18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
bilim ve teknoloji Herkese Bilim Teknoloji Dergisi’nin katkılarıyla hazırlanmıştır. TASARIM: İLKNUR FİLİZ 99 MART 2019 CUMARTESİ Keşifleri onlar yaptı,Pek çok bilim kadınının, tarihte çığır açan keşifleri hak ettikleri ilgiyi görmedi ödülleri erkekler aldı Marie Curie’nin dışında, aklınıza kaç ünlü bilim kadını geliyor? Ya da kadınların hangi keşifleri yaptığını biliyor musunuz?  Yıllarca bilim dünyasında kadınlara çok az yer verildi. Fakat bu kadınların bilimle ilgilenmediği anlamına gelmez, zira keşifleri çoğunlukla erkek meslektaşları tarafından unutturuldu, çalındı ya da görmezden gelindi.   Pek çok bilim kadınının, tarihte çığır açan keşifleri hak ettikleri ilgiyi görmedi. Gözlem yapmak, hipotez önermek, deneyler yapmak ya da sadece çalışmak için bile yeterince fırsat elde edemediler. Tüm bunlara rağmen başarılı olsalar bile, çalışmaları erkek meslektaşlarına mal edildi ve tarih kitaplarına giremedi. Tarihte çığır açan fakat keşifleri ellerinden alınan ve erkeklerin gölgesinde kalan bilim kadınları: Vera RubIn Vera Rubin’in bilimsel kariyeri acımasız eleştiriler ve düşmanlıklarla dolu. Rubin, üniversiteye kabul edildiğinde lise fizik öğretmeni, “Bu büyük bir başarı, tabii bilimden uzak durduğun sürece” demişti. Rubin’in, daha sonra Princeton Üniversitesi’ndeki astronomi programına yaptığı başvuru, “kadınlara izin verilmediği” gerekçesiyle reddedildi (bu yasak 1975’e dek sürdü). Ama bunlar Rubin’i yıldırmadı. Georgetown Üniversitesi’nde doktorasını yaparken, meslektaşı Kent Ford ile birlikte galaksilerin dışındaki yıldızların, merkezindeki yıldızlarla eşleşen bir yörünge hızına sahip olduğunu gözlemleyen ilk kişiler oldular. Rubin dönüş eğrileri üzerine çalışmaya devam ederek, galaksilerin açısal hareketinin tahmin edilenden farklı olduğunu ortaya çıkardı. Ancak erkek meslektaşları bulgularının Newton yasalarına ters düştüğünü ve yanlış bir hesaplama yapıldığını düşünüyorlardı. Doktora ve yüksek lisans tezi hem eleştirildi hem de göz ardı edildi. Ancak yıllar sonra değeri anlaşıldı. Karanlık maddeyi keşfederek astronomi alanında yeni bir alan yaratan Rubin, yıllarca Nobel Fizik Ödülü’nü kazanacağı düşünülen bir adaydı. Fakat Nobel alamadan 88 yaşında öldü. Rubin’in ölümü bilim çevresini yasa boğdu. Sayısız bilim insanına ilham kaynağı olmuştu ve onun çalışmaları olmasaydı, birçok bilim insanı şu an hâlâ var olmayan şeyleri araştırıyor olabilirdi. CecIlIa Payne İnanılmaz keşifleri, erkek yöneticileri tarafından göz ardı edilen bir bilim kadını. 1919’da Cambridge Üniversitesi’nde burslu olarak botanik, fizik ve kimya dersleri aldı. Cambridge, o yıllarda kadınlara diploma bile vermediği için, dersleri boşuna tamamlamış gibi görünüyordu. Payne bu yıllarda astronomiyle ilgilendi. Radcliffe Koleji’ne geçti ve astronomi doktorası alan ilk kadın oldu. Yıldızların büyük miktarlarda hidrojen ve helyumdan oluştuğunu buldu. Ancak erkek meslektaşları böyle düşünmüyorlardı. Zamanın astrofizik ve uzay bilimleri uzmanı Henry Norris Russel, Payne’i makalesini yayımlamaması için ikna etti. Russell, bu fikrin dönemin yaygın bilgisi ile çeliştiğini ve kabul edilemeyeceğini düşünüyordu. Ancak Russel 4 yıl sonra, farklı yöntemlerle yine aynı sonuçlara varan bir çalışma yayımladı. Ne yazık ki Payne adı, Galilei, Newton ve Einstein’la birlikte anılması gerekirken, tarih kitap RosalInd FranklIn Rosalind Franklin, erkek meslektaşları tarafından haksızlığa uğrayan en ünlü bilim kadınlarından biri. Bilimle ilgiliyseniz muhtemelen DNAının yapısının keşfi ile ilgili James Watson ve Francis Crick adlarını duymuşsunuzdur. Fakat Watson ve Crick’in “keşifleri” büyük bir tartışma konusu. Rosalind Franklin, Londra’da Kings Koleji’ne bağlı bir laboratuvarlarda çalışırken Maurice Wilkins ile tanıştı. Her ikisi de DNA üzerinde fakat iki ayrı ekipte ve iki ayrı proje üzerine çalışıyorlardı. Franklin burada DNAının yoğunluğunu ve sarmal biçimini saptadı. DNA’nın iki zincir ve bir fosfat omurgasından oluştuğu sonucuna vardı. Çalışmaları sırasında Rosalind larından çıkarıldı. Daha da kötüsü yıllar sonra Payne, astronomiye yaptığı katkılarından dolayı “Henry Norris Russell Ödülü”ne layık görüldü. Chien Shiung Wu Çin asıllı bilim kadınının bilim dünyasına yaptığı en büyük katkı, o sırada geniş kabul görmüş Eşlem Korunumu Yasası’nı (Law of Conservation of Parity) çürüten bir keşifti. Bilimsel bir kuramın yanlış olduğunu ispatlamak oldukça zordur. Wu’nun meslektaşları Chen Ning Yang ve Tsung Dao Lee, bu teoriyi ispatlaması için Wu’ya yardımcı olabileceklerini söyleyerek bir deney teklifinde bulundu. Wu tekliflerini kabul etti ve birkaç deney gerçekleştirdi. Onun deneyleri inanılmaz derecede önemliydi, çünkü parçacığın bir elektronunu, diğerlerine oranla daha kolay bırakma eğiliminde olduğunu ve bu nedenle parçacıkların simetrik olmadığını gösterdi. Gözlemi, 30 yıllık bir inancı bozdu ve Eşlem Konumu yasasının çürüttü. Elbette Yang ve Lee, Wu’nun gözlemlerini kaydetmedi ve bunun yerine keşfi kendilerine mal ederek ödüller kazanmaya devam ettiler. Lise MeItner Nükleer fisyon süreci, bilim dünyası için büyük bir keşif ve çok az insan bu keşfin ilk kez Lise Meitner tarafından hipotez haline getirdiğini biliyor. Meitner, Stockholm’de Otto Hahn ile radyoaktivite üzerine çalışmalar yürütüyordu. Ancak Avusturya’nın ilhakı sırasında Meitner, Stockholm’den ayrılmak zorunda kaldı. Otto Hahn ve ortağı Fritz Strassman, uranyum ile yaptıkları çalışmaya yalnız devam ettiler. Meitner’in erkek meslektaşları, uranyumun nötronlar tarafından bombardıman edildiğinde ortaya atomların çıkmasına çok şaşırdı. Bu şaşkınlıklarını bir mektupla Meitner’e bildirdiler. Meitner ise atomun parçalandığına dair bir teorisi olduğunu yazdı. Bu fikir, kimya dünyasında bomba etkisi yarattı ve nükleer fisyon teorisi açıklanmış oldu. Strassman ve Hahn yayımladıkları makalede Meitner’den hiç bahsetmedi. Nobel Kimya Ödülü komitesi, Lise Meitner’in oynadığı rolü göz ardı ederek, ödülü Otto Hahnıa verdi. Hahn, bu yanlışlık konusunda hep sessiz kaldı. Meitner, Nobel Ödülü’nü alamamış ve resmi olarak tanınmamış olsa da yıllar Franklin’in bulguları erkek meslektaşlarının gölgesinde kaldı. Bu dönemde Franklin, meslektaşları Wilkins, Watson ve Crick’e birçok çalışmasını gösterdi. Bunların arasında sadece Xray çalışmaları değil, son bulgularını içe ren kapsamlı raporlar bile vardı. Franklin daha sonra kansere yakalandı ve hayatını kaybetti. Franklin’in bulgularından yararlanan Watson ve Crick, çalışmalarına öncülük eden kişi olarak Franklinıden çok Wilkinsıin adını andı. Ancak Franklin’in gümüş tepsi ile sunduğu bilgilerle Watson ve Crick’in keşfi, bir keşiften çok Franklin’in buluşunu onaylatmaya benziyordu. Watson, Crick ve Wilkins DNA çalışmalarından dolayı Nobel Ödülü alırlarken Franklinıin adı bile anılmadı. sonra 109 numaralı elemente onun anısına meitneryum denildi. NettIe Stevens Kromozomlar hakkında çok şey bilinmiyor olsa da, en azından cinsiyetimizin 23. kromozom çifti X ve Y tarafından belirlendiği biliniyor. Çoğu ders kitabı, bu büyük keşif için Thomas Morgan adlı bir erkeği işaret ediyor, ancak keşif Nettie Stevens adında bir bilim kadınına ait. Stevens, un kurtlarındaki cinsiyet ayırımını inceledi ve cinsiyetin X ve Y kromozomlarına bağlı olduğunu fark etti. Stevens gözlemlerinin neredeyse tamamını tek başına yapmasına rağmen, tüm emekleri çalışma arkadaşı Morgan’a mal edildi ve Nobel Ödülünü Morgan aldı. Morgan, ödülü almış olsa da öfkesini bastıramadı ve Stevens’ı küçük düşürmek için, Science dergisinde bir makale yayımladı. Bu makalede Stevens’in tüm deney boyunca gerçek bir bilim insanından çok bir teknisyen gibi davrandığını söyledi, ancak keşfin sahibi yıllar sonra geç de olsa anlaşıldı. Ida Tacke Ida Tacke, iki yeni element olan renyum (75) ve masuriyumu (43) buldu. Periyodik tabloda atom numarası 43 olan masuriyum adlı bir element olmadığını fark edebilirsiniz. Bunun nedeni, bu elementin Carlo Perrier ve Emilio Segre’in bulduğu teknetiyum olarak biliniyor olması. Tacke bu elementi bulduğunda kanıtları çok açık şekilde sunmuştu. Buna rağmen söz konusu element, laboratuvar ortamında Perrier ve Segre tarafından yapay olarak üretilince kabul gördü. Buluş Tacke’ye ait olmasına rağmen Perrier ve Segre’ye mal edildi. Esther Lederberg İlk eşi Joshua Lederberg ile birlikte, bakteriyel kolonilerini laboratuvar ortamında farklı yöntemler kullanarak inceledi ve elde ettikleri bulgular antibiyotik direnci konusunda önemli sonuçlar doğurdu. “The Lederberg” adı verilen bu yöntem bugün hâlâ kullanılmakta. Joshua Lederberg çalışmaları için fizyoloji ve tıp alanındaki Nobel Ödülü’nü George Be adle ve Edward Tatum ile paylaştı. Ancak katkısı çok büyük olmasına rağmen Esther Lederberg’e ödül verilmedi. HenrIetta LeavItt Henrietta Leavitt’in adı pek duyulmamış olsa da keşifleri, astrolojiyi, fiziği ve evreni görme biçimimizi kökten değiştirdi. Leavitt, çalışmalarına, yıldızları Harvard Gözlemevi’nde ölçüp ve kayda almakla başladı. O yıllarda, yıldızların ölçülmesi kayıt altına alınması bilim kadınlarına uygun görülen birkaç işten biriydi. Leavitt, erkek üstlerine veri toplamak için bir bilgisayar gibi çalışıyordu. Bu yorucu iş için saatte sadece 30 sent kazandı. Bir süre sonra Leavitt, bir yıldızın parlaklığı ve Dünya ile olan mesafesi arasında bir bağlantı olduğunu fark etti. Yıldızın parlaklık değerine bakılarak, Dünya’ya uzaklığının hesaplanabileceğini buldu. Bu sayede bilim insanları, bütün yıldızların bizim galaksimizde olmadığını ve evrenin birçok galaksiden oluştuğunu keşfetti. Fakat ne yazık ki Leavitt hiç tanınmadı. Nihayet Nobel Ödülü için fark edildiğinde, ne yazık ki ölmüştü. Jocelyn Bell Burnell Jocelyn Bell Burnell, Cambridge Üniversitesi’nde henüz öğrenciyken pulsarları keşfetti. Pulsarlar bir yıldız türüdür, aslında bir yıldızın ölmeden önceki evrelerinden biridir ve genelde nebulaların içinde görülür. Pulsarlar, devasa yıldız patlamalarının kalıntılarıdır. Pulsarların varlığı, dev yıldızların patladıktan sonra yok olmadığını, bunun yerine, küçük ve inanılmaz yoğun yıldızlara dönüştüklerini gösteriyor. Bell Burnell, bu keşfi yaparken, teleskopundan elde ettiği ve yazdırılıp art arda dizildiğinde 5 km uzunluğa erişen kâğıt şeritleri inceledi. Bu bulgu Nobel’e layık görüldü, ancak ödül Bell Burnell’in danışman hocası Anthony Hewish’e ve Cambridge Üniversitesi’nden bir radyo astronomu olan Martin Ryle’ye verildi. Sonuç Toplumlar yıllarca, kendi belirlediği kalıpların dışına çıkan, çalışan ve üreten kadını yok saydı, görmezden geldi. Günümüzde bilim kadınlarına karşı önyargılar hayli azalmış olsa da tamamen ortadan kalkmış değil. Bugün bile, kadınerkek ücret eşitliğinin sağlanması için 217 sene daha geçmesi gerektiği ileri sürülüyor.  Perhiz, iç saati gençleştiriyor Normalden az yiyen fareler daha uzun yaşıyor. Perhiz, iç saatin yaşlılıkta da tıpkı gençlik yıllarındaki kadar iyi çalışmasını sağlıyor. İç saatimiz ne zaman yorulacağımızı, ne zaman etkin olacağımızı ve ne zaman acıkacağımızı belirliyor. Bu moleküler saat, ışık ve karanlıkla tetiklenir. Fakat yaşam sürecinde bu ritim değişebiliyor. Yaşlı organizmalardaki kök hücrelerinin iç ritmi takip etmedikleri ve bunun da yaşlanma sürecini hızlandırdığı düşünülüyordu. Ancak araştırmacının farelerle gerçekleştirdiği deneyler, iç saatin yaşlılıkta da işlemeye devam ettiğini gösterdi. Araştırma çerçevesinde, cilt, kas ve karaci ğerden dört saatte bir alınan doku örnekleriyle, genç (üç aylık) ve yaşlı (18 aydan daha büyük) fareler karşılaştırıldı. Sonuçlara göre yaşlı hayvanların kök hücreleri de 24 saatlik ritmi sürdürüyor ama iç saat farklı işlevleri yerine getirmeye başlıyor. Yani genç farelerdeki gibi aynı genleri etkinleştirmiyor ve farklı proteinleri üretiyor. Araştırmacılara göre bu “yeniden programlanma”, kalıtımdaki bozukluklar ve zayıflayan onarım mekanizmasına karşı gösterilen bir reaksiyon. Hücreler enerjiyi o kadar etkili işleyemiyorlar. Bu süreci ayakta tutmanın mümkün olup olmadığını öğrenmek isteyen bilim insanları, yaşlı farelere 6 ay boyu diyet uyguladı. Fareler, kontrol grubundakilere kıyasla yüzde 30 daha az kalori aldılar. Ve perhiz gerçekten de etkisini gös terdi. Ciltten alınan kök hücrelerin analizlerine göre iç saat, görevlerini tıpkı genç hayvanlardaki kadar iyi yerine getiriyor. Araştırmacılar, perhiz sayesinde dokunun genç kaldığını ve kök hücrelerin içindeki saatin eski işlevlerini koruduklarını söylüyorlar. Araştırma perhizin, solucanların, sineklerin, farelerin ve maymunların yaşamlarını niçin uzattığını açıklıyor aslında. Perhizin bizim organizmamızda da gençleştirici etki yapıp yapmadığı henüz kanıtlanmadı. Derleyen: Nilgün Özbaşaran Dede 1) Aged Stem Cells Reprogram Their Daily Rytmic Functions to Adapt to Stress, Cell, 10.8.2017 2) Circadian Reprogramming in the Liver Identifies Metabolic Pathways of Aging, Cell, 10.8.2017 bilimin merceğinden Bilimdeki ‘cam tavan’ Hemen her alanda olduğu gibi bilimde de, akademik dünyada da kadın olmak kolay değil. Tarihte çığır açan buluşlar yapsalar bile çalışmaları erkek meslektaşlarına mal edilen, keşifleri erkeklerin gölgesinde kalan onlarca bilim kadını var. Günümüzde bilim kadınlarına karşı önyargılar hayli azalmış olsa da tamamen ortadan kalmış değil. Cinsiyet, etnik köken, din gibi çeşitli ayrımcı faktörler nedeniyle belli bir pozisyonun üstüne terfi edememesi durumu olarak tanımlanan “Cam tavan etkisi” diye tanımlanan durum hâlâ süregeliyor. Dünya genelinde her 3 araştırmacıdan yalnızca biri kadın ve bilimsel yüksek akademik pozisyonların sadece yüzde 11’inde kadınlar bulunuyor. Son 10 yılda bilimsel araştırmalarda kadınların oranının yalnızca yüzde 12 arttığı görülüyor. Bilim kariyerinin her aşamasında kadınlar ciddi anlamda az temsil ediliyor. Lisede bilim konusunda uzmanlaşmak isteyen kadın oranı yüzde 50’yken üniversitede yüzde 32’ye, master aşamasında yüzde 30’a ve doktorada yüzde 25’lere kadar düşüyor. Aslında Türkiye kadın akademisyen konusunda dünya ortalamasını üzerinde. Yükseköğretim Kurulu ( YÖK) verilerine göre, Türkiye’deki 162 bin 350 akademisyenin yüzde 44’ü kadınlardan oluşuyor. 8 bin 167 kadın profesör, 5 bin 997 kadın doçent, 16 bin 679 kadın doktor öğretim üyesi unvanıyla akademisyen olarak görev yapıyor. Buna göre toplam 25 bin 947 profesörden yüzde 31’i, 15 bin 222 doçentten yüzde 39’u, 38 bin 683 doktor öğretim üyesinden yüzde 43’ü kadınlardan oluştu. Ancak bu düzelmenin üst pozisyonlara yansıdığı pek de söylenemez. Kadın dekanların oranının yüzde 18 sadece. Kadın rektörler konusunda durum daha da kötü. Devlet üniversitelerinde 6, vakıf üniversitelerinde 11 kadın rektör olarak görev yapıyor. Türkiye’deki 17 kadın rektör, 206 üniversitenin yöneticilerinin yüzde 8’ine karşılık geliyor. İşin ilginci, Türkiye gibi toplumsal cinsiyet eşitliğinde karnesi hayli kötü olan başka ülkelerin hem kadın akademisyen oranlarında hem de STEM eğitimi alan kadın öğrenci sayısındaki gözle görülür artış. Örneğin ABD’deki bilgisayar bilimi diplomalarının sadece yüzde 18’i kadınlara giderken Cezayir’de, üniversitelerin fen, teknoloji, mühendislik ve matematik (kısaca STEM) alanlarından mezun olanların yüzde 41’i kadın. Peki, geleneksel olarak daha fazla cinsiyet eşitsizliğinin olduğu ülkelerde, cinsiyet bakımından kendilerinden daha ileride olan ülkelere kıyasla, fen ve teknoloji alanında genelde daha fazla kadının bulunması ne ile açıklanabilir? Bu sorunun cevabını Missouri Üniversitesi’nde psikolog David Geary de aramış. Psychological Science bülteninde yayımlanan bir teze göre bu durum, daha yüksek cinsiyet eşitsizliğinin bulunduğu ülkelerde yaşayan kadınların, ekonomik özgürlüğe giden en belirgin ve en muhtemel yolu aramasıyla ilgili olabilir. Bu yol da sıklıkla STEM mesleklerine çıkıyor. Bunlar yine de önemli gelişmeler. Bilim kadınlarına büyük destekler veren L’Oreal’ın mottosunda olduğu gibi, “Dünyanın bilime, bilimin kadınlara ihtiyacı var.” ÖZLEM YÜZAK HBT Konferansı 20, 50, 100 yıl sonra nasıl bir dünya? Geleceği tahmin etmek olanaklı mıdır? Bilimsel uzmanlık bize nelerin olabileceğini söyleme imkanını mı verir, nelerin olamayacağını mı? Bilişim teknolojisinin sınırları hakkında neler biliyoruz? Akıllı nesnelerle insanların ilişkisi nasıl gelişecek? Kışın ortasında gece yarısı güncelleme nedeniyle kapanan şofben, kirayı ödemediğiniz için açılmayan daire kapısı... Tanol Türkoğlu, Prof. Dr. Türker Kılıç ve Prof. Dr. Cem Say bu kez önümüzdeki kısa dönem sayılabilecek 20 yıl, 50 yıl ve 100 yılda bizi nasıl bir dünyanın beklediğini anlamaya ve anlatmaya çalışacaklar. 9 Mart Cumartesi günü, saat 17:00’de Bahçeşehir Üniversitesi Beşiktaş Kampüsü’nde gerçekleştirilecek konferans ücretsizdir. Konferans facebook etkinlik bağlantısı: https://www.facebook.com/ events/413361699428290/ C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle