15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Perşembe 14 Haziran 2018 8 Korkma Reis, biz kimseyi asmayacağız... AKP Reisi seçim kampanyası için devletin (partisinin değil devletin) bütün olanaklarını pervasızca kullanarak ülkeyi dolanıyor, miting alanlarında prompter destekli kürsülerden toplayabildiği kadar kalabalığa sesleniyor, yağıyor, gürlüyor, atıyor tutuyor. Bazen fazla atıyor. Günlerdir sosyal medyada “Zondulgaklılar... Tek parti döneminde öğrencilik yapan Reis... Kıraathane, beleş kek, bedava çay...” üstüne Gezi günleri mizahını gölgede bırakacak “mavra” döndürülüyor. O kadar ki rivayete göre Zaytung tayfası “Bu kadarı bizi aşıyor abi, seçime kadar tatile giriyoruz” deyip geçici bir kepenk indirme eylemi düşünüyorlarmış... Ben de bundan uzak kalamadım. Günlerdir Tırmık’ı mizah denizinin kıyılarında dolaştırmaya çabalıyorum. HHH Sonra... Sonra Reis, partisinin Kocaeli mitinginde konuştu. Haber yazıişleri masasına düştüğünde irkildim ama şaşırmadım. Ancak utandım. Çok utandım... Ülkem adına utandım. Şöyle ya da böyle bu ülke seçmeninin neredeyse yarısından oy almış, “Cumhurbaşkanlığı” koltuğuna oturmuş bir siyasetçinin ağzından 21. yüzyılın 18. yılında böyle bir cümle çıktığı için utandım. Hatırlayın... Kocaeli mitinginde Reis, iktidarını önleyebilecek en kilit siyasal güç gördüğü HDP’nin hapisteki eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’a çoğu (hatta neredeyse tümü) yanlış ve yalan iddialarla yüklendi. Tek tek saymayacağım. Bir örnek yeter. Reis, Demirtaş’ı karalamaya çabalarken 7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında Kobani olaylarının patlak verdiğini ve bunun sorumlusunun da Demirtaş olduğunu söyledi. Kalabalıktan söyleneni değil söyleyeni önemseyen birileri “Hülloooo” naralarıyla alkış tuttu. Oysa Kobani olayları 7 Haziran 2015’ten 8 (yazıyla sekiz) ay önce, 7 Ekim 2014’te yaşanmıştı. Geçelim. “Reisimiz düşman ilan ettiyse bizim de kanlı düşmanımızdır” ilkel mantığı ile zembereği boşalan kalabalıktan “İdam... İdam” sesleri yükseldi. Veeee... Ve Reis kalabalığa cevap verdi: Parlamento, dedim ya size daha önce, parlamento bunlarla ilgili kararı bana göndermiş olsaydı, ben bunu çoktan onaylardım... İrkildim, şaşırmadım ve utandım. Çok utandım. KHK ile kıyılan akademisyen Kerem Altıparmak’tan aktarıyorum: “... Sanıyorum dünya siyasi tarihinde ilk kez bir seçim konuşmasında bir aday, seçim vaadi olarak rakibini idam edeceğini ima etti.” Gel de utanma. Anayasal ve yasal gereklere uygun olarak cumhurbaşkanı adaylığı Reis’in sadık kurumunca onaylanmış bir aday için idam hükmü kesilse onaylayacak bir zihniyet var karşımızda. Biz, cumhurbaşkanı adayı tutuklu (Reis’in dediği gibi hükümlü değil, tutuklu) olamaz diye hop oturup hop kalkıyoruz, AKP Reisi idam diyor ve bunu kalabalıklara karşı ve TV kameralarının önünde duraksamadan, pervasızca ilan ediyor. Sonra da gözümüzün içine baka baka “Bu ülkede demokrasi yoktu, biz getirdik” diye kostaklanıyor. Gel de utanma. HHH Ey okur, bu Tırmık için bilgisayarın başına çöktüğümde uzun uzun bu ölüm seviciliğin, bu vicdan kararmasının, ilkel değerlere (değerler?) saplanıp kalmış bu zihniyetin ipliğini pazara çıkarma niyetindeydim. Vazgeçiyorum. Tek cümle yeter: Ey AKP Reisi korkma. İktidardan düştüğün zaman da onca yolsuzluğa, onca kanunsuzluğa, onca zulme rağmen biz kimseyi asmayacağız... Zırhlı servis aracının çarptığı yaşlı adam öldü TunceliElazığ karayolu Atatürk Mahallesi mev kiinde dün sabah askeri per soneli taşıyan zırhlı servis mi dibüsü, yolun karşısına geç meye çalışan 82 yaşındaki Ali Sezer’e çarptı. Belediyeden emekli olan Ali Sezer, ağır ya Ali Sezer ralandı. Çağrılan ambulansla Tunceli Dev let Hastanesi’ne kaldırılan Sezer, tüm ça balara karşın kurtarılamadı. Kazanın ar dından servis aracının sürücüsü gözaltı na alınarak Tunceli Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldü. Soruşturma kapsamında böl gedeki MOBESE kameralarının görüntüleri de incelemeye alındı. l DHA haber EDİTÖR: SERKAN OZAN TASARIM: EMİNE BİLGET C Zor zamanlardan öğrenmek...ezaevi insan düşüncesinin yoğunlaştığı bir mekân. Zaman durmuş kuşatıcı ve çaresizleştirici koşullar... Son ana kadar ölümüne direnen bir arkadaşı gibidir cezaevinde. Daracık bir mekânda mızın bir anda teslim olduğuna, bir baş zihninle, bilincinle, psikolojinle ve elbette En çok ortadan kaldırmak istedikleri kasının yaşamına son vermeye teşebbüs gelmiş cezaevi kapılarına takılmış anılarınla baş başasındır. şey iletişimdi. Tek tip elbise, ziyaret yasakları, tecrit koğuşları, hatta yeraltı etmesine tanıklık ediyorduk. Konuşunca bu arkadaşlarımızın anlık Dış dünya ile bağın, onu yaşamadan hücreleri bunun içindi. Ancak bir nok düşündüğünü fark ediyorduk. Koşullar o kurulur. Yaşamadığın dış dünyada olup tayı unutuyorlardı: hiçbir yalnızlaştırma kadar çaresizleştiriciydi ki bu cendere bitenlerin tarihsel sıralamasını karıştır politikası, bir sosyal varlık olan insanın den kurtulamayacaklarına, ancak böyle man rastlantı değildir. Yeryüzünde olup sosyal varlık olma özelliğini yok ede de yaşayamayacaklarına inanıyorlardı… bitenleri kendi ülkenin bir kentinden, bir ilçesinden izlemişsindir. Basından ya da elde ettiğin her enformasyondan o gün bulunduğun mahaldeki bir özgün yaşantıyla, bir etkinlikle aynı ana rastlar, karıştırmazsınız. “Özgür” insan ise her gün başka bir günü yaşar. Bir günü öteki güne benzemez. O nedenle “yaşamadığı” her olay, yaşadığı başka bir olayla yan yanadır. Yaşadığını kolay kolay unutmaz. İnsan yaşamadığını da o yaşadığı olay sayesinde çağrışımla hatırlıyor. Cezaevindeki yeknesak yaşantı, böyle bir çağrışım olanağını her zaman vermez. 1980’li yılları anımsıyorum. Elazığ 3 No’lu özel bölümde bir grup arkadaş olarak uzun yıllar yerin üç metre altında, morgdan bozma daracık bir hücrede tutsaktık. Uzun bir süre de 23 arkadaş yeraltına hapsetmekle teslim alamayacaklarını anlama yetisinden uzaktı. Eline geçirdiği devrimcileri her gün, her saat cezalandırmak için akla hayale gelmedik yöntemlerle zulmetmek, cezaevlerinin günlük gerçeğiydi. O nedenle dış dünya ile kurduğumuz bağla elde ettiğimiz enformasyonu, cezaevlerindeki unutulması asla mümkün olmayan ve her gün bir yenisi yaşanan “operasyonlar”, baskınlar, işkenceler, ölümler, ölüm oruçları gibi yaşantı parçacıklarımızın çağrışımıyla, sanki dışarıda yaşıyormuş gibi sıralama hatası yapmaksızın yaşardık. Bilincimizi boşaltmak için elinden geleni yapanlar, bu suretle dış dünya ile bağ kurmamızın koşullarını yok etmek isteyenler, ettikleri zulümlerle, cezaevi hayatımızı öylesine “canlı” hale getir mezdi. Sosyal olmanın özü iletişim ise, yerin değil üç, yedi kat dibine gömülen insan, bir yolunu bulur ve sosyal varlık olmanın gereğini yerine getirir, ister kuş kanadıyla, ister kuş diliyle, egemenlerin akıl sır erdiremeyeceği en geniş iletişim ağlarını kurardı. İletişim olunca dayanışma, deneyim paylaşımı, “gizli” komün yaşamı, zulme karşı toplumsal nitelikli direniş de olurdu. Zihinler uyanıklığını, bellekler canlılığını, devrimci irade direngenliğini en zorlu koşullara uydurur, insanlık onurunu korurdu. Böyle olmasaydı, yıllar ve yıllar boyu cezaevlerinde kalan insanların çoktan çürümüş olması, toplumsal değerlerin yok edilmesine tepki göstermemesi gerekirdi. Genellemeler gerçeğin üstünü ört Kuşağımız cezaevlerinde “ezildi”, dışarıda “inkâr’’ edildi ama çürütülemedi... Her daim hiçbir şeyin boşuna yaşanmadığını göstermenin, tarih ve toplum önünde sahici, sağlam, adaletli bir duruş içinde mücadelesini sürdürme çabası içinde yürüyüşünü sürdürdü. Cesaret ve özgüvenimizi yitirmemizi istiyorlardı. Başka bir hayatı hayal edebilme gücümüzü bizleri yerin yedi kat altına hapis ederek elimizden almak istiyorlardı. 78’liler anlık düşünmemeyi, başka bir hayatı hayal etme gücünü yitirmeden, yaşanan karanlığın geçici olduğunu, her gecenin aydınlık bir sabahı da olduğunu, zor zamanlarda, insanlığa karşı işlenen suçlara ve zulüm politikalarına karşı ısrarlı direnişten öğrenecekti... Zaten böyle olduğu içindir ki, iz bırakan iyi ve güzel anlar zulümlere karşı la, 2 No’lu bölümün daracık tecrit ko diler ki; o daracık koğuşlar, tecritler, memeli. İnsani zaafların üstesinden ge direnilen anlardır... ğuşlarında ve hücrelerinde tutsaklığımız yeraltı hücreleri siyasi tutsaklar için lememe halleri de vardı cezaevlerinde. Kardeşim Adil Can ve Atilla devam etti. Yine de yaşam her zaman kocaman bir dünyaya dönüştü. Zihinsel Yaşam zordu, bunu anlıyorduk... Ne za Ermutlu’nun anısına saygıyla.... yeknesak değildi. Çünkü hukuk bilmez uyanıklık, belleksel canlılık, devrimci di man nasıl yapılacağı belli olmayan “şok” Celalettin Can iktidarın başımıza diktiği zalimler, bizleri rengenlik o nedenle ayakta kaldı. operasyonlar, işkenceler, yasaklarla Silivri 9 No’lu Cezaevi A48 Davayı kaçırdılar Savcının bütün itirazlara rağmen mütalaasını açıkladığı Gar katliamı davasında mahkeme, sonraki duruşmanın Sincan Cezaevi içerisinde yapılmasına karar verdi. 10Ekim Ankara Garı Katliamı davasında avukatların itirazlarına rağmen savcının mütaalasını vermesine izin veren mahkeme, mağdurların tepkisi üzerine bir sonraki duruşmanın Sincan Cezaevi Kampusu’nda görülmesine karar verdi. 101 kişinin öldüğü Ankara Garı davasına bakan Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi, avukatların tüm tepkilerine rağmen davayı bir an önce bitirme çabasına girdi. Dün devam eden duruşmada konuşan mağdur avukatları, yaşanan katliamın “insanlığa karşı suç” olduğunu ve bu nedenle kovuşturmanın genişletilmesi taleplerini tekrar etti. Ancak mahkeme bu talebi de reddederek, mütaalaya karşı beyanlarını almak için sanık avukatlarına söz verdi. Savcı: Ben de şaşırdım Sanık Hatice Akaltın’ın avukatı Oğuz Akçay, müvekkilinin kimseyi tanımadığını, çocuğu ile cezaevinde mağdur olduğunu belirterek tahliyesini talep etti. Avukat Akçay’ın mütaalayı eleştirmesi üzerine araya giren savcı Adnan Gümüş, “Avukat bey lütfen iddianameyi düzgün okuyun. Öyle yazmıyor. Ben kime yaranacağım şaşırdım” dedi. Savcının bu sözleri, salondaki mağdurların tepkisine neden oldu. Savcıya ve mahkeme heyetine seslenen mağdurlar, “kimseye yaranmayın, adil davranın yeter” diye konuştu. Tansiyonun yükselmesiyle birlikte mahkeme başkanı Selfet Giray, duruşmaya kısa bir ara verdi. Sanıklar çıkarıldı Ara sırasında mahkeme, mağdurları salondan çıkartarak duruşmaya devam etmek istedi. Ancak avukatlar buna itiraz etti. Mahkeme Başkanı Giray, bu kez “güvenlik” gerekçesiyle sanıkları duruşma salonuna almayarak, cezaevine göndertti. Devam eden duruşmada söz alan Yunus Durmaz’ın kardeşi sanık Hacı Ali Durmaz’ın avukatı Hatice Aydın, müvekkillerinin ve kendisinin güvende olmadığını, bu şartlar altında savunma yapamayacaklarını söyledi. Bu sözler gerginliği yeniden yükseltirken, mağdurlar “üstünde bomba olan biz değiliz” karşılığını verdi. Bu sırada salonda olan HDP milletvekili Filiz Kerestecioğlu, “O vicdansız biri. Biz sessizlik kararı alalım. Lütfen sakin olalım” diyerek aileleri sakinleştirmeye çalıştı. Ancak salondaki tansiyon bir türlü düşmedi. Gerekçe: Salon küçük Sanık avukatları, mütaalaya karşı beyanda bulunmak için ek süre isterken, müvekkillerinin tahliyesini talep etti. Duruşmaya sadece 4 sanığın avukatının katılması ve diğerlerinin de avukatının olmaması nedeniyle mahkeme, bu sanıklara avukat atanması ve esas hakkındaki savunmalarını yapmaları için duruşmayı 31 Temmuz, 12 Ağustos’a ertelendi. Bütün yargılama boyunca, yer yer salonda gerginlik yaşanmasına karşın davayı Ankara Adliyesi’nde gören mahkemenin, bir sonraki duruşmanın Sincan Cezaevi içerisinde yapılmasına karar vermesi dikkat çekti. Heyet, buna gerekçe olarak “salonun küçük olmasını, yetersizliğini” öne sürdü. l ANKARA / Cumhuriyet Mücadele şimdi başlıyor Duruşmanın ardından aileler adliyenin önünde basın açıklaması yaptı. Duruşmanın Sincan Cezaevi kampusunda yapılmasına tepki gösteren aileler, “Mücadelemiz asıl şimdi başlıyor. Bize lütfettikleri adaleti değil gerçek adaleti istiyoruz” dedi. HDP’li Filiz Kerestecioğlu da ihmali olan kamu görevlilerinin yargılanacağını ve yaşananların takipçisi olacaklarını söyledi. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle