24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 14 EYLÜL 2019 CUMARTESİ gorus@cumhuriyet.com.tr TASARIM: SERPİL ÜNAY Cesur(!) Alternatif Finans RAZİYE KARABEY AraştırmacıYazar Geçtiğimiz 9 Eylül’deki “Alternatif Finansta Yeni Ufuklar” adlı toplantıda her zamanki korkutma taktiğine başvuran tek adam “Bugün dünyayı yeni bir ekonomik durgunluk korkusu sarmış” olduğunu, çare olarak “alternatif finans konusunda daha cesur adımlar” atacağını bildirdi. 18 yıllık iktidarında faize ve bankacılığa karşı olduğunu ilk kez net ve açık bir şekilde ifade etti ve bankacılık dışı finans kesimini büyüteceğini açıkladı. Artık alışkanlık kazanan korkutma yöntemi aslında bu konuda gereksiz; zira iktidar, varoluş politikalarından biri olan alternatif finansın, diğer bir deyişle katılım finansmanının taşlarını zaten 2012’den beri döşüyordu. Özellikle, palazlandığı 2014’ten itibaren “İslami finans sektörünü” stratejik alan belirlemiş ve her hükümet programında ve son kalkınma planında “faizsiz finansın ve İslami finans merkezinin geliştirilmesi, bu alanda bir koordinasyon mekanizması oluşturulması ve etik ilkelerin belirlenmesi” maddeleri yer almıştır. Başkanlık kabinesinin Ağustos ve Aralık 2018 tarihli 100 günlük eylem planlarında da faizsiz finansman faaliyetleri için altyapının geliştirileceği belirtilmişti. “Şer’i” boyut Bu doğrultuda, sırasıyla, Ziraat Katılım, Vakıf Katılım, Faizsiz Finans Koordinasyon Kurulu, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) bünyesinde Katılım Bankacılığının Geliştirilmesi Dairesi ve Türkiye Varlık Fonu kuruldu. Varlık Fonu’nun kuruluş gerekçeleri arasında “İslami finansman varlıklarının yaygınlaştırılması” da yer almaktadır. Ekim 2018’de Türkiye Kalkınma Fonu kuruldu, Şubat 2019’da bir dönemin emlak kredi bankası Türkiye Emlak Katılım’a dönüştürüldü. Böylece, Ziraat, Emlak ve Vakıf Katılım uzmanlaşmaya gitti ve Emlak Katılım faizsiz konut finansmanını üstlendi. Yukarıdaki gelişmeler ve sermaye piyasası ile bankacılık mevzuatından muaf olarak birbiri ardına kurulan Varlık Fonu ve Kalkınma Fonunun birlikte incelenmesi gösteriyor ki, hedef “dual finans sistemi”ni, yani, kendi ifadeleriyle “şer’i boyutları” kapsayan hukuku getirmektir. Zaten BDDK’nin uzun süredir üzerinde çalıştığı faizsiz finans kanun taslağı, “faizsiz finans ilkelerinin tanımlanması ve İslam kurallarıyla uyumlu kurumsal yapının tesis edilmesi” alanlarını düzenliyor ve Faizsiz Finans Standartları Kurumu, Uyum Komiteleri gibi yapıların kurulmasını içeriyor. Faizsiz Finans Koordinasyon Kurulu da işte bu kapsamda merkezi danışma kurulu, yani fıkıh jargonuyla şeriat kurulu ile ilgili çalışmalar yürütüyor. Ekim 2017’deki beyanatında BDDK Başkanı “Faizsiz ürün ve hizmetlerin ekonomimizin seküler sistemi dışında düzenlenmesi gerektiğinin aşikâr” olduğunu açıklamıştı. Keza, rejimin düşünce kuruluşu SETA’nın 2017 tarihli raporu da “İslami finans kuruluşlarının fıkhi açıdan problemli olduklarını, merkezi danışma kurulu fetvalarına ve müstakil bir mevzuata ihtiyaç duyduklarını” belirtiyor. BDDK’nin bir adım ötedeki “arzusu” ise kredi ve sermaye piyasalarının yanı sıra bölgesel emtia borsalarını, leasing ve tüketici finansman firmalarını, faizsiz yapı tasarrufu kuruluşlarını ve faizsiz kooperatif bankaları gibi finansal kuruluşları içine alan “bütüncül bir yapı kurmak”. İki büyük sakınca Finanstaki bu “laiklik dışı” girişim başlıca iki sakınca içermektedir: 1. Amacı şüphelidir. Planlanan İslami finans sisteminin ve İslami finans merkezinin Körfez sermayesini çekeceği beklentisi yersizdir. İslam İşbirliği Teşkilatı Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi ISEDAK’ın Ekim 2018 tarihli Ulusal ve Küresel İslami Finans Mimarisi raporu, başarılı uluslararası finans merkezlerinin, geleneksel finansta çok güçlü altyapı kurumları, işleyen borsalar ve sistemlerini bilen hukukçular gibi avantajlara sahip olduklarını, halihazırda güçlü oldukları bu yönlerinin üzerine koyarak, zaten var olan finansal ürünleri kısmen İslami alana genişlettikleri bulgusuna ulaşmıştır. Rapor ayrıca, finansal bölge seçiminde, ölçek ekonomisinin ve İslami ve geleneksel ürünler arasındaki sinerjinin de belirleyici olduğunu ortaya koymuştur. Neden alternatif finans hukuku? Dahası, raporun incelediği uluslararası finans merkezlerinin hiçbirisi, İslami finans faaliyetlerinin yürütülmesinde, ne düzenleyici şer’i yönetişim oluşturmuş, ne de somut şekilde finans hizmetleri mevzuatında bir değişiklik yapmıştır. Biz niçin güçlü bir finansal yapıyı hedeflemek yerine, alternatif finans hukuku oluşturuyoruz öyleyse? 2. Yöntemi tehlikelidir. Çünkü genel hukuk sistemimizde dual bir yapıya kapı aralamaktadır, zira mevcut sisteme eklemlenen ikinci yapılar, bir örneğini eğitimde yaşadığımız gibi, hayat alanlarını giderek genişletme peşinde ta ki asıl yapıyı yutuncaya kadar. Nitekim, konunun farklı düzeylerdeki bazı paydaşları, iktidarın hedeflediği aşamayı bile yeterli görmüyor ve “faizin sistemsel üretimine, mevcut parakredi sistemine son vermeyi” gerekli görüyor. Faiz ve banka karşıtlığını ilan eden bir tek adamın öncülüğünde, “İslami kurallarla uyumlu ve bütüncül” bir İslami finans hukuku, gerek finans sistemimizi gerekse genel hukuk sistemimizi tehdit eden bir hedeftir. 181. sayımız bayide sizi bekliyor olaylar ve görüşler Atatürk, Karl Popper ve eleştirel akılcılık Umut Berhan Şen Yazar İngiliz bilim felsefecisi Karl Popper’in metodolojisi olan, eleştirel akılcılık, sorun çözmek için varsayım önermek ve önerilen varsayımları gözlem raporlarıyla kontrol ederek, gözlemle çelişenleri (yanlışlanmış olanları) elemek olarak ifade edilebilir. Einstein dahi, bilim karakterini en iyi dile getiren yorumun, Karl Popper’ın ‘eleştirel akılcılık’ yöntemi olduğunu kabul etmekte ve desteklemektedir. Gerçekçi bilgi Karl Popper, 1935’te yayımlanmış olan “Bilimsel Araştırmanın Mantığı” adlı eserinde bilimi kavram olarak şu şekilde tanımlar: “Bilim, içerdiği ifadeler, gözlem raporlarını oluşturan ifadelerle yanlışlanabilecek düşünce sistemlerinin tamamına verilen addır.” Bu nedenle, genel ifadelerin doğrulanması veya yanlışlanması arasındaki asimetrinin çok önemli olduğu görülmektedir. Atatürk, bilimin tezlerinin bireylerin keyfinden bağımsız olarak kontrol edilebilme özelliklerinin, onların günlük hayatta en nesnel, en doğru kılavuz olarak kabul edilmelerini gerektiğini mükemmel biçimde kavramıştır. Karl Popper’a göre gerçekçi bilgi kavramı şöyledir: Bilgi, herhangi bir nesne veya sürecin, gözlemcinin ilgisini çeken özellikleri arasında ulaşılabilir olanlardan kodlanabilenlerin tamamıdır. Eleştirel akılcılığı 7 maddede özetleyebiliriz: 1 Problemin saptanması (Bu gözlemler veya mevcut varsayımlar ışığında yapılır). 2 Problem çözümü için bir varsayımın uydurulması. 3 Varsayım çıkarımlarının gözlemle denetlenmesi. 4 Gözlemlerle çelişiyorsa varsayımın terk edilmesi. 5 Genişlemiş gözlem temeliyle Atatürk, doğa bilimlerinde yaygın olarak kullanılan bilimsel yöntemi askerlik ve politika hayatının tüm dönemlerinde uygulamıştır. uyumlu yeni bir varsayım oluşumu. 6 Yeni varsayım çıkarımlarının gözlemle denetlenmesi. 7 Dördüncü ve sonraki aşamaların (sağlama yapılması açısından) sırasıyla tekrarı. Atatürk’ün yaşamı boyunca tüm düşünce yapısı bu yöntem üzerine kurulmuştur. O, doğa bilimlerinde en yaygın olarak kullanılan bilimsel yöntemi askerlik ve politika hayatının tüm dönemlerinde uygulamıştır. Dolayısıyla, onun sahip olduğu bu bilimsel metodolojinin, Atatürk’ün bir bilim insanı olduğunu ortaya çıkardığı görülmektedir. Akılcı tavır Bu konuda yapılan en değerli bilimsel yayın; İTÜ jeoloji profesörü ve Türkiye Bilimler Akademisi kurucu üyesi olan Prof. Dr. A.M. Celal Şengör’ün Hasan Âli Yücel ve Türk Aydınlanmasının Metabilimsel Temelleri (Yükseköğretim Kurulu Matbaası, Ankara 1998) adlı kitabı. Prof. Dr. Celal Şengör’e göre: “Türk Aydınlanması”nın iki büyük ismi, gerek Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, gerekse 19381946 tarihleri arasında Milli Eğitim Bakanlığı yapan Hasan Âli Yücel, her ne kadar kendilerinden sonra gelen Popper’in eserlerini tanıma fırsatını bulamamış olsalar da, onun felsefesinin özü olan eleştirel akılcı tavrı benimsemişlerdi. Nutuk’un incelenmesinin ortaya koyacağı üzere, Atatürk her zaman önündeki sorunlara bir bilim adamı gibi yaklaşmış, problemleri tanıyıp tanımladıktan sonra önerdiği çözümleri denemiş, tatbikattan elde edilen veriler çözüm önerisiyle çelişiyorsa, o çözümü hızla ve kesinlikle terk ederek yeni bir çözüm önerisi geliştirmiş ve bu sefer onu denemeye başlamıştır. Bu, bilimden de günlük hayattan da bildiğimiz deneme yanılma yöntemidir. Yönetenlere tavsiye Bugün, Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak, önümüzde duran ciddi toplumsal ve siyasal sorunlar bulunmaktadır. Naçizane, bu köşenin yazarı olarak, devletimizin yöneticilerine ve Atatürk’ün bilim yolunda ilerlemek isteyen tüm genç arkadaşlarıma, Prof. Dr. Celal Şengör’ün “Hasan Ali Yücel ve Türk Aydınlanmasının Metabilimsel Temelleri’’ adlı kitabını okumalarını tavsiye ediyorum. DGM direnişi, emeğin örgütlenmesi ve bugün 7 ve üzer büyüklüğünde 8 yıllık deprem suskunluğu Haluk Eyidoğan Tarımsal katma değerde büyük aşınma Bayram Ali Eşiyok Neyi koruyalım, nasıl koruyalım? DOĞAN KUBAN 2019 Küresel Gıda Krizleri Raporu üzerine....MÜFİT AKYOS Geometri notları: Zarif, zaruri, zararsız. zamane zarları ERGUN AKLEMAN Sosyal medya stresi TANOL TÜRKOĞLU Bir beynin bütün bağlantılarını çok yakında öğrenebileceğiz! ÇAĞRI YALGIN Aşırı kafeinin yan etkileri Betona fatura çıkarmak ERHAN KARAESMEN Yeniden vitaminler ve destek ürünleri üzerine... MUSTAFA ÇETİNER Her Cuma beyin besleme günü Günlük bilim portalımız ve abonelik: www.herkesebilimteknoloji.com’da Tel: 0216 449 99 42 Mehmet Şakir ÖRS GAZETECİYazar Ülkemizin toplumsal mücadele tarihinde, önemli eylemler ve direnişler vardır... Bu hareketlenmeler, her daim önümüzü aydınlatır... Geçmişi bugüne ve geleceğe bağlar... Bizlere güç ve moral verir... İşte bu tarihsel eylemlerin içinde, “Devlet Güvenlik Mahkemeleri”ne (DGM) karşı verilen mücadele, önemli bir yer tutar. Bundan tam 43 yıl önce, 1976 yılı 16 Eylül’ünde, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) öncülüğünde, Türkiye işçi sınıfı demokrasi için ayağa kalkmıştı. Günümüzün demokrasi mücadelesi için de önemli derslerle dolu olan DGM direnişini, kısaca anımsayalım ve anımsatalım. 1970’li yıllarda, dünyadaki gelişmelere koşut olarak hızla örgütlenen ve giderek güçlenen emek hareketi, DİSK’i nicelik ve nitelik olarak çok etkin bir konuma getirmişti. Bundan rahatsızlık duyan dönemin siyasal iktidarı, hem emek hareketini hem de toplumsal muhalefeti sindirebilmek amacıyla, olağanüstü mahkemeler olan DGM’leri gündeme getirdi. İşte işçiler, emekçiler, yurtseverler, bu antidemokratik uygulamaların ve mahkemelerin yasalaşmasına karşı seslerini yükselttiler. Toplumsal muhalefetin ve halkın geniş kesimlerinin desteğini alan DİSK, bütün ülkede direnişe geçti. “Genel Yas” adı altında 16 Eylül’de başlayıp 20 Eylül’e kadar süren DGM direnişi, yaşanan gözaltılara ve işten atmalara karşın başarıyla sonuçlandı. DGM yasası engellendi. Direnişin bizce en önemli boyutu, o güne kadar hep kendi ekonomik talepleri için harekete geçen işçi sınıfının, DGM gibi siyasal bir konuda açıktan tavır koymasıydı. 43 yıl sonra DGM direnişine bugünden bakınca neler görüyoruz? Öncelikle Türkiye işçi hareketinin o yıllardaki bilinç ve örgütlülük düzeyi yüreğimizi ışıldatıyor. Elbette toplumsal muhalefetin ve siyasal hareketlerin hakkını da teslim etmek gerekiyor. Dönemin ana muhalefeti Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP), başta DİSK olmak üzere sendikal örgütlenmelerle, emek hareketiyle bağlaşıklığı ve dayanışması da önem taşıyor. Bizce, DGM direnişinin altı çizilme si gereken iki önemli yönü var. Birincisi, diğer birçok grev ve direnişlerde daha çok iş ve aş talepli davranan, yani ekonomik istemlerle harekete geçen işçi sınıfının, DGM’ler gibi daha çok siyasal yanı ağır basan bir konuda bu denli ön alması ve kararlılık göstermesi... İkincisi ise, bu direnişin başarıya ulaşması, sonuç alması ve “DGM’yi ezdik...” sloganında ifade edildiği üzere, o dönemde DGM’lerin engellenmesidir... DGM direnişi, başta emek hareketi ve sendikal, siyasal örgütlenmeler olmak üzere, herkes için önemli derslerle doludur. Bizce en önemli ders ise ekonomik ve siyasal mücadelenin ve onların örgütlerinin ortaklaştırılması, dayanışması ve bağlaşıklığıdır... Utkuya ulaşan DGM direnişinde, başarıya giden yolun temelleri böyle atılmıştır... Emekçi örgütlenmeli, emek siyasallaşmalı O dönemden günümüze, ülkemizde ve dünyada yaşanan toplumsal gelişmeler; sendikal mücadeleden, emek hareketinden ve toplumsal mücadeleden çok şeyler alıp götürdü. Belki sendikal örgütlenme ve bilinç düzeyi, 43 yıl öncesine göre daha geri düzeylerde. Elbette aynı olumsuzluklar siyasal örgütlülük ve toplumsal mücadele için de geçerli... Örneğin, son toplu iş sözleşmesi döneminde, gerek kamu işçileri için Türkİş’in izlediği tavır, gerekse memurları kapsayan sözleşmede iktidar yanlısı memur sendikalarının gösterdikleri tavırlar, ülkemizde sendikal alanda gelinen örgütlülük ve etkinlik düzeyinde ne denli geri noktalara düşüldüğünü açıkça gözler önüne serdi. Hele Türkİş Genel Başkanı’nın mikrofonun azizliğine uğrayarak sözleşme süreci ile ilgili sarf ettiği sözler, emek dünyasının kimler tarafından ve nasıl bir anlayışla yönetildiğini, somut olarak tüm kamuoyuna gösterdi. Ancak biz her şeye karşın değerlerimizi ve umudumuzu koruyoruz. İçinde bulunulan tüm olumsuzluklara rağmen, emekçinin her alanda örgütlenmesi, sendikal mücadeleyi güçlendirmesi, sendikaların yönetimine kendi içinden önder kadroları taşıması gerektiğini düşünüyoruz. Ancak bu da yetmez; aynı zamanda emeğin siyasallaşmasının ve siyasete de ağırlığını koymasının gereğine yürekten inanıyoruz. ‘Mavi yakalılar’la ‘beyaz yakalılar’ın birlikteliği Aslında ülkemizde yaşanan son siyasal gelişmeler, yeni sınıfsal konumlanmaları da beraberinde getirdi. 31 Mart yerel seçiminin ve 23 Haziran İstanbul seçiminin sonuçları, yeni bir durum ortaya çıkardı. Bu bağlamda, ekonominin ve siyasetin güçler dengesi yeniden biçimleniyor. Güncel siyasetin güç ve ağırlık merkezi farklılaşıyor. Bu yeni durum, emek hareketi ve emekten yana çevreler için yeni fırsatlar yaratıyor. Orta sınıf mensuplarıyla birlikte, özellikle iyi eğitimli, bilişimle ve iletişimle doğrudan ilişkili, dünyayı yakından takip eden nitelikli kesimler öne çıkıyor. Emek dünyasının doğal bir parçası olarak da düşündüğümüz, “beyaz yakalılar” olarak tanımlayabileceğimiz bu kesimlerin eğilimleri, tercihleri önem kazanıyor. Gezi direnişinde, çevre hareketlerinde ve son seçimlerde bu kesimler ön alıyorlar, belirleyici oluyorlar. Bu nedenle, emek hareketinin bu yeni toplumsal kesimlerle ittifakı, daha da anlamlı hale geliyor. Kısacası, “mavi yakalılar”la “beyaz yakalılar”ın birlikteliği öne çıkıyor. Ülkemizde, önümüzdeki siyasal sürecin temel belirleyeninin de, bu birliktelik ve bu birliktelik çevresininde toparlanacak geniş muhalefet bloku olacağını düşünüyoruz. Emek dünyasının, böylesi bir birlikteliği ilmek ilmek örmek üzere, şimdiden hareketlenmesi gerekiyor. 43 yıl önceki DGM direnişinin dersleri, günümüze de ışık tutuyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle