29 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 27 HAZİRAN 2019 PERŞEMBE [email protected] TASARIM: SERPİL ÜNAY olaylar ve görüşler ‘Bozkırın Sesi’ Ankara’nın ‘bağımsızlık’ müzesi Ankara: Bir başkent projesi sorunu Doç. Dr. Çetin Göksu Kentbilim Öğretim Üyesi Ankara, dışa bağımlı bir kent olma yolunda hızla ilerlemektedir. Bu kötü gidişe son verilmeli, yeniden Türk devrimine uygun bir kent haline getirilmelidir. “Ankara Kent Projesi”, Türk ulusunu dünyada temsil eden “başkent” özelliği dikkate alınarak geliştirilmesi gereken bir kenttir. n Ankara rantçılardan kurtarılmalıdır. Ankara son yıllarda Türkiye’yi temsil eden kent olmaktan çıkmış yağmacıların soyguncuların at oynattığı sıradan bir kent haline gelmiştir. En kısa zamanda Ankara bu gerilikten kurtarılmalı, dünyanın en saygın kentlerinden biri haline getirilmelidir. Ancak bugün Ankara Büyük Şehir Belediyesinin sahip olduğu kadro, uluslararası düzeyde bir başkent yaratacak düzeyde değildir. Kentin bütün kurum ve kuruluşları ile yeniden örgütlenmesi gerekmektedir. n Bir “Başkent Vizyonu” oluşturulmalıdır Bizim önerimiz, öncelikle bir başkent vizyonunun oluşturulmasıdır. Ancak bu sıradan bir kent vizyonu olamaz, çok daha ileri düzeyde ele alınmalı ve geliştirilmelidir. Bu konuda yapılacak ilk şey ve atılacak ilk adım, bilimden ve üniversitelerden yararlanmak olmalıdır. Çünkü onlar KENTBİLİM eğitimi yapıyorlar, kentlerin nasıl olması gerektiğini öğretiyorlar. Bilimin öncülüğünde yapılacak çalışmalar son derece önemlidir ve Türk halkının Ankara konusunda bilinçlenmesini sağlayacaktır. n Ankara bir “Türkiye Projesi” olmalıdır Şunu asla unutmamak gerekir. Ankara projesi sıradan bir proje değildir. Bütün Türk halkını ve Türkiye’nin geleceğini ilgilendirmektedir, birkaç kişinin sınırlı bakış açısı ile şekillenmesi son derece sakıncalıdır.  Her şeyden önce Ankara, Türkleri ve “Türk kültürünü” dünyada temsil edecek kalitelere ve özgünlüklere sahip olmalıdır. Aksi takdirde sıradan bir kent olmaktan daha ileri gidemez. Ankara, Türk kültürünü temsil etmesi de yeterli değildir. Bu kültürden daha önemli olan ve Anadolu’da yer alan “Dünya kültür mirasına” sahip çıkmalı ve bu zengin mirası, geleceğin uygarlık projeleri için değerlendirmelidir. Türkiye’de bulunan bu “İnsanlık kültür mirası”. Ankara kentine kesinlikle yansıtılmalıdır. n Ankara, Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil eden bir karaktere sahip olmalıdır Ankara, Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil eden bir Başkent olduğu asla unutulmamalıdır Çünkü Ankara kenti bu özellik dikkate alınarak kurulmuştur. Bu özellik kente yansıtılamazsa. Ankara kenti “Cumhuriyet Kent Kimliğini” kazanamaz. Atatürk’ün başlattığı “Kent Modeli” ne yazık ki zaman içinde yozlaşmış, son yıllarda yapılan bilinçsiz uygulamalarla uluslararası düzeyde bir başkent olma kimliğini kaybetmiştir. Ankara bir an önce bu utanç verici durumdan kurtarılmalıdır. nAnkara kültürüne ve doğasına sahip çıkmalıdır Ankara son yıllarda yapılan yanlış uygulamalarla, yeşil alanları, vadileri, dünyaca meşhur ekolojik alanları, doğal ve kültürel değerleri, bir avuç insanı zenginleştirmek için yok edilmiştir. Bu insanlık dışı, akıldışı gidişe derhal son verilmeli. Ankara sahip olduğu yüksek değerlere yenden kavuşturulmalıdır. n Bağımsız yeni bir devletin ilkeleri kent mekânına yansıtılmalıdır Ankara, bütün bunların çok ötesinde bir özelliğe daha sahiptir: Bağımsız ve yeni bir Cumhuriyetin yeni başkenti olma özelliğini taşıyor. Bu değer, Ankara’nın sahip olduğu en yüksek değerdir. Bu yüce değeri kente yansıtamayan hiçbir politika, hiçbir planlama yaklaşımı bizce anlamlı değildir. Çünkü, Ankara bir sömürge kenti olarak kurulmadı, aksine mazlum ülkelere örnek olmuş, yol göstermiş “Devrimci bir Cumhuriyetin Başkentidir”. Bu nedenle, diğer Cumhuriyetlerden farklı konsepte ve farklı özelliklere sahiptir. Cumhuriyetin bu özgün değerleri, yani devrimci Cumhuriyet ikeleri, kent mekânlarına yansıtıldığı takdirde, Ankara “devrimci bir başkent” özelliği kazanacaktır, kazanmalıdır. n Ankara, “Yeni Anadolu Uygarlık Projesini” başlatan ve geliştiren bir özellik taşımalıdır Bilindiği gibi, Cumhuriyetle birlikte Anadolu’da “Yeni ve Özgün Bir Anadolu Uygarlık Projesi” başlatıldı ve Ankara da bu yeni uygarlık projesinin başkenti olarak planlandı. Anadolu uygarlığı projesi, Ankara’dan başlayarak önce Türkiye’ye sonra bütün dünyaya dalga dalga yayılması düşünüldü. Bu nedenle Ankara Projesi, sıradan bir başkent projesi değildir, Anadolu’da başlatılan “uygarlık projesini” geliştirecek, geleceğe taşıyacak “devrimci bir kent” projesidir. Ankara, “Cumhuriyetinin devrimci ilkelerine uygun” kent özellikleri ile donatıldığı ölçüde değer kazanacak, dünya başkentleri ile yarışan bir konuma gelecektir. Bu nedenle, yeni kent yönetimine düşen en önemli görev Ankara’yı, Cumhuriyetin kuruluş amaçları, hedefleri ve sahip olduğu kültürel değerleri kent mekânlarına yansıtan ve özgün bir başkent olarak planlanmalı, uygulamaların bu doğrultu dikkate alınarak hayata geçirilmesidir. Atatürk’ün dediği gibi “Türkün uygarlık özelliği ve uygarlık becerisi, geleceğin ufkunda bir Güneş gibi parlayacaktır” sözünü lütfen hatırlayalım ve Ankara’yı bu hedef doğrultusunda bir dünya başkenti yapmak için harekete geçelim. Sahip olduğumuz binlerce yıllık “uygarlık becerisi”, geleceğin uygarlık başkentini yaratmak için fazlasıyla yeterlidir. A. CELAL BİNZET Tükenmiş bir toplumdan yeni bir devlet ve vatandaş yaratmanın adıydı Cumhuriyet. Kulluktan çıkış, ülkenin her yanında üreterek kendine güven duymanın bilinci. İmparatorluk İstanbulu’nun kapıkulu anlayışına karşı Anadolu’nun direnen gücü ve elbette Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün tam bağımsızlık düşüncesinin odağı Ankara oldu. Direncin, çağdaşlığın öteki tanımı. Bozkırın ortasında sil baştan yaratılan bir kent. 13 Ekim 1923 tarihi onun doğum günü. O günden başlayarak her anlamda planlı bir yerleşmenin temelleri üzerinde yükselen kent Cumhuriyetin bir anıtı gibiydi. Ulus’taki ilk meclis binası çevresinde kümelenen yapılarla, onları çevreleyen yollarla biçimlenerek bugüne değin geldi. Bu nedenle Ulus, aydınlanma sürecimizin ilk kıvılcımlarına tanık olmuştur. Buradaki yapılar ve tam ortada yükselen Yenigün Anıtı birer simgeden başka bir şey değil. Hemen bir anımsatma: UlusYenigün Anıtı Nadir Nadi’nin öncülüğünde, Cumhuriyet gazetesinin girişimiyle gerçekleştirilmişti. Aynı alana bakan İş Bankası, 1929 yılında Giulio Mongeri (1873 İstanbul 1951 Venedik) tarafından yapıldı. Kuruluşu tetikleyen düşünce İzmir İktisat Kongresi’nde ulusal bir banka kurulması yolunda alınan karardan çıktı. Ulusal sanayinin inşaası Mongeri, İtalyan asıllı İstanbullu levanten bir aileye sahip. Doktor olan babasının ölümü üzerine ailesiyle birlikte Milano’ya göç etti. Brera Güzel Sanatlar Akademisi ile Mimarlık Yüksek Okulu’na devam etti. 1898 yılından yurda dönüş yaptıktan sonra 1908’de Sanayii Nefise Mektebi’nde ders vermeye başladı. Cumhuriyet dönemimizin ilk mimarlarından Sedat Hakkı Eldem ile Arif Hikmet Koyunoğlu öğrencileri arasında. Mongeri’nin yaptığı bina, tamamlanması sonrasında uzun yıllar boyunca ulusal bankacılığın yönetim merkezi oldu. O güne değin ülkemizde yabancı bankaların hizmet verdiği bilinen bir gerçeklik. Bu anlayışa karşı çıkan İş Bankası, yatırımlarıyla yurdun dört bir yanında ulusal sanayinin kurulmasını hedefledi. Savaştan yenik çıkmış bir ülkenin kalkınması ancak böyle bir planlamayla gerçekleşebilirdi. Elbette bu süreçlerin tümünde Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün izlerini okumamak olanaksız. Mayıs ayı başından beri “İktisadi Bağımsızlık Müzesi” olarak varlığını sürdüren bu binada söz konusu izlerden birisi Mavi Salon’da. Bankanın bu binaya taşınmasından iki ay sonra 22 Ekim 1929 günü Gazi burayı ziyaret ediyor. Tüm servisleri dolaştıktan sonra o günlerde “İdare Meclisi Salonu” olarak kullanılan Mavi Salon’da oturup çay içmiş, grupla fotoğraf çektirmiş. Onun yanında Genel Müdür Celal Bayar’ın odası o günkü gibi korunmuş. Aynı salonun bir köşesinde duran 1929 tarihli Gazi büstü İtalyan sanatçı Pietro Canonica imzalı. Evet, bir aydan beri başkent Ankara yeni bir müzeye kavuştu. Devletin “ResimHeykel Müzesi” yıllardan beri aralıklarla kapalı tutulurken bu girişimin Ankara’ya yeni bir soluk getirdiğini söylemek bile fazla. Üreterek kalkınmak Binanın kendisi doğrudan tarihsel ve sanatsal kimlik taşıyor. Müzenin kapsadığı konuların bu kimliğe ayrı bir zenginlik kazandırdığı rahatça söylenebilir. Her katta yer alan açıklayıcı yazılarla görsel belgeler ülkemizin kurtuluş ve kuruluş aşamalarını bir kez daha gözler önüne seriyor. Hangi koşullarda yoktan var edilmiş toplumun geçtiği evreleri görmek hem iç burkucu hem de coşku verici. Yokluklar içinden fışkıran direncin geleceği bilinçli ve planlı kurmasının evreleri var orada. İzledikçe görülüyor ki, o kadar yaşamsal sorunun arasında tek hedef var: Üreterek kalkınmak. Bugün kulaklara bir masal gibi gelen tılsımlı sözcük, üretim. Her şeyiyle dışa bağımlı, yaşamak için en zorunlu gereksinimlerin bir vana gibi birilerinin eline verildiği garip bir sistem günümüzdeki. Müzede gördüklerimiz ister istemez dönemler arasında karşılaştırma yapma duygusu uyandırıyor. O günler adına ne denli gururluysa günümüz için de bir o denli utanç verici. Ulusça savrulduğumuz bugünkü yerden bakarak, geçmişin özverili ve ileri görüşlü devlet adamlarımızın yaptıkları daha bir önem kazanmada. İstanbul’un göbeğinde Galata Kulesi’ne çekilen İngiliz bayrağını bir karede, yer yer işgal edilmiş Anadolu topraklarını başka bir fotoğrafta izlemek şimdi unutturulmak istenen gerçeklerden kimileri. Daha acısı da, bakanlık buyruğuyla subaylarımızın işgalci subayları selamlama zorunluluğu. Kimilerine aşağılatıcı gelmeyen bu uygulamalar yurtseverler açısından kabul edilemeyecek bir durum. Günümüz mandacıları için düşsel imparatorluk sevdalarının kucağında toplumu uyutarak bozuk düzeni sürdürmek asıl amaç şimdilik. Toplumsal bilinç ve müze Bir müzenin toplumsal bilinci uyarmadaki rolü burada somut olarak yaşanıyor. Her adımda Cumhuriyete can veren ilkelerin gerçekleşmesini görmek güzel. Bir duvarda gazetemiz Cumhuriyet’in 17 Haziran 1928 tarihli ilk sayfası var. Gazi’nin İstanbul’daki banka şubesini ziyareti haberleştirilmiş. Başka bir salondaki büyük boy Gazi Mustafa Kemal’in yağlıboya tablosu hemen dikkat çekiyor. Alman ressam Weinberg’in yapıtı üzerindeki el yazısı Gazi’ye ait. Banka, kuruluş yıllarını izleyen yakın dönemde Hamburg ve İskenderiye’de iki yurtdışı şubesi açmış. Weinberg’in bu tablosu Gazi tarafından 28.6.1932 tarihinde “İş Bankası İskenderiye Şubesine” diye imzalanarak İskenderiye şubesine armağan olarak gönderilmiş. Yıllar sonra Mısır devleti bankacılık konusunda ulusalcı bir politika izleme kararı alınca söz konusu birim kapatılarak tablo merkeze gönderilmiş. İşte şimdi karşımızda duran yapıtın serüven dolu öyküsü böyle. Hamburg’daki şube de benzer bir yazgıya sahip. Hitler’in başa geçmesiyle birlikte kapatılmış. Bunlar yalnızca müzenin çağrıştırdığı birkaç tarih sayfası. Bölümleri gezdikçe ayrı birer zenginlik, birer tarihsel gerçeklik söylemini çıkarıyor karşımıza. Her katında Cumhuriyetin temellerinde harcı olanlardan ayrı birer öyküyü görmek nasıl bir güven aşılıyor insana. İstendiğinde yoktan var edilen bir toplumun uygarlık yolunda ulaştığı nokta gönendiriyor. Daha da önemlisi Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün evrensel düşünüşünün ulusal bir noktaya nasıl toplandığını. Çağını özümsemiş derin bir kültürle, dirençli bakışın geleceğe dönük ileri görüşlülüğünü buluşturan o büyük insanın. Anlatılanların tümü bu müzede bekliyor. Toplumbilimsel açıdan ‘Büyük Demokrasi İttifakı’ 31Mart yerel seçimlerinde, Erdoğan/AKP hegemonyasına, İstanbul, Ankara ve İzmir’de son veren ve böylece iktidarı sarsan başarı... Elbette Antalya, Mersin, Adana, Aydın, Eskişehir, Hatay, Edirne, Muğla, Çanakkale, Kırşehir, Sinap, Bolu, Yalova gibi kentlerimizle birlikte: Muhalefet partileri arasında resmi ya da gayri resmi bir biçimde gerçekleştirilen “Demokrasi İttifakı” ile elde edilmiştir. Bu ittifak Demokratik Rejim açısından iki yönlü bir ilişkiyi yansıtır: Bir yandan seçmenin nihayet, tahrip edilen Demokratik Rejim’in değerini anlaması ve bu rejimi sahiplenmesi ile ortaya çıkmıştır... Öte yandan da, liderlerin ve örgütlerin çalışmalarıyla, seçmendeki Demokrasi bilincinin gelişmesine ve güçlenmesine yardımcı olmuştur. HHH 31 Mart seçim sonucunun reddedilmesi ve Ekrem İmamoğlu’nun mazbatasının gasp edilmesi sonunda yapılan 23 Haziran seçimindeki ezici zafer, aslında 31 Mart seçimlerinde başarıya ulaşmış olan bu “Demokrasi İttifakı”nın eseridir: Kemal Kılıçdaroğlu liderliğindeki CHP... Selahattin Demirtaş, Pervin Buldan, Sezai Temelli liderliğindeki HDP... Meral Akşener liderliğindeki İYİ Parti... Temel Karamollaoğlu liderliğindeki Saadet Partisi... Türkiye’nin acil (ivedi) sorununun, tahrip edilen Demokrasi olduğu konusunda ittifak ettiler. Partiler düzeyindeki bu Demokratik İttifak, haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik zulmüyle ezilen, ekonomik kriz altında bunalan, talandan ve yalandan bıkmış olan geniş halk kitleleri tarafından da desteklendi. Toplumbilimsel açıdan, zaman zaman Etnikçi Politika tuzağına yakalanan Kürtler, sorunlarının ancak Türklerin sorunlarıyla birlikte, Demokratik Rejim içinde çözülebileceğini fark ettiler. Yine toplumbilimsel açıdan, Türk Milliyetçilerinin bir bölümü, ideolojilerinin kendilerini Faşizm tuzağına sürüklemesini engellemek için Demokratik Eşitlikçi Atatürk Milliyetçiliğinin gerekli olduğunu gördüler. Saadet Partisi mensupları, dini özgürlüklerin ancak gerçek bir Demokratik Rejim içinde yaşanabileceğini, İslam dininin, yağmaya, talana, yalana alet edilmekten böyle kurtulabileceğini anladılar. Demokrasiyi sadece kendileri için değil, kendileri gibi düşünmeyenler için de savunan Sosyal Demokrat CHP ise hem Anamuhalafet Partisi kimliğiyle, hem de Özgürlükçü ve Sosyal Adeletçi yaklaşımına uygun olarak, bütün bu etnik, ideolojik farklılıkları kapsayan geniş bir Demokrasi İttifakına kapılarını açtı. Sonuç olarak Türkler, Kürtler, Milliyetçiler, Müslümanlar ve birçok farklı kimlik sahipleri, ülke sorunlarının “Kimlik Siyaseti” ile çözülemeyeceğini nihayet fark ettiler ve “ÖNCE DEMOKRASİ VE ADALET” dediler. HHH Hiç kuşkusuz bu “Büyük Demokrasi İttifakı” Erdoğan/AKP iktidarının Demokratik Rejimi tahrip etmesi ve “Tek Kişi Yönetimi” ile,Türkiye’nin sorunlarını çözmek yerine, derinleştirmek ve yaygınlaştırmak başarısını(!) göstermesi ile ortaya çıktı! Kırk yıldır derslerinde, konferanslarında, yazılarında, konuşmalarında, kitaplarında Demokrasiyi, Demokratik Rejimi anlatmaya çalışan bir hoca/öğrenci olarak: Atalarımızın “BİR MÜSİBET BİN NASİHATTAN İYİDİR” sözü önünde şapka çıkarıyorum! bir tavsiyedir
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle