin ve kimliğiniz aracılığıyla banka hesabınızın terör örgütü tarafından ele geçirildiğini söylüyor. 5) Bütün kimlik bilgilerinizi tek tek sayıyor, sizi korkutuyor ve “hakkımdaki her şeyi biliyorlar, kimliğim ele geçirilmiş” diye düşündürerek teslim alıyor. 6) Bu konuşma sırasında, mizansen olarak arkadan polis telsizi sesleri kullanılıyor. 7) Daha sonra bir operasyon yapılmakta olduğu söylenerek terör örgütü mensuplarının yakalanması için, bankadan paranızı çekmeniz, operasyonda kullanılmak üzere kendilerine getirmeniz isteniyor ve belli bir yer tarif ediliyor. 8) Kimi zaman bankadan çıkar çıkmaz elinizdeki paket alınıp kaçılıyor, kimi zaman da para, bıraktığınız yerden alınıyor. 9) Bazen, kimseyi arayıp danışamayasınız diye de, o anda operasyon yapıldığı belirtilerek kendileriyle irtibat halinde olmanız için telefonunuzu sürekli olarak açık tutmanız isteniyor. HHH Emniyet Genel Müdürlüğü telefon sahiplerini uyarmak için bu konuda sık sık mesajlar yolluyor... Ama insanlarda öylesine bir korku yaratılmış ki, “Polis” ve “Terör örgütü” lafları duyulunca, özellikle yaşlı ve yalnız yaşayanlar korkudan her şeyi yapıyor. Böyle telefonlar geldiğinde üç şey yapabilirsiniz: 1) “Ben banka işlerinden anlamam. Benim işlerime çocuklar bakıyor” diyebilirsiniz. 2) “Peki, siz kapatın, ben Emniyet müdürlüğünün sabit numarasından sizi arayacağım” diyebilirsiniz. (Ama her iki durumda da karşınızdakinden okkalı bir küfür yemeyi göze almanız gerekiyor!) 3) Vakti olanlar ise böyle telefonlara “Peki” deyip istenilenleri yaparken arayanları yakalatıyor. Elbette arayan numarayı ve olayı derhal polise ve savcılığı bildirmek de gerekiyor. HHH İktidar isterse, bu olayları önleyecek tedbirler için gerekli kararları hemen alabilir! öZel tas ım c Kupal ı ve F e Altlığı www.cumhuriyetkitap.com.tr ‘ de ve diğer satış noktalarında! Satış Noktaları 2020 Masa Takvimi hediye! İstanbul Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 Şişli 0212 343 72 74 Ankara Güvenevler Mah. Güneş Cad. No:8/1 Kavaklıdere 0312 442 30 50
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle