18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 27 AĞUSTOS 2019 SALI [email protected] olaylar ve görüşler ‘Anne lütfen ölme!’ ‘Ölmek istemiyorum kızım!’ Susmayan, ayağa kalkan, kıyameti koparan kadınların gür sesi ve çokluğu karşısında ilk kez yönetimden hızlı açıklamalar gelince sorayım dedim! Türk kadını; “Üç şeyle boğuşuyorum. Şiddet, işsizlik, eğitimsizlik!” derken neden kulak tıkadınız? NEŞE DOSTER Başlık bir oyun, bir film, bir dizi repliği değil! Kırıkkale’de gözü dönmüş babanın 10 yaşındaki kızının gözleri önünde eski eşi Emine Bulut’u boğazını keserek öldürürken annekız arasında geçen son konuşmadır... Ülke genelinde kadınları ayağa kaldıran bu vahim örnekten yola çıkarak son 15 yılda 15 bin kadının, son bir yılda 211 kadının, son bir ayda 32 kadının öldürüldüğü ülkemizde; insanlık, sevgi, saygı, âdet, örf, gelenek, hele de vicdan bizi terk edeli ne çok olmuş diye bir kez daha derin derin düşünsek mi? Anne yazılıp evlat okunduğuna bu konuşma ile bir kez daha inanırken kadınlığın bir sanat; sevgi, merhamet, sabır, direnme, özveri sanatı olduğunu içimiz acısa da, onay görmese de kabul etsek mi? Kadını görmezden gelen ve yok sayan bakış ortalıkta kol gezip kol keserken, kadın cinayetlerini kanıksayan düzen 3. sayfa haberlerinden dizilere kadar kadını aşağılayıp şiddeti sıradanlaştırırken, namus namlusunu kadına doğrultmuşken kadın cinayetleri nasıl son bulur diye isyankâr bir tonla ve umutsuzca sorsak mı? Bu sorulara yanıtınız ne olur bilmiyorum ama ülkemizde uzun süredir kadını yok sayan bir iklimde yaşamaya çalıştığımızı çok net ve çarpıcı örnekleriyle biliyorum... Meseleye dönersek! Hayattan çok küçük taleplerde bulunan, kimselere yük olmayan, üzüntülerini saklayan, hayal kırıklıklarını paylaşmayan, alaya alınan hayallerini hiç kimseye yansıtmayan, dayatılan koşullara hiç yakınmadan katlanan kadınlar yaşamak için daha ne yapmalı? 8 Mart’ta sokağa çıktığı için gaza boğulan, taşıdığı ağır yükle baş başa bırakılan, yaraları sarılmayan, durmadan örselenen, vicdanın ve aklın kabul etmeyeceği biçimde kimliği yok sayılan, yüreğine kurşun saplanır gibi davranışlara maruz kalan kadınlar öldürülmemek için daha ne gibi bedeller ödemeli? Cinayete kurban giden genç kadın için, o saatte, orada, o kıyafetle ne işi vardı diye soran avukatlar mı dersiniz? Sevgilisini, kızını, karısını yaralayan ya da öldüren erkekler için ağır tahrik indirimi isteyen savcılar mı dersiniz? Kılık kıyafeti düzgün, duruşu edepli, bakışları yerde katiller için iyi hal indirimi veren hâkimler mi dersiniz? İktidardan aldığı cesaretle ve kendisinde var olan eril erkle kadın avukatların etek boyuna, küpesine takan yargıçlar mı istersiniz? Ya da kadına annelikten başka sorumluluk yüklenmesin, eşikte doğsun, mutfakta ölsün, oturma odasında gömülsün, yatak odasında çürüsün, gülmesin, konuşmasın, yere baksın, sokağa çıkmasın, okumasın, çalışmasın diyen erkek egemen bakışa mı alışırsınız? Gani gönüllü kadınların bazen bulutlu, bazen kar yağan, bazen güneş açan, ama fedakârlıkta sınır tanımayan yüreklerine mi şaşarsınız? Yine hayatın ağırlığı ve ciddiyeti onun o çocuksu tarafının önüne bir türlü geçeme yen, herkesi düşünen, emeği ve yaptıkları ömür boyu sürecek olan ve günün birinde sessizce göçüp gidenlerin arkasından mı baka kalırsınız? Yoksa kocaman bir hikâyeyi bir cümleye sığdıran, ilham veren, örnek olan, örnek alınan ve bir ömür boyu; “kendime bunu alacağıma çocuklara şunu alırım” diye düşünen o özel canların gidişine mi yanarsınız? Size kalmış... Erkek öldürür, kadın doğurur ve yoğurur... Gelelim 10 yaşındaki çocuk açısından olayın tahliline! Gözleri önünde boğazı kesilerek öldürülen annesi için o küçük kız çocuğu bundan böyle içinde biriken yalnızlığını, annesiyle yaşadıklarını, hele de bu korkunç sonu küçücük sinesinde biriktirerek yaşamaz mı? Kendi yalnızlığıyla başa çıkmaya çalışırken anne sevgisini, özlemini, kokusunu, acısını hep yüreğinde hissetmez mi? Artık anne diyeceği birinin olmayışıyla, yeri dolması zor bu büyük boşlukla yüzleşirken, üzerinden silindir gibi geçen bu büyük acıyı yıllar boyu beyninde ve yüreğinde taşımaz mı? Bu sorular zamana muhtaçtır... Demem o ki: Susmayan, ayağa kalkan, kıyameti koparan kadınların gür sesi ve çokluğu karşısında ilk kez yönetimden hızlı açıklamalar gelince sorayım dedim! Türk kadını, “Üç şeyle boğuşuyorum. Şiddet, işsizlik, eğitimsizlik!” derken neden kulak tıkadınız? Bu soru yanıta muhtaçtır... Oksimoron rejim: ‘Kayyımlı demokrasi’ “İSTANBUL, Bitmeyen Bir Aşk, 1940’lardan Bugüne, Efsaneler, Anılar, İzlenimler” adlı kitabımın son provalarını okumak ve düzeltmelerini yapmak için, bayram tatilinden de yararlanarak “Aydınlanma” köşeme verdiğim sekiz yazılık arada, 2017’de zorla kabul ettirilen bu “ucube Anayasa” ile başlatılan “kişiye özel” rejimin “oksimoron” nitelik taşıyan adı kondu. HHH 31 Mart 2019 seçimleri sonunda büyük çoğunluklarla seçilmiş olan HDP’li Diyarbakır, Mardin ve Van Belediye Başkanları görevlerinden alındı ve yerlerine o illerin AKP/Erdoğan iktidarının memurları olan valileri, “Kayyım” olarak görevlendirildi. Böylece “Milli İrade” ve “İleri Demokrasi” aldatmacalarıyla kurulan ve “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” denilen yeni rejimin gerçek adı “oksimoron” olarak konmuş oldu: “Kayyımlı Demokrasi”. HHH Kayyum ya da kayyım, hem Arapçada cami hademesi, hem de hukuk dilinde, bir malın yönetilmesi veya bir işin yapılması için görevlendirilen kimse anlamına geliyor. Dinde, Allah’ın sıfatlarından bir olarak da kabul ediliyor. Gerek halk dilinde gerekse hukuk dilinde her iki sözcük de aynı anlamda kullanılıyor, ama hukuk dilindeki kullanılışı daha yaygın olduğu için ben “Kayyım” demeyi tercih ediyorum. HHH Oksimoron, herhangi bir şeyi, birbiriyle çelişen ve hatta birbirine tamamen zıt iki kavramla birlikte tanımlayan ifadeye denir: Yaşayan ölü... Sessiz çığlık... Yanan kar tanesi... Mutluluk cehennemi... Soğuk ateş... Namuslu hırsız... Dürüst yalancı... Doğa ve yeşil sever talancı ve yağmacı... Diktatöryal Demokrasi... Demokratik Faşizm... VE BUGÜN TÜRKİYE’DE İÇİNDE YAŞADIĞIMIZ REJİM: Kayyımlı Demokrasi... HHH Sevgili okurlarım, ben bu “Kayyımlı Demokrasiyi” istemiyorum, kabul de etmiyorum ve “sessiz çığlığımı” “yanan bir kar tanesi” gibi, “kulakları sağır eden bir sessizlik içinde” hâlâ sürdürüyorum: YAŞASIN DEMOKRATİK, LAİK VE SOSYAL HUKUK DEVLETİ! Rejim, toplumsallaşan hukuk ile dizginlenebilir! Prof. Dr. YAKUP KEPENEK Başkanlık rejimine geçilmesinin üzerinden tam 14 ay geçti. AKP Genel Başkanlığı’yla birlikte, yasama, yargı ve yürütme güçlerini ve giderek tüm devlet yönetimini tek kişide toplayan rejim, her konuda başarısızdır. Başarısız iktidar, tıkanıyor; tıkandıkça da hırçınlaşıyor ve hukuk dışına çıkıyor. PartidevletsermayePDS üçlüsünün kaynaşmış olmasının oluşturduğu olağanüstü merkezi iktidar gücü, toplumun tepesine bir karabasan gibi çökmüş bulunuyor. Bu yetmiyormuş gibi, daha doğrusu tam da bu nedenle iktidar kazanamadığı yerel yönetimleri de ezmeye girişiyor. Ülkeyi ateşe atmakta olan bu gidişe, hukukun toplumsallaşmasıyla karşı çıkılmalıdır. Yerel seçim yenilgisinin sersemliği mi? Toplum, bu karanlık gidişe, 31 Mart yerel ve özellikle de 23 Haziran İstanbul Belediye Başkanlığı seçimlerinde, elinde kalmış olan son olanağı, sandığı değerlendirerek dur demeye çalıştı. İktidar gücü yerel seçimleri kaybetmemek için yalnız devletin tüm olanaklarını seferber etmekle kalmadı, İstanbul’da bulunan Kürtl kökenli seçmenlerin oylarını almak için, hapisteki terör örgütü PKK’nin lideri ve onun kırmızı bültenle aranan kardeşinden yararlanmak istedi; birincisine bir doçenti gönderdi, ikincine de iktidarın oyuncağı yaptığı kamu kurumu TRT’ye çıkıp görüşlerini açıklama olanağı sağladı. Yine de İstanbul’da tarihi bir yenilgi aldı. İktidar, yerel seçimlerdeki, özellikle İstanbul’daki başarısızlığının nedenini, kendi niteliğinden doğan başarısızlıklarında arayamıyor. Yenilginin sersemliğiyle iyice bocalıyor. Seçimle gelen belediye başkanlarının görevden alınmaları bu Kendisinden hesap sorulamayan AKP iktidarı giderek duyarsızlaşıyor. Yıllardır doğaya karşı duyarsızdı; şimdilerde en yaşamsal konularda da topluma bilgi vermeyi tümüyle unuttuğu gibi, giderek artan oranda topluma duyarsız bir özellik kazanıyor. nun yeni bir göstergesidir. İktidar, İstanbul’da alamadı ğı Kürt kökenli seçmenlerin oylarının hesabını, en ilkel cezalandırma yöntemine başvurarak Güneydoğu’daki üç kentin halkından soruyor. Yıllardır yargıyı avucuna almış olan iktidarın, haklarında kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan, Diyarbakır, Mardin ve Van büyükşehir belediye başkanlarını görevden alarak yerlerine valileri kayyım olarak ataması, aslına bakılırsa, iktidarın yaşam suyunun toplumsal sertlik olduğunun yeni bir kanıtıdır. Kuraldır, mutlak iktidar gücü, başarısızlığının intikamını hukukun dışına çıkarak alır. Bu iktidar, hukuk dışılık şiddetinden besleniyor. Dahası var. Valileri, AKP Genel Başkanı da olan Başkan seçiyor; halkın seçtiği belediye başkanlarının yerine valilerin atanması, aslında merkezi yönetimde geçerli olan başkanparti bütünleşmesinin yerel yönetimlere de yerleştirilmek istenmesinden başka bir şey değildir. Ek olarak, görevden almalar, AKP’nin elinde yıllardır, 45 yılda bir gidilen sandık dışında her şeyini yitirmiş bulunan demokrasiye sıkılan son kurşun anlamına gelir. Yerel seçim yenilgisinin sarsıcı etkisi o boyuta varmış olmalı ki, AKP iktidarı, kendi mantığı içinde de, artık etkin ve verimli çalışamıyor. Ekonomiyi ve dış politikayı geçtik, baksanıza; orman yangınlarını bile söndüremiyor. Meğer AKP, kuzuyu kurda teslim edercesine, yangın söndürme işini de özelleştirmiş. Cumhuriyet ile birlikte kurulan Türk Hava Kurumu’nun THK uçakları, Ulaştırma Bakanlığı’nın belgeleriyle kanıtlandığı gibi göreve hazır olmala rına karşın yangın söndürmede kullanılmadı. Pilotluğuyla övünen ya da tarıma havadan bakan Tarım Bakanı ile Ulaştırma Bakanlığı ters düştü; sonuçta, binlerce hektarlık orman yandı. Gerçekte devletin kurumları arasındaki uyumsuzluklar çok daha derin, örneğin, ot ithali konusunda, TÜİK ile Tarım Bakanlığı arasında yaşandığı gibi, biri birini yalanlayan kamu kurumları oluşmuş bulunuyor. Kendisinden hesap sorulamayan AKP iktidarı giderek duyarsızlaşıyor. Yıllardır doğaya karşı duyarsızdı; şimdilerde en yaşamsal konularda da topluma bilgi vermeyi tümüyle unuttuğu gibi, giderek artan oranda topluma duyarsız bir özellik kazanıyor. İktidar, Kaz Dağları ormanının bir avuç altın için acımasızca kazınmasına gösterilen toplumsal duyarlılığa kulaklarını tıkadı. TankPalet fabrikasının özelleştirilmesinde, tam bir toplumsal duyarsızlıkla ısrar eden AKP yine çok vefasız ve duyarsız bir tutumla, geçmişte kendisini desteklemeyi görev bilen MemurSen’in bir maaş artışı isteğine sırt çevirdi, görüşme tutanağı düzenleme becerisini bile gösteremedi, sorunu Hakem Kurulu’na gönderdi. Bir notaya daha değinelim. Son günlerde AKP’nin içinden iki yeni parti çıkacağı ya da bu partinin ikiz doğuracağı neredeyse kesinleşti. Ülkeyi bu duruma getiren AKP’nin içinden, gerçek anneler bağışlasın, ama bu toplumun sorunlarına çözüm üretecek sağlıklı çocuk ya da çocuklar, genetik nedenlerle, doğamaz. İlk iş hukuk olmalı! Ülkeyi her bakımdan bir yangın yerine çeviren AKP iktidarının karşısına evrensel hukuk ilkeleriyle çıkılmalıdır. Öncelik le belediye başkanlarının görevden alınmasına, bu ülkede, hukukun üstünlüğü, onunla birlikte özgürlük ve barış savunucularının, ortak bir tutum ve kararlılıkla karşı durmasının sağlanması gerekiyor. Başkanların görevlerinden alınmaları, her şeyden önce, Prof. Dr. Metin Günday ve konunun uzmanı diğer hukukçuların açıkça belirttiği gibi, OHAL döneminde kabul edilen 674 sayılı KHK ile yapılan bir işlemdir. Bu işlemin hukuken yok sayılması için, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne AİHM uzanan bir hukuk savaşımı ya da mücadelesi, en etkili bir biçimde ve toplumla bir arada verilmelidir. Bu yıl, Saray’da yapılacak olan adli yıl açılış törenine, toplam 79 baronun, bugüne kadar 51’i katılmayacağını açıklamış bulunuyor. Toplantıya katılmayan baroların, eşgüdüm içinde bu ülkeye hukukun temel evrensel ilkeleriyle yerleşmesi için uğraş vermesi, açılışa katılmama nedenlerini açıklarken, belediye başkanlarının görevden alınmasıyla ilgili hukuksuz işleme, çok açık bir biçimde karşı çıkması büyük önem taşıyor. Belediye başkanlarının görevden alınmalarını yerinde bir tanı koyarak “sivil darbe” diye adlandıran 30 baronun 19 Ağustos tarihli ortak açıklaması bu doğrultuda atılmış çok güçlü bir adımdır. Türkiye’nin imzalamış olduğu uluslararası sözleşmeler, özgürlük, eşitlik, barış değerlerine dayalı, hukuk devleti, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı gibi temel konularda toplumun donanımı artırılabilir. Sanal iletişim kanalları da yoğun bir biçimde kullanılarak, iktidar gücüne hukuk ile karşı durulmasının yollarının ayrıntılı bir biçimde sergilenmesi gerçekleştirilebilir. Sonuç olarak, hukuktan kaçan AKP’yi hukuk yoluyla geriletmek gerekiyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle