28 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 15 Temmuz 2018 TASARIM: EMİNE BİLGET Önce Soma’dan başlayalım! Herkese bir haller olmuş, alışveriş yaptığım mahalle bakkalı, mahalle nalburu, gittiğim kahvelerdeki herkes ve mahallede tapularıyla dolaşıp kira toplayan Urfalı toprak ağası ve gayrimenkul zenginine kadar, herkes aynı biçimde konuşuyor: “Bir daha mı yoksulları düşünmek, bir tekmede ben vuracağım, şu Soma’nın haline bak 301 madenci öldü, gidip hep birlikte kendilerini tekmeleyen AKP’ye oy verdiler!” Ben kavga etmeyi pek sevmem ama sonunda dayanamayıp ağzıma gelini söylüyorum. İşte tam bu zamanda Soma’daki mahkeme karar verdi ve açıkça her türlü kusuru bulunan madenin sahibi beraat etti. Diğerleri de kıytırık cezalar aldılar. 13 Mayıs 2014 yılında toplu cinayet gibi maden kazasından bir hafta sonra gazetem beni Soma’ya yollamıştı, o günleri ve acılar içindeki insanları yeniden düşündüm. Ve o zamanlar yayımlanan uzun röportajımın en can alıcı yerlerini yeniden sizlere anımsatmak istedim. Kimse şu Soma demesin diye! Mezar Ömer Özcan’ın. Annesi, karısı Hatice Hanım, iki yaşındaki oğlu Ali, erkek kardeşi hepsi mezarın başında. Hatice Hanım, en güzel elbiselerini giymiş, en güzel eşarbını takmış, kocasına gelmiş. Öylece duruyor, ben ne soracağımı bilmiyorum, o şöyle diyor; “O günden bu yana, yatak odamıza giremiyorum. İki çocuğuma sarılıp uyumaya çalışıyorum. Kapının ağzında yedek çizmeleri duruyor, o çok titizdi, her zaman çizmelerini pırıl pırıl yapardı. Şimdi kapının ağzında o pırıl pırıl çizmeleri duruyor. Kaldıramıyorum, içimde bir his var, sanki gelip o çizmeleri giyecek. Sanki bu olacak.” Ben onların sessizce yanlarından ayrılıp, diğer mezarlara doğru gidiyorum. Mezarların üstündeki mektupları tek tek okuyorum. Hiçbir şey bu mektuplar kadar, duyulan acıyı, anlatamaz. “Sevgili Babacığım, ben oğlun Onur. Sevgili babacığım, herkes seni seviyor. Ben seni herkesten daha çok seviyorum. Kerem’de seni çok seviyor. Bana gelip ‘Başın Sağolsun’ dedi. Mezara birlikte geldik. Sen orada rahat mısın? Seni çok özledim. Mezarında çilek, fasulye ve çiçek var. Benim şiirlerimi çok seversin umarım. Seni çok seviyorum. Ömür boyu seni özleyeceğim. Ne kadar iyi birisin. Umarım sen de beni özlersin. İstanbul’dan Ankara’dan gelenler var. Yani herkes seni çok seviyor. Herkes mezarına toplandı. Yasin okudular. Ömür boyu yanındayım. Sana iyi günler. Şimdi şiirimi yazacağım. Çok çektin çileyi Düşünmedin hileyi…. Canım babacığım, ben babamın oğluyum.” Aslı Yıldırım’la İlkay Yıldırım 2007 yılında evlenmişler. Aslı, “ben ona kaçtım” diyor. “Bir sevdim, bir sevdim kimseler tutamazdı beni. Biliyor musun o çok iyi bir insandı. Son madene gittiği gün ben hastaydım, ‘beni böyle bırakıp gitme’ dedim. ‘Mesaiyi çabuk bitiririm hemen dönerim’ dedi. Beni çocuk gibi kucağında yemek odasına taşıdı, bana çorba yaptı, eliyle içirdi.” Aslı, ağlamaya başlıyor, benim elimden hiçbir gelmiyor. Birden o soruyor, “Bizim düğün resimlerimizi görmek ister misin?” “Tabii” diyorum, içeri girip düğün fotoğraflarını getiriyor. Ağlıyor, kocasının fotoğrafını öpüp ağlıyor. “Ben kocamın kanını, çocuklarımın babasının kanını onlarda koymam” diyor. “İki çocuğumun da istikballerini düşünmek zorundayım. Artık hem anayım, hem baba. Ve onların madenci olmalarını istemiyorum. Ölürüm onları madenci yapmam! Buradan insanlara seslenmek istiyorum. Benim elimden hiçbir iş gelmez. Anca çocuklara bakmayı öğrenmişim, okumamışım. Ama ben çalışmak istiyorum. Çocuklarım babasız diye, hiçbir şeyden mahrum kalmamalarını istiyorum. Ben bir iş istiyorum! Tamam ovaya gidebilirim ama o iş iki aylık sonraki aylar nasıl olacak? Bize acımayın, sadece iş imkânı yaratın!” Aslı Yıldırım, acılar içindeki pek çok kadının isteğini dile getiriyor. Buraların kadınları çalışkandır. Tütüne, bostana gitmeye alışıktır. Yakınmazlar yeter ki, onlara iş olsun! İşte böyle tütüncülüğüyle meşhur Soma bölgesi, sağcı iktidar sahiplerin yabancı şirketlerin tütün kotasına evet demeleri yüzünden (ne çok hain) bir anda kimsesiz ve işsiz kalmıştı. Onlar mecburiyetten o korkunç madene indiler. Önce bunu tartışalım! Öyle ben artık hiçbir yoksulu düşünemem demeyle olmaz. Çünkü çok yakın bir gelecekte pek çoğumuz işsiz ve aşsız kalabiliriz. Yok öyle ‘bana ne yoksullardan’ demek. Önce Soma’dan başlayalım! 15 TEMMUZ 2018 SAYI: 33884 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına MEHMET Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü Bülent Özdoğan Yazıişleri Müdürü (Sorumlu) Haber Koordinatörü Faruk Eren Aykut Küçükkaya Dijital Medya Koordinatörü Bülent Mumay Reklam Direktörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Görsel Yönetmen: Hakan Akarsu l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Dış Haberler: Mine Esen l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Kültür Sanat: Emrah Kolukısa l Düzeltme: Mustafa Çolak Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz guray@cumhuriyet.com.tr Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım Müdürü: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: posta@cumhuriyet.com.tr Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: reklam@cumhuriyet.com.tr Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Baskı Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Demirören Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 03:44 03:35 04:07 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 05:38 13:16 17:13 05:25 13:01 16:56 05:53 13:23 17:16 Akşam 20:43 20:24 20:42 Yatsı 22:28 22:06 22:20 yorum 13 Doktor, hiç kimsenin konuşmadığı kısa bir süre boyunca duraladı. Sonra, biraz önceki alaycı tutumunu değiştirdi ve ağır ağır, gizemli bir şey anlattı: “Bir zamanlar sıradan bir adam yaşamın, varlığın gerçek nedenlerini öğrenmek istemişti. Tanrı’ya yalvardı ve ondan kendisine yol göstermesini istedi. Tanrı, onu büyük bir mağaraya gönderdi. Adam, labirent ağı içindeki Mağara’da yolunu yitirdi. Uzun uzun yürüdü ve bir köşeyi dönünce, yerlere serilmiş, duvarlardaki oyuklara konulmuş küçüklü büyüklü testiler, küpler, kaplar gördü. Bir ses, ona bunların Gerçek Değerler olduğunu söyledi. Dürüstlük, Sadakat, Açık Ellilik, Sahtekârlık, Cimrilik, Sevgi, Kin… Bütün değerler… Ona Tanrı’nın verdiği görev, burada bu değerlerden birini ya da birkaçını seçmek ve onları, kendi yaşamının temel inancı yapmaktı. Mağara’dan ancak doğru seçimi yaparsa çıkabilecekti. Adam, ilk önce Doğruluk gerçeğini seçti. Doğruluk’la bütün sorunlarını çözebileceğine, yaşamında Doğruluk’un kendisine yol göstereceğine inanıyordu. Doğruluk testisini koluna taktı ve kendi dünyasına kavuşmak için geriye döndü. Ancak Mağara’nın labirentinde uzun uzun yürüdükten sonra, yolunu yitirdiğini düşündü. Kapıyı bulamamıştı. Korkulara kapıldı, ama bu yürüyüşün sonunda, kendiliğindenmiş gibi, yine Gerçek Değerler’in bulunduğu yere gelmiş oldu. Bu kez Doğruluk’un yanında Yüreklilik gerektiğine inandı ve Yüreklilik testisini de yanına aldı. İki testiyle birlikte tekrar Mağara’nın çıkışını bulmaya girişti. Ama Doğruluk ve Yüreklilik değerleri ‘Adsız Gemi’ de yolunu bulmasına yeterli olmadı. O zaman öteki değerlere döndü ve bu kez, Bilim’i aldı. Bilim, Doğruluk ve Yüreklilik’in bu kez ona yolu göstereceğine emindi. Ama yine yolunu bulamadı. Bilim onu belli bir noktaya kadar getiriyor, fakat daha öteye gidebilmesine yardımcı olamıyordu. Adam yeniden Değerler’e dönerken, yolda uzun uzun düşündü. Hep olumlu Değerler’i seçiyordu. Bir yerde bir eksiklik, bir boşluk vardı. Değer kaplarına gelince, bu kez çirkin bir testi buldu. Üstündeki yazıyı okudu: İkiyüzlülük testisi… İlk önce bunu seçmek istemedi. Sonra zamanın geçtiğini düşündü ve daha fazla vakit yitirmemek için elindeki dürüstlük testisini bıraktı, İkiyüzlülük ve Sahtekârlık testilerini alıp, yola çıktı. Bu kez de çok büyük zorluklarla karşılaştı. Kucağında dört testi ile yürümek güç, hatta olanaksızdı. Yolda içlerinden biri, hatta birini korumak isterken hepsi kırılabilirdi. Bunları düşüne düşüne geriye, testiler ve küpler alanına döndü. Bu kez büyük ve kullanışlı bir küp buldu. Yüreklilik, Bilim, İkiyüzlülük ve Sahtekârlık testilerinin hepsini içine koydu. Küpü de başının üstüne kaldır dı ve yolunu rahatlıkla bularak Mağara’dan çıktı.” Hoca, sakin ve kısık bir sesle: Ne demek bu? Küfür mü? dedi. Doktor gizemli bir gülücükle sustu. Bilge, onun söylemediklerini söyledi: Ve böylece Riya ile, İkiyüzlülük’le Mutlak, Kutsal ve Gerçek Değe re kavuşmuş oldu… İşadamı, anlatıyı kavrayamamıştı. Safça sordu: O büyük küp hangi değermiş ki? Cahit Kayra Ressam, kahkahayla güldü: İnanç küpü!…* *CAHİT KAYRA, Adsız Gemi / Tarihçi Kitabevi, 2017 HHH Düşünce ve yazın tarihimizin yüzyıllık çınarı, artık 101 yaşındaki Cahit Kayra’nın yukarda küçük bir bölümünü alıntıladığım Adsız Gemi başlıklı romanı; bence yazarın hepsi birer zekâ başyapıtı olan kitapları arasında, “ustalık eseri”. Ufku olmayan bir denizde, adı olmayan bir gemiyle kaybolan insanlığın; yitirilmiş aşklar ve pişmanlıklar rotasındaki bitmeyen yolculuğu… Bugün 15 Temmuz’a doyacağız. Buradan yakabi dteasCnidusimriy. haLusaregityaient,gludagwtzaaawnemyawhaa.marhemt@etgtamn.aciol.mcom lirsiniz. hava cıvaya 2 TL Oktay Akbal’ın “Yazmak kimse vermez: Yaşamak” diye kitap yaz “Bugün 15 mış olmasına bakmayın. Temmuz’a doyacak Belki de okumak yaşa sınız!” maktır. Belki konuşmak, gez mek, şarkı söylemek ya da “Kahpe Darbe”nin 3. yıldönümü de “hayırlara vesile olur inşallah!” Normal(!) 15 Temmuz’suz notlarıslık çalmak. Gazete “Hayatın gerçekleri”ne dönüktür; Gerçeğin fazlası da, hadi dedik! Bu da bizim ikra rımız. HHH Önce gözaltı, sonra hapis. Niye? Savcının iddiasına göre, hakkında FETÖ soruşturması bulunan kişilerle “iletişim kaydım” varmış. insanı bozar demeyelim, Ama sıkıntısını kolay örtemez. “1.056 odayı ne ya Kimmiş peki bu kişiler? hayatiyetten kopartır. Çoğu gazete okunacak gibi de ğil.. Avuç içi ekranlara akan haberler bile, çoğu kez iç açıcı değil. Sıkıntıdan kurtulmanın yolu mu? Şeylere takılmamak yeter. HHH Yahya Kemal çok sıkıntılı bir şairdir. Aşka, meşke bazen de ölüme Hatta hiç örtemez. Belki örtmesi de gerekmez. Çünkü sıkıntı hayatın özüdür. Bayramların, düğünlerin icadını, eğlencelerin keşfini, şiirleri, romanları, besteleri hatta aşkı bile insanlık, sıkıntıya borçludur. Devasa jet uçakları, yüzlerce kanalın sığdırıldığı televizyonlar, avuç pacak?” diye merak ediyorduk. Tek tek basaraktan.. Bade süzerekten.. İnci dizerekten Çifte referandumla, üst üste yaptığı baskın seçimler sonunda kendi paralel “Ak Cumhuriyet”i kuruverdi. Eskisi için ise “Zayi İlanı” verme Belli değil. Sadece telefon numaraları var. Bir de iki harf. Ad ve soyadlarının baş harfleri diye düşünüyorum. İnsan Silivri’nin yüksek duvarları arasında volta atarken merak ediyor tabii. Kim ki bunlar? Malum, gazetecilerin telefonları pek susmaz. Herkes arar. Sonradan anlaşıldı ki, aramızdan iki kişi daha aynı kişiyle görüşmüş: Cumhuriyet Vakfı Başkanı Orhan Erinç ve çizerimiz Musa Kart. dairdir. “Yaşantı” sözcüğüne takması da bundandır. “Hayatlar yaşantı oldu, tadı kaç tı” demesi acaba nedendir? Şair deyince Sn. Cumhurbaşkanı’nın favorisi Necip Fazıl Kısakürek’i unutmamak gerek. O üstat çoğu zaman hayata ters tarafından takılır. Kumardan işrete her türlü illetle maluldür. Ama herkes gibi özünde iyi şairdir. Yoksa Sn. Cumhurbaşkanı niye sevsin ki? Keşke arada bir Sn. Erdoğan da bu üstada takılsa. Yandaş candaş fark etmez bir kanala çıksa. Ceketi fora edip, her boyayı boyadığına göre, üstüne şöyle fıstıki yeşil (türbe yeşili bile olabilir) bir tişört çekse.. içi ekranlarda parmağınızda oynattığınız dünyalar hep insanlığın bitip tükenmez can sıkıntısına merhem olmak içindir. HHH İşte bir haber: “Bu sıkıntı geçmez!” diyecek yerde, “kanımın akyuvarları azaldı” demek daha doğru, daha bilimselmiş.. Ünlü tıp felsefecisi Emile Chartier’e anlatıyor: Marie R. adlı hastası şaşmaz düzenle bir ay sıkıntılıkederli, bir ay huzurlu neşeli oluyormuş. Sıkıntılı dönemde aynı şarkıcının söylediği aynı şarkı ile kederleniyormuş, ertesi ay neşeleniyormuş. Uzun tetkikler testler sonunda ortaya çıkarmış ki, sıkıntılı ayında kanındaki akyuvarların sayısı çok ye bile gerek duymadı. Hacıbayram’da namazını kılmak la yetindi. Yıllarca “Yeni Türkiye” demiş ve “Eski Türkiye”yi karalayıp durmuştu. Anamuhalefet partimiz de kendisini buna çoktan uydurmuş “Yeni CHP” olmuştu! HHH Darbelerin darp ettiği bir ülke idik. Ve ne darbeler gördük.. Zaten yoktular. Tanka binerlerdi sonbaharla ya da ilkbaharla bir. Azıcık gıcıklık yapsak içerideydik. Mükerrer darbeler yaşamış giderek de azalan mahdut sayıdaki gazeteciden ve mebzul miktardaki TC vatandaşından biri olarak bunun övünülecek bir yanı yok elbet. Bakar mısınız şu işe. Durum giderek ilginçleşiyor. Aylar sonra, dosya ile ilgili bilgiler gelince nihayet “hakkında FETÖ soruşturması” bulunanların kimler olduğunu öğrendik. Hapisteyiz hâlâ. Meğer biri Ets Tur’muş. 2015 yılında oradan rezervasyon yaptırmıştım. Kızımızla tatile çıkmak için “bebek dostu” bir otel arıyorduk. Bulduk da. Meğer bilmeden Silivri Cezaevi için de rezervasyon yaptırmışız. Üstelik bu “suçu” sadece ben işlememişim. Orhan Ağabey ve sevgili Musa da Ets Tur’dan rezervasyon yaptırma gafletinde bulunmuşlar. Ne büyük suç! Savcılık diyor ki, “Bu şirket hakkında FETÖ soruşturması var.” Peki, şirketi kapattınız mı? Hayır. Şirket yöneticilerini gözaltına aldınız mı? Hayır. Sorguladınız mı? Hayır. Peki, biz niye hapisteyiz? Değil mi ama? Silivri’den çıktıktan sonra dost sohbetleri bir şekilde Cumhuriyet davasına geliyordu. Sorular, sorular… Oysa söylenmedik ne kaldı? Yine öyle Şöyle Necip Fazıl’dan bir şiir okusa: “Hayat mayat diyorlar/ benim gözüm mayatta/ hayatın eksiği var/ hayat eksik hayatta/ takınsam kanat manat/ kuş muş olsam uçsam/ dümdüz vatana inat/ düşüyor, neşeli  aya girerken de yeniden yükseliyor. Tanı: Can sıkıntısı, psikolojik değil. Hematolojiktir. Kan kimyasıyla ilgilidir. HHH Biri size “Tatile çık – Bodrum’a modruma git!” diyorsa bilin ki bilimsel takılıyor. İlla, münasebetsizlik etmek gerekirse... Hain darbenin tozu dumanı arasında 16 Temmuz günü kaleme alınan “Hayrı Görülesi Bir Darbe” başlıklı yazıdaki temeninin aynen tecelli ettiğini buradan ilan edebiliriz. “Darbenin hayrı” elbet, Sn. Erdo bir sohbette mecburen anlattım. Beni dikkatlice dinleyen biri şöyle bir yorum yaptı: “Normal… Yeni Türkiye artık böyle!” Peki, ya hapisteki gazeteciler? İşlerinden atılan bilim insanları? Gözaltına alınan binlerce öğrenci? OHAL? “Normal” diye karşılık verdi. “Peki, hak, hukuk, adalet, yargı, insan hakları, vicdan, utanma duygusu…”   “Hepsi normal” matana doğru koşsam” Çünkü merkezi dışında oksijen ğan için tecelli etmiştir! “Zaten artık şaşırmayı unuttuk” diye de ekledi. HHH İnsan soğuğa karşı örtünmeye eğilimlidir. orada. Oksijen ise kan kimyasının keşfedilmiş en iyi ilacı. HHH Hem de de fazlasıyla etmiştir. Darısı ve mütebakisi millletinmemleketin başına! O günden bu yana Bülent Ortaçgil’in “Normal” şarkısı, en çok dinlediklerim arasında yer alıyor. 90’lardan bir parça. Fakat “Grup Bulutsuzluk Özlemi”nin yorumuy SAYISAL LOTO 1513 20 2539 6 BİLEN: 3 milyon 580 bin 816 TL (2. devir) 5 BİLEN: 4 bin 25’er TL. 4 BİLEN: 66’şar TL 3 BİLEN: 10’ar TL ikramiye kazandı la dinliyorum. Youtube.com adresine bağlanıp “Bulutsuzluk Özlemi Normal” diye yazınca parça hemen karşıma çıkıyor. Harika bir şarkı: “Biralar soğuk mu dedim / Dedi ki normal / Peki ya havalar? / Valla gayet normal / KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr İşler dedim, gidişler dedim? / Hepsi normaaal” Sonra E.A. diye bir ByLock’çu beni aramış. Tam 19 saniye sürmüş telefon görüşmesi. Tarih 12 Şubat 2013, saat 17.45. Görüyorsunuz. Devlet her şeyi biliyor. Dakika sına, saniyesine kadar biliyor. Fakat küçük bir sorun var. O tarihte ByLock programı yok. Henüz icat edilmemiş. Meğer ByLock 9 Nisan 2014’te çıkmış. Her şeyi bilen devletin bunu bilmemesine ne demeli? Normal! FETÖ’den soruşturulan bir savcının hakkımız da FETÖ soruşturması başlatması mı? O normal ötesi! Ama savcı dışarıda biz hapiste... Normal! Aylarca sürdü savunmalarımız. Bütün iddiaları çürüttük. Hiçbir Cumhuriyetçinin telefonunda ByLock yok, Bank Asya hesabı yok, terör örgüt leriyle ilişkisi yok. “FETÖ’cüsünüz” diyebilen tek bir tanık da yok. Peki sonuç? 2.5 yıl ile 8 yıl arası hapis cezaları. Normal? Yeni Türkiye’nin “normalleri” say say bitmez. Aradan onca zaman geçti. Ets Tur’un FETÖ soruşturması hakkında bir bilgi var mı? Kim aç mış soruşturmayı? Niye açılmış? Hangi belge ve bilgilerle açılmış? Sonucu ne olmuş? Bilmiyoruz. Normal değil mi? ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com Sonra bir telefon aldım. Dediler ki, Etstur’un sahibi Mehmet Ersoy, turizm bakanı olmuş, ne diyorsun? Ne diyebilirim? Sayın Mehmet Ersoy’a ba kanlığında başarılar diliyorum. Aslına bakarsanız Aziz Nesin gibi dünyanın önde gelen gülme ce yazarlarının sonra çizerlerinin Türkiye’den çıkmış olması bence çok normal. Bulutsuzluk Özlemi’nden “Normal” şarkısını dinlemeye de vam ediyorum: “Offf biri anlatsın hemen, nedir bu normal Canım sıkıldı, yoksa ben miyim anormal” Şimdi de Bulutsuzluk Özlemi’nin diğer parça sına geçtim. “Acil Demokrasi” Ben de hep eski şarkıları seviyorum. Demode miyim ne? C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle