09 Ocak 2025 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Salı 29 Mayıs 2018 TASARIM: İLKNUR FİLİZ Engelli dernekleri, üniversitelerin bölünmesini protesto etti ‘Geri dönülmesi güç yıkım demek’ Gezi’ye saygı duruşu Hatay’ın İskenderun ilçesinde CHP İlçe Başkanlığı Gezi Direnişi’nde yaşamını yitiren Ali İsmail Korkmaz, Abdullah Cömert ve Ahmet Atakan’ı andı. Bir dakikalık saygı duruşunun ardından konuşan CHP Hatay milletvekili adayı Suzan Şahin, “Cömert, Atakan ve Korkmaz’ın demokrasi uğruna öldüğünü unutmamamız lazım. Onlar, biz özgür, eşit yaşayalım diye öldüler. Demokrasi şehitlerine borcumuz var” dedi. l İSKENDERUN / Cumhuriyet ‘Canları pahasına’ Tutuklu HDK Eşgenel Başkanı Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu, Gezi’nin yıldönümünde bir mesaj yayımladı. Hamzaoğlu, “Türkiye’de tarih o günlerden sonra GeziHaziran İsyanı öncesi ve sonrası olarak yazılıyor. Canları pahasına bize bunu yaşatanlara sözümüz olsun. 24 Haziran’da sandıklarda buluşalım, sahip çıkalım” dedi. l Yurt Haberler SİBEL BAHÇETEPE Türkiye Kas Hastalıkları Derneği (KASDER), Türkiye Sakatlar Derneği ve Engelli Hakları Forumu üyeleri, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından da onaylanan üniversitelerin bölünmesine ilişkin yasayı protesto ederek “Toplum sağlığı açısından geri dönülmesi güç yıkımlara yol açacak planlardan vazgeçilmesini, yasaların iptal edilmesini talep ediyoruz” dediler. Yaşadığı evden bile çıkmakta zorlanan engellilerin, şehirlerin uzak alanlarında konumlandırılmak istenen hastanelere ulaşımının daha da güçleşeceği vurgulandı. İzin verilmedi Yeşilköy’deki KASDER bahçesinde dün düzenlenen toplantıya Tüm Öğretim Üyeleri Derneği (TÜMOD) İstanbul Şube Genel Sekreteri Prof. Dr. Lale Afrasyap, dernek yönetim kurulu üyesi Prof. Dr. Cüneyt Akalın, Türkiye Sakatlar Derneği Genel Başkanı Şükrü Boyraz, CHP PM üyesi ve İstanbul 3. bölge milletvekili adayı avukat Turan Hançerli ile hasta yakınları katıldı. KASDER Başkanı Prof. Dr. Coşkun Özdemir, İstanbul Üniversitesi (İÜ) Tıp Fakültesi ile Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin (CTF) ayrılma kararını “endişe verici” olarak değerlendirdi. Özdemir, basın açıklamasını CTF bahçesinde yapmayı planladıklarını ancak buna izin verilmediğini, bunun üzerine açıklamayı dernek binasında yaptıklarını da kaydetti. ‘Bölünme, zayıflatır’ Gruplar adına açıklamayı ise Maside Ocak yaptı. Meclis’ten geçen yasayla 13 üniversitenin bazı bölümlerinin ayrılması ve 4’ü özel olmak üzere kurulacak 20 yeni üniversiteye bağlanmasına karar verildiğini anımsatan Ocak, şöyle devam etti: “İÜ başta olmak üzere diğer üniversitelerin kendi akademik kurulları ve personelinin bilgisi dışında alınan bölünme kararının, üniversiteleri daha çok zayıflatacağı aşikârdır. 119 yıllık Şişli Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin de kapatılarak bölümlerinin Çayırbaşı ve Seyrantepe’ye taşınacak olması yalnızca engellileri değil herkesi mağdur edecek uygulamadır. Geri dönülmesi güç yıkımlara yol açacak bu planlandan vazgeçilmesini talep ediyoruz.” Prof. Dr. Lale Afrasyap ise AKP iktidarının hem eğitim, hem sağlık alanında yaptığı uygulamaları “reform” olarak dile getirdiğini, bu uygulamaların reform olmadığını ifade ederek, “Umarız iktidar yaptığı yanlıştan geri döner” diye konuştu. l İSTANBUL haber 9 Dindaş/ırktaş demokrasisi Liberal olmayan demokrasi (illiberal demokrasi) kavramını Fareed Zakaria 1990’ların sonunda ortaya atmıştı. Zarfı demokrasi (serbest seçimler) mazrufu otoriterlik olan rejimleri işaret ediyordu. Daha sonra Macaristan Başbakanı Victor Orban bu kavramı pek sevdi. Liberal eğilimli merkezsağ FIDESZ’in kurucuları arasında yer almışken, sekiz yıl aradan sonra yeniden 2010’da başbakan olunca illiberal demokrasiyi savunmaya başladı. O zamandan beri uyguluyor. Orban, mayıs başında yeniden göreve başlarken yaptığı konuşmada, dikkat çeken bir ifade kullandı. Bu sefer illiberal demokrasi yerine, “eski usul Hıristiyandemokrat geleneği” yeniden ihya etmek hedefini dile getirdi. 1960’ın ikinci yarısında toplanan 2. Vatikan Konsili’nin göreli liberal ve farklılıklara açık öğretisinden önceki Hıristiyandemokrat geleneğe vurgu yapıyordu. “Hıristiyanlık Avrupa’nın en son umududur” diyen Orban, AB politikalarını Avrupa’nın ruhuna kibrit suyu dökmekle suçluyor. “Batı Avrupa bir göçmen bölgesi, melez bir nüfusun yaşadığı dünya oldu; bizden farklı bir yönde ilerliyor” derken, “ülkeyi işgal edecek göçmenler” ve AB’nin teknokrat despotizminin “biz” i tehdit ettiğini iddia ediyor. Sorun yaratan göçmenler elbette Hıristiyan ve beyaz olmayanlar. AB’nin koyduğu çok sınırlı göçmen kotalarını kabul etmeyeceklerini ilan eden (ama fiilen uygulayan) Orban için bu göçmen politikası “ulusun ölümü” demek. Görevini bu büyük tehlikeye karşı Macar halkını ve Hıristiyan değerleri korumak olarak tanımlıyor. “AB teknokratlarının, aktivistlerin, satılmış siyasetçilerin” Avrupa Birleşik Devletleri gibi olmayacak bir hayal peşinde koşarken, Avrupa’yı felakete sürüklediklerini iddia ediyor. Önerdiği çözüm, “özgür ulusların ittifakı” olarak AB’yi yeniden kadim kültürel ve siyasal geleneklerine döndürmek. Orban’ın da ilginç bir teorisi var: “Et nik homojenlik iktisadi büyüme etmenidir.” Japonya, Güney Kore ve Çin’in iktisadi gelişmesinde böyle bir etmenin de rol oynadığını bazı kalkınma iktisatçıları iddia etmiştir ama kültürel ırkçılığa meyleden yaklaşımlar dışında pek itibar görmez. Bugün Macaristan’ın büyüme konusunda en büyük sorunu ise nüfusunun azalıyor olması. Ölüm oranını karşılamayan düşük doğum oranı ve on yıldır izlenen çok büyük kalifiye emek göçü nedenleriyle, Macar ekonomisi hemen her sektörde büyük bir personel eksiği yaşıyor. Dört ila beş yüz bin arasında olduğu tahmin edilen son dönem göçen Macarlar, nüfusun yüzde 5’i. 1840 yaş grubu içinde çok daha yüksek bir oranı temsil ediyorlar. Bu yaş grubundakilerin üçte biri de yakın gelecekte ülke dışına gitmeyi tasarlıyor. Nüfus azaldığı için işsizlik sorunu yok ama 2017’de kişi başı milli gelir 2008’de yaşanan büyük daralmayı hâlâ telafi etmemiş durumda. Bu işgücü açığına rağmen Orban, Macaristan’da büyümeyi etnik homojenliğin korunmasında arıyor! Etnik homojenlik arayışının iki ayağı var: Macarca ve Katoliklik. Avrupa’da özellikle Katoliklerin (ve Protestanların) göçmen korkusunun temelinde İslam korkusu yatıyor. 1960’larda göçmenlerin, kaçak yabancı işçilerin topluma entegre edilmeleri konusunda en fazla çaba gösterenler Katolikler ve Protestanlar iken, bugün durum bunun büyük ölçüde tersi. Şimdi Hıristiyanların önemli bir bölümü İslamla Hıristiyanlık arasında küresel bir çatışma yaşandığına inanıyor. Müslümanlar da buna bir o kadar inanıyor. Korku ötekinin korkusundan besleniyor. 2001 sonrası terör eylemleri bu inancı her defasında daha güçlendiriyor. Diğer taraftan artan din dışılık karşısında çoğu Batı ülkesinde Hıristiyanlar artık azınlık dini olma endişesi taşıyor. Liberal ve özgürlükçü solların son elli yılda (simgesel olarak 1968’den beri) kurduğu kültürel ve etik hegemonyanın Hıristiyan değerlerin yenilmesine yol açtığına inanıyorlar. Bu nedenle başka dinden/dilden göçmen endişesi bir yandan, kürtaj hakkı, eşcinsel evliliği, ötanazi gibi konuların gündeme gelmesi diğer yandan, Avrupa’nın hem demografik hem kültürel olarak kimliğini ve ruhunu kaybetmesinin sorumlusu olarak siyasal ve kültürel alandaki liberal AB değerlerini ve özgürlükçü sol hareketleri sorumlu tutuyorlar. İlliberal demokrasi dindaşlar/ırktaşlar için ayrıcalık talebine, dindaş/ırktaş demokrasisine dönüşüyor. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle