25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazartesi 27 Ağustos 2018 4 ‘Bin Hasanım var’ 700. hafta eylemine destek verenlere polis saldırdığında “Çocuklarıma vurmayın” deyince tartaklanan Cumartesi Annesi Emine Ocak, o anları anlattı Emine Ocak 82 yaşında. Oğlu Hasan Ocak’ın kaybedildiği günden beri, 23 yıldır adalet arıyor. Her hafta oturduğu Galatasa ray Meydanı’na önce ki gün oğlunun ‘hesa bını sormak’ için gitti. Ama nöbetin 700. haf tasında, polisler, Emi ne Anne’nin o meydan ZEHRA ÖZDİLEK da oturmasına izin vermedi. Eyleme destek vermek için gelen ‘ço cuklarının’ darp edilerek gözaltına alındığını görünce polislere “Durun yapmayın” demeye kalmadan kolu na iki polis girdi. O anı Emine An ne şöyle anlatıyor: “Polis beni itele yerek götürdü. Araca bindirecekken bir sivil polis ‘yaşlı kadını almayın’ dedi. ‘Bunların hepsi benim çocuk larım, bunların hepsini götürüyor sanız ben de geleceğim’ dedim. Son ra polisler beni zorla aşağıya indirdi. Polisler çekiştirdiğinde canım acıdı ama çocuklarımı yerde dövülürken gördüğümde yüreğim yandı. O an et rafıma baktığımda ‘bir Hasan kay bettim bin Hasan’ kazandım dedim.” Abla Maside Ocak ise, “Üç kuşak tar taklandık” diyor. kurtuluş arı ‘Orada 3 kuşak tartaklandık’ Polislerin tartaklanmasından sonra oturup kalkmakta zorlanan abla Maside Ocak ise o anları şöyle anlatıyor: “Polisler etrafımızı sardı. Annemlere birisi kalkanlarla etrafımızın sarıldığını haber vermiş. Onlar da geldi. Biz ikinci ve üçüncü kuşak alandaydık. Yani kayıpların kardeşleri, çocukları ve torunlarının olduğu alanda. Çünkü annelerimize zarar gelsin istemiyorduk. Onlar dayanamadı geldi. Annem kalkanlara doğru polislerle konuşmaya gitti. Biz kalkanlardan annemi korumaya çalıştık. Sarıldık. Annemi sürükleyerek götürmeye çalışıyorlardı. Bizi götürürlerken Rıdvan Karakoç’un kardeşi Hasan Karakoç yere yatırılmış dövülüyordu. Diğer taraftan abimin oğlu yerde sürükleni yordu. Annemi bırakıp onlara müdahale edemedim. Gamze Elvan’ın kolunu kırmak istercesine büküyorlardı. Bir kadın arkadaşımızın parmağını kırdılar. Çok şiddetli bir saldırıydı. Ben 90’daki gözaltılarda da vardım. O dönem hiç bu kadar şiddetli bir şey yaşamamıştık. Bu kadar ağır değildi. Tek farkı 90’larda anneler vardı. Bu saldırı sırasında da babaları, dayıları, amcaları ya da dayıları için orada olan kayıp yakınları vardı. Üçüncü kuşak vardı. Dün üç kuşak tartaklandık. Saatlerce kelepçe ile aracın içinde oturduk. 10.40’tan akşam saatlerine kadar kelepçeliydik. Gözaltında polise mukavemet ettiğimiz söylendi. 82 yaşındaki bir kadın darp edilirken biz sadece onu korumaya çalıştık.” Her odada onun fotoğrafları Esenyurt’taki evinde gittiğimizde, Emine Ocak bizi yıllarca adalet arayan yorgun gözleri ve morarmış kollarıyla karşılıyor. Oturmadan önce bize evinin odalarını gezdiriyor. Her odada kaybedilen oğlu Hasan Ocak’ın fotoğrafı var. Konuşmak için geçtiğimiz odada kızı Maside Ocak da bize eşlik ediyor. ‘Hepsi benim çocuklarım’ Emine Anne o gün saat 10.00’da Taksim’e gidip bir pasajda oturduklarını söyleyerek şunları anlatıyor: “Bir gazeteci bize Galatasaray Meydanı’na kimseyi bırakmadıklarını söyledi. Ben de çocuklarımın, arkadaşlarımın yanına gittim. Gittiğimde polisler çocuklarımla tartışıyordu. Ben de onların yanına gittim. ‘Ne yapıyorsunuz, durun yapmayın’ demeye kalmadan polis beni iteleyerek götürdü. Araca bindirecekken bir sivil polis ‘yaşlı kadını almayın’ dedi. Bunların hepsi benim çocuklarım, bunları götürüyorsanız ben de geleceğim dedim. Sonra polisler beni zorla aşağıya indirdi. Ben ‘çocuklarımı bırakmayacağım’ dedim. Ama beni indirdiler. CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu ve oğlum Hüseyin beni aldı. ‘Derdiniz nedir’ diye sordum. Kimse cevaplamadı. Biz kimseye bir şey yapmadık, zarar vermedik. 23 sene adalet aramaktan başka bir şey yapmadım. Bize bunu niye yapıyorlar? Beni daha öncesinden dövdüler, cezaevine koydular. Ben onlara bir şey söylemedim.” ‘Gençler üzülmesin diye ses çıkartmadım’ Ara ara oğlunun fotoğrafına dalıp giden Emine Ocak, 21 yıl önce yaşadıklarını hatırlayarak, “Oradakilerin hepsi benim ailem” diyor: “Sadece Hasan için oraya gitmedim. Anneler için, babalar için, mezarı olma Emine Ocak’ın iki kolunun neredeyse her tarafında morluklar var. Polis tarafından tartaklanan ve zorla araca bindirilen Cumartesi Annesi, bu morluklar oluşurken değil, çocuklarının dövüldüğünü gördüğünde canının yandığını söylüyor. yan gençler için, halkım için, halklar için oraya gittim. Bir Hasan kaybettim, bin Hasan kazandım. Beni götürürlerken gençler görür üzülür diye, sesimi çıkarmadım. Onlara zarar gelmesin istedim. Kadın polisler kollarımdan çekiştirdikleri için acıdı. Ama çocuklarımı aldıklarında yüreğim yandı. Elimde baston vardı. Yaşlı ve zor yürüyen bir kadınım. Neden bana bu kadar sert dav randılar? Ben o kadın polislerden şikâyetçiyim. Sert davranan bütün polislerden şikâyetçiyim. Oradan tesadüfen geçen 23 yaşındaki bir genci bile gözaltına aldılar. Yıllarca o meydanda oturup barış, adalet istedim. Ben kimseyi öldürmedim, zarar vermedim. Hep bu meydanda oturdum. Her kapıyı çaldım. Siyasi liderlere gittim. Beni kapı dışarı ettiler. Oğlumu bana vermediler.” ‘Haftaya yine Galatasaray’da olacağız’ “Geçen yıl sorunsuz bir şekilde oturduk. Bu yıl neden oturamadık? Bu nun cevabı bizde yok” diyen Emine Anne şöyle devam ediyor: “Biz orada barış içerisinde oturuyoruz. Kimseye zarar vermiyoruz. Benim derdim çocuklar. Anneler çocuklarına özlemini söylüyor. Kardeşler yeter artık mezarımız olsun diyor. 600. haftada Asiye Karakoç’la, Fatma Morsümbül’le, Hediye Coşkun’la, Makbule Babaoğlu’yla, Güzel Şahin’le orada oturduk. Onlar şimdi yok. Her ge çen yıl anneleri kaybettikçe azalıyorum. Ben oraya gitmeye devam edece ğim. Onların çocuklarının katilini bulmaya sözüm var. Bize neden bunu yaptılar, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Süleyman Soylu bana bunun ce vabını versin. Biz hangi bir gün bir karıncanın canını incittik? Haftaya yine Galatasaray’da olacağız. Biraz sağlık durumuma bağlı tabii. Bize destek için gelen insanlar dövüldü, gaz sıkıldı. Darp raporu alanlar var. Ben çok duygulandım. Bize desteğe gelenler ‘Buradayız anne yalnız değilsin’ diye slogan atıyorlardı. Çok etkilendim. İyi ki yanımızda lardı. Onları kucaklıyorum.” ÖLÜM DÖŞEĞİNDEN KAÇMASIN DİYE! Ağır hasta mahkuma yoğun bakım kelepçesi Hasta Mahpuslara Özgürlük İnisiyatifi üyeleri, bilinci tamamen kapanan hasta tutuklu Koçer Özdal’ın yoğun bakımda kelepçe ile tutulduğunu açıkladı. İnsan Hakları Derneği (İHD) Ankara Şubesi binasının önünde, önceki gün yapılan açıklamada, Ankara Numune Hastanesi’nin yoğun bakım ünitesinde tutulan Özdal’ın, 19 Temmuz’da hastaneye sevk edildiği ve yoğun bakıma alındığı 13 Ağustos’a kadar hastanenin mahkum koğuşunda kaldığı hatırlatıldı. Görüş de yasak İHD Merkez Yürütme Kurulu üyesi Nuray Çevirmen tarafından okunan açıklamada, durumu ağır olan Özdal’ın, yoğun bakımda kelepçeli halde tutulmasının hasta haklarına aykırı olduğuna dikkat çekildi. Açıklamada, “Solunum sistemine bağlı olan bir hasta, nasıl bir güvenlik tehdidi oluşturabilir” diye soruldu. Gazetemize konuşan Çevirmen, Öz dal ve yakınlarıyla ilgili şunları anlattı, “Görüşmelerinde aile çok sorun yaşıyor. En son 24 Ağustos’ta görüş için öğleden sonra mesai saatinin başlamasından itibaren gidilmesine rağmen ancak saat 17.00 sıralarında eşine görme izni verildi. Hastaneye gittiklerinde de eşini, yoğun bakım yakınında bir odaya alıp üzerindeki her şeyi çıkarttırarak arama yapmışlar, saçlarının içine dahi bakmışlar. Eşi, aramanın ardından yoğun bakım ünitesinin koridorunda bir süre bekledikten sonra içeri alınıp bir daha aranmış. Sürekli olarak yeni bir uygulama getiriyorlar. Cumartesi günü de (25 Ağustos) kendilerine hastayla ilgili 3 gün sonra bilgi verebileceklerini iletmişler. Bilgi almada ve görüşmelerde çok sorun yaşanıyor. Bu da aileyi çok etkileyen bir durum. Aile yoğun bakıma her girdiğinde kelepçeli halini görüyor. Ölmek üzere olan bir insana bu yapılan kabul edilebilir bir şey değil.” İHD, konunun takipçisi olacağını ilan etti. l Haber Merkezi CUMARTESİ ŞİDDETİNE TEPKİLER DİNMİYOR ‘Erdoğan sözünü böyle mi tutuyor?’ n Cumartesi Annesi Kadriye Baykal Ceylan: İşgal edilmiş bir ülkeyiz sanki. Polisler, işgalciler gibi bize saldırdılar. Biz yıllardır adalet istiyoruz. 2011 yılında Erdoğan söz verdi. Sözünü böyle mi tutuyor? Daha ne kadar gaza boğacaklar bizi? Gideriz başka türlü bir eylem yaparız. Oturacak, susacak değiliz. 14 yıldır oğlumu arıyorum. Asla vazgeçmeyeceğiz. Çocuklarımızın kemiklerini bulana kadar arayacağız. Buna hiç kimse engel olamaz.” n İnsan Hakları Derneği ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı: Utanç ve şaşkınlık içindeyiz. Zira iki koluna girip sürükleyerek Emine Ocak Anne’yi gözaltına almaya çalışanlar, parçası olduğumuz insanlık ailesinin bin bir zorlukla üretmiş olduğu değerleri ayaklar altına aldılar. Şaşkınız, zira Emine Ocak’ı gözaltına alanlar ile bizleri yurttaş olarak birbirine bağlayan değerler aynı değerlerler mi? Onların değerleri kalıcı OHAL rejiminin baskıcı uygulamaları, bizim ise insan onuruna dayalı özgürlük, eşitlik, adalet ve barış değerleridir. Ne oldu şimdi, ‘Kayıplarımızı bulun, failleri cezalandırın!’ demelerini engelleyince otoritenizi mi tesis etmiş oldunuz? Ya da hakikatin üzerini mi örtmüş oldunuz? n İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün Türkiye Direktörü Emma SinclairWebb: Devlet suçları için adalet arayan ailelere karşı utanç verici, gaddar bir muameleydi. n PEN Türkiye Yazarlar Derneği: Saldırıyı kınıyoruz. Bu buluşmaya dayanışma gösteren yazar, sanatçı ve görevlerini yapmaya çalışan gazetecilere yönelik kin ve nefreti kınıyoruz. Bu şiddetin, acz ve hukuksuzluk göstergesi olduğunun bilincindeyiz. ‘Annelerden korkmayın’ çağrımızı yineliyor, tüm yetkilileri sağduyuya çağırıyoruz haber TASARIM: İLKNUR FİLİZ Lütufla başlamayan yasakla bitmez Dört aydır pazartesi günleri “Beş Soru On Cevap” başlıklı bu köşenin formatını bozmadan yazmaya çalışıyorum. Bu konuda da, Cumhuriyet’te yazmaya devam ettiğim sürece kalıcı bir değişiklik düşünmüyorum. Ama cumartesi günü yaşananlar, soruların sayısına, cevapların açıkladığına bakmadan yazmayı gerektiriyor. Bu seferlik, başlık aynı ama içerik biraz farklı olacak. Türkiye uzunca bir süredir, son zamanlarda daha da hissedilir biçimde, kaybedilenlerin açık seçik göründüğü, kazanılması gerekenlerin berraklaştığı günlerden geçiyor. Dün Cumhuriyet gazetesinin 1. sayfası, özellikle de Vedat Arık, Hayri Tunç ve Ahmet Şık fotoğrafları bunun özeti gibiydi: Cumartesi Anneleri’nde somutlanan “bitmeyen zulüm”, bitmemesi, artması gereken direniş. Yine aynı 1. sayfada, adalete inancının kalmadığını, mücadelenin siyasi olması gerektiğini işaret eden ve tecrit eylemine geri dönen Enis Berberoğlu vardı. Bir de, Nobel ödüllü bilim insanı Aziz Sancar’ın “ülkeye küstüm” sözleri. Kayıplarını arayan annelere saldıran, bu saldırıya sırtını dönen Türkiye, kendi büyük kayıplarının da, becerebilirse bununla baş etmenin taşlarını da döşüyor aslında. ‘Ama orada insanlar var’ Cumartesi günü Galatasaray Meydanı, saat 11’i biraz geçiyor. Oturma eyleminin hazırlıklarını yapan ilk grup çoktan gözaltına alınmış. İçlerinde Cumhuriyet Yazıişleri Müdürü arkadaşım Faruk Eren de var. Faruk 38 yıldır abisini arayan bir kayıp yakını. Yanımda, Faruk’un kızı Işık, biraz önce polisten ilk tekmesini yemiş, yakınları gözaltına alındığında endişelenmeyi öğrenen üçüncü kuşak. Toplanan gruplara polis saldırıları devam ediyor. HDP’li vekiller ve bir grup CHP’li onları engellemeye çalışıyor. En zayıfı hırpalamak zulmün şanından olduğu için, en çok gençler ve yaşlılar hedefte. Biraz ilerdeki CHP binasından ve bazı dükkânlardan dışarıya verilen hoparlörlerden, Ahmet Kaya’nın Cumartesi Anneleri için yazdığı, Ceylan Ertem’in seslendirdiği “Beni bul anne” şarkısı yükseliyor. Yakıcı gaz kokusu. Polis ara sokakları kesmiş, insanların meydana gitmesini engelliyor. Yasak diyor, kapalı diyor. Kulağıma polise itiraz eden bir cılız ses takılıyor: “Ama orada insanlar var.” Bu çaresiz bir engel aşamamanın değil, daha çok duymamız gereken, kuvvetli bir “ben görüyorum”un sesi. Evet, “orada insanlar var”. 700 haftadır gelip sessizce orada oturan ama en haklı ve güçlü itirazı duyuranlar var. ‘Devletime laf söyletmem’ Hazzopulo Pasajı’na gaz maskeli ekibiyle giren polis amiri, “Ben devlete katil dedirtmem” diye bağırıyor, ıslıkların, yuh seslerinin arasında. Bilmiyor ki; hırsız diyen, katil diyen herkesi susturunca değil, ancak temize çıkınca kurtulursun o suçlamadan. Bilmiyor ki; yaptığı şey, uyduğu emir, bir suçu üstlenme eylemidir aslında. Ve iyi biliyor, dünyada devletlerden daha kıyıcı bir şiddet organizasyonu yok. Sonra medyaya, sosyal medyaya bakıyoruz: Haber kanalları “Cumartesi Anneleri’ni süpürün” emrini vermiş İçişleri Bakanı’nın helikopterle yaptığı trafik denetimini canlı veriyor, “Avrupa standardı istiyorum” diyor. Gazetelerin çoğunda birinci sayfalar boş. Ajanslar, anlaşılmaz bir “arbede”den bahsediyor. Bütün dünyada “iki yanında iki polis, elleri kelepçeli..” 80 yaşındaki Emine Ocak’ın fotoğrafı dolaşıyor. Özel bir imaj tamiri anlamsız, ne ise bu ülke, imajı da o olsun. Ama sosyal medyaya kendi pozisyonları ve çok önemsedikleri iktidarın imajı için endişelenen “muhafazakâr demokrat” mesajları düşüyor. Tıpkı Gezi’nin “ilk üç gününe destek” gibi, kayıp yakınlarını sekter gruplardan kurtarmaktan bahsediyorlar. Sussalar sadece korkak olarak anılacaklar ama konuşarak fazlasına talip oluyorlar. Zulüm, direnişi de kurar Cumhuriyet gazetesinin dünkü 1. sayfası, o sayfadaki fotoğraflara girmeyen asıl sorumluların gözümüzde beliren yüzleri dışında bir başka şey daha anlatıyor: Zulüm ve baskı dünyaya yeni inmedi ama dayanışma ve direniş de öyle. Vedat Arık’ın tablo fotoğrafı, acıları ortaklaştırmak kadar, mücadeleyi, dayanışmayı ve direnişi de çoğaltmayı gösteriyor. Zulmü imal eden, dirence de zemin kuruyor. Bu zeminden bir siyasi mücadele yaratabilmek, direnci fotoğraf karelerinden çıkartabilmek önemli. Yan yana durma zorluklarıyla geri duran adımlar için söylenecek söz şu olabilir: 82 yaşındaki Emine Ocak’ın polislerin kolundaki fotoğrafına bakıp “terörle mücadele” gören seçmenlerinizden çekiniyorsanız vazgeçin, politik hasta onlar. Sizle konuşmayı kesmiş Berberoğlu’na kulak verin, Arat Dink’e sarılanlara bakın. Peki AKP, 700 haftanın büyük bölümü iktidarı döneminde yapılmış eyleme neden şimdi saldırdı? Belki, haklı, meşru, vakur bir siyasi kimlik haline gelen Cumartesi eyleminin kitlesel direniş zemini olmasından endişe. Belki, yerel seçim ve ekonomik sıkıntıların sağanağı öncesinde gündem tanzimi. Belki de, lütuf düzeninde meşruiyet alanlarının yeniden tarifi ve devlet özdeşleşmesinin tamamlanması. Ama unutulan şu; lütfunuzla başlamayan, yasağınızla bitmez. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle