23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 10 HAZİRAN 2019 PAZARTESİ gorus@cumhuriyet.com.tr TASARIM: BAHADIR AKTAŞ olaylar ve görüşler MİLLİ ORDU İLKER BAŞBUĞ 26. Genelkurmay Başkanı Türk ordusu “milli ordu”dur. Vatanın her karış toprağından gelen vatan evlatları, üzerinde yaşamakta oldukları toprakların “bölünmezliğini” ve Türk milletinin “bütünlüğünü” korumak üzere seve seve, askerlik hizmetini yerine getirmek üzere asker olurlar. Onların gözünde sadece bir şey vardır: Hiçbir karşılık beklemeksizin vatanına ve milletine hizmet etmek. Gerekirse bu uğurda canını bile feda etmek. İşte, Çanakkale Savaşı’ndan beri, Türk ordusunu diğer ordular arasında emsalsiz kılan nokta, böyle bir ruha ve düşünceye sahip olan “Mehmetçikler”in var oluşudur. Mehmetçikler, Türk ordusunun omurgasını oluşturur. Edirne’den Ardahan’a kadar vatanın her yerinden gelen vatan evlatları “eşit” ve “adil” bir şekilde bu orduda kendilerine yer bulurlar. Türk ordusunu “milli ordu” yapan diğer önemli nitelikler ise; bu orduda “ehliyet”in ve “liyakat”ın esas alınması ve ordunun bütün personelinin İç Hizmet Kanunu’nun 43. maddesinde yer aldığı şekilde, her türlü siyasi tesir ve düşüncelerin dışında ve üstünde olmasıdır. Bugün Suriye, Irak, Afganistan ve Pakistan’da yaşanılan sorunlara bakılırsa, o ülkelerde “milli ordu”ların kurulamamış olmasının, sorunların ortaya çıkmasında ana nedenlerden birisini oluşturduğu görülebilir. Mehmetçikler... Mehmetçiklerin, Türk ordusunu “milli ordu” yapan ve Türk ordusunun omurgasını oluşturan husus olduğu hiçbir zaman gözden ırak tutulmamalıdır. Askeralma Kanunu’nun 3. maddesine göre; askerlik hizmeti her Türkün hak ve ödevi olan bir vatan hizmetidir. Burada devlete düşen görev; bu askerlik hizmetinin vatan evlatları tarafından “eşit” ve “adil” bir şekilde yerine getirilmesini sağlayacak kanuni düzenlemelerin yapılmasıdır. Subaylar ve astsubaylar için askerliğin elbette bir profesyonel yanı da vardır. Ancak Türk subayları ve astsubayları askerliği bir “meslek” olarak değil ömür boyu sürecek bir “yaşam tarzı” olarak kabul ederler. Çünkü öyle eğitilmişlerdir, öyle görmüşlerdir. Onlar için önemli olan, erden orgeneral/oramirale kadar herkes arasında olan “silah arkadaşlığı” bağı, duygusu ve dayanışmasıdır. Silah arkadaşlığı bağı, duygusu maalesef son yıllarda Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı yürütülen “komplolar” sürecinde yara almıştır. Milli ordunun diğer önemli bir niteliği olan “silah arkadaşlığı”nın tedavisi için her türlü önlem, işlem mutlaka yerine getirilmelidir. Subay ve astsubaylar, Türk or Bazı ülkelerde zorunlu askerlik kaldırılmış veya askerlik süreleri, yasa değişikliği teklifinde olduğu gibi 6 aya indirilmiş olabilir. Ancak, Türkiye bir ateş çemberinin tam ortasındadır. Türkiye için “güçlü ordu”ya sahip olmak “hayati” bir zorunluluktur. dusunun başını oluştururken, askerlik hizmetini yapmak için Türk ordusuna katılan “Mehmetçiklerin” ordunun omurgasını ve vücudunu oluşturduğu unutulmamalıdır. Türk Silahlı Kuvvetleri’nde “profesyonel er ve erbaşlar” da bulunmalı mıdır? 1990’lı yıllardan beri Kara Kuvvetleri’ne belirli uzmanlık görevlerinde kullanılmak üzere “uzman çavuş”lar alınmıştır. 2006 yılında başta terörle mücadele olmak üzere, zor arazi ve iklim koşullarında muharebe etme yeteneğini güçlendirmek maksadıyla mevcut 6 komando tugayının “muharip personel”inin tamamının profesyonel (uzman çavuş) hale getirilmesi kararı alınmıştır. 2010 Ağustosu’nda da söz konusu 6 tugayın profesyonel hale getirilmesi tamamlanmıştır. Orduda belirli alanlarda profesyonelleşme olabilir. Ancak burada esas olan, Türk ordusunun omurgasını, asli unsurunu teşkil eden “Mehmetçiklerin” özelliklerine zarar verilmesinden kaçınmaktır. Diğer bir deyişle, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde toptan profesyonelleşmeye gidilmesi veya “Mehmetçiklerin” ordu içindeki sayısının azınlığa düşürülmesi, Türk ordusunun “milli ordu” olma niteliğine vurulan bir darbeye dönüşebilir. Bu konuda dikkatli olunmalıdır. Önceki düzenlemeler 20082010 yılları arasında da Askeralma Sistemi’nin düzeltilmesine ilişkin çalışmalar yapıldı. Amaç er ve erbaş sisteminin basitleştirilmesi ve daha adil bir sistemin oluşturulmasıydı. Bedelli askerlik, dövizle askerlik, kısa dönem askerlik yanında 15 ay hizmet süresi olan er ve erbaşlık bulunmaktaydı. Bedelli askerliğin “çok zaruri hal ler dışında” uygulanmadığı ve er ve erbaşlar için tek tip askerlik hizmet şeklinin olacağı bir sistem düşünülmüştü. Er ve erbaşların bu düzen içerisinde 12 ay hizmet etmesi de benimsenmişti. 2014 yılında yapılan düzenlemeyle er ve erbaşlar için hizmet süresi 12 aya düşürüldü. Bu çalışmalarda önemli olan; Türk Silahlı Kuvvetleri’nin asker ihtiyacının karşılanması ile Türk ordusuna büyük nitelik kazandıran “Mehmetçik” olgusuna zarar verilmemesidir. Bugünlerde Askeralma Kanunu’nda bazı değişikliklerin yapılması söz konusudur. Yetkili ve sorumlu makamların, yapılması istenilen bu değişiklikleri derinliğine incelediğine inanılmaktadır. Getirilmesi istenilen değişikliklerden birisi; er ve erbaşların hizmet süresinin altı aya indirilmesidir. Gerekli hallerde Cumhurbaşkanı’na bu hizmet süresini ihtiyaca göre bir katına kadar artırma veya yarısına kadar azaltma yetkisi verilmektedir. Mevcut sistemde, kısa dönem askerlik 6 ayı kapsamaktadır. İsminden de anlaşılacağı üzere 6 aylık hizmet süresi zaten kısadır. Buna rağmen 6 ayın gerekli hallerde yarıya indirilebileceğinin düşünülmesini ve hizmet sürelerinin azaltılması veya çoğaltılması yetkisinin TBMM yerine neden Cumhurbaşkanı’na verildiğini anlamak zordur. Altı aylık hizmet süresini tamamlayan er ve erbaşlardan “istekli olanlar” altı ay daha askerliğe devam edebileceklerdir. Bunlara da net asgari ücretten az olmamak kaydıyla harçlık ödenecektir. Kaygılar Bu uygulamanın bazı mahzurlar yaratabileceği düşünülmektedir: “Mehmetçik” olarak ordunun omurgasını teşkil edecek olan bu er ve erbaşlar, iki ayrı yapıya bölünmüş olacaktır. Bunun yanında er ve erbaşlardan altı ay hizmet vereceklerin “görev etkinlik” derecesi de tartışmaya açıktır. Daha önce Askeralma Sisteminde düşünüldüğü gibi er ve erbaşlar için tek tip 12 ay hizmet süresinin kabul edilmesiyle, bu sorunların doğmasına neden olunmayacağı ve Türk ordusunun omurgasını oluşturan “Mehmetçik” sistemine de zarar verilmeyeceğine inanılmaktadır. Getirilmesi istenilen diğer bir değişiklik ise, “özel durumlarda muafiyet ve erteleme” maddesiyle ilgilidir. Bu değişiklik ile; barışta, olağanüstü hal veya seferberlik hallerinde veya savaşta, askerliğini yapmadan, Cumhurbaşkanı’nca “gerekli görülen sahalarda” “özel olarak görevlendirilen gönüllüler” Cumhurbaşkanı’nca belirlenen şartlara uydukları takdirde askerlik hizmetinden muaf tutulmaları getirilmektedir. Bu değişiklik maddesindeki “gerekli görülen sahalar”ın neler olduğunun ve “özel olarak görevlendirilen gönüllüler” ile ne kastedildiğinin, en azından, yasa maddesi içerisinde açıklığa kavuşturulmasının uygun olacağı değerlendirilmekdir. Bazı ülkelerde zorunlu askerlik kaldırılmış veya askerlik süreleri, yasa değişikliği teklifinde olduğu gibi 6 aya indirilmiş olabilir. Ancak, Türkiye bir ateş çemberinin tam ortasındadır. Türkiye için “güçlü ordu”ya sahip olunması “hayati” bir zorunluluktur. 53 yıl Türk Silahlı Kuvvetleri’nin şerefli üniformasını giymiş ve subaylığı bir “yaşam tarzı” olarak kabul eden birisi olarak, Askeralma Kanunu’nda yapılması düşünülen bu değişikliklere ilişkin görüşlerimi kamuoyu ile paylaşmayı bir görev olarak gördüğümü ifade etmek isterim. Yazılı medya yaşayacak! Şükrü KARAMAN Yazılı medya günden güne kan yitiriyor. Gazete satışları her geçen gün düşüyor. Sosyal medyanın günlük yaşamda egemen olması, gazetelerin el değiştirerek yayın politikalarında değişikliğe gitmesi okuyucuyu gazetelerden iyiden iyiye uzaklaştırdı. Ulusal gazetelerin yüzde 90’ının iktidara yakın durması, muhalefet partilerine kısıtlı yer vermesi, güven erozyonuna uğraması tiraj düşüklüğünün diğer etmenleri. 82 milyona yaklaşan ülkemizde ulusal gazetelerin günlük toplam satışı 3 milyona yakın. Bu sayı oldukça düşük. Oysa çok değil 34 yıl öncesine değin gazeteler 44.5 milyon arasında tiraja sahipti. Gazetelerin yayın politikalarında değişikliğe gitmesi, siyasi iktidar kontrolünde el değiştirerek haberlerinde iktidar lehine davranması satışları olumsuz etkiliyor. Okur, yanlı ve tek sesli haberlere itibar etmiyor. Kalabalık nüfusa karşın gazete satışlarının 3 milyon dolayında olması “yazılı medya bitiyor mu?” soru sunu tartışılır hale getirdi. En başta medya sahibi holdingler şapkalarını önüne koyup soruya yanıt aramaları, özeleştiride bulunmaları gerekiyor. Tabii amaçları objektif gazetecilik yapmaksa. Eğer, ellerindeki yazılı medyayı güç olarak kullanmak niyetindeyseler onlara söylenecek çok fazla söz yok zaten. Okurlarına sadece gerçekleri ileten, muhalefetin ve dar gelirli kitlenin sesi olan gazete sayısının azlığı üzücü olsa bile her türlü zorluğa karşın yayınlarını sürdürmeleri ülke ve demokrasi adına çok önemli. Gelelim asıl soruna. Akıllı telefonların yaşamımıza girmesiyle bir tıkla dünyadaki ve ülkedeki tüm haberler önümüze düşüyor. Artık insanlar gazete satın almak yerine gündemi, dünyayı, ülkede ne olup bittiğini öncelikle sosyal medyadan, sonra televizyondan izliyor. Sosyal medyanın yaygınlığı karşısında, ülkemizde ve dünyada kağıt gazeteler yayın yaşamını sonlandırarak, dijital ortamda yayınlarını sürdürmek zorunda kalıyor. Geçtiğimiz yıllarda çalışanların ve okurun özve risi ile yaşamaya, ayakta durmaya çalışan birçok gazete, tiraj düşüklüğünün yanı sıra sosyal medyanın etkisi ve yeterli reklam alamamaktan ötürü “pes” diyerek kepenk indirdi. Anımsanacağı üzere on binlerce satan Radikal, Vatan ve Habertürk gazeteleri basılı yayına son vererek dijital ortamda okurları ile buluştu. Daha sonra Radikal, dijital yayına da son verdi. Kuşkusuz burada kaybeden; işini, aşını, ekmeğini yitiren basın emekçileri oldu. Medyadaki olumsuz tablodan ötürü son yıllarda işini kaybeden gazeteci sayısı bini geçti. Asıl sorunun önemli bir yanı da bu. Medya patronları, “kapattım” diyerek zarardan kurtuluyor. Ya emeğinden başka geçim kapısı olmayan basın emekçileri ne yapacak? Maalesef, bu üzücü durum sürüyor. Gazetelerde, televizyonlarda, dergilerde basın çalışanları kolaylıkla kapı önüne konuluyor. İşte burada sendikalaşmanın önemi bir kez daha kendini gösteriyor. Yeni doğan, yayın yaşamına başlayan gazeteler, dergiler ne denli sevindirici ise kapanmaları, basın emekçile rinin işini yitirmesi o denli üzücü. Yayın hayatına atılan gazetelerin meslektaşlarımızın iş sahibi olabilmesi, basına yeni bir soluk getirmesi adına nasıl seviniyorsak, kapandığında da o denli üzülüyoruz. Sosyal medyanın, dijital ortamın yaygınlaşması, bazı gazetelerin kâğıt baskısına son vermesi “yazılı medyanın ömrü bitiyor mu?” sorusunu gündeme taşısa bile tüm zorluklara rağmen yaşamına devam edecek. Çünkü yazmayı, çizmeyi, okumayı sevenler ısrarla basılı medyanın, kağıt gazetelerin önüne hiçbir teknolojinin geçemeyeceği görüşünde. Okurların çoğunluğu kâğıda dokunmak, gazeteyi, dergiyi, kitabı eline alarak kokusunu özümseyerek okumak istiyor. Mürekkep kokusu alışkanlık yaptı. Bu alışkanlıktan vazgeçmek öyle çok kolay değil. Ayrıca yazılı medyanın dijital dünyanın sahip olamayacağı bir ağırlığı var. Elinize aldığınızda, mürekkep kokusunu hissettiren, sayfalarını çevirirken hışırtı sesi çıkaran gazetelerin yerini, ne internet haberciliği ne akıllı telefonlar alır. İfşa’daki Fethullahçı Nurefşan... “Kız kardeşi ilk gözaltına alındığında ve sonrasında ce gider. Üniversite imtihanında çok yüksek bir puan alır. Ülkedeki tüm tıp fakültelerine zaevine ilk girdiği dönemde girebilirdi. Ancak cemaatin örgütü kafasında sorgula ona biçtiği rol farklıdır. İla maya başlamıştı. Bunu abisi hiyatçı olacaktır. İstanbul’a hissediyordu ve bundan ilahiyat okumaya gider. mutluydu. Hatta kardeşi, O dönemde ağabeyi de cemaatte geçen yıllarını ve Atilla’nın görüşmeleri yaptığı özeleştirisini cezaevinden kişi İstanbul’da üniversitede yazacağı mektupla abisine okumaktadır. Fatih’te birlikte anlatacaktı. Kendi aralarında ev tutarlar. Birkaç yıl birlikte böyle anlaşmışlardı. Ancak yaşarlar. Sonrasında ağa birkaç ay sonra cezaevindeki beyinden koptu, cemaatin kız kardeş eski FETÖ’cü kim yurdunda kalmaya başlar. liğine geri dönmüştü. Bir da Üniversitenin son yıllarında haki görüşte abisine yazdığı evlilik hazırlığı yapar. Nişan mektupları yırtıp attığını söy lanır... Sevdiği, hayat kurma ledi. Muhtemeldi ki, cezaevi yı planladığı kişi de cemaat içinde FETÖ’cüler birbirlerine mensubudur. Hatta genç umut aşılıyor, örgütsel kim yaşta yeteneklerinden ve liklerini koruyorlardı. Örgüt prezantabl olmasından dolayı 40 yıl emek verdiği yapıdan cemaatin “prenslerinden” vazgeçmiyordu. Söylemiştim, olarak kabul edilen bir isim. ‘o’ birçokları gibi 1.5 yıl sonra Genç adam yurtdışındaki cezaevinden tahliye olacak ve üniversite tahsilini tamam aramıza katılacak. Cezaevin layıp yurda döndüğünde, den kendisi olarak mı, yoksa ayrılma kararı alır. Nişan örgütün ona verdiği ismiyle bozulur... Kısa bir süre sonra ve kimliği ile Fethullahçı Nu eski nişanlısının sansasyonel refşan olarak mı çıkacak?” bir evlilik yaptığı haberini alır. ‘Kız kardeşim Zaten o artık ünlü bir gazeteciydi. Bir daha hiç görüşmez FETÖ’cü!..’ ler. Ama o, eski nişanlısının Gazeteciliğin zirve noktası “muhabirliğin” deneyimli ismi, değerli meslektaşım Toygun Atilla’nın FETÖ’yü “İfşa” eden kitabını okurken, bu satırların altını çizmişim. Atilla, kitabı “İfşa”nın yedinci yazılarını gazeteden okur, TV’ye çıktığı zaman izler. Bir süre sonra “O” da bir evlilik yapar. Evlendiği adam örgütün yayın organlarından birinde üst düzey yöneticidir. Evlendiği kişi cemaatte saygı bölümünün başlığını “Nu duyulan bir isimdir. Ancak bu refşan” koymuş. FETÖ’nün saygının temelinde ağabe 40 yılı aşkın bir süredir bu yinin örgüt içindeki konumu topraklarda nasıl yeşer yatar. Ağabeyi, Fethullah diğini, hangi şartların onu Gülen ile bizzat görüşen, beslediğini, çocukların aile sık sık ziyaretine giden ve lerinden koparılarak örgüte ülke çapında örgüt adına nasıl kazandırıldığının ibretlik “imamlık” görevini yürüten hikâyesi. Cemaatin ağına isimlerden biridir. 15 Tem takılan ve adı Nurefşan ko muz darbe girişimi sırasında nulan bir kızın, “Kız kardeşim Akdeniz Bölgesi’ndeki illeri FETÖ’cü” diyen bir ağabeyin mizden birinde yayladaydı. anlattıkları... Darbe girişimi haberini ilk kez Nurefşan’ın ağabeyi 2018 o sırada Yunanistan’da tatil Temmuzu’nun son günle yapan ağabeyinden öğrenir. rinde Atilla ile temas kurar. Kocası ile de son kez o gün 15 Temmuz darbe girişimini haberleşir. Darbe girişimin yöneten bizzat Akıncılar’daki den birkaç gün sonra olaylar üste bulunan FETÖ’nün en netleştiğinde, darbe girişimi önemli ismi ve ismi en çok nin aktörleri ortaya çıkmaya bilinen imamı ile kız kardeşi başladığında Akdeniz Bölge aynı soyadı paylaşmakta si’ndeki yayladaki evin kapı dır. 1.5 yıl içinde 45 kez sında polisler vardır. Darbe yüz yüze görüşür ağabeyle. Ancak ağabey son anda anlattıklarının “İfşa”da yazılmasını istemez. Çekinir... Atilla, “Toygun Bey yazamıyoruz” girişimini yöneten imamların bir kısmı kaçmıştır. Kaçanların arasında kayınbiraderi de eşi de vardır. mesajını aldıktan sonra verdiği kararı kitapta şöyle yazıyor: “Bu mesajdan sonra, etik olarak, bu yaşanmış gerçek hikâyede isim vermeme kararı aldım. Gerçek kimliklerini belirtmesem de bunun yaşadıklarının değerini düşürmeyeceğini düşündüm. Onun ve ağabeyin yaşadığı olayların benzerleri, Türkiye’de binlerce evde, ailede yaşanmıştı. Onlar, FETÖ’nün ağına takılan sayısız kurbanlarla ortak kaderi yaşayanlardandı. Hikâyeleri ‘isimsiz’ de olsa bilinmeliydi.” Bu soru can yakıyor İşte tam bu noktada can alıcı soruyu ağabey soruyor. Ağabeye göre 30 gün sorgulanan kardeşinden adliyeye intikal eden dosyada hiçbir şey yoktur. Hiçbir şey yok derken ne örgüt yapısına ilişkin itiraf, ne eşinin ve kayınbiraderinin örgüt içindeki mensubiyetleri, görevleri ne de şahit olduğu olaylar. Ona göre dosya bomboştur. Gördükleri; basmakalıp, özensiz hazırlanmış sorularla alınan 35 sayfalık bir ifade, delilsiz bir iddianamedir... Kocası arkasına bakmadan kaçmış Halbuki Atilla’nın kitabının ismi gibi, ciddi bir soruşturma ile hayatının uzun bir za Hemen hemen bütün man dilimini, cemaatin en üst hikâyelerde olduğu gibi üni düzey yöneticisinin gelini ola versiteye hazırlık dönemi, rak geçiren bir cemaatçinin burslu dershane süreci der anlatımları ile birçok bilinmezi ken ailesinin elinden kayıp “ifşa” edebilirdi!..
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle