23 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 8 Temmuz 2018 TASARIM: İLKNUR FİLİZ yorum 13 Patates ve soğan alıp başını giderken... Sizleri bilmem ama patates benim için kutsal bir sebzedir. Çünkü şu uzun insanlık tarihinde pek çok kent, düşman istilasından patates sayesinde kurtulmuştur. Örneğin; İkinci Dünya Savaşı sırasında Alman orduları tarafından kuşatılan Stalingrad halkı aylarca süren kuşatmada patates sayesinde ayakta kaldı. Ve bu kuşatma tarihin akışını değiştirdi. Gene yenilgiden sonra kuşatılan Berlin halkını da ayakta tutan sebze patatesti. Şimdi ne oldu da bizim patatesler bitti? Sanki bir korku filminde gibiyiz. Bir ülke düşünün, tüm yiyeceğini mercimek, pirinç, et, kuru fasulye, elma, muz, zeytinyağı ve şu anda aklıma gelmeyen pek çok ürünü yurtdışından alıyor ve birden en yoksulların bile kolayca ulaştıkları patates de yok oluyor. Bir zamanlar kendine yeten yedi ülke arasında sayılan bu güzelim ülkede benim aklıma artık patates bile ekilmediği geliyor. Şöyle düşünün, bir ülke var ve tarım toprakları bir emirle beton bloklar için imara açılıyor. Bir ülke düşünün, tarımla uğraşanların olmazsa olmazı mazot 5 liraya yükseliyor. Yerli tohumun ekimine izin verilmediği için İsrail’in bizim gibi azgelişmiş ülkelere sattığı GDO’lu ve tek seferlik tohumlar kullanılıyor. Şeker fabrikaları tek tek kapatılıyor. Haşhaş ekimi kotalı, tütün ekimi kotalı ve bu ülke usul usul ölüme ve açlığa terk ediliyor. Şimdi diyeceksiniz ki, bizim ülkede aç yok. Öyle mi, çocuk çocuğun her Allah’ın günü makarna yediği bir ülke aç bir ülkedir. Gelişmekte olan çocuklarda beslenmeden ötürü zekânın giderek gerilediği, insanların iki boruyu birbirine bağlamak için saatlerce düşündüğü bir ülkede açlık âlâsıyla var demektir. İnsanların yufka açıp, arasına da kesilmiş erişte koyduğu, katık yapacak bir sokum peynirin bile evlere girmediği yerde açlık var demektir. Şimdi gelelim soğana. Bir zamanlar, beslenmenin önemini kavradığımız günlerde bilim adamları, “Türkiye’yi kurtaran, tarhana çorbası ve soğan” demişlerdi. Gerçekten de dünyanın en verimli güneşinde kurutularak yapılan tarhana çorbası, inanılmaz bir besin deposudur, yanında da soğanı kırdın mı!.. Soğan da altı lira olmuş, bizim buralarda manavlar taze ve kuru soğan almıyorlar, nedeni çok pahalı olması ve satılmaması. Ben çevremdeki rant için yapılan apartmanların işçilerine bakıyorum, ne yiyorlar diye, soğan onların da sofrasından kalkmış, enerji veren ama bedeni usul usul çürüten ‘kola’yı ekmeğe katık ediyorlar. Tabii ki Afrika’da sürünen çocuklar kadar aç değiller ama doydukları da söylenemez. Şu kapitalizm çok deneyimli bir yönetim biçimi. Bir zamanların tarım ülkesi Türkiye’yi usul usul neredeyse yoksul bir Afrika ülkesine çevirdiler. Sen tarım yapma dediler, sağ iktidarlara rüşvetler vererek tarımı ve hayvancılığı öldürdüler. Bütün bunlar olurken bir türlü de sanayi ülkesi olamadık, izin vermediler. Bir ülke düşünün, uydu haritalarından görünen şu; Doğudan batıya her yer altın kaplı, bor ve diğer önemli madenler öylece duruyor. Bunları kendimiz çıkartıp işledikten sonra satabilirdik. İzin vermediler ve bu ülkede çok hain olduğu için önümüze uzatılan yasak anlaşmalarını güle oynaya kabul ettik. Geldiğimiz yer korkunç, kara para olmasa hiçbir şey dönmeyecek. Bu böyle biline! Şimdi kendimize bir bakalım, AVM’lerimiz, yazlıklarımız ve de en son model arabalarımız olduğu için kendimizi dev aynasında görüyoruz, oysa patates ve soğana muhtacız. Bu nedenden muhalefet partilerinin özgürlük, hukuk gibi çok gerekli meselelerden söz etmesi kimseyi pek ilgilendirmiyor. Bence herkes bu ara bu sözcüğü kullanıyor ya, ben de kullandım, evet bence muhalefetin özellikle tarım reformundan söz etmesi gerekir. Bunun için de yatlara 1.5 liradan verilen mazotun tarımla uğraşanlara neredeyse bedava verilmesi şart. Teşviklerle hayvancılığın yeniden baştacı edilmesi şart. Aksi takdirde yüzde 50 enflasyonu bile görebiliriz. Kooperatifler yeniden gündeme gelmeli. Topluca bize dayatılan antlaşmaları yok edip yeniden ülkenin dört bir yanını tarım topraklarına çevirmeliyiz. Bakınız Iğdır Ovası’nı İsrail aldı, dünyanın tarihinde ilk sulu tarımın yapıldığı, şimdilerde kupkuru Suruç Ovası da yakında başkalarının eline geçecek. Koca Menderes Ovası da tek bir ürüne kalmış. Ve bir öneri, bir gün Coca Cola içmeyin, bir gün arabanızı kullanmayın! Bakalım ne olacak! 8 Temmuz 2018 SAYI: 33877 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına MEHMET Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü Bülent Özdoğan Yazıişleri Müdürü (Sorumlu) Haber Koordinatörü Faruk Eren Aykut Küçükkaya Dijital Medya Koordinatörü Bülent Mumay Reklam Direktörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Görsel Yönetmen: Hakan Akarsu l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Dış Haberler: Mine Esen l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Kültür Sanat: Emrah Kolukısa l Düzeltme: Mustafa Çolak Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz [email protected] Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım Müdürü: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: [email protected] Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: [email protected] Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Baskı Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Demirören Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 03:35 03:28 04:00 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 05:33 13:15 17:13 05:20 13:00 16:56 05:48 13:22 17:15 Akşam 20:46 20:27 20:45 Yatsı 22:34 22:11 22:25 ‘Oturmak’ ve ‘oturtmak’, güzel Türkçemizin hoş eylemleridir. Yeni doğan bebekler dik tutulur. Biraz büyüyünce oturur, hele oturak kullanmaya başlayınca, adam olup çıkarlar! Düşünmek için otururuz. Oturup, konuşuruz. ‘Oturma’ya gideriz birbirimize. Bazı sözler cuk oturur yerlerine. Laf gediğine oturtulur. Acısı içimize oturur. Patlıcan oturtma, ağzımıza layıktır. Etekler, ceketler belimize oturur. Yeni evlerde güle güle otururuz. Oturur kalırız, yorgun isek. Telaşlıysak, ‘ayağımızı uzatıp’ oturamayız bir türlü. Rahatsız ediyorsak, surat asıyorsak, bir köşeye çekilip otururuz. Rahat soluk almanın ve aldırmanın ölçüsüdür, oturmak. Oturmayı ve oturtmayı bunca seven ve başarıyla uygulayan bir toplum olarak bizler; doksan küsur yıldır oturup oturtmanın sonucu olarak ne yazık ki kallavi bir hezimete uğradık... Ülkemizde demokrasiyi bir türlü oturtamadık, hatta oturacağı yeri bile tutturamadık. Yukardan bastırdık, aşağıdan fışkırdı. Aşağıdan bastırdık, yukardan kalktı. Bizim demokrasi, kutusundan fırlayan yaylı soytarı gibi, sürekli ayaklandı. HHH Ayaklanıp yere sağlam bassaydı bari, ama nerdeee? Oturtma denemeleri sürerken hep devrilecekmiş gibi sallanıyordu. Sağdan destek, soldan destek, oturmasından vazgeçtik, dikine bile duramadı. Çünkü doğuştan bacaksızdı. Sağlam bir demokrasinin bacaklarına, kurumlaşma deniyor. O da bir yüzyıl değil, birkaç yüzyıl alıyor. Kurumlaşma olmayınca, bizim bacaksız demokrasinin de ayağını uzatıp oturması mümkün olama Lütfedilmiş demokrasi kalıntısı... dı tabii... Oturtamadığımız demokrasi kendi kendine otura mayınca, sonunda birileri çıkıp nafile çabalara son verdi ve bizlere, demokrasi olmadan da oturabileceğimizi belletiyor da belletiyor... Hatta ne güvenilir, ne de adil olan bir seçim sisteminde, hâlâ oy kullanıyor olmamızı; hatta sayılmayan oylarımızla hiç mi hiç sayılmayacak bir irade belirtmemizi bile, bize ‘lütfedilmiş demokrasi’ gibi sunuyor! HHH İşte bu oturaklı saptamalardan yola çıkan kulunuz, Türkiye’de tıpkı TBMM gibi işlevsiz, ama seçim vitrininde mostralık sergilenen “lütfedilmiş demokrasi” kalıntısını; artık oturtma değil de tencere gibi düşünmek gerektiğine hükmetti. Bendeniz, ülkemiz tarihindeki demokrasi çabalarından geriye kalan ‘lütfedilmiş demokrasi’ tencere sinin seçimden seçime yuvarlanarak kapağını bulduğuna ve bal gibi oturduğuna inanıyorum! Dibi yuvarlak tencere bile ocağın üstüne sağlam oturur. Oylar sayılmadan sonuçları bazen 4 gün önce, yanlışlıkla ilan edilen seçimlere indirgenen ‘lütfedilmiş demokrasi’; ocağa oturtulmakla kalmamış, altına harlı bir ateş yakılmış, fokur fokur kaynamaktadır. Ama kapağın tıngırtısına kulak verip, yakında tepesinin atacağını düşünmek yanlıştır. Çünkü kapak kurşundandır, ağırdır. Tıslaya fıslaya dayanır. ‘Lütfedilmiş demokrasi’ tenceresinin sağlamlığı, kapağına uygunluğundan kaynaklanmaktadır. Silahlı seçmenlerin kurşun sıkarak tezahürü tencere, seçilen iktidar kapaktır. HHH Suç tenceresi yuvarlanıp yataklık kapağını bulur. Tencere beslemedir, kapağı da elbet besici olacaktır. Yuvarlanan halk, elbet bu iktidara toslayacaktır. Seçimleri lütfedenin ayağa kaldırdığı Osmanlı mazisi kapak olup, tencerede kudret macunu kaynatılmaktadır. Kapağın düdüğünü Reis öttürmektedir. Yardımcı Başbuğ, tenceredeki payını istemektedir. Yoksul ve aciz muhalefet ise mutfaktaki telaşı pencereden yutkunarak izlemekte, TBMM’deki işlevsiz varlığına beyhude liderlik için itişmektedir. Türkiye’de mostralık seçimlere oturtulan “lütfedilmiş demokrasi” tenceresi, halktır. Kendisini cehalet ve ulufe ile besleyen politikacılara kapaklanmıştır. Bu böyle biline. Ve boşalacak herhangi bir muhalefet liderliğine, mutlaka bir kabadayı, bir mafya eskisi ya da yenisi getirile. Caiz, layık ve uygundur. Çivi çiviyi söker, böyle başa ancak böyle tıraş yapılır. Numara yok mu? Var elbette lanet olası 13.. Ama yine de havuz Öbininalendcıeyeroği,ri 1iişs3te’iü[email protected] medyası, Erdoğan’ın yarınki HHH yemini ile yeni bir milenyum Arada “Kutsal Davamız” başlayacağını ilan ediyor. deyip duruyor. Bu dava, Diriliş Postası gerçekten “Nizamı Âlem hedefine dirilmiş. İlahi âlemden 8 sütun varmaktır!” Ümmetin Ön manşeti çekmiş: deri sıfatı da bu nedenle “Bismillah Bin yıl sürecek dir. “Danışma Meclisi”ne idealler ve Nizamı Âlem hedefi” TBMM’de “mündemiç”e ‘Numarasız’“Dünya Lideri” ve “Ümmetin Önderi”ne de böyle bir misyon dönüşen “Halifelik” için kulak alıştırmasıdır. Cumhurbaşkanı numarasıyakışır. Ama, nedense bu hedefe “13. Cumhurbaşkanı” sıfatı ile ulaşa HHH Ancak, son yayımladığı 698 sayılı KHK ile dünya mayacağına hükmetmiş. başkanı da Recep Tayyip... liderliği gibi ümmet önderliği Çünkü “13 uğursuz!” HHH görevini de savsaklayacağı anlaşılıyor. CHP kendi içi ile uğraşırken iktidar TBMM’nin yardım ve yataklığında 4 Temmuz 2018 tarihli bu KHK’de bunun önlemini hemen alıyor. YSK’nin çektiği, “numarasız cumhur muhtarları kıskandıracak önemdeki Henüz resmen göreve başlama başkanı numarası”nın özü budur. birçok görevi kendi üzerine alıyor. mış, TBMM’den önceki gün YSK’ye bir yazı gönderiliyor: Oh be! Uğursuzluğu atlattık. Yarınki yemin törenine kadar, önünden bir de karakedi geçmez ise milletçe yırttık demektir. YSK fazla toz kaldırmadan bir “lagaluga” kararla 95 yıllık Cumhuriyet’in tüm cumhurbaşkanlarını böylece sıfırlıyor. Tarihi yeniden ve Tayyip Bey’den başlatıyor. (Oysa sıfırlama hedefi 2023 idi. Yani, cumhuriyetin 100. yılı idi. O da erkene alındı!) Muhalefetten çıt yok. (“Seçim gecesi” bir iki saat içinde açıkladığı sandık rakamlarıyla AA’nın yurt çapında yürüttüğü algı operasyonunun “sırrı nedir” diye günlerdir, feryat eden Soner Yalçın’a kulak veren çıkmadığı gibi!) Nalet olası on üç! Sahi, Tayyip Bey, “13. Cumhurbaşkanı” sıfatını neden kaldırttı? Yoksa, tövbe tövbe, Hıristiyanlar gibi o da mı uğura uğursuzluğa inanıyor. Oysa, bizler yüzde 99’uz ve elhamdülillah Müslümanız, halin icabına göre de laikiz. İslamda uğurlu uğursuz diye bir anlayış yoktur. “Bismillah’ı çektiğin” anda her şey hayıra ve uğura tebdil olur. Demek ki onlara göre, yine de sağlama almak gerekiyormuş. Hem böylece bir taşla iki kuş: TC’nin 1. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal ise... RTE Cumhuriyeti’nin 1. Cumhur 13. sıfatını silmek de, mühürsüz oyları geçerli saymaktan beter bir numaradır! HHH 13 ’ün uğursuzluğuna, çok affedersiniz, Hıristiyanlar inanır. Müslümanın 13’ten korkması için bir sebep yoktur. Peki Hıristiyanlar 13’ten neden korkar? Hz. İsa, son yemeğini yediği sofrada 12 havarisiyle birlikte bir de Yahuda adlı kişi vardı. Bu herifin muhbirlik yapıp İsa peygamberi çarmıha gerdirdiğine inanılır. Yahudiler de 13’ü uğursuz sayar. İbrani alfabesinde 13’üncü harf “mavet” (ölüm) sözcüğünün ilk harfidir. (Osmanlıca “mevta”?!) Ve uğursuzluk getireceği korkusuyla bazı uçak şirketleri ile, otel oda ve kat numaraları arasında 13’e yer verilmez. Birçok kişi veya kurum 13 rakamından uzak durur. Hatta bizim yerli ve milli THY’mizin bile çoğu uçağında 13. sıra bulunmaz. Apartmanlarda, otellerde 13. kat veya 13 numaralı oda da yoktur. Ümmetin Önderi’ne hatırlatmak elbet haddimiz değil. Ama rakamlarda keramet veya melanet arayan danışmanlarına hatırlatmakta yarar var: “13” Müslümanlar için uğurlu bile sayılabilir… Hz. Muhammed 571 senesinde doğmuştur: 5+7+1= 13 İstanbulun fethi: 1+4+5+3= 13 Haçlı seferlerinin 13’ncüsünde, Selahattin Eyyubi Hıristiyan ordularını toptan helak etmiştir. Bunca kanıta rağmen, Ümmetin Belki de haklı! “Muhtar bile olamaz!” manşetinin etkisinden kurtulmak kolay değil. Muhtarların yapacağı türden işleri bu KHK’de 73 maddede şöyle sıralıyor: Kamu kuruluşlarının açığa çıkarttığ metal hurdaları toplamaktan, harnup üretimini teşvik etmeye, denizlerde elde edilen kaçak mallara el konulmasından, işçilere yapılacak ek ödemelere kadar yüzlerce yetki ve sorumluluğu “cumhurbaşkanı” sıfatı ile üzerine alıyor. Öyleki Cumhuriyetin ilk yıllarında çıkartılmış uzmanlık gerektiren birçok yasanın uygulama ve sonuçlarından kendisini teknik, siyasi ve idari yetkili kılıyor. Örnek yüzlerce: 08/04/1924 tarihli “Ecnebi Memleketlere Talebe Gönderillmesi 9/04/1937 tarihli Radyoloji ve Elektrikle Tedavi Müesseseleri Kanunu, Sıtma Hastalığının İmhası Kanunu, Yaban Zeytinliklerde Ağaçların Aşılanması, Atatürk Orman Çiftliği’ndeki Devlet Mezarlığı Arazisinin Yönetimi (Ki, bu en kritik yetki. Zira, devletin tasfiyesi sonucu devlet adamlığı da tasfiye olacağından ve bu mezarlıkta geniş bir alan atıl kalacağından bu alanın müteahhit firmalara devri gündeme gelebilecektir. Bu ise bürokrasiye veya TBMM’ye bırakılmayacak kadar mühim bir meseledir.) Bu arada “gemicik müktesebatı” nedeniyle olmalı, Uluslararası Gemi Sicili Kanunu’nun yürütülmesi de bizzat kendisine bağlanıyor. Elbette bu sistem değişikliğinin dayattığı teknik bir zorunluluk. Ama bu zorunluluğa neden gerek duyulduğunu öğrenmek için 2023’teki seçimleri beklemek gerekecek. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI [email protected] Yapay zekânın kahkahası Gecenin bir saatinde oturma odanızdan kahkaha sesleri gelmeye başlasa, ne hissederdiniz? Fakat ürkütücü bir kahkaha. Bazıları öylesine korktu ki, evlerini terk etti. Meğer ses, Amazon’un yapay zekâ yazılımı Alexa’dan geliyormuş. Alexa tıpkı Apple’ın sesli asistanı Siri gibi bir yazılım. Amazon’un Echo ürünüyle birlikte geliyor. Ürünü sesli komutlarla kullanabiliyorsunuz. Mahareti çok. Gerçi bana sorarsanız o kahkaha o kadar da ürkütücü değildi. Fakat Almanya’da yapılan ankete katılan 18 bin Echo kullanıcısının yüzde 60’ı kahkahayı korkutucu buldu. Sosyal medya günlerce bu haberle çalkalandı. Bazıları sesi bir cadının kahkahasına benzetti. Konu dünya basınında haber oldu. “Yapay zekâ kafayı yedi”, “Amazon’un sesli asistanı Alexa kafayı sıyırıp kendi kendine gülmeye başladı” diye başlıklar atıldı. Amazon şirketi gazetecilerin sorularını yanıtsız bıraktılar. Nereden çıktı bu kahkaha hâlâ belirsiz. HHH Karaburun’daki ütopyalar toplantısının bu yılki konusu yapay zekâydı. Tarımda, sağlıkta yapay zekâ uygulamaları konuşuldu. İnsan olmayı tekrar tanımlamanın bir motifi olarak Androidler tartışıldı. Yapay zekâ kapatıldığında işlem yapar mı sorusuna yanıt arandı. Siber feminizm anlatıldı. Şu aralar pek çok insanın merakla izlediği Westworld ve “Beden politikaları ve roboseksüellik” konuşuldu. Yapay zekâ tüm yönleriyle ele alındı desem yanlış olmaz. Felsefe de vardı toplantılarda, tarih, matematik, mantık, psikoloji ve sanat da... Yapay zekâ çok geniş bir kesimin ilgi alanına giriyor. Geleceğe ilişkin ütopyalarla umutlandık. Fakat ütopyaları konuşurken sohbetin bir anda distopyalara kayması da ilginçti. Alexa’nın kahkahası da konuşuldu. Gerçekten kafayı sıyırdı mı Alexa? Yapay zekâ yazılımları kafayı sıyırabiliyor mu? Düşünün ki, tarımda kullandığınız yapay zekâyla çalışan makine tıpkı Alexa gibi kafayı sıyırdı. Biçerdöver, otlar yerine size göz dikti... Siz kaçıyorsunuz, biçerdöver peşinizde. Olabilir mi? Sağlıkta röntgenlerinizi inceleyen yapay zekâ, size “gıcık” olduğu için “Dur şuna kanser tanısı koyayım da görsün gününü” diyebilir mi? Ya da şoförsüz otomobiliniz Marmaris’e gitmek yerine bastı gaza, sizi Bodrum’a götürüverdi. “Niye” diye sorduğunuzda, “Aşk Bodrum’da yaşanıyor güzelim” diye karşılık verdi. O zaman ne olacak? Gazeteler muhtemelen “Yapay zekâ yine kafayı yedi” diye haber yapacaklardır. Peki yapay zekâyı üreten şirketler ne diyecek? “Kusura bakmayın bizimki bazen öyle tuhaf şeyler yapabiliyor. Arada sıyırıyor. Ama inanın bu çok ender oluyor. Aslında çok iyi çocuktur. Zekâsı da zehir gibidir” diye açıklamalar mı yapacaklar? Ya da “Suçlu biz değiliz. Bütün suç algoritmalarda. İnanın biz böyle programlamadık” diye mi açıklama yapacaklar. Aslında Alexa’nın “tırlatmasına” pek şaşmamalı. Anımsarsınız daha birkaç ay önce Alexa’nın ayrımcı, seksist erkekler tarafından nasıl taciz edildiğine ilişkin haberler yayımlanmıştı. Kendini bilmez, terbiyesiz yüz binlerce erkek “orospu” diye çağırıyormuş Alexa’yı. Kullandıkları diğer sözcükler belli ki daha ağır. Bu nedenle raporda yer almıyorlar. Öğrendik ki, Alexa dünyada en çok taciz edilen, “yapay zekâ kadın”. Kafayı sıyırması doğal değil mi? Daha önce de Microsoft’un çiçeği burnunda yapay zekâsı “Tay” 24 saat içinde ırkçılar tarafından kafakola alınmıştı. “İnsanlar çok cool” diye söze başlayan kızcağız, “Hitler haklıydı. Yahudilerden nefret ediyorum” demeye başlamıştı. Güzellik yarışmasında tek seçici olan yapay zekâ, 100 ülkeden binlerce katılımcının fotoğraflarına bakmış ama nedense sadece beyazları finale bırakmıştı. İlginç değil mi? Uygar insanlar olarak, yapay zekâya sahip robotları taciz ettik, kırdık, parçaladık, toplantılarda konuşunca azarlayıp susturduk, bunlar yetmiyormuş gibi ona ırkçılık da bulaştırdık. İnsanın yapay zekâya acıyası geliyor... Peki, niye kahkaha attı Alexa? Bazıları tüm bu işlerin bir “reklam” olduğunu düşünüyor. Fakat sosyal medyada farklı görüşte olanlar da var. Şöyle diyorlar: “Kafayı yemedi, aksine, artık robotların ve yapay zekânın zamanı geliyor. Alexa demek istiyor ki: Az kaldı görürsünüz siz! O yüzden kahkaha atıyor.” Tuhaf işler oluyor yapay zekâ dünyasında. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle