28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 7 ARALIK 2019 CUMARTESİ gorus@cumhuriyet.com.tr TASARIM: İLKNUR FİLİZ Bir Toplumsal ‘Harf DevrimiEfsane bizi cahil mi bıraktı!’ Prof. Dr. Üstün Dökmen Dünyanın hemen her yerinde, bizde de, toplumların dillerinde dolaşan birtakım, temelsiz efsaneler vardır. Bunlar veriye (dataya) dayanmayan, kulaktan dolma bilgilerle varlıklarını sürdüren, üzerlerinde araştırma yapılmamış önyargılardır. Birkaç örnek: “Mevlana Mesnevi’ye, ‘Gel ne olursan ol yine gel... ’ diye yazmıştır”; “Cumhuriyet tarihimizde en çok içki Konya’da içilmiştir”; “Mehter yürüyüşü iki ileri bir geridir”; “Harf devrimi, geçmişimizle irtibatımızı kopardı, bizi cahil bıraktı”. Bu şehir efsanelerinin hepsi yanlıştır. “Gel, ne olursan ol yine gel” diye başlayan şiir, Mesnevi’nin orijinal Farsça kopyalarının hiçbirisinde yoktur, Mevlana’dan önce Horasanlı Ebul Hayr tarafından yazılmıştır. Tekel Arşivlerine girip incelerseniz, Konya bir defa bile ülkemizdeki içki tüketiminde ilk beşe girmemiştir. Mehter müziğini açıp iki ileri bir geri yürümeye çalışın, bakın bakalım bu yürüyüş bu müziğe uyuyor mu? Uymaz. Mehteran, üç ileri, bir sol selam, üç ileri bir sağ selam vererek yürür. Yani şehir efsaneleri bir bilgisizlik ürünüdür. Olmayan irtibat kopabilir mi? Gelelim harf devriminin geçmişimizle irtibatımızı kopardığı şeklindeki temelsiz iddiaya. Bizim geçmişimizle ciddi bir irtibatımız yoktu ki harf devrimi bu irtibatımızı koparmış olsun. Bazı kaynaklara göre Cumhuriyet kurulduğu gün yeni devletin sınırları içinde kalan topraklarda yaşayan tüm nüfusun sadece yüzde dördü, kadınların ise binde yedisi okuma yazma biliyordu. (Bazı kaynaklarda ise tüm nüfusun yüzde onunun, kadınların ise yüzde ikisinin okuryazar olduğu belirtiliyor.) Yüzde on desek bile, okuryazarlık açısından toplumun büyük bölümü zaten cahildi. Okumayazma bilen yüzde onun da tarih boyunca aman aman kitap Osmanlı’da küçük bir bölüm, gerek kitapları, gerekse el yazmalarını okuyabilirdi. Bu durum bugün için de geçerlidir; Cumhuriyet, eskinin el yazmanlarını okuyacak çok sayıda tarihçi, edebiyatçı yetiştirmiştir. okuduğunu zannetmeyiniz; matbaa Osmanlı’ya, Avrupa’da ortaya çıkışından sonra 277 sene gecikmeli girmişti; pek çok değerli kitabın ancak elle bir veya iki kopyası çıkarılabiliyordu, çoğunluğu tek kopyaydı. Okumayazma bilen yüzde on, şayet kütüphaneye gidip Fatih’in Divan’ını, Fuzuli’nin Divan’ını, Naim Ağa Tarihi’ni, İbrahim Hakkı’nın Marifetnâme’sini, Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sini okumak isteseler büyük sıkıntı ortaya çıkardı. Bu kitaplar çoğaltılmadığı için kütüphanenin önünde yüz yıllar süren bir kuyruk oluşurdu; insanların ömrü yetmezdi. Gerçekte olan Ayrıca bir de şu var ki, söz konusu yüzde onun çoğunluğu, büyük ihtimalle kitap harfi okuyabilirdi, el yazısını, el yazması kitapları okuyamazdı. Çünkü eski Türkçede el yazısını okumak, kitap harflerini okumaktan daha zordur. İstanbul Ede biyat Fakültesi mezunu olan annem, küçükken bana eski Türkçeyi öğretmişti; eski Türkçe kitap okuyabiliyorum ancak hâlâ el yazısını çözmekte zorlanırım. Osmanlı’da matbaa ülkeye girdikten sonra da okumayazma sorun olmuştu, tüm nüfusa eski Türkçeyi öğretecek yeterli sayıda okul yoktu. Yakın dönem edebiyatçılarımızdan Ahmet Mithat Efendi için edebiyat tarihçileri, “Okuyanı azdı, dinleyeni çoktu” demişlerdi. Çünkü eski İstanbul’da mangal başında toplananlara bir kişi Mithat Efendi’nin bir romanını okur diğerleri ise dinlerdi. Sonuç olarak, Osmanlı’da küçük bir bölüm, gerek kitapları, gerekse el yazmalarını okuyabilirdi. Bu durum bugün için de geçerlidir; Cumhuriyet, eskinin el yazmanlarını okuyacak çok sayıda tarihçi, edebiyatçı yetiştirmiştir. Olaya bu açıdan bakınca da harf devriminin geçmişle irtibatımızı kopardığını ileri sürmek, yalnızca bir şehir efsanesi olsa gerek. Kanal İstanbul Montrö’yü deler Dr. Cihangir dumanlı E. Tuğgeneral 2011yılında Başbakan Erdoğan tarafından ortaya atılan “çılgın proje” Kanal İstanbul gündemdeki yerini korumaktadır. Bugüne kadar projenin şehircilik, sismik, ekonomik, ekolojik etkileri üzerinde durulmakta ancak jeopolitik, jeostratejik ve askeri yönleri ihmal edilmektedir. Mevcut durum Boğazların uluslararası hukuki statüsü halen yürürlükte olan 1936 Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile tespit edilmiştir. Montrö Boğazlar Sözleşmesi, 1923 tarihli ve Türkiye’nin egemenlik haklarını kısıtlayan, güvenliğini tehlikeye sokan Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin, 1936’da değişen uluslararası güvenlik koşullarına göre ve Türkiye ile Karadeniz’e kıyıdaş devletlerin güvenliğini artırmak maksadıyla yine Türkiye’nin talebi üzerine yapılmıştır. Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne göre: Boğazlar gece ve gündüz, herhangi bir bayrak altında ve herhangi bir yükle geçen tüm gemilerin hiçbir formalite olmaksızın ücretsiz geçişine açıktır. Savaş zamanında Türkiye muharip değilse yukarıdaki geçiş serbestisi yürürlüktedir.Q (md.4). Savaş zamanında Türkiye muharip ise yabancı gemiler düşmana yardım etmemek koşulu ile boğazlardan gündüz geçebilirler (md.5). Denizaltılar gündüz, yüzeyden ve teker teker geçebilir (md.12). Savaş gemileri diplomatik kanallardan 8 gün önce Türkiye’ye haber vermek koşulu ile geçebilir (md.13). Savaş gemilerinin komutanı boğazlara girerken Türk yetkililere bilgi verir (md.13). Boğazlardan geçen savaş gemilerinin toplam tonajı 15 000 tonu geçemez ve aynı anda 9 gemiden fazla geçemez (md.14). Boğazlardan geçen gemiler uçaklarını uçuramaz (md.15). Karadeniz’e kıyısı olmayan devletlerin Karadeniz’deki toplam tonajı 30 bin tonu geçemez bu limit 45 bin tona kadar yükseltilebilir(Md. 18b). Yukardaki tonajların 2/3’den fazlası tek bir devlete ait olamaz (md.18c). Böyle bir stratejik yatırıma sadece rant açısından bakmak yanlıştır. Kanal uluslararası hukuku ilgilendiren çok boyutlu bir konudur. Karadeniz’e kıyısı olmayan devletlerin savaş gemileri bu denizde 21 günden fazla kalamaz (md.18d). Savaşta Türkiye muharip değilse muharip devletlerin savaş gemileri boğazlardan geçemez (md.19). Savaşta Türkiye muharip ise savaş gemilerinin geçişi Türk hükümetinin takdirine bırakılmıştır (md. 20). Görüldüğü gibi Montrö boğazlar sözleşmesi yapılış amacına uygun olarak iki konuda güvenlik sağlamaktadır: Geçiş esnasında Türkiye’nin güvenliği, geçtikten sonra Karadeniz’e kıyıdaş devletlerin güvenliği. Kanal İstanbul açılırsa Kanal İstanbul açıldığı takdirde Montrö’nün söz konusu güvenlik önlemleri işlemez hale gelebilecektir. Şöyle ki; Kanal’ın Türkiye’ye bir maliyeti olacağından gemi geçişlerinden ücret talep edilecektir. Gemiler Boğaz’dan ücret ödemeksizin geçme hakkına sahipken kanaldan ücret ödeyerek geçmeye nasıl yönlendirileceklerdir? “Boğazlardan geçen savaş gemilerinin toplam tonajı 15 bin tonu geçemez ve aynı anda 9 gemiden fazla geçemez” denilmektedir. Bu gemilerden bir kısmı Boğaz’dan geçerken bir kısmı kanaldan geçerse Türkiye’nin güvenliğini sağlayan bu sınırlama anlamsız hale gelmeyecek midir? Boğazlardan geçen gemiler uçaklarını uçuramaz kuralına rağmen kanaldan geçen gemiler uçaklarını uçurabilecekler midir? Kıyıdaş ülkelerin güvenliğini sağlamak maksadıyla Karadeniz’e kıyısı olmayan devletlerin bu denizdeki tonajları ve kalış süreleri sınırlandırılmıştır. Bu gemiler “biz Boğaz’dan geçmedik, kanaldan geçtik” derlerse Karadeniz ülkelerinin güvenliği nasıl sağlanacaktır? “Savaş zamanında Türkiye muharip ise yabancı gemiler düşmana yardım etmemek koşulu ile boğazlardan gündüz geçebilirler”(md.5)”.Düşmana yardım eden gemiler kanaldan geçebilecekler midir? Uygulamada benzer diğer sorunlarla karşılaşılacağı olasıdır. Projenin askeri açıdan değerlendirilmesi de gerekmektedir. Bu bakımdan projenin askeri makamlarla da koordine edilmesi bir zorunluluktur. Sonuç Montrö Boğazlar Sözleşmesi Türkiye’nin ve Karadeniz’e kıyıdaş devletlerin güvenliğini sağlamaktadır. Kanal açıldığı takdirde önlem alınmazsa bu güvenlik önlemleri tehlikeye girebilecektir. Bu durum özellikle Rusya için geçerlidir. Zira Karadeniz Rusya’nın hassas karnıdır. Karadeniz’in ABD/ NATO tarafından doldurulması Rusya’nın güvenliğini doğrudan tehdit eder. Bu durum ABDRusya stratejik rekabetinde ABD’ye önemli avantaj sağlar, Montrö Sözleşmesi 83 yıldır sorunsuz olarak uygulanan nadir sözleşmelerden biridir. Türkiye bugüne kadar sözleşmenin delinmemesi konusunda hassas davranmıştır. Kanal İstanbul projesi Türkiye’nin bu geleneksel politikasından sapma anlamına gelecektir. Bu nedenlerle: Böyle bir stratejik yatırıma sadece rant açısından bakmak yanlıştır. Kanal uluslararası hukuku ilgilendiren çok boyutlu bir konudur. Kanal İstanbul projesinin başlangıcında ekonomik, ekolojik, şehircilik yönlerinin yanında yukarıda değinilen stratejik ve askeri yönleri de dikkate alınmalıdır. Konu Karadeniz ülkelerinin güvenliğini yakından ilgilendirdiğinden başta Rusya olmak üzere Karadeniz’e kıyıdaş devletlerle yakın işbirliği yapılmalıdır. Kanalın yeri, fiziki özellikleri ve statüsü askeri makamlarla koordine edilmelidir. Montrö’nün sağladığı güvenlik önlemlerinden ödün verilmemek koşulu ile kanalın uluslararası statüsü planlama aşamasında ilgili devletlerle tespit edilmelidir. Aksi takdirde proje bittikten sonra büyük sorunlarla karşılaşılabilir. olaylar ve görüşler TÜTENGİL MEZARI BAŞINDA ANILACAK ‘Sen de mi bu kör kurşunlara, çetelere kurban gidecektin?’ Cumhuriyet aydını, eğitimci, yazar Prof. Dr. Cavit Orhan Tütengil ölüm yıldönümünde Zincirlikuyu’daki anıtmezarı başında anılacak. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde öğretim görevlisi olan Prof. Tütengil, 7 Aralık 1979 tarihinde evinden üniversiteye giderken uğradığı silahlı saldırı sonucu yaşamını yitirmişti. İstanbul Üniversitesi, İktisat Fakültesi Mezunlar Cemiyeti (İFMC) ve ailesi Orhan Tütengil’i sonsuzluğa uğurlanışının 40. yılı olan bugün saat 10.30’da Zincirlikuyu’daki anıtmezarı başında anacak. Akademik yaşamında çok sayıda önemli eser bırakan ve 58 yaşında katledilen Tütengil, yıllarca Cumhuriyet gazetesinde denemeler yazmıştı. Otomobiline yerleştirilen bomba ile katledilen gazetemiz yazarı Uğur Mumcu, 8 Aralık 1979’da yayımlanan “Gözlem” köşesinde Tütengil’e şöyle seslenmişti: “Vah Tütengil Hoca Vah… Sen de mi bu kör kurşunlara, bu namussuz çetelere kurban gidecektin? Senin gibi aydın, senin gibi ilerici insanların bizden beklediği bu kan gölünün ardındaki gerçekleri gözler önüne sermek değil midir?..” l Haber Merkezi Velilerden destek Türkiye genelinde çoğu şubede olduğu gibi İzmir’de de Doğa Koleji Mavişehir Bilim Kampusunda bir araya gelen veliler, çocuklarını öğretmensiz sınıflara yolladıktan sonra, “Eğitim hakkımız engellenemez” diyerek basın açıklaması yaptı. Hem öğretmenlerin, hem de öğrencilerin yaşadığı mağduriyetin giderilmesi gerektiğini belirten veli Ahmet Kılıç, öğretmenlerin, diğer çalışanlarının ve öğrencilerin seslerini duyurmak için ellerinden geleni yapacaklarını dile getirdi. Öğretmenlerin aylardır tek kuruş alamadan çalıştıklarını, çoğunun evine ekmek götürecek parasının olmadığını, yol parası kalmamasına rağmen, borç alıp okula geldiğini dile getiren Meryem Özkocayanak da, öğretmenlerin hakkının yenmesine müsaade etmeyeceklerini, sorunun öğretmenlerle de bitmediğini, temizlik, güvenlik gibi birimlerde çalışanlara da maaşların ödenmediğini anlattı. l İZMİR/Cumhuriyet Doğa Koleji’ni almak için vakıf üniversitesi devrede OZAN ÇEPNİ Doğa Koleji Okulları’nda başlayan krizde son günlere girildi. Öğretmenlerin ödenemeyen maaşları, kira ve SGK borçları nedeniyle zor durumda olan okullardaki boykota rağmen satış süreci hızlandırıldı. Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) da süreci yakından takip ettiği belirtildi. Doğa Koleji’ni ise üniversitesi olan bir vakfın satın alma aşamasında olduğu öğrenildi. Aylardır maaşlarını alamayan öğretmenlerin boykot kararı ile gündeme oturan Doğa Kolejleri’nde yaşanan sürecin ayrıntılarına Cumhuriyet ulaştı. Öğretmenlerin eğitime ara vermesinin ardından okullardan aranarak “Çocuklarınızı alın” denilen veliler de sürece dahil oldu. Veliler çözüm için gözlerini MEB’e dikerken, bakanlığın da süreci yakından takip ettiği öğrenildi. Bakanlığın her türlü sonuca ilişkin hazırlıklarının olduğunu vurgulayan kaynak lar, devlet okullarına öğrenci naklinin de dahil olduğu birçok formülün bulunduğunu aktardı. Sürece ilişkin “eli kulağında” değerlendirmesi yapan Cumhuriyet’in ulaştığı kaynakları sorunların tümünün hızla çözüleceğini aktardı. Satış öncesinde birçok borcun da kapatıldığı, Doğa Koleji’ni satın almak için masada son değerlendirmeyi yapan kuruluşun da İstanbul kökenli bir vakıf üniversitesi olduğu öğrenildi. CHP’den bakanlığa çağrı CHP Genel Başkan Yardımcısı Yıldırım Kaya, Doğa Koleji’nin Çukurambar’daki şubesini ziyaret ederek okul yöneticileri ve öğretmenlerle görüştü. Kaya, “Sayın Ziya Selçuk’a bir çağrımız var, TBMM’de bütçe görüşmelerinde Maarif Vakfı’na aktarılan 542 milyon lirayla Afrika’daki FETÖ okullarını devraldıklarını biliyoruz. Doğa Koleji bir devir yapmak istiyorsa bu devri Maarif Vakfı vasıtasıyla siz alın” dedi. l ANKARA EĞİTİM SEN GENEL BAŞKANI FERAY AYDOĞAN: PIsa’da 10 yıl önceyi yakalamak başarı değil Eğitim Sen Genel Başkanı Feray Aytekin Aydoğan, PISA 2018 raporunda akademik başarıyı artıran okulların fen ve Anadolu liseleri olduğunu belirterek “Fen ve Anadolu liselerine yeterli bütçe aktarmayan, bu okulların sayılarının ve kontenjanlarının artırılması yönünde gerekli çaba göstermeyen MEB, PISA testi uygulamasında ise akademik başarı oranını yüksek gösterebilmek için çözüm olarak testin uygulanacağı okul türleri sayısında Anadolu liseleri ve fen liselerinin sayısını artırmıştır” dedi. Aydoğan’ın PISA 2018 sonuçları üzerine gazetemize yaptığı değerlendirme şöyle: “PISA 2015’te Anadolu liselerinin öğrenci oranı yüzde 38.1, fen lisesi yüzde 2.1, sosyal bilimler lisesi oranı yüzde 1.4, anadolu imam hatip lisesi oranı yüzde 14.4, meslek lisesi oranı yüzde 36.4 tü. PISA 2018’de ise Anadolu liselerinin öğrenci katılım oranı yüzde 43.7’ye, fen lisesi öğrenci katılım oranı yüzde 4.2’ye, sosyal bilimler liselerinin oranı yüzde 2.4’e çıkarılırken; meslek lisesi oranı yüzde 31.1’e, Anadolu imam hatip lisesi oranı ise yüzde 13.7’ye düşürülmüştür. 2012 yılında 4+4+4 yasası yaşama geçi rildikten sonra 2012’ye kadar PISA verilerinde görünen kısmi iyileşme 2015’te en düşük verilerle sonuçlanmıştı. 4+4+4 ile kamusal ve bilimsel eğitimin yok sayılma politikalarının sonucu PISA verilerinde de ortaya çıkmıştı. Milli Eğitim Bakanlığı, PISA verilerinin 2009 2012 bandında olmasını yani 10 yıl öncesindeki verilerin yakalanabilmesini başarı olarak sunmaktadır. Ortalama 3 katı Örneğin, okuma becerilerinde üst düzeyde (düzey 5 ve 6) ye terlilik gösteren çocukların ora nı 2012 yılında yüzde 4.3 iken, 2015’te bu oran yüzde 0.6’ya ge rilemiş, 2018’de ise yüzde 3.3 Aydoğan olmuştur. Bu alanda OECD ortalaması (yüzde 9) Türkiye’nin üç katıdır. PISA 2018’in en önemli sonuçlarından biri, sınıfsal fark lılıkların eğitim ortamına yansıması oldu. Sosyoekonomik olarak en üst yüzde 25’lik dilimdeki öğrencilerin ortalama okuma puanı 513 iken, en alt yüzde 25’lik dilimdekile rin okuma puanı 437’dir.” l Eğitim Servisi
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle