17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 18 ŞUBAT 2019 pazARTESİ [email protected] TASARIM: İLKNUR FİLİZ olaylar ve görüşler Çöken binaların düşündürdükleri 74. YIL YUNUS NADİ ÖDÜLLERİ 2019 Cumhuriyet gazetesinin kültür ve sanat ödülleri kapsamında düzenlenen karikatür yarışmasına uluslararası karikatür sanatçılarından yarışma sergisi ve albümüne destek sürüyor. PROF. DR. KAYA ÖZGEN / E. İTÜ 1975, hatta 1998 öncesi yapılan 20 yaşın Öğretim Üyesi Kartal bölgesinde 5 katlı görünen 8 katlı bir bina çöktü, onlarca insanımız hayatını kaybetti. Göçme sonrası, anında, olaya politik kaygılarla, yayın yasağı getirildi. Halbuki tersine, yıkım mümkün olduğunca geniş ortamlarda paylaşılmalı, tartışılmalıydı. Bu yoldan, “ümitsiz vaka” gibi görünse de, hiç olmazsa halkımızın bir bölümünün ibret alması/ders çıkarması sağlanabilirdi. Bu olayda da bildik/klasik senaryo yaşanacak, sorumlular araştırılmayarak bulunmayacak, bir süre sonra da konu gündemden çıkacak. Halbuki başta İstanbul olmak üzere, ülke genelinde buna benzer binlerce konut olduğu biliniyor; maalesef benzer yeni bir olaya kadar da konu kapatılacak!.. Ancak benzer olayların/yıkımların da sürüp gitmesi beklenmelidir; başta İstanbul olmak üzere çoğu kentimizde bunun benzeri binaların varlığı/yoğunluğu yadsınamaz bir gerçektir. Söz konusu yıkım nedeniyle son çıkan “imar barışı” da tartışılmaya başlandı. Aslında bu da daha önce çıkarılanlar (14 adet) gibi imar affından başka bir şey değil, ancak en kapsamlısı olduğu anlaşılıyor. Bu yoldan, hiçbir tespit ve teknik bilgi olmadan, mal sahiplerinin/ kullanıcıların beyanıyla her türlü kaçak yapının yasallaştırıldığı gözleniyor. Şimdiye kadar başvuran sayısının 10 milyonu geçtiği belirtiliyor. Kent ve ülke genelinde niteliği belirsiz büyük bir konut stokunun varlığı, bunun başta gelen nedeninin de popülist yaklaşımlarla göz yumulan kaçak yapılar olduğu biliniyor. Bu binaların çoğunda proje ve hiçbir belge ve bilgi yok. Şimdilerde bunlar açılan yoldan “yasallaştırılıyorlar”! Bunun sonunda son yaşananın benzeri yıkım ve can kayıplarıyla karşılaşıyoruz; bu koşullarda benzer olumsuzlukların sürüp gitmesi kaçınılmaz görünüyor... Yaşanan tüm popülist yaklaşımların ötesinde, “seferberlik” benzeri yoğun bir kampanya ile mevcut binaların belgelenmesi gerekiyor. Bunun için ülkede yeterli/teknik eleman gücü mevcut. Başta mimarlar ve inşaat mühendisleri odalarının desteğiyle ve kapsamlı bir program dahilinde bu tespitlerin yapılması mümkün. Buna karşın, özellikle son yıllarda, yerel ve merkezi yönetimlerin meslek odala üstündeki eski binaların büyük bir deprem riski altında olduğu kaçınılmaz bir gerçektir. Bu da daha önce değinilen tespitlerin yapılmasını ve gerektiğinde önlem alınmasını zorunlu kılmaktadır; hem de ivedi olarak... rını sürekli dışlamaya ve işlevsiz kılmaya çalıştıkları gözleniyor... Binalar için öngörülen tespitler kapsamında taşıyıcı sistemlerin durumu da belirlenebilir; bu yoldan sorunlu binaların ayıklanması mümkün ve zorunlu görünmektedir. Ülkemizdeki yapılaşmanın durumu, 17 Ağustos 1999 Marmara depreminde açık ve acı bir şekilde ortaya çıktı; binlerce bina yıkıldı, büyük can kayıpları yaşandı. Dahası, zamanında üzerinde durulmasa da yetkili çevrelerde 2002 ekonomik krizini tetiklediği de dile getirilmişti. Bu depremden önemli dersler çıkarılması ve kapsamlı önlemler alınması gerekirdi, maalesef bunların hiçbiri yapılmadı/yapılamadı. Bu bağlamda çözüm diye ortaya konulan kentsel dönüşümün de, kısa zamanda rantsal dönüşüme evrildiği biliniyor! Ülkemizde 1969 öncesi bugünkü anlamda tutarlı bir deprem yönetmeliği yoktu. Yaşanan depremler ve gelişen bilgilerin ışığında söz konusu yönetmelikte, 1975, 1998, 2007 ve 2018 yıllarında, güvenlik artırıcı yönde kapsamlı değişiklikler yapılmıştır. Bu durumda yapım dönemlerinin elverişsiz koşulları nedeniyle kullanılan niteliksiz betonlar sorunu daha da büyütüyor. Gerçekten İstanbul’daki binaların çoğunun, yıllar boyu denizlerden çıkarılan son derece kalitesiz kumçakıl karışımı “agrega” ile hazırlanan betonarme betonlarıyla yapıldıkları bilinmektedir. İlgili çevrelerde bilinen bu gerçeği çöken binanın molozlarında gözlenen “midye kabukları” da doğrulamaktadır. Bu koşullarda 1975, hatta 1998 öncesi yapılan 20 yaşın üstündeki eski binaların büyük bir deprem riski altında olduğu kaçınılmaz bir gerçektir. Bu da daha önce değinilen tespitlerin yapılmasını ve gerektiğinde önlem alınmasını zorunlu kılmaktadır; hem de ivedi olarak... Pavel Constantın / Romanya Konut sahiplerinİN GÖREV VE Sorumlulukları Konu kapsamında konut sahiplerine de, kendi mal ve can güvenlikleri gereği önemli Deprem gerçeği lar ve donatı korozyonları, betonarme sistemle bağlantılı su depoları ve kısa ko görevler düşmektedir: lonların en küçük deprem n En küçük elektrikli ev ale de bile hasar ve göçmelere ti alımında bile garanti belge yol açacağı gözetilmelidir. si soran halkımız, projeye bak Bu bağlamda konut sahip madan, projeyi sorgulamadan lerinin, bodrum katın da bi tüm varlığını konuta yatırabil nanın bir bölümü olduğunu mektedir. Sorun bununla da sı düşünmeleri ve belirtilen nırlı kalmıyor, kat malikleri olası sorunları izleyerek çö nin, kendi konutları içinde, bi züm aramaları gereği orta nadan bağımsızmış gibi dav ya çıkmaktadır. randıkları durumlarla sıkça n Konut maliklerinin, karşılaşılmaktadır. Öyle ki hiç özellikle eski olanların, bi bir teknik görüş almadan bölme duvarları kaldırılmakta, yeni duvarlar yapılmaktadır. Halbuki üst üste gelen “düzen Başta İstanbul olmak üzere kentlerimizde depreme karşı gerekli/yeterli önlemler alınmazsa durum alabildiğine vahim görünüyor. 17 Ağustos 1999 depreminin ışığında ve mevcut koşullarda, ülkenin olası İstanbul depreminin altından nasıl kalkacağı nalarını kontrol ettirmeleri önerilmektedir. Buna göre belirlenecek olan olumsuzlukların giderilmesi li” bölme duvarlarının, yapı belirsizdir; asıl “beka sorunu” da budur... mümkün ve zorunlu gö nın deprem dayanımına önemli katkıda bulunduğu bilinmektedir. n Bina içi tadilat sürecinde bilinçsiz bir şekilde, taşıyıcı sistem elemanlarına da (kolon, kiriş) müdahale edildiği gözlenmektedir. Hele kaldırılan kolon ve kirişlerse en vahimi ve başta gelen hasar/göçme nedenidir. Söz konusu müdahaleler zemin katta ise özellikle galeri ya da işyeri oluşturmak amacıy la kaldırılan duvar ya da duvarlar nedeniyle ortaya çıkan “yumuşak kat”ın başlıca göçme nedeni olduğu bilinmektedir. n Kat malikleri açısından, binaların bodrum katlarındaki sorunlar bir diğer büyük olumsuzluk nedenidir; bu bağlamda havasız, yalıtımsız bodrumlarda betonarme betonlarındaki bozulma rünmektedir. Bu bağlamda depremlerde başlıca hasar nedeni olan yapım kusurlarının da giderilmesi mümkün olmaktadır. Bu koşullarda mevcut durum bir Alman özdeyişini anımsatıyor; Almanlar bir sorun çıktığında “durum ciddi ama vahim değil” derler. Bizde ise maalesef tersi geçerli, durum vahim ama ciddi değil. ‘Beka’ ikliminde bir gezinti vGeAMNüİfAtüŞ  I  K      /     E  .   C   H   P    K   a   y  s  e   r  i  M    i l  l e  t  v   e  k  i  l i   Sayın Erdoğan ve ortağı, 31 Mart 2019 yerel seçimlerinin “bir beka sorunu olduğunu” sıkça vurgulamaktalar. “Beka” sözcük olarak, “kesintiye uğramadan geleceğe doğru sürüp gitmek” anlamına geldiği ne göre, “beka” vurgusu ve ısrarından, Türk yurdunun ve ulusunun esenliğini kastettikleri, bunun da Cumhur İttifakı’nın mutlak başarısı ile ancak mümkün olabileceğini savundukları çok açık. Kararlılıkla işlenen bu tezi ciddiye alırsanız bundan, “Millet İttifakı’na veya öteki muhalefet partilerine oy ve destek vermek, vatana ihanettir” anlamı çıkmaktadır, zaten iktidarın kimi sözcüleri bunu açıkça söylemekteler. (Demokrasimizin yüksek standardına şapka çıkarmamak mümkün değil.) Terim olarak “beka”, “Allah’ın varlığına herhangi bir yokluk gelmeyeceği anlamını taşır; zıddı “fena”dır, tasavvufta buna “fena fillah” (Allah’ın varlığında yok olmak ) denilmektedir. Kimi şaşkınların, “Erdoğan’da Allah’ın bazı sıfatlarının mevcut oluğunu” söyledikleri, kendisinin de buna sessiz kaldığı bilinmekte ise de, sayın Cumhurbaşkanı’nın, “beka”nın terimsel anlamını kastediyor olabileceğini elbette düşünemeyiz.. Güvencemiz Cumhuriyettir Uygun vesilelerle hep söyler ve yazarım: Yüce yaratan Türk milletine Mustafa Kemal isminde çok özel bir evlat / ata, (mucize insan) armağan etmiştir. O da, kendi ifadesi ile bize “iki önemli eser” bırakmıştır: CUMHURİYET ve CHP. İlkeleri, temel argümanları, si yasal, sosyal ve felsefi hedefleri itibari ile bu iki kurumdan birisi, öbürünün teminatıdır. Daha açık bir ifade ile, ulusal varlığımız ve bekamızla, Cumhuriyet idaresi ve CHP arasında sıkı bir bağ vardır. Seçimlerde aldığı oydan bağımsız olarak, CHP’nin devlet ve toplum hayatında ağırlık, saygınlık, güvenilirlik ve etkinliğinin zaafa uğraması durumunda, Cumhuriyet kesinikle tehlikededir ve günümüz Türkiyesi’nin acı gerçeği budur. Cumhuriyet yıkılıyor İktidar oluşunun 17. yılına girmiş olan AKP’nin bir karşıdevrim hareketi olduğunu kendileri de saklamıyorlar: n Devletin (Cumhuriyetin) kurucusuna hakaret ve küfür, nadiren ceza takibine uğruyor. n “Efendiler, Türkiye şeyhler, dervişler ve müritler ülkesi olmayacak” diyen Atatürk’e nispet, devlet tarikatlar arasında bölüşülmüştür. n Tarikatların ana akım ve ülke genelindeki kolları nın gerçek sayısı bilinmemekte ise de bunların laik Cumhuriyete karşı pervasızca yürüttükleri yıkım çalışmalarının devletçe görmezden gelindiği ve cumhuriyet savcılarının suskun kaldığı bir gerçektir. n İlahiyat fakültesi ve imam hatip okulu sayısı, ihtiyacın çok çok üstünde, niye ki?.. n Tarikatların yatılı Kuran kurslarının sayısını bilmek mümkün değildir, Kuran öğretimi 4 yaşındaki sübyana kadar indirilmiştir. MEB ve Diyanet el ele medrese sistemini hayata geçirmişlerdir. Türkiye Müslüman bir ülkedir, gençlerimiz ve çocuklarımız elbette İslamı öğreneceklerdir. Fakat iktidarın din eğitimi polikası bu gereklilik ve ihtiyacın çok ötesinde, laik eğitimi din eğitimi ile boğma hedefi güttüğünden, ulusal varlığımız ve bekamız asıl bu nedenle tehlikeye atılmaktadır. Eğitimi laik olmayan bir ülkenin emperyalizme yem olması kaçınılmazdır. Türkiye dışındaki İslam ülkelerinin sefaleti bunu çok iyi anlatmaktadır.  Martın başı bahar! CHP’nin yerel seçim sloganını biliyorsunuz: “Martın sonu bahar...” Cumhuriyet emekçileri “Martın başı bahar” sloganıyla önümüzdeki aya hazırlanıyor. Pazar Dergi, mart ayıyla birlikte her hafta pazar günleri okurumuza “merhaba” diyecek. Koordinatörlüğünü Hilal Köse, editörlüğünü Deniz Ülkütekin’in üstleneceği Pazar Dergi, siyasi gündemin ağırlığından yorulan okurumuzu keyifli bir hafta sonuyla buluşturacak. Mart ayının ilk günü yazarımız Enver Aysever yine büyük ilgi çekecek bir yazı dizisine hazırlanıyor. İçeriği okurumuza sürpriz olsun. Cumhuriyet yazarları yerel seçimler için sahaya iniyor. Mart ayında yerel seçimlerin nabzını Cumhuriyet’ten takip edeceksiniz... H Bir yandan mart ayına hazırlanırken yazıişleri ekibimiz her gün Türkiye’nin en iyi gazetesini okurumuza ve kamuoyuna sunmak için büyük emek harcıyor. Cumhuriyet muhabirleri özel haberleriyle geçen haftaya yine damga vurdu. İşte bir haftanın manşetleri: l 11 Şubat: Pazartesi günü kanayan bir yarayı gündeme taşıdık. Küçük yaşta evliliklerin artmasına neden olan “istismarcıya evlilik affı”nın yeniden gündeme getirilmesini Zehra Özdilek’in “Sizi kim affedecek” haberiyle öğrendik. Figen Atalay’ın çocuğa istismar karşısında öğretmenlerin ne yapacağını bilmediğini ortaya koyan haberi ise acı bir çaresizlik içeriyordu. l 12 Şubat: Seyhan Avşar’ın “Kutsanmış Tamince” manşetinde Erdoğan’ın AKM inşaatının temel atma töreninde ortaya çıkan ve Cumhurbaşkanı’yla aynı fotoğraf karesine giren Fettah Tamince’yle ilgili çarpıcı ifadeler yer alıyordu. Tamince, cemaat üyeliğini kabul eden ve FETÖ dosyaları bir bir kapatılan bir isim olarak biliniyor. AKFA Holding’e yönelik hazırlanan iddianamede ise “Tamince’yi Fethullah Gülen kutsadı” deniliyor. l 13 Şubat: Emine Kaplan’ın “İttifak zorda” manşetiyle anketlerde gerileyen AKP ve MHP’nin adaylarından 20’sinin işbirliği için geri çekileceğini duyurduk. Aday çeken partiye daha fazla meclis üyeliği verileceğini yine aynı haberle öğrendik. l 14 Şubat: Arif Kızılyalın’ın “TFF bahse girdi” manşeti büyük ilgi çekti. Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Erdoğan Demirören’in ortak olduğu şirketin İddaa ihalesine teklif vermesi etik tartışmayı da beraberinde getirdi. l 15 Şubat: Hazal Ocak’ın “Riva’yı 12’den vurdu” manşeti Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın vakfına çekilen kıyağı belgeliyordu. Beykoz Belediyesi’nin milyonlarca lira harcadığı mesire alanı mütevelli heyetinde Bilal Erdoğan’ın bulunduğu Okçular Vakfı’na verildi. Söz konusu protokol daha belediye meclisinden geçmeden vakfın tabelayı asması da haberin önemli bir ayrıntısıydı. l16 Şubat: Mustafa Çakır’ın “Para akıttılar” manşeti AKP’nin yerel seçimler öncesi kesenin ağzını iyice açtığının habercisiydi. İktidar seçim için milyarlarca liralık sosyal ve hane halkı transferi yaptı. Bütçeden ocak ayında seçim öncesi yapılan transferlerdeki artış dikkat çekiciydi. Geçen yıl ocak ayında 455.2 milyon lira olan sosyal amaçlı transferler yaklaşık üç kat artarak 1.4 milyar liraya çıktı. Bu tablo iktidarın seçim sonuçlarından endişe ettiğinin açık bir göstergesiydi. l17 Şubat: Barış Doster, eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’la son kitabı “Ergenekon’dan Çıkış” üzerine yaptığı söyleşiyle fark yarattı. Başbuğ’un, “Dağlıca saldırısının arkasında ABD yönetiminin olduğunu düşünüyorum” cümlesini Cumhuriyet manşetinden duyurdu. H Evet... İşimiz yazılamayanı yazmak; halkımızın çıkarları için gerçekleri kamuoyuna duyurmak... TÜRK KALP VAKFI AŞIRI SOĞUKLAR KALP KRİZİ RİSKİNİ ARTIRIYOR! KALBİNİZİ KONTROL ETTİRMEYİ UNUTMAYIN! TÜRK KALP VAKFI 19 Mayıs Cad. No:8 Şişli/İstanbul Tel: 0212.212 07 07 (pbx) • www.tkv.org.tr C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle